20 sonuç bulundu
Atatürk'ün Uygarlık Anlayışı
Belleten · 1988, Cilt 52, Sayı 204 · Sayfa: 1105-1118 · DOI: 10.37879/belleten.1988.1105
Özet
Tam Metin
29 Ekim 1973'de Cumhuriyet elli yılını dolduruyor. Cumhuriyet'in ilan edildiği yıl doğanlar, şimdi memleketin kaderine hâkim bulunuyorlar. Artık memleketin geleceği, Devletimizin kurucusu Atatürk'ün büyük ümitlerle cumhuriyeti emanet ettiği, "cumhuriyet nesli"nin ellerinde bulunuyor. Teşekkülünden bu yana cumhuriyeti yönetenler, her türlü ilhamı "Atatürkçülük" den almışlardır. Bundan sonra da aynı kaynakdan beslenmeğe devam edeceklerdir. Bu hususta fikir birliği vardır. Ancak cumhuriyet idaresinin ilham kaynağını yorumlamak bahis konusu olunca fikirler, kanaatlar değişmekte ve genellikle ilgili şahsın fikir ve ideolojik temayülüne uygun bir biçime girmekte, bazan da pek çelişmeli hükümler ortaya çıkmaktadır. Aynı kaynaktan ilham aldıklarını söyliyen kimselerin fikirleri arasında bu kadar çelişmeli hükümler nasıl meydana çıkabilmektedir? Bunun sebepleri nelerdir? Bu durumun başlıca nedeni Atatürkçülüğün temel özelliğinin, anafikrinin gerektiği gibi dikkate alınmamasıdır. Burada haliyle başka bir soru hatıra gelmektedir: Atatürkçülüğün herkes tarafından tartışmasız kabul edilecek temel özelliği nedir? Atatürkçülüğün temel özelliği anafikri şüphesiz ki "medeniyetçiliktir". Bunda asla şüpheye mahal yoktur. Atatürk, bir "ferd-i millet" olarak girdiği Millî Mücadele'nin en karanlık günlerinden, 10 Kasım 1938'de Dolmabahçe sarayında hayata gözlerini kapadığı zamana kadar, "medenileşmek", "medeni milletler camiasına girmek", "muasır medeniyeti iktisap ile onun seviyesinin üstüne çıkmak", "asrileşmek", ve "garplılaşmak" üzerinde ısrarla durmuştur. Millî Mücadeleyi zaferle taçlandırdıktan sonra, büyük kurtarıcının en büyük arzusu, her bakımdan tam istiklaline sahip T.C. nin dünyanın en medeni ve en müreffeh bir devleti haline getirmektir. Atatürk'ün Millî Mücadele günlerinden hayatının sonuna kadarki sözleri bunu açıkça göstermektedir.
Atatürk'ün toplanmamış yazıları I
Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 197 · Sayfa: 531-546 · DOI: 10.37879/belleten.1986.531
Özet
Tam Metin
Atatürk'ün kıyıda-bucakta kalmış pekçok yazıları bulunmaktadır. Bu yazıların nerelerde ve kimlerde bulunduğunu, bulunabileceğini, konuyla ilgili daha önce yayımlanmış makalelerimizde belirtmiş, ayrıca kendi bulduğumuz, topladığımız yazıları sunmuştuk. 1939 yılından bu yana, kendi çıkardığımız Kopuz adlı Türkçü dergi ile, Türk Kültürü, Önasya ve Hayat Tarih Mecmuası dergilerinde ve Tercüman, Son Havadis gazetelerinde Atatürk'ün topladığımız yazılarını yayımlamıştık. Bunlardan birkaçı eski gazete kolleksiyonlarından aynen istinsah edilen, ondan fazlası ise ilk olarak tarafımızdan bulunan, devlet arşivlerinden veya şahıslardan asılları veya fotokopileri sağlanmak suretiyle "Atatürk ve Millî Mücadele Târihi" mizi araştıranlara kazandırılmış belgelerdir. Bütün bunları ve daha sonraki yıllarda topladığım "Atatürk'ün Toplanmamış Yazıları"nı hep bir arada ve ayrıntılı notlarıyla Belleten'de yayımlamaya çalışacağız.
Cihângîroğlu İbrâhim Aydın (1874 - 1948)'daki Millî-Mücadele'de Kars ve Atatürk ile İlgili Belgeler
Belleten · 1984, Cilt 48, Sayı 189-190 · Sayfa: 109-166 · DOI: 10.37879/belleten.1984.109
Özet
Tam Metin
İzahlarını, metin ve asıllarının klişeleri ile sunduğumuz bu belgeler, "93 (1877 - 1878) Felâketimiz"den sonra, "savaş tazmînâtı'nın büyük kısmı yerine" Anavatan'dan koparılıp, Yerli - Halkın deyimiyle, "Kırk - Yıllık Karagünler" (1877 - 1917 Rus Çarlığı Esâreti) çağını yaşamış bulunan "Kars - Ardahan (Oltu dahil) - Batum (Artvin dahil)" gibi, "Millî - Mîsâk"ımızda "Elviyei - Selâse" ( = Üç - Sancak) denilen Anadolu'muzun kuzeydoğu bölgesindeki "Millî - Mücâdele" dönemi ve Kurtuluş sonrasına âittir. Bu bakımdan, tanıttığımız 28 belgeden, birisi ("XXIV.") dışındakilerin hiçbiri, bir Karslı veya "Kırk - Yıllık Karagünler" içinde yetişmiş kimselerin kalemiyle yazılmamıştır. Çünkü, bu Üç - Sancak ve komşusu yerlerdeki Ermeni ve Gürcü gibi "Gayri - Rus Hıristiyanlar"dan asker ve vergi alan Çarlık İdaresi, onların gençlerini kendi mekteplerinde okutuyor, Harbiye, Üniversite ve öteki Yüksek - Okullarında bir "Vatandaş" olarak yetiştiriyordu. Halbu ki, "Müslümân - Türkler"i, kendi masraf ve gayretleriyle, Vakıf'tan ellerinde kalabilen maddî imkânlarıyla Mahalle ve Köyleri'nde, "Medrese" adı verilen, ancak "Kur'âni - Kerîm" ile "İlmihâl ve Mevlid" okuyabilen, "Hâfızlık" mesleğini başaran, harekesiz gazete ve kitapları güçlükle okuyan, imlâsı bozuk ve yanlış "Okur - Yazar" olarak; Erzurum ve Trabzon gibi komşu yerlerde yetişen "İlk - Mektep" görmüşlerin seviyesinden de aşağı bir durumda kalmaya mahkûm etmişti.
Mondros Mütarekesi Ertesinde Mustafa Kemal'in Orduya, Siyasete ve İngilizlerin Tutumuna İlişkin Düşünceleri
Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 337-346 · DOI: 10.37879/belleten.1982.337
Özet
Tam Metin
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi'nin uygulanması konusunda Osmanlı Hükümeti ile anlaşmazlığa düşen Mustafa Kemal'in, Yıldırım Orduları Grubu Karargahının dağıtılması ve kendisinin Harbiye Nezareti emrine verilmesi üzerine, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a döndüğü bilinmektedir. O'nun başkente varışından '3' gün sonra, 17 Kasım 1918 günkü Minber gazetesinde Mustafa Kemal Paşa ile Mülakat başlığı altında kendisiyle yapı lan bir görüşmenin yayımlandığım görüyoruz. Şimdiye değin derlenmiş olan Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri arasında yer almayan bu görüşme, Mustafa Kemal'in, Mondros Mütarekesi'nden kısa bir süre sonra düşüncelerini kamuoyuna açıklayışının ilk örneği olarak dikkat çekici olmasının dışında, içeriği yönünden de büyük önem taşımaktadır. Çünkü M. Kemal bu demecinde özellikle ordu - siyaset ilişkileri ile kuvvetli ordu - ulusal güç kavramları üzerinde durmakta ve ayrıca İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı izledikleri siyasaya ilişkin kanaatını, daha doğrusu dileğini açıklamaktadır. Öte yandan bu görüşmenin Minber gazetesinde yayımlanması da ayrı bir özellik taşımaktadır. Çünkü sözkonusu gazete, Mustafa Kemal'in isteği üzerine yayın hayatına girdiği gibi Minber adını da o koymuş ve üstelik gazeteye ortak olmuştu.
Havza'da Mustafa Kemal Paşa
Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 347-352 · DOI: 10.37879/belleten.1982.347
Özet
Tam Metin
Küçük Havza kasabası Mustafa Kemal'in orada isyan bayrağını açmış olması gibi bir şerefe sahiptir. Şu var ki, onun 1927 yılı Nutkunda söylemiş olduğu şu sözler de dikkate alınmak lazımdır. "Çarei halâs ararken iki şey mevzuubahs olmıyacaktı. Bir defa İtilâf Devletlerine karşı vaz'ı husumet alınmıyacaktı ve padişah ve halifeye canla başla merbut ve sadık kalmak şartı esasî olacaktı." Demek ki, Mustafa Kemal yalnız bir inkılapçı değil, aynı zamanda mükemmel bir diplomattı. Fikirlerini maharetle saklamasını biliyordu.
İstiklâl Savaşı ve Lozan
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 1-30 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-1
Özet
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun nazik daveti üzerine, Cumhuriyet'in 50. yılı münasebetiyle toplanan bu birleşimimizde huzurunuzda bulunuyorum. Bana, "İstiklâl Savaşı ve Lozan Muahedesi" üzerine konuşma konusu verilmiştir. Bunlar üzerinde tarih malumatı vereceğim. Sırası geldikçe ben de fikirlerimi söylerim. Şimdi, arkadaşlarım, adından başlayayım. İstiklâl savaşı münasebetiyle toplanmış bulunuyoruz. İstiklâl savaşı eseridir Türkiye Büyük Millet Meclisi. Cumhuriyet, istiklâl savaşının neticesidir; Birinci Cihan savaşının neticesi değildir. Birinci Cihan harbi bitmiştir. Ondan sonra galip Müttefikler, Türkiye ile yaptıkları mütareke münasebetiyle başka kararların tatbikini istiyorlar kanaati hâkim olmuştur. Gerek idare edenler içinde, gerekse devlet ricali içinde, esaslı olarak, hiç aldanmadan, o zamanın büyük kumandanlarından Büyük Atatürk, bu müşahedeyi yapmıştır. Bu müşahede, büyük bir mücadeleyle milletin malı olmuştur. Birinci Cihan harbi, imparatorluk tarafından imzalanan Mondros mütarekesiyle hitama ermiştir. Ondan sonra, onun muahedeleri gelir. Mondros mütarekesinin tarihi 30 Ekim 1918'dir. Türkiye, imparatorluğun müttefiki olan Almanlar ve diğer devletlerden evvel Mondros mütarekesiyle harbe nihayet vermiştir. Mondros mütarekesinin imzasında cepheden gelmiştim, İstanbul'daydım.
Yunan İşgalinin Meydana Getirdiği Göç ve Yunanlıların Yaptıkları "Tehcir"in Sonuçları Hakkında Bazı Düşünceler
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 485-496 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-485
Özet
Tam Metin
Paris sulh konferansında müttefiklerin Yunanlılar lehinde davranmaları sonucunda İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi kararlaştırılmıştı. Mondros mütarekesinin 7. maddesindeki "İtilaf devletlerinin" emniyetlerini tehdit eden bir durum karşısında stratejik noktaları işgal edebilecekleri şıkkına dayanıyorlar. Bu karar Avrupa çevrelerinde de tam bir tasvip görmedi. Çünkü, özellikle Aydın bölgesinin durumundan bahsederek bu bölge üzerinde bir Yunan himayesinin teessüs etmesinin Türklerle Yunanlılar arasındaki nefreti arttırmaktan başka bir netice vermeyeceği ifade edilmekte idi. Fakat bu bir sonuç vermedi ve Yunan işgali gerçekleşme yoluna girdi. Nitekim Sadrazam Ferit Paşa, kendisine bu hususta verilen notayı kabul etti; bu notada, mütarekenin 7. maddesine dayanarak İzmir istihkamlarının işgal edileceği, daha sonra verilen bir ikinci notada da mütareke hükümlerine dayanarak İzmir'in Yunan askeri tarafından işgaline karar verilmiş olduğu bildirilmişti (14 Mayıs 1919); bu haber gazetelerde sansür edilerek çıkmış ve durum bir emr-i vaki halinde kabul ettirilmek istenmiştir. Bu durum hakkında Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa'nın mütalaası ibret vericidir. Ona göre bir hastalığın tedavisi için göze alacak ya kati bir ameliyatla hastalık nihayete erer, yahut ikinci derece olmak üzere bazı ilaçlarla önüne geçilmek istenir yahut da ihmal edilerek kendi haline bırakılır. Bir operasyon demek olan vuruşmayı mütareke yaptığımız için, yapamıyoruz, ilaç makamında olan notalarla işi durdurmak istiyoruz.
Mudanya Bırakışmasının Ellinci Yıldönümü
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 145 · Sayfa: 95-112 · DOI: 10.37879/belleten.1973.145-95
Özet
Tam Metin
Elli yıl önce, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal (Atatürk)'ün komutası altındaki Türk orduları, Çanakkale'de, İstila Gücü Başkomutanı Tüm-General Sir Charles Halington'un idaresindeki İngiliz askeri birlikleriyle çarpışmak üzere, düşman ordusunun karşısında mevzi alıyordu. İngiliz ordusunun Türk toprakları üzerinde ne işi vardı ve neden bu iki ulusun orduları silâhlı bir çatışmaya hazırlanıyordu? Bu iki soruya cevap verebilmek için Birinci Dünya Savaşına kısaca bakmak gerekmektedir. Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'ın da katıldığı Merkez Kuvvetleri safında bu savaşa giren Osmanlı İmparatorluğu; İngiltere, Fransa ve İtalya'dan müteşekkil Antant Devletleri tarafından yenilgiye uğratılmış; 30 Ekim, 1918'de Mondros Bırakışmasının imzalamaya zorlanmıştı. Bazı maddeleri kasten belirsiz bir halde kaleme alınan bu Bırakışma, Bağlaşıklara, "gizli antlaşmalara ve fetih hakkına" dayanarak Türk ülkelerini bir savaş ganimeti olarak ele geçirmek fırsatını veriyordu. Savaşa katılan Bağlaşıklar arasında çeşitli tarihlerde imzalanan bu gizli antlaşmalar, Osmanlı İmparatorluğunun ortadan kaldırılarak Türk topraklarının İngiltere, Fransa, İtalya ve Çarlık Rusya arasında paylaşılması gayesini güdüyor; bir bakıma, Bağla-şıkların riyakârlığını ortaya çıkarıyordu; çünkü Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaşan devletler, çeşitli vesilelerle savaş gayelerini açıklarken, Türk ülkelerinin bütünlük ve bağımsızlığına el sürmeyeceklerine söz vermişlerdi.
Orgeneral Kazım Özalp'ın Anıları ile İlgili Bir Açıklama
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 146 · Sayfa: 231-234 · DOI: 10.37879/belleten.1973.146-231
Özet
Tam Metin
Orgeneral Kazım Özalp'ın Profesör Teoman Özalp tarafından "Milli Mücadele, 1919-1922" başlığı altında denenen ve 1971'de Türk Tarih Kurumunca yayınlanan biyografisinin birinci cildinin 74. sayfasındaki şu bölüm çok ilginçtir: "Bu sırada İstanbul'da bulunan bazı Bolşevik Ruslar da bizimle temas kurdular. Balıkesir'e gelen salâhiyetli bir Rusun yanında, tercümanlık yapmak ve bir taraftan da bize faideli olmak maksadıyle bu işe girdiği anlaşılan Emrullah Bey adında (sonradan maarif müfettişliklerinde bulunmuştur) bir tercüman vardı. Emrullah Bey'in tercüme etmekte olduğu, Bolşevik Rusun bize yaptığı teklifte : Mücadelemizi Rus dostluğuna dayanarak devam ettireceğimizi, kapitalist âlemine karşı Ruslar ile ayni fikirde olduğumuzu ilân edersek, bize istediğimiz kadar silâh, cephane, para ve hattâ icabederse Türkistanlı asker yardımı yapacaklarını söyledi. Biz bunları kabul etmedik, ancak bize sorulduğunda Ruslara karşı bir düşmanlığımız olmadığını ve kendilerini dost bir komşu olarak tanıdığımızı ifade edeceğimizi belirttik. Ayrılır iken bize gizli olarak silâh ve cephane göndermeye çalışacağını vaat etti. Sonradan bu Rusun İstanbul'a dönüşünde, İngilizler tarafından tevkif edilerek belirsiz bir yere gönderildiğini ve Emrullah Bey'in de bu işten dolayı İngilizler tarafından şiddetle takip edildiğini öğrendim".
Mustafa Kemal'in Amiral Brock'a Mektubu
Belleten · 1972, Cilt 36, Sayı 144 · Sayfa: 535-540 · DOI: 10.37879/belleten.1972.144-535
Özet
Tam Metin
Atina hükümeti, Yunan ordusu 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da tamamiyle yenildikten sonra tüm Anadolu'yu boşaltmanın gerektiğini anladı. Bunun için Yüksek Komiseri Simopoulos vasıtasıyle Müttefik Komiserler Pelle, Rumbold ve Garroni'den aracılıkta bulunmalarını rica etti. Bunlar, İzmir'deki amiral ve başkonsoloslarını şehrin Türk ordusuna tesliminde anlaşmayı sağlamak üzere görevlendirdiler. Fakat olaylar çok çabuk geliştiğinden böyle bir görüşme yapılamadı. Daha ertesi gün (9 Eylül) muzaffer Milli Ordu, İzmir'e girdi. İngiliz Başkonsolosu Sir Harry Lamb, öncü kumandanı Yüzbaşı Şerefeddin'in yanına gidip Fransızca konuşarak şehrin Yunan ordusundan kurtarılmış olduğuna dair haberiyle onu selamladı. O da Fransızca şu cevabı verdi: "Müttefik devletleri temsil etmeniz dolayısıyle sizden kendi jandarmamız gelinceye kadar şehirde bizimle birlikte zabıta nizamını sağlamamamızı rica etmeğe yetkili bulunuyorum. Mustafa Kemal Paşa yakında buraya varacaktır".