270 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
  • Osmanlı
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Kadın Dergilerinde Aile ve Evlilik Algısı

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 286 · Sayfa: 1073-1098 · DOI: 10.37879/belleten.2015.1073
Tam Metin
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde ülkenin bütünlüğünü sağlamak, sosyal, ekonomik ve siyasal sorunları aşmak için bir dizi reform yapılmıştır. Bu reform hareketleri, Osmanlı aile yapısını ve kadına yönelik bakış açısını değişime zorlamıştır. Bunda büyük ölçüde Tanzimat'tan sonra yeni açılmakta olan Batı tarzı mekteplerde kızlar için ayrı veya karma eğitim verilmesi de etkili olmuştur. Kız çocuklarının eğitimine verilen önem bir sonraki yıllarda kadınların kamusal alanda, basında ve kadın derneklerinde yer almalarını sağlamıştır. Bu gelişmeler, Osmanlı kadınlarını kendi hakları, aile, evlilik vb. meselelerde söz sahibi olmağa teşvik etmiş ve görüşlerini kadın dergileri üzerinden Osmanlı toplumuna iletme imkânı tanımıştır. Bu çalışma; Osmanlı kadınlarının yaşadığı değişimin aile ve evlilik konularındaki görüşlerine nasıl yansıdığını, onların aile ve evlilik konusunu nasıl algıladıklarını ve evlilikten beklentilerinin ne olduğunu özellikle II. Meşrutiyet Dönemi'nde yayınlanan Kadınlar Dünyası, Kadın, Mehâsin, Demet gibi Türkçe yayınlanan kadın dergilerindeki makaleler üzerinden değerlendirmek amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmada adı geçen kadın dergileri ile aynı dönemde yayınlanan roman, dergi ve kitaplarda da aile ve evlilik konularının nasıl değerlendirildiği; evlilik ve aile konusunda dönemin erkek ve kadın yazarların düşünceleri arasında bir paralellik olup olmadığı incelenmiştir. Bu çalışmanın Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine ait aile ve evlilik konulu çalışmalara katkı yapması amaçlanmıştır.

Sultan Birinci Mahmud Dönemi Osmanlı-Rus Siyasi İlişkileri

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 589-610 · DOI: 10.37879/belleten.2015.589
Tam Metin
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren pek çok devletle karşılaşmış ve onlarla askerî, siyasî, ticarî ve diplomatik münasebetlerde bulunmuştur. Fetih politikasını batı yönünde belirleyen devletin karşısına çıkan önemli rakiplerden biri de Rusya'dır. İki ülke arasında ilk kez XV. yüzyılda başlayan münasebetlerin ilk dönemlerinde yükselme devresini yaşayan Osmanlılar, Ruslara göre her açıdan üstün durumdadır. XVI. ve XVII. yüzyıllarda bu üstünlüğünü koruyan ve bunu yaptığı savaş ve antlaşmalara yansıtan Osmanlılar, XVIII. yüzyıldan itibaren eski güç ve otoritesini kaybetmeye başlamıştır. Bu çalışmada iki devlet arasında Sultan I. Mahmud dönemindeki (1730-1754) ilişkiler, taraflar arasında yaşanan 1736-1739 Osmanlı-Rus savaşları çerçevesinde incelenmiştir. Osmanlı Devleti bu devrede bir önceki döneme göre önemli bir toparlanma süreci geçirmiştir. Sultan Birinci Mahmud'un saltanatının başlarında bir taraftan İran ile savaşlar devam ederken, Rusya'nın Azak ve Kırım'a saldırısıyla başlayan Osmanlı-Rus savaşları Avusturya'nın da Ruslarla ittifakı sonucu üçlü bir savaşa dönüşmüştür. 1736 yılında başlayan bu savaşlarda Osmanlı Devleti Sultan Birinci Mahmud'un başarılı politikaları sayesinde iki devlete karşı üstün gelebilmiş ve Osmanlı tarihinin son kazançlı antlaşması olan Belgrad Antlaşması'nı iki devlete ayrı ayrı imzalatmayı başarmıştır. Antlaşma ile Ruslara karşı önemli üstünlük ve avantajlar sağlandığı gibi aynı zamanda taraflar arasında 29 yıl sürecek uzun bir barış döneminin de temelleri atılmıştır.

Klasik Dönem Osmanlı Devleti’nde Uygulanan Kürek Cezasının Hukuki Tahlili

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 531-558 · DOI: 10.37879/belleten.2015.531
Tam Metin
Mühimme Defterlerinde sıklıkla görülen kürek cezası, nitelikli hapis cezası şeklinde görülen tazir cezasıdır. Kural olarak asli ceza olarak kullanılan ceza, bedeli ve nadiren de olsa tekmili ceza olarak uygulanmıştır. Tatbik yerine göre değerlendirildiğinde, kürek cezasının bedeni ve hürriyet kısıtlayıcı ceza olduğunu belirtebiliriz. Mezkûr cezanın şiddet seviyesi çok yüksektir; bu cezanın idam cezasından sonra en şiddetli ceza olduğunu söyleyebiliriz. Prensip itibariyle kanunilik ilkesine uygun bir şekilde uygulanan kürek cezası, kadınlar ve köleler dışında toplumunun tüm kesimleri için hükme bağlanabilmiştir. Şahsilik ilkesi de kürek cezası açısından kural olarak uygulanmıştır. Ancak "nefse" kefalet müessesesi, kürek cezasının şahsilik ilkesine istisna oluşturmaktadır. Kürek cezası, cezanın amacını açıklamaya çalışan neticeci teoriye ve umumi caydırıcılık teorisine uygun olarak kullanılmıştır. Bu ceza Divan-ı Hümayun ve/veya padişah emri ile hükmedilen bir cezadır. Padişahın bu konudaki yetkisi, cezanın affı konusunda da kendisini göstermektedir. Klasik dönemde uygulanan kürek cezasının mahkûma kamu hizmeti gördürme niteliği, bu cezadan öğrenilen bilgi, edinilen tecrübe olmuştur.

Avrupa Tüccarlarının Hukukî ve Ticarî Durumlarına Dair Bazı Tespitler (1835-1868)

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 284 · Sayfa: 199-292 · DOI: 10.37879/belleten.2015.199
Osmanlı Devleti'nde ticarî faaliyetler eskiden beri gayrimüslimlerin tekelinde kalmış ve yabancı dil bilmeleri sayesinde ticarette hep söz sahibi olmuşlardır. Buna karşılık sermaye birikimi olmayan ve dil bilmeyen müslüman tüccar ise dış ticarette etkin olamamıştır. Özellikle kapitülasyonlarla yabancı tüccarlara Osmanlı ülkesinde ticaret yapma izni verilmiş olmasına rağmen, bu tüccarlar da bazı engellerle karşılaşmışlardır. Bu engellerin en başta geleni ise yabancı tüccarların yerel Osmanlı dillerini ve ticari usullerini bilmemeleriydi. Bunun sonucu olarak yabancı tüccarlar genellikle Rumlardan oluşan aracılara bağımlı hale gelmişlerdi. Bu durum zaman içerisinde Osmanlı ticari hayatında yabancı tüccarların yanında beratlı tüccar sınıfının ortaya çıkmasına neden oldu. III. Selim tahta çıktıktan sonra yabancı ve beratlı tüccar sınıfının tekelini kırmak ve yerli tüccar sınıfı yaratmak için gayrimüslim Osmanlı tebaasından Avrupa Tüccarı sınıfını teşkil etti. Bu sayede 19. yüzyılın ortalarına kadar ticaret usullerini ve yabancı dil bilen gayrimüslim tebaanın gayretleri sayesinde yabancı tüccarların ticaret alanındaki tekellerinin kırıldığı görüldü. Ancak, 1838 Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşması sonrası bu etkinliklerini tekrar kaybettiler. Biz bu çalışmamızda 19. yüzyıl ortalarında Avrupa Tüccarı sınıfının sahip olduğu hak ve imtiyazları ile ticarî faaliyetleri sırasında karşılaştıkları sorunların neler olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.

CİHANBAHŞ SEVAKIB, Tarihnigârî-i Asr-ı Safeviye ve Şinaht-ı Menâbi ve Meahız – Historiography of the Safavid Period and Study of the Related Sources – (Safevî Devri Tarih Yazıcılığı ve Kaynaklar ve Araştırmaların Tanıtımı), İntişârât-ı Nevîd-i Şiraz, Şiraz 1380 (2001), 929 sayfa. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1195-1204
Safevî devletinin kuruluşu İslâm tarihinde gerçekten önemli bir hadisedir. Bu hadisenin en önemli sonucu, İslâm dünyasının ortasında yeni bir oluşumun meydana gelmiş olmasıdır. Başlıca özelliği Şiîlik olan bu yeni oluşumu meydana getiren, yani Safevî devletini kuran unsur, bilindiği üzere Türklerdi. Önceleri bir tarikat iken, zamanla siyasî bir teşekkül halini alan hânedan, adını tarikatın kurucusu Şeyh Safiyüddin'den almıştır. Hânedanın seyyidlik ile de hiçbir ilgisi olmayıp, Firuzşah adlı Sincarlı bir aileden gelmektedir. Tekkenin bulunduğu Erdebil, yüzyıllardan beri Sünnî-Şafiî ahalinin yaşadığı bir şehir olup, Safiyüddin de SünnîŞafiî idi. Esasen XV. yüzyılın sonlarına kadar İran'daki halkın çoğunluğu da Sünnî idi. XV. yüzyıl ortalarına kadar Sünnî esaslara bağlı kalan tarikat, zamanla Şiî akideleri benimsedi ve nihayet Şah İsmail yanındaki Anadolu'dan gelen Kızılbaş Türkler ile Şiîliği İran'da hâkim bir mezheb haline getirdi.

Osmanlı Toplumunda Çingeneler

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 803-806
Kendilerine has yaşam şekliyle dikkat çeken Çingenelere, dünyanın birçok yerinde rastlamak mümkündür. Avrupa'daki Çingeneler, daha çok kıtanın ortasında, güneydoğusunda ve doğusunda bulunmaktadırlar. Küçük topluluklar halinde ve dağınık bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerinden dolayı bulundukları bölgelere uyum konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu yüzden Çingenelerin ortak bir kimlik ve vatandaşlık konusunda tam hukuki statüye sahip olduklarını söylemek neredeyse imkânsızdır. Bu durum, onların geleneksel yaşam şekillerinden kaynaklanmaktadır. Avrupa Birliği'nin öngördüğü sosyo-ekonomik ve kültürel normlar, doğal olarak diğer topluluklar gibi Çingeneleri de ilgilendirmektedir. Modern yaşam ve yüksek refah seviyesi öngören bu normlar, Çingeneler açısından radikal bir doku değişikliğini ve sosyal transformasyonu beraberinde getirmektedir. Bu, onların mevcut toplumsal yapılarının büyük oranda deformasyonu olarak da ifade edilebilir. Transformasyon ya da deformasyon olarak ifade edebileceğimiz bu sürecin ilmî tahlili, Çingene tarihini araştırmak ve öğrenmekle yapılabilir.

TÜLÜN DEĞİRMENCİ, İktidar Oyunları ve Resimli Kitaplar: II. Osman Devrinde Değişen Güç Simgeleri, Kitap Yayınevi, İstanbul 2012, 362 sayfa. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 281 · Sayfa: 343-350
Tülün Değirmenci'nin 2007 yılında Hacettepe Üniversitesinde tamamladığı doktora tezinin kitap haline getirilmiş örneği olan eser, her biri alt başlıklar içeren altı temel bölümde şekillenmiştir. Giriş bölümünde (s. 7-17) II. Osman dönemi Osmanlı sarayında resimli elyazması üretiminin nasıl başladığı, konu olarak neden bu dönemin seçildiği ve elyazmalarının siyaset-iktidar ilişkileri bağlamında nasıl "okunabileceğinin" üzerinde durulmaktadır. II. Osman döneminin ilk resimli el yazması, darüssaade ağası el-Hac Mustafa Ağa tarafından sultana tavsiye edilen Meddah Medhi'nin hükümdara yazılmasını önerdiği üç eserden (Dasitân-ı Hamza, Süleymannâme-i Kebir ve Şehnâme-i Firdevsî) sultanın tercihi olan Şehnâme-i Firdevsî'dir. Medhi'ye göre sultan Şehnâme-i Firdevsî'yi seçerek, alemi bilme arzusunu ve adil bir sultan olma niyetini ortaya koymuştur. Burada ilginç olan nokta, II. Osman o zamana kadar yazılmamış bir öykü ve destanın yazılıp resimlenmesini istememiş, dahası kendisine isimleri bildirilen üç eserden birini seçebilmiştir. Resimli bir kitabın diğer kitaplardan farklı olarak, hamisinin beğenisini ve siyasi mesajlarını ileten bir araç olduğu ileri sürülür. Ancak saray kütüphanesinden veya sultanın şahsi kütüphanesinden dışarı çıkıp çıkmadığı bilinmeyen bir eserin sultanın siyasi mesajlarını kimlere veya kaç kişiye iletebileceği ayrı bir tartışma konusudur. Yazar, elyazmalarındaki resimleri anlayabilmek ve çözümleyebilmek için sadece minyatürlerin bulunduğu kitaptaki metni okumanın yetmediğini, devrin diğer tarih kitaplarını da okumak gerektiğini vurgular. Bu dönemde yapılmış minyatürleri doğru yorumlayabilmenin sadece haminin hayatını bilmekle mümkün olmadığına değinen yazar, III. Murad dönemiyle birlikte sarayda önemli bir güç odağı haline gelen darüssaade ağalarının ve ilişkili oldukları siyasî, askerî ve entelektüel çevrelerin de göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çeker ve eserinde dönem minyatürlerini böyle bir metotla yorumlamaya çalışacağını belirtir. Kitabın giriş bölümü, II. Osman'ın saltanatı (1618- 1622) sırasında hazırlanan Şehnâme-i Türkî, Divân-ı Nâdirî, Şehnâme-i Nadirî, Tercüme-i Şakâ'iku'n-nu'mâniye gibi farklı içerikteki kitapların hamilerinin siyasi eğilimlerinden ipuçları taşıdıkları ve kitaplardaki resimlerin bir yandan gelenekten kopmadan geçmişi yaşattıkları, öte yandan üretildikleri sosyo-politik ortam içinde kendine göre yenilikleri de barındırdıkları kanaatiyle tamamlanmıştır.

Osmanlı Defin Merasimlerinde Otağ Kurma Geleneği

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 281 · Sayfa: 93-122 · DOI: 10.37879/belleten.2014.93
Tam Metin
Osmanlı tarihleri ve görsel kaynaklara göre naaş veya mezar üzerine otağ kurulması Osmanlı sultanlarının defin merasimlerinin önemli bir parçasıdır. Elimizdeki bilgilere göre I. Murad, I. Selim, I. Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed ve II. Mahmud mezarı üzerine otağ kurulan sultanlardır. Sultanlar dışında şehit mezarları üzerine de otağ kurulduğu bilinmektedir. Türklerin İslam öncesi defin merasimlerinde de saptana bu uygulama Osmanlılar tarafından eski bir geleneği sürdürmenin yanı sıra türbeleri inşa edilene kadar sultan mezarlarını korumak ve görülür kılmak amacıyla kullanmıştır. Elimizdeki bilgilere göre sadece sultan ve şehit mezarları üzerine kurulabilen otağlar sultani bir imge ve bir prestij unsurudur. Böylece kökleri yüz yıllar öncesine kadar uzanan bir gelenek mevcut koşullar içerisinde yeniden şekillenmiş ve Osmanlı döneminde de varlığını devam ettirmiştir.

19. Yüzyılda Osmanlıda Sürgün Politikası Çerçevesinde Sürgün Kadınlar

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 281 · Sayfa: 245-272 · DOI: 10.37879/belleten.2014.245
Tam Metin
Osmanlı tarihinde ve hukuk sisteminde sürgün kelimesi, iki anlamda kullanılmıştır. Birinci anlamıyla Osmanlı tarihinde iskân ve yerleştirme politikası, ikinci anlamıyla da Osmanlı hukuk sisteminde bir ceza şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık tarihinde bütün devletlerin kullandığı bir cezalandırma şekli olan sürgün, çalışmamızda bu anlamı açısından değerlendirilecektir. Bir cezalandırma şekli olarak ölüm cezasına denk sayılabilecek derecede ağır bir suç olan sürgün cezası, suçlunun bulunduğu yerden başka bir mahalle belirli bir süre uzaklaştırılması anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla herhangi bir ayırım yapılmaksızın Osmanlıda suçlu bulunan her kesime uygulanmıştır. Osmanlı kadınları da bu cezaya çarptırılan kesim arasında yer almıştır. Kaynak olarak konuyla ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yer alan 19. yüzyıla ait belge gruplarından yararlanılacaktır. Çalışmada öncelikle sürgün cezasının Osmanlıdaki uygulamaları hakkında bilgi verilecek, daha sonra da kadınlar arasında sürgün cezasının uygulaması üzerinde durulacaktır. Bu noktada araştırmada şu sorulara cevap verilmeye çalışılacaktır: 1. Osmanlıda 19. yüzyılda hangi suçlardan dolayı kadınlara sürgün cezası verilmiştir? 2. Sürgün cezasına çarptırılan kadınlar, hangi şartlarda, nerelere gönderilmişlerdir? 3. Cezanın uygulanması esnasında Osmanlı kadınlarının yaşantıları nasıl şekillenmiştir? 4. Cezanın uygulanması esnasında ve sonrasında bu cezaya çarptırılan kadınların toplum içindeki durumları ve aileleri gelişmelerden nasıl etkilenmiştir? Sorulara verilecek olan cevaplarla elde edilen veriler çerçevesinde araştırmada, sürgün cezasının Osmanlı sosyal yaşantısı içerisinde kadınların hayatını nasıl etkilediği yönünde bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır.

Selanik Vilayeti Almanya ve Fransa Kon­soloslarının Öldürülmesi Olayı (6 Mayıs 1876)

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 280 · Sayfa: 1031-1070 · DOI: 10.37879/belleten.2013.1031
Tam Metin
6 Mayıs 1876 tarihinde Osmanlı Devleti'nin Selanik Vilayeti Almanya ve Fransa Konsoloslarının öldürülmesi olayı, Alman, İngiliz ve Osmanlı kaynakları ışığında ele alınmıştır. Selanik'in Avrethisar kazasından bir Bulgar kızının, anlaştığı bir Müslüman genç ile evlenebilmek için İslamiyet'i seçmek istemesi üzerine Bulgarlar ve Rumların engellemesi ile karşılaştı. Çıkan tartışmalar üzerine cereyan eden olaylar sonucunda Selanik'teki Alman konsolosu Eric Abbot ile Fransız Konsolosu Jules Moulin öldü­rüldü. Yabancı devletlerin İstanbul'daki elçileri hadiseyi haber alır almaz Rusya elçisi İğnatiyef'in başkanlığında bir toplantı yaptılar. "Mensup oldukları devletlere hadiseyi yazıp, donanma istemeye, karaya asker çıkarıp Selanik ve havalisini işgal ettirme­ye" karar verdiler. Derhal muhtelif devletlerin gemileri de, Selanik limanına geldi­ler. Bunun üzerine hemen harekete geçen Babıali, Selanik Valsi Refet Paşa'yı gö­revden aldı. Hadisede ismi geçen 54 kişi tutuklandı, elebaşları addedilen 6 kişi der­hal idam edildi ve maktul konsolosların mensup oldukları devletlere teessür ve tazi­yelerle birlikte toplam 900.000 Frank konsolosların ailelerine tazminat ödendi. Böy­lece, Osmanlı Devleti'nin Selanik Vilayeti Almanya ve Fransa Konsoloslarının öl­dürülmesi olayı, Avrupa Devletleri'nin Selanik'e asker çıkarmasına gerek kalmadan çözüldü. Bu olayı, Bulgarlar ve Rumlar çıkarttıkları halde onlara hiç dokunulmadı. Al­manya ve Fransa konsoloslarının feci ölümlerine sebebiyet verenler cezasız kaldı. Olay bütün elçi ve konsoloslar ile yabancı tüccarları korkuya, dolayısıyla devletleri Osmanlı Devleti aleyhine sevk etti.