6 sonuç bulundu
Rum Melkitlerin Katolik Propagandasına Maruz Kalması (1724-1856)
Belleten · 2019, Cilt 83, Sayı 298 · Sayfa: 957-1002 · DOI: 10.37879/belleten.2019.957
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa karşısında hemen her alanda gerilemeye başlamıştır. Bu gerilemenin bir sonucu olarak Osmanlı ülkelerinde yaşayan çeşitli dinden ve ırktan milletler de Avrupa'nın müdahale ve istismarına açık hale gelmişlerdir. Vatikan ve Fransa'nın öncülüğünde kurulan Katolik Cizvit, Kapuçin ve Fransisken misyoner teşkilatları, yüzyılın başlarından itibaren Doğu Akdeniz'e gelerek öncelikle Hıristiyanlığın doğduğu ve geliştiği ilk şehirlerden olan Kudüs, Antakya ve İskenderiye'de yaşayan Müslümanlardan ve Yahudilerden cemaat devşirmek istemişlerdi. Ancak bunda başarılı olamayınca daha çok Ermenilerden, Rumlardan ve Araplardan oluşan Ortodoks cemaat içinde, Katolik misyonerlerden en çok etkilenen ilk topluluk Ermeniler olmuştur. Osmanlı Devleti, Ermeni Gregoryen ve Fener Rum Ortodoks Patriklerinin ısrarıyla bazı tedbirler almasına ve hatta gayrimüslimlerin mezhep değiştirmelerini yasaklayan bir de kanun çıkarmasına rağmen misyoner faaliyetler durmamıştır. Bu süreç 1724'ten 1916 yılına kadar devam ederek uluslararası aktörlerin de açıktan taraf oldukları bir çeşit mezhepler arası savaşa dönüşmüştür. Osmanlı Devleti, Fransa'nın baskısıyla 1830'da Ermeni Katolik Patrikliğini tanımak zorunda kalmıştır. Ortodoksluktan Katolikliğe geçen ve M. 451 yılında Kadıköy Konsili ile aforoz edilerek resmi kilise anlayışına bağlı kaldıkları için Mısır ve Suriye'ye göçen kolonilerin oluşturduğu Rum Melkitler de kısa bir süre sonra yeni kurulan Ermeni Katolik Patrikliğine bağlanmışlardı. Ancak Rum Melkitler, bu patriklikten 1848'de bağımsızlıklarını almayı başardılar ve aynı yıl müstakil Rum Melkit Katolik Patrikliği'ni kurdular. Buna rağmen Avrupalıların bu cemaatler üzerinden sürdürdükleri misyoner faaliyetleri ve politikalar hiçbir zaman son bulmamıştır. Fransa Rum Melkitleri, Rusya ise diğer Rum ve Arap Ortodoksları kullanarak yeni politik manevralar geliştirmişlerdir ve bu cemaatler vasıtasıyla Osmanlının iç işlerine müdahale ederek birtakım tavizler koparmaya çalışmışlardır. Cemaatler arası bir mücadele olarak başlayan ve 1856'dan sonra uluslararası strateji savaşlarına dönüşen bu faaliyetlerin, 1724-1856 ve 1856-1916 yılları arasında olmak üzere iki ayrı bölümde incelenmesinin daha uygun olacağı düşünülmüştür. Çalışmanın 1724-1856 yılları arasını kapsayan bu ilk bölümünde, Vatikan ve Fransa ekseninde teşkilatlanan ve Osmanlı millet sisteminin parçalanmasına yönelik misyonerler faaliyetler üzerinde durulmuştur. Çalışmanın 1856-1916 yılları arasını kapsayan ikinci kısmı ise ayrı bir makale konusu olarak ele alınıp incelenmiştir.
Çiviyazılı Kaynaklara Göre Patina Krallığın’dan Unqi Krallığı’na Antakya ve Amik Ovası’nın Tarihsel Süreci
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 289 · Sayfa: 701-718 · DOI: 10.37879/belleten.2016.701
Özet
Tam Metin
Patina, M.Ö. I. Binyıl başlarından M.Ö. 745 yılına kadar Yeni Asurca tabletlerde, günümüz Amik Ovası'nı da içine alan Antakya ve yakın çevresini tanımlamada kullanılmıştır. Yine aynı belgelerde bu ülkenin başkenti Kunulua/ Kullania olarak belirtilmiş ve genellikle Amanos Dağları ile birlikte kaydedilmiştir. Patina, Arami nüfusun yönetimi ele geçirmesiyle birlikte, M.Ö. 745'den M.Ö. 738 yılına kadar Yeni Asurca belgelerde Unqi olarak adlandırılmıştır. Unqi Krallığı ise, M.Ö. 738'de Asur İmparatorluğu tarafından tamamen ele geçirilmiştir. Patina/ Unqi Krallığı'nın Asur İmparatorluğu için önemi, karayolu ile Mezopotamya'yı Anadolu'ya bağlaması ve deniz yoluyla Akadeniz'e ulaşımı sağlaması ile, bir tür kavşak konumunda olmasından kaynaklanmaktadır. Bu stratejik öneme ek olarak, sahip olduğu coğrafî çeşitlilik ve zengin hammadde kaynakları da Patina/Unqi'yi Eskiçağ ticareti ve buna bağlı gelişen kültürel çeşitliliğin önemli bir temsilcisi haline getirmiştir. Yeni Asur kralları bu önemli merkeze düzenledikleri seferleri, yaşattıkları savaşları ve göçleri yıllıklarında ve yazıtlı stellerinde kayıt altına almışlardır. Bu kayıtlar Patina/Unqi Ülkesi'nin M.Ö. I. Binyıl başlarındaki tarihini ve coğrafyasını aydınlatmada en güvenilir kanıtları sunmaktadır.
17. Yüzyılın İkinci Yarısında Antakya Kazasında İskân ve Nüfus (1678/1089 Tarihli Avârız-Hâne Defterine Göre)
Belleten · 2004, Cilt 68, Sayı 252 · Sayfa: 431-460
Özet
Tam Metin
Osmanlı tarihinin temel kaynaklarının büyük çoğunluğunu vergi verebilecek nüfusun tespitini sağlayan ve sayım sonuçlarını içeren Tahrir Defterleri oluşturmaktadır. 15. ve 16. yüzyıllarda hazırlanmış olan, fakat 17. yüzyılda da bazı örneklerini gördüğümüz bu defterler, Osmanlı Devleti'nde timar sisteminin uygulandığı topraklardaki vergilendirilebilir ekonomik faaliyetlerin ve insan kaynaklarının yerinde tespit ve kaydını içermesi açısından bizlere istatistiksel analize uygun en zengin sayısal verileri sunmaktadırlar. Klasik tahrir geleneğinin bir uzantısı olarak 17. yüzyıldan itibaren düzenlenmiş olan avârız-hâne ve cizye defterleri de dönemin demografi tarihi açısından oldukça önemli kaynaklardır.
Osmanlı Döneminde Antakya'nın Fizikî ve Demografik Yapısı 1709-1860
Belleten · 1994, Cilt 58, Sayı 221 · Sayfa: 119-158 · DOI: 10.37879/belleten.1994.119
Özet
Tam Metin
"Antakya" kelimesi'nin "örtü" veya "halı"yı ifade ettiği tahmin edilmektedir. Tarihi Antakya (Antakiya, Antıochıa) şehri, 35° 52 ve 37° 04 kuzey enlemleri ile 35° 40 ve 36° 35 doğu boylamları arasında, Asi nehrinin aşağı ucundaki münbit ovanın kenarında, denizden 440 m. yükseklikteki Habibü'n-Neccar Dağı'nın eteklerinde, Fırat havzasından Akdeniz'e, Akdeniz ve Suriye'den Anadolu'ya giden yolların kavşak noktasında kurulmuş, Türk-İslâm karakterleri bir yerleşim merkezidir. Şehir, muhtemelen M.Ö. 300 tarihlerinde I. Seleukus tarafından kurulmuş ve kısa sürede gelişerek hem Roma ve İskenderiye gibi kalabalık bir şehir, hem de önemli bir idare merkezi olmuştur.
XVIII. Yüzyılda Antakya ve Çevresinde Eşkiyalık Olayları
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 963-992
Özet
Tam Metin
XVIII. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı imparatorluğunun kuruluş ve yükseliş dönemlerindeki askeri, siyasi ve iktisadi gücünden çok şey kaybettiği, hatta bir durgunluk ve bocalama dönemine girdiği görülür. Artık fetihler durmuş, devlet statükoyu koruma endişesine düşmüştür. Zira bu yüzyılda Osmanlı imparatorluğunun karşısındaki Avrupa, XIV veya XV. yüzyıllardaki Avrupa değil, Rönesans ve Reform hareketlerini idrak eden, yaptığı coğrafi keşifler sayesinde denizaşırı sömürge imparatorlukları kuran ve bu sayede gelişen, güçlenen ve savunmadan saldırıya geçen bir Avrupa vardı. Buna karşı Osmanlı imparatorluğu ise Avrupa'daki gelişmelerden çok XVII. yüzyıl boyunca Anadolu'da meydana gelen karışıklıklarla uğraşmak zorunda kalmıştı. Bu karışıklıklar, tabii olarak iktisadi ve sosyal düzeni sarsmış, devlet ileri gelenleri de bu kötü gidişin çarelerini aramağa başlamışlardı. Bazı padişah veya sadrazamların şahsi gayretleriyle yapılan bazı düzenlemeler, geçici bir ferahlık getiriyor idiyse de, bu, kalıcı ve uzun ömürlü olamıyordu.
Acemhöyük Sikkeleri
Belleten · 1990, Cilt 54, Sayı 211 · Sayfa: 907-912
Özet
Tam Metin
Konumuzu kapsayan 7 adet sikkenin beşi 1951 yılında Acemhöyük'te bulunmuş ikisi satın alınmıştır. Sikkeleri devirlerine göre sıralayacak olursak en erkeni Kelenderis'te basılmış M.Ö. 450-400 yıllarına ait gümüş staterdir. Diğer 4 adet sikke Sarıkaya sarayının güneyindeki Hellenistik evlerin enkazında bulunmuştur. Bunlar, Kayseri'de basılmış ve Roma İmparatoru Severus Alexander'e (M.S. 222-235) ait şehir sikkeleridir. Satınalınan sikkelerden biri Roma İmparatoru Probus'a (M.S. 276-282) ait antoninianus olup Antakya'da basılmıştır. Diğeri Bizans İmparatoru Michael IV( M.S. 1034-1041) e ait follistir.