97 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Tarih Kurumu
  • Belleten
  • Ottoman
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

1776 Yılında Osmanlı Devleti’nin Ticaret Kalyonu İnşası Emri: Fermanlı Kalyonlar

Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 313 · Sayfa: 899-934 · DOI: 10.37879/belleten.2024.899
Tam Metin
Bu çalışmanın konusu 1776 tarihli bir fermanla inşa edilmeleri istenen ticaret kalyonlarıdır. Fermanda devlet ricali, âyan ve zenginler arasından belirlenen 10 kişi kendi paralarıyla birer ticaret kalyonu inşa etmekle görevlendirilmişti. Ticaret kalyonu inşasıyla görevlendirilen kişiler, yapımını tamamladıktan sonra donanım ve personelini de hazırlayacakları bu kalyonları Mısır-İstanbul arasında ticarette kullanacaklardı. Böyle bir fermanın çıkarılmasındaki amaçlardan biri Küçük Kaynarca Anlaşması’ndan sonra Karadeniz’in uluslararası ticarete açılmasıyla birlikte Osmanlı Devleti için önemi daha da artan Mısır emtiasını nakledecek ticaret gemilerinin sayısının arttırılmasıydı. Devletin inşasını emrettiği ticaret kalyonlarının kullanımına dair bir başka beklentisi ise bunların savaş dönemlerinde donanmaya katılmalarıydı. Bu sayede sadece ticaret gemilerinin sayısında bir artış sağlanmış olmayacak özellikle Çeşme Baskını’yla uğranılan gemi kaybının telafi edilmeye çalışıldığı bir dönemde donanmayı takviye edecek nitelikte gemilere de sahip olunacaktı. Bu makalede söz konusu emrin uygulama süreci arşiv belgeleri kullanılarak incelenmektedir. Çalışmada kimlerin ticaret kalyonu inşasıyla görevlendirildikleri, bu kişilerin emir karşısındaki tutumları, bu sürecin sonunda inşa edilecek kalyonların sayı ve kullanım amaçları açısından istenilen hedefe ulaşılıp ulaşılamadığı açıklanmaktadır. Makalede ticaret kalyonu inşası emrinin Karadeniz’in kapalılık statüsünün sona erdiği bir dönemde Osmanlı Devleti’nin ticari ve askerî gemiciliği açısından taşıdığı önem irdelenmektedir. Söz konusu emir, 19. yüzyılın başlarında şekillenen “Miri Ticaret Filosu” oluşturma çalışmalarına uzanan sürecin bir parçası olarak değerlendirilmektedir.

At, Araba ve Kaza: Osmanlı Cephesinden İstanbul’un Trafik Çilesi (1860-1890)

Belleten · 2024, Cilt 88, Sayı 311 · Sayfa: 231-266 · DOI: 10.37879/belleten.2024.231
Tam Metin
stanbul’un trafik problemine maruz kalanlar belki kentin yüz, yüz elli yıl evvelki sürücü ve yayalarını daha şanslı olarak görebilirler. Motor sesinin henüz başkentin sakinlerinin kulaklarını tırmalamadığı; yayalar dışında ulaşım ve nakil hizmetlerinde temel unsurların hayvanlarla onların çektiği arabalar olduğu yıllarda trafiğin insanlarda bir gerginlik ve panik hâli oluşturmadığı düşünülebilir. Oysa devrin gazetelerinde yayımlanan haberler İstanbul’un trafik probleminin 1850’li yıllardan günümüze ulaşan kötü bir miras olduğuna tanıklık etmeye hazırdırlar. Başkentin araç trafiğine elverişli olmayan yol ağı ve imar planı, göç ve ticari canlanma gibi faktörlere bağlı olarak nüfusta ve hâliyle vasıta sayısındaki artış özümsenmesi gibi seyri de zor olan o mirası şekillendiren temel unsurlar olmuştur. Bugünden pek farklı olmayarak, bazı sürücülerin trafikle alakalı belirlenen kuralları yok sayan davranış biçimleri de denklemdeki yerlerini alınca devrin gazetelerinde hemen her gün bir kaza haberine rast gelmek sıradan bir gelişme oluvermiştir. Bu çalışmada, Osmanlı başkentinde öznesi hayvanlar ve onların çektiği arabalar olan trafikte yaşanan kazaların meydana gelme sebepleri ve yol açtıkları zararlar, otoritece kamu düzenini koruma adına kazaları önlemek için çıkarılan yasalar ve alınan diğer tedbirler ile bunları takip ve uygulamakla görevli memurlar ve elbette trafik kurallarını ihlal eden sürücülere uygulanan yaptırım gibi bugüne kadar hiç araştırılmamış olan konular devrin gazetelerine yansıyan örnek olaylar üzerinden aktarılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Mahkûmların İmar ve İnşa Faaliyetlerinde İstihdamı (1840-1920)

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 310 · Sayfa: 919-958 · DOI: 10.37879/belleten.2023.919
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nde yenileşme süreci çeşitli alanlarda değişim ve dönüşüme sahne olmuş ve bu alanlardan birisini de sosyoekonomik hayat oluşturmuştur. Osmanlı sosyoekonomik hayatında yaşanan değişim ve dönüşüm süreciyle birlikte modern fiziki mekânlara ihtiyaç artmış ve bu durum, devletin alt ve üst yapı yatırımlarına daha fazla önem vermesini sağlamıştır. Tanzimat ve sonrasında ülkenin imar ve inşası bu gelişmelerle önem kazanmış olsa da ihtiyaca cevap verebilecek düzeyde iş gücü temininde zorluklar yaşanmıştır. Bunun sonucunda ihtiyaç duyuldukça geçmişten beri başvurulan alternatif iş gücü kaynakları önemli hâle gelmiş ve mahkûmlar da bu kaynaklar içerisinde yer almıştır. Osmanlı Devleti’nde mahkûm emeğine ilk olarak, XVI. yüzyılın ortalarında donanmada kürekçi adı altında başvurulmuş, ancak zamanla gemi teknolojisinin değişimi mahkûm emeği ihtiyacını azalttığı için mahkûmların iş gücü piyasasındaki rolü giderek düşmüştür. Osmanlı iş gücü piyasasında mahkûmların tekrar önem kazanması Tanzimat Dönemi’yle gerçekleşmiş ve bunun arka planında da özellikle hukuki ve iktisadi faktörler belirleyici olmuştur. Bu kapsamda dönem içerisinde yeni ceza kanunlarında kürek ve pranga cezasının ayrıntılı şekilde yer bulması, kürek ve pranga cezasına hükmedilenlerin sayısını arttırmıştır. Diğer taraftan bu dönemde devletin içinde bulunduğu olumsuz mali koşullar ve acil iş gücü ihtiyacı ise kürek ve pranga mahkûmlarının niteliksiz iş gücü ihtiyacının en fazla hissedildiği alanlardan birisi olan imar ve inşa faaliyetlerinde istihdam edilmesini olanaklı hâle getirmiştir. İhtiyaç hasıl oldukça başvurulan bu uygulama, daha sonra II. Meşrutiyet Dönemi’nde “serseri” olarak ifade edilen mahkûmları da içine alacak şekilde genişlemiştir. Nihayetinde bu tür gelişmeler ise imar ve inşa faaliyetlerinde mahkûm emeğinin daha da yaygınlaşmasını sağlamıştır.

İstanbul ve Çevresinde Veba-yı Bakari (1886-1891)

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 310 · Sayfa: 1021-1057 · DOI: 10.37879/belleten.2023.1021
Tam Metin
Sığır vebası, en eski hayvan hastalıklarındandır. En çok, hassas türler olan sığır ve mandalara etki ettiği bilinir. Bulaşıcılığı ve ölüm oranı çok yüksek olan hastalık Anadolu coğrafyasında çağlar boyunca çok sayıda kırıma neden olduktan sonra ancak Cumhuriyet devrinde etkeni ile birlikte ortadan kaldırılabilmiştir. Anadolu tarihinin en uzun ve önemli kesitlerinden birisini temsil eden Osmanlılar devri boyunca ise hayvan varlığıyla sağlığını tehdit eden hastalıkların başında yer almıştır. Buna karşılık akademik literatürde diğer hayvan hastalıklarıyla birlikte insan hastalıklarının gölgesindedir. Hâlbuki hane ekonomisinin çift hayvanlarına dayandığı tarım odaklı ekonomilerde başta sığır vebası olmak üzere salgın hayvan hastalıkları, yalnız hayvan varlığı ve gönenciyle değil, sosyoekonomik hayatın bütünüyle ilgili deneyimlerdir. İnsan refahı ile şehirlerin huzur ve güvenliği bu travmatik deneyimden bağımsız düşünülemez. Ele alınan çalışma hayvan mobilitesinin görece arttığı bir dönemde, Osmanlı sosyoekonomik hayatının istikrarı bakımından belirgin bir tehdit oluşturan ve Osmanlı İmparatorluğunun kalbi niteliğindeki başkentinde meydana gelen büyük bir sığır vebası salgınına odaklanmaktadır. 1886-1890, 1891 yıllarında en büyük tahribatını gerçekleştiren söz konusu salgın çalışmada yayılım coğrafyası, kronolojisi ve mücadele uygulamaları bağlamında değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede kaynak, intikal, korunma/önleme gibi başlıklar çalışmanın odak noktalarını oluşturmuşlardır. Çalışmanın ana kaynağı ise birinci el kaynak niteliğindeki Osmanlı arşiv vesikalarıdır. Makale, dönemi ve hastalığın tarihçesini konu edinen doğrudan ve dolaylı diğer literatürle de desteklenmiştir.

Karacahisar Kalesi’nde Bulunan Bir Sikkenin İzinde: Ramazan 790 Tarihli I. Murad Sikkeleri

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 489-525 · DOI: 10.37879/belleten.2023.489
Tam Metin
Bu makalenin konusu Osmanlı sikkeleri içerisinde üzerinde ilk kez görülen ifadeler içeren I. Murad dönemine ait Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke tipi, üzerinde darbedildiği tarihi ay detayı (Ramazan) ile birlikte veren tek Osmanlı sikkesi olması bakımından önemlidir. Sikke ayrıca, Osmanlı dönemi mangırları içerisinde üzerinde sultanın babasının adının yazılmadığı tek örnektir. Sikkenin üzerinde yazan “azze nasruhu” ibaresinin Osmanlı mangırları içerisinde ilk defa bu tip üzerinde görülmesi de dikkate değer bir diğer özelliktir. Birçoğu müze ve özel koleksiyonlarda olmak üzere tespit edilmiş çok sayıda Ramazan 790 tarihli sikke olmasına karşın, bugüne kadar bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik açısından detaylı incelemesi ve sikkelerdeki verilerin temsil ettiği tarihsel süreç ile ilişkisi sebep sonuç bağlamında ele alınarak değerlendirilmemiştir. 2001 yılından itibaren aralıklarla devam eden Karacahisar Kalesi kazılarının 2019-2022 yılları arasındaki sürecinde I. Murad dönemine ait 281 adet (7 akçe, 274 mangır) sikke bulunmuş olup bu sikkelerden 40’ı makalenin konusu olan Ramazan 790 tarihli mangırlardır. Bu sikke, üzerinde net tarih bildirildiği için ele geçtiği kontekstte karşılaşılan diğer arkeolojik verilerin tarihlenmesine önemli katkı sunmuş, aynı zamanda Karacahisar Kalesi’nin tarihsel süreci ile yazılı kaynakların çok az olduğu bir tarihsel aralığa dair önemli çıkarımlara kaynaklık etmiştir. Çalışmamızda Karacahisar Kalesi kazılarında bulunan örneklerin ışığında bahsi geçen sikke tipinin nümizmatik bilimi çerçevesinde analizi yapılarak değerlendirilmiş, bu sikke grubunda ilk kez karşılaşılan tercihlerin sebepleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu makalede 1388 yılının 3 Eylül ile 2 Ekim aralığındaki bir tarihte basılan sikke ile yakın tarihlerde gerçekleşen tarihsel olayların bağlantısının olup olamayacağı sebep sonuç ilişkisi bağlamında tartışılmıştır.

Osmanlı Savaş Hukukunda Sivillere Yönelik Benimsenen Genel Siyaset (1853-1920)

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 309 · Sayfa: 595-634 · DOI: 10.37879/belleten.2023.595
Tam Metin
Osmanlı Devleti, yönetim anlayışında İslam dini ve hukuk sistemini esas almıştır. İslam dininin meşruiyet nedenleri itibarıyla haklı; gözettiği hukuki ve ahlaki ilkeler ile adil bir savaş yaklaşımı, Osmanlı savaş hukukuna da yansımıştır. Buna göre savaş, gerekçeleri gibi gerçekleştiriliş biçimi bakımından da meşruiyet taşımalıdır. Savaşın tüm safhalarında insani, hukuki, ahlaki açıdan belli prensiplere uyulması gerekmektedir. İtidale riayet, haddi aşmayı, ve aşırılığa yönelmeyi reddetmektedir. İslam dininin ve Türk devlet geleneğinin en önemli uygulayıcılarından biri olan Osmanlı Devleti, hüküm sürdüğü dönem boyunca yüzlerce savaşın içinde yer almıştır. Kuruluş Devrinde iştirak ettiği savaşlardan genel olarak galip veya belirleyici taraf olarak ayrılan Osmanlı Devleti, özellikle incelediğimiz XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgesel savaşlar dışında büyük savaşların tamamına yakınını kaybetmiştir. Ancak Osmanlı Devleti, her şeye rağmen savaşta insani, ahlaki ve hukuki ilkeleri gözetme hususunda azami gayret göstermiştir. Bilhassa savaş esnasında ve sonrasında kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere sivillerin, gayrı muharip unsurların haklarının korunması amacıyla mütemadiyen düzenlemelere gitmiştir. Savaş meydanında ve sonrasında bu ilkeleri gözetmeye çalışırken zaman zaman kendi yetkililerini uyaran, hatta aksine davrananları cezalandıran bir siyaset izlemiştir. Öte yandan karşı karşıya geldiği herhangi bir devletle dinî ve ırkî bağları olan Osmanlı vatandaşlarının da güvenliğini sağlamaya çabalamıştır. Arşiv belgeleri tetkik edildiğinde Osmanlı Devleti’nin, kazanma gayretleri ile insani değerler arasında bir denge kurmaya çalıştığı görülmektedir.

Süveydiye’de İngiliz-Amerikan Protestan Misyonerleri ve Osmanlı Siyaseti (1846-1923)

Belleten · 2023, Cilt 87, Sayı 308 · Sayfa: 195-232 · DOI: 10.37879/belleten.2023.195
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki misyonerlik faaliyetlerinin bir örneği, bugün Samandağ olarak bilinen Süveydiye’de yaşanmıştır. 19. yüzyılın ortalarından itibaren İngiliz Doktor William Holt Yates ve eşinin burada kurduğu misyon merkezi Süveydiye’deki Protestanlık misyonerliğinin ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Bu merkez, aynı yüzyılın son çeyreğinde Amerikan misyonerlerinin kontrolüne girmiştir. Reformed Presbyterian Church of North America isimli cemiyet, Süveydiye’deki çalışmaları ilerletme çabasına girişerek, bölgedeki Hristiyan ve daha mühimi Nusayri ahalisiyle münasebetlerini geliştirmeye çalışmıştır. Ardı sıra gelen her iki misyoner kesimle ilişkili olarak, bugün halen varlığını koruyan ve İngiliz Protestan Okulu olarak bilinen tarihî bina, bu faaliyetlerin izini taşımaktadır. Bahsi geçen bu bina ile günümüze ulaşamayan diğer yapı, buradaki misyonerlik faaliyetlerinin icra edilmesine alan yaratmıştır. Yapılan bu çalışmada bahsi geçen Protestan misyonerlerinin çalışmalarıyla ilişkili tafsilatın yanı sıra, Osmanlı yönetiminin özellikle Nusayri ahalisi açısından gösterdiği siyasi tutum ve yürüttüğü politikanın buradaki yansımaları üzerine durulacaktır. Bu sayede, yukarıda anılan tarihî binayla da ilişkili olarak, bölge tarihine katkıda bulunulacağı düşünülmektedir. Çalışmamızla ilgili ayrıntılı incelemelerde değerlendirilen, hatıra mahiyetindeki eserlerin yanı sıra, zengin ve ayrıntılı veriler sunan misyoner kayıtlarıyla aynı kanaldan gelen diğer metinlerdeki bilgi ve görsel materyaller mühim olmuştur. Bunun yanı sıra Osmanlı resmî kayıtları, vilayet yıllıkları ve kısmi ölçüde yararlanılan basın arşivi tamamlayıcı bir öneme sahiptir. Bahsi geçen kaynakların yanında, alanda yapılan görüşmeler ve elbette başvurulan araştırma eserleri de çalışmanın somut bir yapıya bürünerek nihayete ulaşmasına imkân vermiştir.

Çarlık Rusya’nın Kafkas Hattı’nı İnşası ve Kuzey Kafkasya’da Hâkimiyet Kurma Mücadelesi

Belleten · 2022, Cilt 86, Sayı 306 · Sayfa: 717-754 · DOI: 10.37879/belleten.2022.717
Tam Metin
Kafkas Hattı, Çarlık Rusya’nın Kafkasya’da yayılmasında ve uzun süreli bir hâkimiyet kurmasında önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmada, tahkim edilmiş yerleşim yerleriyle (stanitsa) birbirine bağlanan hattın yapısı, özellikleri ve bölgedeki Rus hâkimiyeti için sağladığı avantajlar incelenmektedir. Kuban ile Terek boylarında uygulanan Rus Kazaklarının iskânı ve hat üzerinde kurulan kaleler, bölgede oluşturulmak istenilen idari-askerî düzen için oldukça önemlidir. Rusların bu faaliyetleri aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım Hanlığı üzerinden Kuzey Kafkasya ile kurduğu irtibatı koparmaya yönelik adımlardır. Zaten XVI. yüzyılda Rusların Terek’te kurduğu kalelerin Osmanlı ve Rusya arasında diplomatik krize dönüşmesi de buradan kaynaklanmaktadır. Vladikavkaz’dan Tiflis’e kadar uzanan Gürcü Askerî Yolu’nun inşası da Rusların Güney Kafkasya’ya inmelerinde büyük rol oynamıştır. Bu yol aynı zamanda Çarlık Rusya’nın dağlık bölgelerdeki hâkimiyeti sağlamak için itaat altına almak istediği halklar üzerine askerî operasyonlar düzenlediği ana güzergâhtır. Haberleşme ve askerî sevkiyatın yapıldığı bu yolun ve aynı zamanda sınır hattının güvenliği için Kafkasya’nın dağlık bölgelerine çok sayıda sefer düzenlenmiştir. Bu amaçla uzun yıllar hattın komutanlığını yapan General Velyaminov ve Kafkasya Orduları Başkomutanı Baron Rozen’in 1831-1832 yılları arasında düzenlediği seferler de bu makalede incelenmektedir.

Osmanlı Diyarbakır’ında Kelekçilerin Örgütlenme Yapısı ve İlişki Ağları

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 302 · Sayfa: 95-131 · DOI: 10.37879/belleten.2021.95
Tam Metin
Keçi veya koyun tulumlarının şişirilmesi ve üzerlerine keresteden platformların eklenmesiyle yapılan kelek, Osmanlı dönemi boyunca Dicle Nehri’nin Diyarbakır Musul arası kısmında hem nakliyat hem de ulaşımda kullanılan yegâne vasıta olmuştur. Diyarbakır ve çevresinde üretilen mal ve eşya, kelek vasıtasıyla Irak pazarlarına, oradan da uluslararası pazarlara taşınmıştır. Şehir ticareti ve ulaşımındaki etkin rolüne dayalı olarak, kelek imâl eden ve onu nehir yolunda kullanan kelekçiler, şehrin iktisadi örgütlenmesinin önemli bileşenlerinden biri hâline gelmiştir. Dicle’nin Musul’a kadar olan kısmının topoğrafyası ve sığ debisinin kelek dışında başka bir vasıtaya imkân tanımaması kelekçiliği, bu bölgeyle sınırlı bir mesleğe dönüştürmüştür. Böylece kelekçilik, Osmanlı Devleti’nin esnaf birliklerinin belli ilkelere bağlı olarak işleyen yapısına Diyarbakır bölgesine münhasır bir meslek olarak dâhil olmuştur. Mesleki anlamda kelekçiliğin örgütsel yapısı ve bu yapıdan kaynaklı ilişkiler ağına dâir çalışma eksikliği, bu konuya yönelmemizi sağlamıştır. Söz konusu eksikliği gidermek amacıyla hazırladığımız bu çalışmada, kelekçilik mesleğine ve loncasına yönelik detaylı bilgiler sunulmaktadır. Çalışmada, Osmanlı Arşivi ve Diyarbakır Şer’iye Sicillerinin 18. yüzyıl ile 19. yüzyılın ilk yarısına ait verilerinden hareketle, Osmanlı Dönemi’nde Diyarbakır ekonomisinin önemli bir iş kolu olan kelekçiliğin örgütlenme biçimi ve işleyiş düzeni incelenmiştir. Bu çerçevede mesleki örgütlenmenin işleyişinde kelekçilerin devlet ve esnaf örgütleriyle kurduğu ilişki ağları tespit edilerek söz konusu ilişkinin yapısı çözümlenmeye çalışılmıştır.

Türkiye Mezar Taşı Tipleri 1: Güneş Tepelikliler

Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 645-689 · DOI: 10.37879/belleten.2021.645
Tam Metin
Merkezdeki küçük çiçekten çıkan ışın kolları biçimli daire tepeliklere güneş tepelikli denilmiştir. Tezler ve yayınlardaki 33911 mezar taşı içinde 311 tane belirledik. Tarihli 261 örnek 1810-1952 yıllarındandır. 19. yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşmıştır. Gövde yatay kesiti olarak yuvarlak kesitli bir tanesi dışındakiler dikdörtgen kesitlidir. Tepelikleri 6, kol düzenlemelerini 7 alt grup içinde ele aldık. Genel biçim 141 tanesinde güneş ışınları, 152 tanesinde bitkisel düzenlemeye yakındır. %91’i kadınlar için yapılmıştır. 1 paşa ve 26 paşa yakını, 1 şeyhülislam oğlu için yapılan dışında çoğu serbest meslek sahipleri, azı orta düzey devlet görevlileri yakınlarına aittir. İncelediğimiz örneklere göre bu tipin Türkiye geneline oranı yüzde birdir. Türkiye’de Selçuklu mimarisi ve paralarında güneş motifleri biliniyor. Çok uçlu yıldız, çok kollu yıldız geçmeleri Selçuklulardan itibaren yaygındır. Osmanlı mimarisinde 19. Yüzyıldaki güneş ışınlı bezemeler ise 17-18. yüzyıl Avrupa mimarisindeki biçimlere benzemektedir. Osmanlı mimarisinde 18. yüzyıl başından beri yaygın olan Avrupa etkili istiridye kabuğu ve kolları düz işlenen yelpaze motifi, 19. yüzyıldaki güneş tepeliklilere esin kaynağı olabilir. Sandık mezar yüzlerine çokça işlenen kare, oval, dikdörtgen biçimli güneş motiflerinin mimarideki örneklerinde tuğra merkezdedir. Bunun Osmanlı arması ile biçim benzerliği mezar taşlarında da bu düşüncenin olabilirliğini akla getirmektedir. Ancak örneklerin çoğu orta düzey görevli ve serbest meslekten kişilerin yakını kadınlara aittir. Geneli itibarıyla ana tip ve alt tiplerinin tarih dilimleri, bu tipteki tarihsiz örnekleri tarihlemede bir ölçü oluşturmaları bakımından da önemlidirler.