30 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
  • İSMAİL HAKKI UZUNÇARŞILI
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa Kuvvetleri Tarafından Saruhan, Aydın ve İzmir'in İşgaline Dair Vesikalar

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 1-30 · DOI: 10.37879/belleten.1983.1
Tam Metin
Tarihlerde görüldüğü üzere Napoleon Bonaparte tarafından 1213 (1789)da Mısır'ın işgali esnasında burasını geri almak için kara ordusundan başka deniz yoluyle sevkedilen kuvvetler arasında Kavala'dan da buranın çorbacı yani yeniçeri bölük kumandanı Hüseyin Ağa'nın oğlu Halil kumandasiyle bir miktar kuvvet yollanmıştı, bunlar arasında Hüseyin Ağa'nın yeğeni Mehmed Ali de vardı. Mısır'ın kurtuluşundan sonra Arnavutluk'tan v.b. taraflardan giden başı bozuk kuvvetlerle beraber Mehmed Ali de Kavala'ya dönmeyerek yanındaki bir kısım gönüllü ile beraber Mısır'da kalmıştı. Zeki ve faal ve aynı zamanda haris olan bu kimse durumu kendisinin yükselmesi için uygun görerek türlü entrikalarla Mısır'a tayin edilen valileri buradan atlatarak nihayet 1220 Rebiü'l-evvel (1805 Haziran)de vezirlikle Mısır valiliğine tayin edildi.

Kaynarca Muahedesinden Sonraki Durum icabı Karadeniz Boğazının Tahkimi

Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 175 · Sayfa: 511-534 · DOI: 10.37879/belleten.1980.511
Tam Metin
Ondördüncü asır başlarında Osmanlı devleti kurulurken denizle münasebeti Marmara idi. Sınırı genişledikçe Karadeniz ve Ege Denizi de kısmen hudut oldu. Osmanlılarla beraber bu denizlere sahip olan başka devletler de vardı. Osmanlı devleti onbeşinci asrın Fatih Sultan Mehmed zamanında (1451-1481) Karadeniz'in güney sahiline sahip olan Candar Oğulları beyliğini ilhak ile Trabzon Rum İmparatorluğu'nu işgal ve güneyde Kırım Hanlığını da nüfuzu altına alıp Kefe, Amasra ve diğer sahillerdeki Ceneviz müstemlekelerine son verdikten sonra daha evvel Sultan Murad Hüdavendigâr (1361-1389) zamanında elde edilmiş olan Bulgaristan'ın doğusundaki Karadeniz Osmanlı idaresi altına girmiş ve onaltıncı asırdaki fütuhatla Boğdan'ın sahil kısmı alınmış ve Batı Kafkasya'da siyasi rabıtalarla Osmanlı nüfuzu altına girmişti. İşte bu suretle hemen bir Osmanlı gölü haline gelen Karadeniz onsekizinci asır ortalarına kadar ikibuçuk asır bu durumu muhafaza ederek 1768 de başlayıp altı sene süren Osmanlı - Rus muharebesi 1774 deki Kaynarca muahedesiyle Kerç, Yenikale ve Azak Denizi'nin Ruslara terkiyle Karadeniz'deki Osmanlı hâkimiyeti elden çıkarak Karadeniz'de Ruslar'ın da hissesi olduğunu kabule mecbur olmuştur.

Osmanlı Devleti Maliyesinin Kuruluşu ve Osmanlı Devleti İç Hazinesi

Belleten · 1978, Cilt 42, Sayı 165 · Sayfa: 67-94 · DOI: 10.37879/belleten.1978.67
Osmanlı devleti maliye teşkilatı Batı Moğolları denilen İlhani teşkilatından alınmıştır. Orta Asya'da geniş bir hududa sahip olan Büyük Selçuk imparatorluğu bütün devlet ve maliye teşkilatım Samaniler, Gazneliler ve Abbasiye hilafetinden aldıkları gibi Moğol İmparatorluğu da teşkilâtını ihtiyaca göre ilavelerle istilâ ettikleri Büyük Selçuki devletinin kabul ve tatbik ettikleri teşkilatından almışlar ve bilhassa istifa (maliye) hususunda mükemmel bir teşkilat vücuda getirmişlerdir. Büyük Moğol devleti kurulup bunların İslamiyeti kabullerinden itibaren hattâ biraz daha evvel kurdukları devletin sahasının dörtte üçü İslam devletleri sahası olması ve kültürün de Islami bulunması cihetiyle gelişmiş olan bu İslami sahalarda teşkilatı da İslam teşkilatı üzere vücude getirmeleri tabii olduğundan mali işlerinde de Selçukilerde olduğu gibi siyakat yazı ve rakamlarım kullanmışlardır. Moğol devleti genişleyerek Anadolu Selçuki devletini de nüfuzu altına aldığı onüçüncü asrın ortalarından itibaren Orta Anadolu'da İlhanilerin yani Batı Moğollarının mali usulleri tatbik edilmeğe başlanmıştır. Bu tebeddülde Anadolu Selçukileriyle İlhanilerin teşkilatları arasında bazı isim değişiklikleriyle beraber esasta bir değişiklik olmamakla beraber, maliye işlerinde bazı farklar olduğu görülmektedir.

Osmanlı Tarihinde Gizli Kalmış veya Şüphe ile Örtülü Bazı Olaylar ve Bu Hususa Dair Vesikalar

Belleten · 1977, Cilt 41, Sayı 163 · Sayfa: 507-554 · DOI: 10.37879/belleten.1977.507
Devletin nüfuz ve kudretine, Padişahın otoritesinin derecesine yine hükümdarın ahlak ve karakterine, devleti idare eden vezir-i azamın (sadr-ı azamın) zekâ ve kiyasetine ve padişahın mukarrib ve musahiplerinin tesir ve oyunlarına göre birçok dikkate şayan mühim hâdiselerin değişik şekilde tarihe aksettirildiği belgelerin incelenmelerinde meydana çıkmaktadır. İşte bu sebeple vak'a-nüvis tarihlerinde gördüğümüz belgelerin siyasi kısım hariç bir kısmının hakikate uymadığı ve hattâ bir kısım ferman-ı hümayunların olaya aykırı bulunduğu görülmektedir. Bilindiği gibi Osmanlı idaresinde ferman padişahın mührünü (tuğrasını) havi emri demektir; fakat bu emir cereyan eden şekline göre Divan-ı Hümayundan yazılan ve nişancı tarafından tuğralanan sadr-ı azamın bilgisi ile yazılmış yazıdır. Bu yazı, olayın şekline ve muhatabının şahsiyetine gerek sadr-ı âzam, gerek sarayda padişahın mukarriblerinin telkin ve tesirlerine ve nihayet padişahın bunlardan birini kabul edip etmemesine bağlıdır. Sadr-ı âzam çok kuvvetli, otoriter ise padişah ona itimaden Divan-ı Hümayundan yazılan fermanı kabul eder, eğer hükümdarın çevresindeki en nüfuzlu ve sevimli olanlar - mesela silâhdar, çuhadar, musahip gibi - tesiri altında ise onun telkini üzere ferman yazılırdı. Bu hususa ait vesikalar çoktur. Bilhassa padişah bizzat alâkadar olmayıp Divan-ı Hümayundan gelen fermanı kabul eden fermanlar görülür. Padişah herhangi bir mesele hakkında olayı takip etmekte ise, onun vereceği emirle ferman yazdın

Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Hayatı

Belleten · 1977, Cilt 41, Sayı 161 · Sayfa: 79-114 · DOI: 10.37879/belleten.1977.79
Osmanlı devletindeki umumen musiki cereyanlarına dair Osmanlı tarihinin ikinci, üçüncü ve dördüncü ciltlerinde kitabın hacmine göre yeteri kadar bilgi vermiştim. Topkapı Sarayındaki belgeleri tetkik ederken bununla alâkalı diğer kaynaklardan da bulabildiğim kadar bilgileri de eklemek suretiyle Osmanlı Sarayı musikisini yazacak mütehassıslara faydalı olur diye bir fihrist hazırlamağı uygun bularak bu makaleyi hazırladım. Osmanlı Sarayı musikisi pâdişahlar da dahil olmak üzere bu devletin hayatı boyunca sevgi ile sevilerek devam etmiştir. Yalnız o musiki âlemlerinin artması veya eksilmesi çeşitli sebeplerle inip çıkmıştır. Bu hususta muharebelerin tesiri, hükümdarın ordusunun başında bulunmasının musiki zevkinin bu hareketini muvakkat olarak durdurmuş olmasının müessir olduğu görüldüğü gibi bunun aksine olarak seferden dönen pâdişahın girdiği yerlerdeki şehir ve kasabalarda bulduğu muhtelif sınıftan güzel sanat erbabını ve bu arada musiki üstadlarından bir haylisini beraberinde devlet merkezine getirdiği görülür.

Yavuz Sultan Selim'in Kızı Hanım Sultan ve Torunu Kara Osman Şah Bey Vakfiyeleri

Belleten · 1976, Cilt 40, Sayı 159 · Sayfa: 467-478 · DOI: 10.37879/belleten.1976.467
Osmanlı Padişahları lüzumu halinde bizzat kendileri Müslüman veya Hristiyan hükümdar ailelerinden birisinin kızıyla evlendikleri gibi oğullarım da Müslüman hükümdar ailelerinden birisinin kızıyla evlendirirler ve kendi kızlarını da devlet siyaseti kabı Anadolu'daki hükümdar ailelerinin erkekleri ve devletinin askeri hizmetinde bulunan münasip değerli bir şahısla evlendirirlerdir. Mesela Muradı Hüdavendigar, kızı Melek Hatun'u Karaman hükümdarı Alaaddin Bey'e ve İkinci Sultan Murad kız kardeşlerini yani Çelebi Sultan Mehmed'in müteaddit kızlarından her birini Karaman Oğulları hanedanından Ali, Isa ve İbrahim Beylere ve diğer bir kız kardeşini Candar Oğlu İsfendiyar Beyzade İbrahim Bey'e ve diğer bir kız kardeşini yine Candar ailesinden Kasım Bey'e ve yine bir kız kardeşini Vezir-i azam Çandarlı Zade Halil Paşa'nın kardeşi Mahmud Bey'e ve Sultan İkinci Murad ismini bilemediğimiz bir kızını timeradan Karaca Bey'e vermişlerdir.

Nahil ve Nakıl Alayları

Belleten · 1976, Cilt 40, Sayı 157 · Sayfa: 55-70 · DOI: 10.37879/belleten.1976.55
Nahil'in manası hurma ağacı demek olup galat olarak Nakıl diye meşhur olmuştur. Nahilbent denilen üstadlar tarafından ağaç, meyve, çiçek ve hayvan şekilleri yapılarak düğünlerde gelinin önünde götürülen muhtelif boydaki nahillere dair Osmanlı tarihlerinde ve sûrnamelerde bilgi vardır. Teşbih yoliyle meyvesi ve çiçeği çok ağaca (pürnakıl) denilir. Düğünlerde erkek tarafından tertip edilen nahil, lügatlerde birbirlerine benzer şekillerde tarif edilmektedir. Ahterî'de nahil, palmiye yâni hurma ağacıdır. Biyanki, nahil'in palmiye denilen ağaç ve kadınların bir nevi ziynet eşyası olduğunu yazıyor. Lehce-i Osmanî' de nahil, galatı nakıl, mumdan ve gümüşten ağaç dalı resmi ki arûs (gelin) önünde giderdi. Salahî kamusunda hurma ağacı ve eski zamanda balmumundan veya gümüşten mahsusen yapılarak gelinin önünde götürülen meyve ve şükûfe (çiçek) yi havî ve kıymetli taşlarla süslü ağaca ıtlak olunurdu, demektedir.

Sancağa Çıkarılan Osmanlı Şehzadeleri

Belleten · 1975, Cilt 39, Sayı 156 · Sayfa: 659-696 · DOI: 10.37879/belleten.1975.156-659
Türk devletlerinde zabtolunan bir memleket, onu zabtetmiş olan hanedanın müşterek malıdır. Bu kanun üzere o hanedanın büyüğü olan uluhan memleketi varisleri arasında taksim ettiğinden hanedan azasından her prens veya şehzade uluhan'a tabi olarak kendisine ait memleketi idare ile devlet muamelâtında bütünlüğü muhafaza ile ulu hakanı metbü tanır. Umumi olarak kaydettiğimiz bu töre bütün Türk devletlerinde tatbik edildiği gibi, büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylikleri ve nihayet Osmanlılarda da bazı tadilat ile bu veraset kanunu tatbik olunmuştur. Devlet merkezinin kuvvetli olduğu zamanlar varis olan hanedan azasından saltanata geçmek ihtirasını göstermek isteyenler arzularını yerine getiremeyüp kanunu bozamamışlarsa da merkezin zaafı ve Ulu Bey'in yani hükümdarın aczinden istifade edenler düzeni zedeleyerek emellerine nâil olmuşlardır.

Fatih Sultan Mehmed'in Ölümü

Belleten · 1975, Cilt 39, Sayı 155 · Sayfa: 473-482 · DOI: 10.37879/belleten.1975.155-473
Tam Metin
Dulkadır oğullarındaki beylik iktidarı meselesinden dolayı aile arasındaki rekabet ve husumet büyümüş, Memlük sultanlarının nüfuzu altında bulunup sultanın menşuriyle intihap edilen Dulkadır Emirine karşı, aynı aileden rakip olan diğer bir emir, ailece karabetleri olan Osmanlı devletine başvurarak anların yardımlariyle Dulkadır Beyliğini elde ediyordu. Dulkadır ailesi arasındaki bu geçimsizliğe müdahaleden daha evvel Osmanlı devleti hacıların su sıkıntısı sebebiyle Hicaz Su, yollarına havuzlar inşası teklifinin Memlük sultanı tarafından kabul edilmemesi yüzünden Memlük Sultanlığı ile Osmanlı devletinin arası açılmıştı. Asıl ara açılmasının nedeni, Osmanlı Devletinin Dulkadır Emirliği ihtilâfına müdahale etmesi idi. Tarihlerde görüldüğü üzere bu ihtilâf sebebiyle Fatih Sultan Mehmed 886 Safer 27 ve 1481 Nisan 27 de Memlûklerle harp etmek üzere güney tarafına hareket etti, Üsküdar'a geçtiği zaman rahatsız bulunuyordu, buna rağmen hareketinden yüz döndürmedi. Üsküdar'da bir kaç gün kaldı, sonra araba ile hareket etti ve Rebi-ül-evvelin dördüncü Perşembe günü (3 Mayıs 14.81) Gebze'ye yakın Tekfur çayın ordugâhında ikindi ile akşam arası elli bir yaşında vefat etti. Ölümü hakkında çeşitli mütalealar vardır; hasta olarak İstanbul'dan çıktığı muhakkaktır.

Sultan III. Selim ve Koca Yusuf Paşa

Belleten · 1975, Cilt 39, Sayı 154 · Sayfa: 233-256 · DOI: 10.37879/belleten.1975.154-233
Tam Metin
Onsekizinci asrın ortalarına doğru 1152 H./1739 M. de Belgrad ve 1159 11./1746 M. İran'la yapılan muahedelerden sonra 1182 H. 1768 M. senesine kadar otuz sene muharebesiz geçmiş ve bu müddet içinde harp ve idare sahalarından yetişmiş Hekim-oğlu Ali Paşa, Yeğen Mehmed Paşa, ivaz Mehmed Paşa, Köprülü-zade Hafız Ahmed Paşa gibi yüz ağartmış, tecrübeli, değerli eski vezirler ölmüş ve kalanlar da pek ihtiyar bulunmuşlardı. Harpsız geçen bu otuz sene içinde ise gelen sadr-ı âzamlar, vezirler iktidar ve kudretçe evvelkiler derecesinde olmadıklarından 1768 seferindeki mağlübiyetlerde bunun acısı görülmüştür. Bu müddet içinde her ne kadar Koca Ragıb Paşa gibi müstesna olarak irade sahibi, alim bir vezir görülüyorsa da, anın idari ve siyasi sâhalarda hizmetine karşı harp meydanında kendisini gösterecek bir olay zuhur etmemiştir. Kısacası Onsekizinci asrın ikinci yarısının sonlarına doğru Osmanlı Devleti'nin idari, siyasi, askeri sahalarda durumu iyi değildi. 1182 H./1768 M. muharebesinde bu haller görülmüştü. 1188 H./1774 Kaynarca muahedesinden sonra devlette pek bâriz olarak acısı çekilen askeri bir ıslahat yapmak üzere silahdar Seyyid Mehmed Paşa'yı takiben anın tavsiyesiyle Halil Hamid Paşa sadr-ı âzam olmuş ve üç seneye yakın devam eden sadr-ı azamlığı zamanında epey yenilik yapmış ise de faaliyetini önlemek isteyenlerden kurtulmak için icraatına müsaade etmeyen Birinci Abdülhamid'i hal' teşebbüsünün duyulup azl ve Idam edilmesi üzerine ıslahat faaliyeti durmuştur.