6 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Belleten
  • 16th Century
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

XVI. Yüzyıl Osmanlı İlmiyye Kanûnnâmeleri ve Medrese Eğitimi

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 955-982 · DOI: 10.37879/belleten.2014.955
Tam Metin
İlk Osmanlı medresesinin İznik'te kurulmasının ardından Osmanlı eğitim sistemi önemli bir inkişaf sürecinden geçmiş, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman devirleri önemli dönüm noktaları oluşturmuş, klasik Osmanlı eğitim sisteminin ana esasları bu dönemlerde teşekkül etmiştir. Bu kurumlaşma sürecinde ve devamında görülen aksaklıklarla ilgili XVI. yüzyılda üçü kanûnnâme biri hüküm ve biri hatt-ı humâyun olmak üzere beş önemli düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemelerle medreselerde okutulacak kitaplar belirlenmiş, verilen eğitimin niteliği artırılmaya çalışılmış, eğitim süresinin standartlaştırılmasına gayret gösterilmiş, ideal müderris ve öğrenci tipine yaklaşma hedefi güdülmüştür. Bu düzenlemelerdeki hükümler Osmanlı gerileme paradigmasının oluşmasında etken olan Osmanlı eleştiri literatürüne de kaynaklık etmişlerdir.

Alaca Hisar Sancağına Ait 1536 Tarihli Bir Vakıf Defteri

Belleten · 2012, Cilt 76, Sayı 275 · Sayfa: 31-44
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu'nda ve bütün İslam dünyasında, dini ve insani yardım amacıyla tesis edilen en önemli kurum vakıflardı. Vakıflar genellikle dini kurumların, camilerin, mescidlerin, mekteblerin, medreselerin, tekke­lerin ve buna benzer binaların yapılması demektir. Balkanlarda bu konuyla ilgili çok yazı yazılmıştır. Yazımızda incelediğimiz ve transkripsyon ve tıpkı­basım şekilde verdiğimiz 1536 tarihli Alaca Hisar Sancağı Tahrir Defterine ait vakıf defterinde ihtiva edilen Alaca Hisar'da (bugünkü Kruşevaç) ve Leskovçe'de bulunan vakıflar hakkında da araştırma yapılmıştır. Bu defter­den ve diğer vakıf defterlerinden Osmanlıların fethinden itibaren XVI. yüzyılın sonuna kadar İslam mimarlığına ait hangi kamu binalarının yapıl­dığını görebiliriz. Aynen öyle bu defterden anlayabiliriz ki, emlak vakıfları­nın yanında, sadece nakit sermaye ile de vakıf kurmak mümkündü, bu tür vakıflar para vakıfları adıyla adlandırılıyorlardı. Vakfedilen para belirli bir istirbah ile (ribh) (verilen 10 akça için 11,5 veya 12 akça çevirilmeliydi, de­mek yılda ribh genelde %15-20 arasında değişirdi) kredi olarak borç verili­yordu.

Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık Müessesesi

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 257 · Sayfa: 167-264 · DOI: 10.37879/belleten.2006.167
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nde ve hususiyle sarayda bulunan müneccimlerin başında bulunan kişiye "müneccimbaşı" denilmektedir. Müneccimbaşılık, arşiv belgeleri ve kaynaklardaki bilgilere göre, XV. asrın sonları ile XVI. asrın başlarında ortaya çıkmış bir müessesedir. Osmanlı sarayında bîrun erkânından olan müneccimbaşılar, aslen ilmiye sınıfına mensup, medrese mezunu kişiler arasından seçilmekteydi. XVI. yüzyılda Seydî İbrahim b. Seyyid, İshak Sadi Çelebi, Yusuf b. Ömer, Mustafa b. Ali, Takiyüddin-i Râsıd gibi kimseler müneccimbaşılık görevinde bulunmuşlardır. Mustafa b. Ali de astronomi ve coğrafya sahasında mühim bazı eserler telif etmiştir. Takiyüddin-i Râsıd da astronomi ve matematik sahasında çok sayıda önemli eser vermenin yanında İstanbul'da bir de rasathane açmış ve bazı gözlemlerde bulunmuştur. XVI. asırda müneccimbaşıların astronomi ve astroloji alanında saraya ait bir kısım görevleri bulunmaktaydı. Müneccimbaşılar XVI. yüzyıldan itibaren saray ve ileri gelen devlet adamları için takvim, imsakiye ve zayiçe gibi işler yapmaya başlamışlardır. Müneccimbaşıların en önemli vazifesi takvim hazırlamaktır. Takvimler 1800 senesine kadar Uluğ Bey Zîci'ne göre bu tarihten sonra da Jacques Cassini Zîci'ne göre hesap edilmiştir. Ayrıca her Ramazan ayından önce imsakiye hazırlanması ve zayiçe hazırlamak da müneccimbaşıların vazifeleri arasında bulunmaktaydı. Başta cülûs olmak üzere savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi, has atların çayıra salınması, padişahın yazlık ve kışlığına gitmesi gibi konularda müneccimbaşılar ve bazen müneccim-i sâniler uğurlu saat tespit ederlerdi. Başta padişahlar olmak üzere pek çok devlet adamı müneccimbaşıları zayiçelerine göre değerlendirmiş ve zayiçelerinin isabetli çıkması üzerine onlara ihsanlarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte Sultan I. Abdülhamid ve III. Selim gibi uğurlu saate ve zayiçeye itimat etmeyen padişahlar da bulunmaktaydı. Ancak uğurlu saat uygulaması adet haline geldiği için bu padişahlar tasvip etmedikleri bu işin devam etmesine kerhen izin vermişlerdir. Diğer taraftan kuyruklu yıldızların geçişi, zelzele, yangın, Güneş ve Ay tutulmaları gibi önemli astronomi olaylarıyla fevkalade olayları da müneccimbaşılar takip eder ve yorumlarıyla birlikte saraya bildirirdi. Muvakkıthaneler gibi kurumların idaresi de bir bakıma müneccimbaşılara ait idi, bunun yanında Takiyüddin-i Râsıd rasathanesinin, Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü ve Müneccimbaşı Sadullah Efendi de Mekteb-i Fenn-i Nücum'un idaresiyle meşgul olmuşlardır. Ulema sınıfına mensup saray memurlarından olan müneccimbaşılar, Silahtar ağaya bağlı olan hekimbaşının maiyetinde bulunduklarından tayin ve azilleri de onun tarafından yürütülürdü. Tespit edildiği kadarıyla Osmanlı Devleti'nde otuz yedi kişi müneccimbaşılıkta bulunmuştur. Müneccimbaşılar ilmiye mensubu olduklarından dolayı müderrislik ve kadılık gibi vazifelerde bulunmuşlardır. XVI. yüzyıldan sonra belirli bir sisteme göre devam eden müneccim-başılık Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir. Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi'nin vefatına kadar gelen bu müessese, onun 1924 yılında vefatıyla yerine tekrar müneccimbaşı tayin edilmeyerek lağvedilmiş ve yerine 1927 senesinde baş muvakkıtlık makamı tesis edilmiştir.

XVI. Yüzyılda Ayaş Kazası Vakıfları

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 250 · Sayfa: 801-852 · DOI: 10.37879/belleten.2003.801
Tam Metin
Osmanlı devletinde genel olarak mâlî kaynaklar avârız, cizye ve mukataalar ile havâss-ı hümâyûn olarak adlandırılan pâdişah hâslarının oluşturduğu iç ve dış hazîne; eyâletler mâliyesi olarak tanımlanan timar sistemi ve büyük ölçüde eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi hizmetlerin finansmanını sağlayan vakıflar olarak kategorize edilebilir. İmâret, câmi, zâviye, medrese, çarşı gibi çeşitli hayrî, içtimâî ve iktisâdî unsurların vakıf eserler olarak vücut bulduğu ve varlıklarını sürdürebilmeleri için emlâk, akar veya nakit para tahsis edildiği (vakfedildiği) bilinen bir keyfiyettir. Tarihi vakıflarla ilgili çalışmalar arttıkça bir yandan içtimâî ve iktisadi amaçlı müesseseler gün yüzüne çıkacak diğer yandan bu amaç için ayrılan fakat devlet bütçesi dışında kalan kaynakların kabaca da olsa miktarı belirlenebilecektir. Böylelikle toplumun varlıklı kesiminden yoksul kesimine yönelik kaynak transferi ve sosyal ihtiyaçlar için yapılan harcamalar, diğer bir ifade ile toplumun sosyal adalet mekanizmaları daha sağlıklı olarak değerlendirilebilecektir.

XVI. Yüzyılda Ayaş Kazası -İktisâdi Tahlil Denemesi-

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 246 · Sayfa: 421-502
Şehir tanımı yapılırken esas alınan kriterler toplum hayatının iş bölümüne dayanması, sanat - ticâret yapılması, eğitim ve kültür faaliyetlerinin bulunması, nüfusun nisbeten fazla olması ve yollarla civar merkezlere bağlanması gibi unsurlardır. Tahrir defterlerinde "nefs" olarak adlandırılan yerler de benzer özelliklere sahiptir. Ayaş, Anadolu'da iki kola ayrılan tarihi ipek yolunu birbirine bağlayan Roma döneminin kral yolu üzerinde; medresesi, ulu camii, pazar yeri, çarşısı yani çeşitli sanatların icra edildiği veya malların satıldığı dükkânları ile bir "nefs"dir.

A Review of Portuguese and Turkish Sources for the Ottomans in Arabia and the Indian Ocean in the 16th Century

Belleten · 1985, Cilt 49, Sayı 193 · Sayfa: 65-78 · DOI: 10.37879/belleten.1985.65
Tam Metin
In the beginning of the sixteenth century the Indian Ocean witnessed the course of events which greatly effected the economies of the Mediterranean as well as the Ottoman and Arab countries. The Portuguese reached the Western India at the end of the fifteenth century and established themselves at various strategic points around the Indian Ocean, seeking to dominate and shift the flow of trade which had been running through the Red Sea and the Gulf to the Mediterranean world for many centuries. On the other hand, the Ottomans became a sea power as well as the land after the conquest of Constantinople; and conquered Egypt in 1517 taking control of the Red Sea. Towards the middle of the sixteenth century, in the time of Suleyman the Magnificent, they took Baghdad and made a direct contact with the Gulf, thus establishing themselves at various important points around the Arabian Peninsula. So became the two empires, Catolic Portuguese and Sunni Ottoman, vis-a-vis, in the waters of the Indian Ocean, drawing themselves far from their capitals.