25 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Afet İnan
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Atatürk ve Demokrasi

Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 825-832
Tam Metin
4 Haziran 1933 tarihindeyiz. Atatürk'ün etrafında devlet ve fikir adamlarımızın toplandığı bir gece idi. Gündüz Genel Kurmay'da meşgul olan Atatürk, gece bazı arkadaşlariyle çeşitli konular üzerinde konuşuyordu ve bundan büyük haz duyuyordu. Hazır bulunanlardan Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Saffet Arıkan, Recep Peker, Necip Ali Küçüka, Fethi Okyar, Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya beyleri hatırlıyorum. 1933 sonlarında Cumhuriyetin onuncu yılı tamam olacaktı. O gece on yılın tarihçesi üzerinde duruldu. Atatürk'ün sorduğu sualler üzerinde veyahut herkes kendi düşüncesine göre bir konu üzerinde konuşmuştu. Fakat en çok inkılâplar üzerinde duruluyordu. Uzun ve istifadeli konuşmalar arasında Atatürk bazen dinliyor bazen kendisi uzun uzun konuşuyordu. Fakat her zaman olduğu gibi mefhumların, tarifleri üzerinde formüller aramıştı ve ısrarla "inkılap" kelimesinin lûgat mânasından gayrı, Türk inkılâpları yönünden tarifini, izahını istemişti. İnkılâp kelimesinin diğer batı dillerindeki karşılığı aranmıştı.

Çağdaşlaşmada Kadın Hakları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1985, Cilt I, Sayı 2 · Sayfa: 331-334
Çağdaşlaşma deyimi asrımızda medenî milletlerin uyguladığı kuralları kapsar. Bunların başında hukukî durumun her kişiye eşit olarak sağlanması gelir. Öğrenim bakımından ise, erkek ve kadının eşit şartlarda meslek sahibi olmasını öngörür. Milletler, kadın ve erkek nüfusun birleşmesiyle var olur. Türk kadını günümüzde bütün haklarıyla çağdaşlaşma içindedir. Bunu Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet idaresine borçludur.

Atatürk'ün Bazı Özellikleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1984, Cilt I, Sayı 1 · Sayfa: 96-101
Türk Kurtuluş Savaşının yöneticisi ve başkumandan olmuş, daha sonra da Cumhurbaşkanlığı zamanında, bildiğiniz gibi memleketi yakından tanımak için mütemadiyen gezmiş, her yerde halkla tanışmış, onların fikirlerini almış, hatta tartışmalar yapmış bir devlet adamıydı.

M. Kemal Atatürk'ün Doğumunun 100. Yıldönümü (19 Mayıs 1981) Türk Tarih Kurumu'nun Kuruluşunun 50. Yıldönümü (15 Nisan 1981)

Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 176 · Sayfa: 629-642 · DOI: 10.37879/belleten.1980.629
Tam Metin
Yıl 1918. Birinci Cihan Savaşı, Osmanlı Devletinin katıldığı müttefik grubunun mağlubiyeti kabul etmesi ile sonuçlanmıştı. Mondros Mütarekesinin imzası ile Türk yurdunun hemen her bölgesi istilaya uğruyordu. 25 maddelik bu belge, her bakımdan bir devletin henüz sulh antlaşması yapılmadan egemenliğinin ortadan kalkması idi. Özellikle 7. maddeye göre "İtilaf devletleri emniyetlerini tehdit edecek bir durum karşısında herhangi bir sevkulceyş (stratejik) noktayı işgal hakkını haiz olacaklardır". Bu madde çok geniş yorumlara ve uygulamalara neden olmuştur. Osmanlı hükümeti acz içinde idi. Padişah Kanun-i Esasinin (Anayasa) 7. maddesinin kendisine tanıdığı hakka dayanarak Meclisi Mebusanı feshetmiş, (21.XII.1918) ancak yine kanuna göre yeni seçimlerin 4 ay içinde yapılması ve bunun da ilânı gerektiği halde bu dikkate alınmamıştır. Böylece meşruti idare Osmanlı devlet bünyesinden süresiz olarak kalkmış bulunuyordu.

Uluğ İğdemir'in Yaş Günü Münasebetiyle

Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 255-256 · DOI: 10.37879/belleten.1979.255
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Sayın M. Uluğ İğdemir 31 Mart 1979 da sekseninci yaşını bildiriyor bizlere. Kendisine ilkönce bu çalışma hayatında daha uzun ömürler dileyerek yazıma başlıyorum. Türk Tarih Kurumu'nun resmi dernek oluşu gününden beri sorumlu sekreter ve Genel Müdür olarak muntazam çalışması ile Türk Tarih Kurumu'nun her hususta gelişmesinde başlıca amil olan kişidir kendisi. Bu yazımda bir medih edebiyatı yapmak için değil, fakat gerçekleri belirtmek için bazı meseleleri açıklamak istiyorum. Çünkü bütün yıllar boyunca Türk Tarih Kurumu'nun kurucu üyesi ve bazı yıllarda Yönetim Kurulu üyesi olarak Uluğ İğdemirle beraber çalışma durumumuz oldu. Bir kere hangi meselenin incelenmesini istesem, derhal dosyalarını Uluğ İğdemir'den hemen bulmamız mümkündür. Çalışma saatleri örnek olacak derecede ayarlıdır. Hatta bir arkadaşımız "ben saatimi Genel Müdürün geliş ve gidişine göre ayarlarım" derdi. Türk Tarih Kurumu bilindiği gibi Atatürk'ün fikrine göre kurulmuş ve çalışmalarını kendi sağlığında yakın ilgisi ile devam ettirmiştir. İstanbul'da Dolmabahçe Sarayında Türk Tarih Kurumu'na ayrılmış bir daire vardı ve Sayın Uluğ İğdemir daima orada bulunurdu.

Urfa'da 1917'de yapılmış M. Kemal Paşa Anıtı — Çeşmesi ve Ellinci Yılda Kemal Atatürk Anıtı 1973

Belleten · 1975, Cilt 39, Sayı 153 · Sayfa: 195-196
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyeleri arkadaşlarımızın ilmi ve öğretim faaliyetleri yanında derneklerde de çalışmaları vardır. Dekanlık odasında Ellinci yıl için konuşurken Yeni Türk Edebiyatı profesörü Gündüz Akıncı bilmediğimiz bir haber verdi. Urfa'da yeni bir Atatürk anıtının açılışına, Türk Devrim Kurumu adına gittikleri zaman (29 Ekim 1973) gördükleri, Mustafa Kemal Paşa anısına 1917'de yapılmış bir anıt-çeşmeden bahsetti. Bu haber hepimizi ilgilendirmişti. Çünkü şimdiye kadar kamuoyumuzca duyulmamıştı bu anıt. Bunun üzerine Urfa valisi Turgut Sayın'a bir mektupla durumu, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü adına sordum. Aldığım cevap ve özellikle resimler ilgi çekicidir. Kendilerine tekrar teşekkür ederken, yazılan açıklamayı da özetleyerek veriyorum: Birinci Cihan Savaşında Çanakkale Cephesinde Urfalılardan oluşan bir tabur vardır. Bu savaşta kahramanlıkları ile ün salmış olan Urfalı Gaziler şehirlerine döndükleri vakit, kumandası altında bulundukları Mustafa Kemal'i hayranlıkla çevrelerinde anlatıyorlar. Aynı tarihte Urfa'da mutasarrıf olan Nusret Bey, bu kamu-oyundan istifade ederek Mustafa Kemal'i bir anıtla halka daha çok tanıtmayı öngörmüştür.

Bir Tarih Göçtü

Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 31-34 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-31
Tam Metin
İnsanlar bir kıtadan başka birine göç ederler. Dünya yüzünde yer değiştirenler çok olur çeşitli nedenlerden. Fakat bir de öteki dünya dediğimiz bir âleme göç etme, her insanın değişmez bir sonucudur. Geçen yılın son günlerinde Türk tarihinde bir göç oldu bu sonsuz âleme. Onu milletçe uğurladık acı duyarak. Çünkü yarım yüzyıllık Cumhuriyetimizin kurucularındandı İsmet İnönü. Bizim nesil, İsmet Paşa'yı Lozan konferansı esnasında okul sıralarında iken heyecanla takip ederdi. O, barış antlaşması imzalamıştı. Muzaffer ordu kumandanlığından barış devrimizin siyaset alanına geçmişti. Onu resimlerinde neşeli, güler yüzlü görüyorduk. Kendisini yakından ilk gördüğüm zamanki duygularımı şöyle not etmişim: Cumhurbaşkanı Gazi (Atatürk)'nin Çankaya Köşkünde yemek salonu. Köşe kule çıkıntısında kanepe ve koltuklar var ve Atatürk oturuyor. İçeriye çevik adımlarla ve neşe saçan bir yüzle İsmet (İnönü) Paşa girdi. Birbirini seven, özleyen insanların içtenliği ile selâmlaştılar. İkisinin de birbirine söyleyecekleri şeyler pek çoktu. Onlar konuştu, ben dinledim. Söyledikleri bütün meseleleri o gün tam anlamıyle kavradığımı sanmıyorum. Çünkü bu konuşmalara ben henüz yabancı idim ve yaşım da 17 idi. Fakat bu konuşmaları ben daha sonraları da dinleyecek ve her seferinde biraz daha anlayışlı ve ilgili olacaktım. Ben o gün daha ziyade ilk defa gördüğüm İsmet Paşa'yı tanımakla meşgul olmuştum. Orta boylu, çevik, hareketli vücudun taşıdığı baş ve yüzün ifadesi, tarihi kişiliğinin bir sembolü idi. O kadar süratle dönen gözbebeklerine ben ilk defa rastlamıştım. Siyah saçlarına aklar düşmeye başlamıştı. Fakat yüz ifadesi rahatlığın sükûnetini belirtiyordu.

M. Kemal Atatürk Ankara Hukuk Mektebi'nin Öğretim Kurulu Fahri Başkanı

Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 117-122 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-117
Tam Metin
Ankara'da 5 Kasım 1925'te açılan ilk yükseköğretim kurumu Leylî Hukuk Mektebidir. Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk'ün bir konuşması ile T.B.M.M. salonunda açtığı bu kuruluşun önemi, Türk devrim hareketlerinde hukuka verilen üstün değerin ifadesidir. Cumhuriyet devrimizde prensip olarak Türk devrimi, sosyal hayatın kaynağı ve esası olan yeni hukuk anlayışına dayatılmıştır. Atatürk bunu şöyle ifade ediyor: "Cumhuriyet Türkiye'mizde eski hayat kaideleri, eski hukuk yerine yenilerinin konmuş bulunması bugün tereddüt edilmeyecek bir emrivakîdir". Cumhuriyet devrimizde çağdaş uygarlık daima bir amaç olduğu için, her devrim hareketinin, yeni hukuki esaslara ve ihtiyaçlara göre kanunlaşması gerekiyordu. Atatürk bu açış konuşmasında özellikle yeni sosyal değişikliklerin, yeni hukuk esaslarına göre alınması ve bunun öğrenimine önem verilmesi üzerinde durur ve aynen şöyle der: "Umumî hayatımızın yeni hukuk esaslarını nazar ve tatbikî olanlar da tecelli ve tahakkuk edinceye kadar, geçecek zamanı temin eden bizzat milletimiz ve onun inkılâbındaki yorulmaz ve yıpranmaz kuvvet olacaktır".

Ankara'nın Eski Evleri, Türk Ev Kültürü, Müze Evler

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 145 · Sayfa: 123-128 · DOI: 10.37879/belleten.1973.145-123
Tam Metin
Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olmadan önce bir vilayet merkezidir. Orta Anadolu'da demiryolu ile İstanbul'a bağlı bu vilayetin, kalesinin eskiliği, Ahi teşkilatının merkezi olarak da şöhreti olmuştur. Tarihte, Bayazıt-Timur savaşının geçtiği bölgedir diye adı geçer. Bütün bu tarihi devirlere, binlerce yıllık eski kalıntılara da değinecek Cumhuriyet devrimizde Türk heyetleri tarafından arkeolojik buluntular ve bu konudaki yayınlar Ankara'nın ve çevresinin en eski devirlerden beri Anadolu insanına mekan olduğunu göstermiştir. Ahlatlıkal Eti yokuşu gibi ... Yalnız benim, bu yazımda üzerinde durmak istediğim, nihayet iki üç asırlık geçmişten, ayakta kalan ve bugün de kullanılan evlerdir. Ev hayatı, ev kültürü bir milletin medeni olmasının en belirli örnekleridir. Aileler nasıl ki topluluğun küçük birlikleri ise, şehir ve kasabalarda da evler, bu yerleşik hayatın madde olarak görüntüleridir. Bugünkü yaşayış tarzı, ev ünitesini toplu, kalabalık apartmanlara terk etmektedir. Bu bir zaruret olmakla beraber eski aile hayatımızın ve ev kültürümüzün anılarını, eşyaların' da unutmamamız gerekir. Bu demek değildir ki, yeni hayat tarzına uymadan, bu eskiye dönelim ve o şekilde yaşayalım. Ancak her millet için, ev kültürünün yaşayış tarzının, örf ve adetlerin hangi devirde olursa olsun bilinmesi gereken ve üzerinde önemle durulacak bir konudur.

Türk Tarih Kurumu 40 Yaşında

Belleten · 1971, Cilt 35, Sayı 140 · Sayfa: 519-530 · DOI: 10.37879/belleten.1971.140-519
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu, resmen Cemiyet oluşunun 40. yılını idrak etmiş bulunuyor. Bu kuruluşta ödev aldığım için o günlere ait anılarımı sizlere anlatmak için söz almış bulunuyorum. Ancak, bu kırk yıla, geriye doğru bir yıl daha eklemek gerekecek. Çünkü Atatürk'ün kurucusu olduğu ve çalışma planlarını çizdiği Kurumumuzun doğuşu, kendisinin direktifiyle, Türk Ocaklarının VI. Kurultayında (1930) "Türk Tarih Heyeti" adıyla başlar. Bu bakımdan ilk önce Atatürk'ün tarihle ilgisine temas edeceğim. Atatürk tarih ve özellikle Türk tarihine çok önem vermiştir. Bunu belirtmek için kendisinin askeri ve siyasi hayatında tarih bilgisinden ne suretle istifade ettiğini de tespit etmek gerekir. Kendi ifadesine göre okul sınıflarındaki derslerinden itibaren tarih çalışmasını sevmiş ve hayatının her devresinde çeşitli kitaplar okuyarak Türk tarihinin meseleleriyle uğraşmıştır. Özellikle siyasi hayatının çeşitli safhalarında tarih bilgisinden en geniş anlamıyla faydalanmıştır. T.B.M. Meclisinde, halk toplantılarında tarihi konular en heyecanlı hitabelerini teşkil etmiştir. İnkılap konularında tarihten örnekler getirerek eskimiş müesseselerin yerine yeni kuruluşların lüzumunu inandırıcı yönleriyle açıklamıştır. Bu türlü belgelerin incelenmesi gösterir ki, bir devlet adamı tarih bilgisinden ne yolda istifade edebilmiştir.