10 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Belleten
  • TUNCER BAYKARA
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

SETTAR CABBAR, Kurtuluş Yolunda. Yayınlayanlar: A. Sumru Özsoy, Claus Schönig, Esra Karabacak. İstanbul 2000. Orient-Institut der DMG, İstanbul, 335 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2004, Cilt 68, Sayı 252 · Sayfa: 577-580
Türkistan sahasındaki insanların geçmişi, uzun bir zaman kendi iç gelişmeleriyle devam etmiş, XIX. yüzyıl ortalarından itibaren Rusya Çarlığının etkisine girmiştir. Dünyayı kendi aralarında, çeşitli adlar altında paylaşan Avrupa devletleri, Türkistan sahasında Rusya'nın etkili olmasına ses etmemişlerdir. Ruslar, öteki Avrupalılar gibi kimi zaman medeniyet=civilization adına bu sahalara el koymuşlardır. Türkistan, XIX. yüzyıl sonlarında siyasi bakımdan birliğini kaybetse de, bir kavram olarak etkinliğini korumuştur. Hatta bu etkinlik, 1924'lere kadar devam etmiştir. Bu senede, Türkistan buraya hakim olan Sovyet idaresi devrinde kaldırılmış, boyları=kabileleri esas alan bir siyasi teşkilatlanma getirilmiştir. Böylece Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan terimleri zaman içinde ortaya çıkmış ve çıkacaklardır. Buna karşılık tarihi kökleri olan Hive veya Harezm Halk Cumhuriyeti gibi kavramlar yaşatılmamıştır.

Batı Anadolu'da Bir Peçenek Beği: Kızıl Beğ

Belleten · 1998, Cilt 62, Sayı 235 · Sayfa: 735-746
Tam Metin
Doğduğum Karağaç Ovası topraklarından 1333 yılının Haziran ayında geçen ünlü seyyah İbn Battuta'nın, bu yörenin kuzeyindeki toprakların sahibi olan Germiyanlılar hakkında kullandığı ağır ve sert sözlerin, şimdiye kadar uygun bir izahı yapılamamıştı. Gerçi ilk bakışta bu sözlerin Hamid-oğulları ile Germiyan-oğulları arasındaki mücadelenin bir yankısı olduğu görülüyor. İbn Battuta'nın belki de yörede o sırada faaliyet gösteren yol kesici bir haydut çetesinden dolayı "yol kesici, haydut" gibi ağır sözleri söylediği de akla gelebilir. Bu arada Germiyanlılarla ilişkili sözlerinin, geldiği Hamidoğulları diyarının mı, yoksa ulaştığı Denizli halkının bir düşüncesi mi olduğu açıkça belli değilse de, Hamid diyarının düşüncesini yansıtmış olması daha muhtemeldir.

ELENA FRANGAKIS-SYRETT, The Commerce Of Smyrna in the Eighteenth Century (1700-1820), Akhens 1992, (Centre for Studies Asia Minor Studies) XIX+375 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1997, Cilt 61, Sayı 230 · Sayfa: 161-164
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin özellikle XVII. yüzyıldan sonraki en önemli dış ticaret limanlarından birisi olan İzmir Şehri, son yıllarda önemli bir araştırma mevzuu olmuştur. D. Goffman'dan sonra, Elena Frangakis-Syrett Hanımefendi de, şehrin XVIII. yüzyıldaki ticaret hayatını incelemiş ve yayınlamıştır.

Ulucami. Selçuklu Şehrinde İskânı Belirleyen Bir Kaynak Olarak

Belleten · 1996, Cilt 60, Sayı 227 · Sayfa: 33-58
Tam Metin
Bizans İmparatorluğu, Roma'nın mirasçısı olarak ortaya çıkmış, fakat daha sonra ülkenin doğu kanadı ile yetinmek zorunda kalmıştı. Bu arada Sasani İranı ile başlayan büyük mücadelede de epeyce hırpalanmış idi. Bu mücadele yıllarında güneyde gelişen İslamiyetin doğurduğu İslam Devleti, VII. yy. ortalarından itibaren Bizans topraklarına doğru da harekete geçmiş, önemli başarılar sağlamıştı. İslam ordularının ve donanmasının İstanbul'a yönelerek şehri birkaç kere kuşatmalarına rağmen, bu şehri alamamışlardı. Bununla birlikte sonraki yüzyıllarda da İslam orduları, hemen her yaz Çukurova veya Malatya'daki hareket noktalarından İstanbul veya Anadolu içlerine akınlara devam etmişlerdir.

Selçuklular Devrinde İgdişlik ve Kurumu

Belleten · 1996, Cilt 60, Sayı 229 · Sayfa: 681-694
Tam Metin
Selçuklu tarihiyle biraz meşgul olanlar, "iğdiş"ler hakkında muhakkak birşeyler okumuştur. Bilinenlerin bir kısmı, kaynaklardaki müphem bilgilerden, önemli bir kısmı da sözlüklerden veya bazı araştırıcı ve meraklıların konu ile yazdıklarından gelir. "İğdiş"in Türkiye Türkçesi'nde halen de kullanılan bir anlamı, ayrıca bizleri etkiler.

Çeşme Kalesi

Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 210 · Sayfa: 603-630
Tam Metin
Çeşme, Anadolu'nun batısında, Adalar Denizi içine girmiş bir yarımadanın da ucunda yer alan bir liman ve kasabadır. Urla veya Çeşme Yarımadası diye anılan bu yarımada, asıl kütlesi kuzey-güney istikametinde uzanmakta olup, kuzey kısmına Karaburun denmektedir. Bu kütle ile hemen aynı istikamette yarımadanın batısında Sakız adası uzanmaktadır. Çeşme 1985 sayımında 10.124 nüfuslu olup, bu sayı yaz aylarında on katından fazla artar. Çünkü deniz kıyıları sebebiyle bütün Türkiye, hatta dünyada ünlü bir yerdir.

A. FRIENDLEY, The Dreadful Day, The Battle of Manzikert 1071, London 1981 (hutchinson), 256 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 184 · Sayfa: 923-924
Tam Metin
Tarih araştırmalarında, ilmi neticeleri geniş halk kitlelerine intikalinin sağlanması, dikkate değer bir mesele olarak görünmektedir. Zira ciddi ilmi eserlerin gerek içeriği, gerekse öteki hususiyetleri ile halkın malı olması imkansızdır. Aradaki boşluğun giderilmesi, ilmi gerçeklerin halka yansıtılması tarihçilerin görevidir. Bunun içindir ki, ilmi kuruluşlar zaman zaman "halk için" ayrı yayınlar yapmak gereğini duymuşlardır. Mesela Türk Tarih Kurumu yayınlarının XX. dizisi, "Halk için tarih yayınları " adını taşımaktadır. Bununla beraber bu boşluğun tarihçiler tarafından tam olarak doldurulduğu söylenemez. Tarihçilerin yazdıklarını esas alanlar da bu türden eserler vermeye çalışmaktadırlar. Önümüzde bu türden yazılmış, bir eser bulunuyor: The Dreadful Day, The Battle of Manzikert,1071, (London 1981). Yazarı olan Alfred Friendley, uzun yıllar Washington Post'da çalışmış bir eski gazetecidir. Emekliye ayrıldıktan sonra, bir ara geldiği Side'yi çok sevmiş, özellikle hanımınında etkisiyle burada temin ettikleri bir eve her yaz gelmeye başlamışlardır. Bu arada kurmuş olduğu Milletlerarası Side Dostları Vakfı ile yöredeki kazıları desteklemişlerdir. İşte A. Friendley'in bu eseri, kaynaklara dayanılarak yazılmış bir araştırma olmayıp, tarihi gerçeklerin geniş halk kitlelerine intikalini gaye edinen bir eserdir. Bunu yazar da itiraf etmektedir.

Bodrum Adına Dair

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 178 · Sayfa: 5-8 · DOI: 10.37879/belleten.1981.5
Tam Metin
Türkçemizde "bodrum" günümüzdeki anlamı ile binaların yoldan veya arazinin genel seviyesinden aşağıdaki kısımlarına söylenmektedir. Türkçe sözlükler, bu kelimenin menşeini Grekçe "gipodrum", yani hipodrum kelimesi olarak gösteriyorlar. Aşağıda bahis konusu edilecek hususiyetler de gözönüne alınırsa, bu hükmün doğru olması gerekmektedir. Günümüzde Bodrum, Anadolu'nun güneybatı köşesinde, Muğla ilinin şirin bir ilçesidir. Bodrum kasabası, antik çağın ünlü şehri Halikarnassos'un yerinde olduğu için eskidenberi dikkati çekiyordu. Bu antik şehrin üzerinde kurulan Türk kasabasının adının "Bodrum" olmasının sebebi merak uyandırıyordu. Nitekim Bodrum veya yöre ile ilgili yazılan hemen bütün eserlerde bu ada ve menşeine temas edilmiştir. Bu konuda belli başlı iki görüş vardır: Bu ad, antik Halikarnassos harabelerinde görülen bodrum'lardan dolayı verilmiştir. Bu bodrumlar, şövalyelerin 1415'lerde yaptıkları kalede de vardır. Evliya Çelebi bu görüşün bir diğer şeklini naklediyor: Kale'nin kuzeye nazır kapısının "solunda leb-i deryada hile ile kal'a bina etmek için Menteşe Bay okullarından (kâfirlerin) bir bodrumluk yer isteyüb yaptığı mahzenlerdir. Badehu nice sene mürur edüb kal'a zuhur edüp hile ile çalılar içinde bir kal'a bina edüb bir gün çalılara ateş edüb kal'a zuhur edüb anın için Bodrum derler".

Türk Şehircilik Tarihinden: Hatun Şehirleri

Belleten · 1980, Cilt 44, Sayı 175 · Sayfa: 497-510 · DOI: 10.37879/belleten.1980.497
Tam Metin
Türk yaşayışında asıl hâkim olan unsur mücadeledir, savaştır. Bu mücadele önce tabiatla savaştır. Türk hayatı bir bakıma bu tabiatla savaşın içindedir ve onunla doludur. Bu savaşa bütün Türkler, kadın - erkek çoluk - çocuk katılırlardı. Bu savaşta, tıpkı günümüzde olduğu gibi, kadına da büyük işler düşerdi. Bu savaş başarılıp Türkler tek tek yaşamaya devam edince, bu defa diğer insanlarla, komşu kabile ve kavimlerle savaş kendisini gösterir. Bu mücadele, tabiatla savaştan biraz farklıdır. Artık buna kadınların iştiraki, eskisi kadar çok olmaz. Gerçi Türk kadınlarının bu tür mücadelelere iştiraki çok görülmüştür. Ancak Türk savaş geleneklerinde, kadınların bizzat muharebeye iştiraki açık ve devamlı bir özellik olarak görülmemektedir. Türk hayatında mücadele, böyle bir varolma kavgasının neticesi gibidir. Savaş, bu varolma kavgasının bir gereği olarak bütün hayatımızı doldurmuştur. Önceleri bir varolma kavgasının icabı olarak görülen savaşa, daha sonra insanların, özellikle Türklerin mutluluğu için girişilir oldu. Türk, kendisinin varolması için savaşmıştır. Gerçi bu gelenek daha sonraları, bilhassa İslâmiyetin kabulünden sonra "cihat" geleneği ile pek güzel uyuşmuştur. Bu şekilde, zaten doğduğundan beri mücadelenin içinde, yani asker olan Türkler, bu vasıflarını devam ettirdiler.