13 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
  • Mısır
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Arkeolojik ve Filolojik Veriler Işığında M.Ö. 2. Binde Frit, Fayans ve Cam Malzeme Üzerine Bir Çalışma

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 278 · Sayfa: 15-72
Frit, fayans ve cam kullanımı Ege, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da M.Ö. 2. bin kültürünün önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Gerek arkeolojik gerekse filoloji verilerin ortaya koyduğu gibi özellikle Geç Tunç Çağı'nda, başta cam olmak üzere fayans ve frit malzemenin üst düzey uluslararası yazışmalara konu olabilecek kadar değerli ve yalnızca elit kesimin hizmetinde olan bir hammadde özelliği taşıdığı açıkça görülmektedir. Bunun yanı sıra söz konusu malzemenin üretiminde kullanılan atölyelerin çoğunlukla saray içinde ya da saray ile bağlantılı kesimlerde yer alması ve dağılımının saray kontrolünde yapılmış olması frit, fayans ve camın değerli materyaller arasında yer aldığını ortaya koymaktadır.

Memluk Devleti'nde Cezalar ve İşkencelere Dair

Belleten · 2010, Cilt 74, Sayı 270 · Sayfa: 351-368
Tam Metin
Ceza ve işkenceler tarih boyunca toplumların yaşadıkları ve muhtelif kaynaklar vesilesi haberdar olduğumuz olgulardır. Ceza ve çoğu kez onun bağlamında gelişen işkence, resmi ve hukuki veya gayrı resmi bir düzenleme/uygulama vasıtası olmanın ötesinde tarihte sosyolojik bazı ilişkilerin anlamlandırılması bakımından da önem taşır. Madalyonun ön yüzünde krallar veya sultanların parlak zaferleri ve icraatları dururken diğer yüzde duran olgulardan biri de ceza ve işkencedir. Memluklerde cezalar hafif olabildiği kadar fevkalade ağır ceza ve işkencelerin uygulandığı da görülmektedir. Ortaçağın bir yönüyle iktidar ve güç sultanlığı olan Memlukler devrinde de ceza ve onun ötesinde işkenceye varan uygulamalar kaynaklarda sık rastlanan bilgiler cümlesindendir. Bu çalışmada amaç cezaların ve işkencelerin sebeplerini ve hangi suça ne ceza verildiğini tespitten ziyade icra edilen bedeni ceza ve işkencelerin türlerini ortaya koymaktır.

Mısır Memlûkları'nda Bir Sürgün Sistemi Olan Battallık ve Kudüs

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 246 · Sayfa: 363-370 · DOI: 10.37879/belleten.2002.363
Tam Metin
Devletler tarih boyunca idari, askeri, siyasi, dini vb. sebeplerden dolayı kişileri ya da toplulukları "sürgün" etmeyi bir metod olarak kullanmışlardır. Sürgün yeri, sürgünün mahiyetine göre değişmekle beraber bazen merkeze uzak, sakin, etkisiz bir yer olabildiği gibi, bazen de merkeze yakın, manevi olarak insanları onore edecek bir yer olabiliyordu. Üç semavi din için de kutsal merkez kabul edilen Kudüs, Ortaçağlar'da bir sürgün yeri olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kudüs'ün bir sürgün yeri olması Emeviler döneminde başlayıp Abbasiler dönemi boyunca devam etmiştir. Ancak Kudüs'ün bir sürgün yeri olması tam manasıyla Memlûklar döneminde şehre damgasını vurmuştur.

Sfenks Motifi ve Edirne ve Edincik Altlıklarında Almış Olduğu Şekil

Belleten · 1996, Cilt 60, Sayı 228 · Sayfa: 251-254 · DOI: 10.37879/belleten.1996.251
Tam Metin
Sfenks adlı karışık yaratık kavramının ortaya çıkmış olduğu ülke, Mısır'dır. M.Ö. II. bin yıllarında, bu kavram Ön Asya ülkeleri tarafından benimsenir. Sfenks motifi, Girit ve Küçük Asya yoluyla Yunan sanatına da girer. Roma sanatındaki sfenks motifi, Yunan sanatındaki sfenks motifinin bir devamıdır. Mısır sfenksi, erkek olup kanatsızdır. Ön Asya ve Yunan sanatlarında, bunun dişi (kadın) olanı ortaya çıkmıştır. Yunan ve Roma sanatları, dişi (kadın) sfenksde karar kılmışlardır. Bunlardaki baş, kadın başıdır. 2 tanesi insan, geri kalanları arslan memesi şeklinde iki türlü meme saptanır. Gövde arslan gövdesi, kanatlar kuş kanatları, kuyruksa arslan kuyruğu şeklindedir.

Bahrî Memlûklerden Sultan Kalavun ve Hânedanı

Belleten · 1995, Cilt 59, Sayı 226 · Sayfa: 605-620 · DOI: 10.37879/belleten.1995.605
Tam Metin
Eski Türk hâkimiyet anlayışı, hükümdarda Tanrı bağışı bazı vasıfların bulunduğunu ve idare etme hakkının kendisine Tanrı tarafından verilmiş bir hak olduğunu kabul eder. Başka bir deyişle hükümdar, Tanrı tarafından kendisine 'kut' ve 'ülüg' (kısmet) verildiği için hükümdardır. Buna göre hâkimiyetin kaynağı ilahî olup, Türk kağanı âdeta göğün yeryüzündeki temsilcisi gibidir. Öte yandan eski Türk hukukî kurallarına göre hükümdar olabilmek için hânedana mensup olmak şarttı. Asya Hun Devleti zamanından itibaren, bu anlayışın asırlarca Türk devlet idaresinin temel unsuru olarak kaldığı bilinmektedir.

İmparatorluk Tanrısı Amon

Belleten · 1995, Cilt 59, Sayı 226 · Sayfa: 449-582 · DOI: 10.37879/belleten.1995.449
Tam Metin
Tanrı Amon, Ptah ve Rê'den sonra imparatorluk tanrılarının üçüncüsü ve sonuncusudur. Amon, Eski İmparatorluk devrinde ülke çapında fazla tanınmayan bir tanrıydı. V. Hanedandan firavun Unas'ın (M.Ö. 2550-2500) mezarındaki Piramit Metinleri'nde tanrı Amon veya Amen ve eşi tanrıça Amonet'in isimleri Başlangıç tanrıları olarak geçmekle birlikte, konumu itibariyle ikinci derecede öneme haiz bir tanrı görünümündedir. VI. Hanedan firavunlarından I. Pepi (M.Ö. 2292-2260) devrinde ise Amon "Teb senyörü" olarak anılmaktadır.

Asırlar Boyu Tanrı Rê

Belleten · 1994, Cilt 58, Sayı 221 · Sayfa: 1-28
Rê ya da Râ, eski Mısırca Râu yaratmak, yapmak, vermek kelimesinden gelmekte ve yaratıcı anlamına geldiği sanılmaktadır. Kökeninin Delta bölgesinden Sahebu olduğu ve sonraları Heliopolis'te (Annu ya da İyun) tapılan yerel tanrı Atum'la birlikte tapıldığı öne sürülmüştür. Rê'nin önem kazanması Eski İmparatorluk (M.Ö. 2950-2280) II. Hanedan devrine rastlamaktadır.

Mısır'ın Alınmasından Sonra Nuruddin Mahmut'la Selahuddin Eyyûbî Arasında Ortaya Çıkan Soğukluğun Sebepleri

Belleten · 1993, Cilt 57, Sayı 219 · Sayfa: 413-446
Tam Metin
Büyük Selçukluların, fazla uzun sürmeyen yükselme dönemlerinden sonra Ortadoğu'da genel manada İslamî bir güç birliğinin sağlanamaması, Batı Dünyası'na, beklenmekte olan arzuların gerçekleşmesi hususunda yeni bir ümit ışığı yakmıştı. Bu sebeple Avrupa Hıristiyanları, ellerine geçen bu fırsatı değerlendirmek istemişlerdi. Batılılar, bu maksatla, genellikle Papalık Makamı'nın öncülüğünde çeşitli milletlerden oluşan, sayıları yüz binleri bulan ve tarihte adına Haçlı Seferleri denilen savaşları başlatmışlardı. Söz konusu olan bu savaşlar, ya papa ve papazların aforozundan kurtulmak, ya bu makamları işgal edenlerin yanında saygınlık kazanmak, ya da genel anlamda Hırıstiyan Dünyası'nda siyasî bir üstünlük sağlamak gayesi ile, Ortaçağ Avrupası'nın kaderini ellerine geçirmiş bulunan imparator ve kralların katılmasıyla pek çok gayeler uğruna yapılmıştır.

Eski İmparatorluk Devrinde Tanrı Rê

Belleten · 1993, Cilt 57, Sayı 218 · Sayfa: 1-26 · DOI: 10.37879/belleten.1993.1
Tam Metin
Avrupa'da, Mısır tarihi ve medeniyetine ilgi Rönesans devrinde, antik grek yazarların incelenmesiyle, başlamış olup, XVII. yüzyılda hiyeroglif yazıların deşifre denemeleri yapılmış, ama genellikle ön yargılı davranışlar sonucu hayal gücüne dayalı yanlış yorumlara gidilmiş ve bu yüzden çalışmalar verimsiz kalmıştır. Araştırmaların sağlam temellere dayandırılması Napolyon'un 1798'deki Mısır seferinden sonra başlamıştır. Bu sefer sonunda "Mısır'ın Tasviri" adlı eserin yazılmasından ve Reşit'te bulunan hiyeroglif, demotik ve eski yunan yazılarında üç dili havi, V. Ptoleme devrine ait "Rozet Taşı"nın bulunmasından sonra araştırmalar ve arkeolojik çalışmalar hız kazanmıştır.

Mısır'da Abbâsi Halifeleri

Belleten · 1991, Cilt 55, Sayı 214 · Sayfa: 613-652
Müslümanların, Hz. Muhammed'in vefatından sonra, dini koruması ve dünya işlerini dini bir siyasetle idare etmesi için başlarına geçirdikleri kişilere halife, bu kuruma da hilâfet (imâmet) adı verilmiştir. Kur'ân'da yer yer "halife" ve çoğul olarak "halâif" ve "hulefâ" kelimeleri geçmektedir. Ancak bu kelimelerin, Peygamber'in yerine geçecek olan kimselerin ünvanı olması gerektiğine dair açık bir işaret yoktur. Halife ünvanını ilk olarak kullanan kişinin Hz. Ebu Bekir olduğu rivayet edilmektedir. Hz. Ömer devrinde ise İslam cemaatinin başkanı hakkında genel olarak kullanılan "Halîfetü Rasûlillâh" (Peygamber'in halefi) ünvanının dışında "Emîrü'l-mü'minîn" ünvanı yerleşmişti. Halife karşılığı olarak "İmam" ünvanı da kullanılmış olup bu ünvan namazdaki imamlıktan istiare yoluyla alınmıştır. Hz. Peygamber, kendinden sonra kimin halife olacağına ilişkin herhangi bir vasiyette bulunmamıştır. Öte yandan halifenin nasıl seçileceği hususunda âyet ve hadislerde de belirli bir hüküm yoktur. Bu belirsizliklerden ötürü olsa gerek ilk dört halifenin tayininde belirli bir usûlün takip edilmediğini görüyoruz.