23 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
  • Ottoman State
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

1853-1856 Kırım Harbi’nde Osmanlı - Avusturya İlişkileri

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 241-264 · DOI: 10.37879/belleten.2018.241
Tam Metin
1853-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Harbi, başlangıçta Osmanlı Devleti ile Rusya arasında başlayan ancak ilerleyen yıllarda İngiltere, Fransa ve Piyomente'nin de Osmanlı lehine dâhil olduğu bir savaş haline bürünmüştür. Bu süreçte Avrupa'nın diğer önemli güçleri olan Avusturya ve Prusya'nın Osmanlı Devleti ile birlikte savaşa girmemekle birlikte siyaseten Osmanlı Devleti'ne yakın durduklarını söylemek mümkündür. Bilhassa Avusturya, savaş müddetince Rusya'nın barış masasına oturtulması ve makul mütareke şartlarının sağlanabilmesi için girişimlerde bulunmuş, bununla da yetinmeyerek Osmanlı Devleti'nin hâkimiyet alanı içerisinde yer alan ancak savaşın başından itibaren Rus işgali altında bulunan Eflak-Boğdan topraklarının işgalden kurtarılması adına Osmanlı Devleti ile bir ittifak anlaşması imzalayarak Tuna'nın kuzeyindeki mücadeleye dâhil olmuştur. Savaş yıllarında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında kurulan bu yakın siyasi ilişki sayesinde Rusya'nın savaşı devam ettirmek için Avrupa'da müttefik bulma imkânı ortadan kalkmış ve Rusya neredeyse tüm Avrupa ile ya savaş meydanında ya da diplomasi masasında mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca iki ülke arasında imzalanan 14 Haziran 1854 tarihli antlaşma ile savaşın ilk gününden itibaren Rus işgali altına giren Osmanlı Devleti'ne bağlı özerk Eflak ve Boğdan prenslikleri, Rus askerlerinin çekilmesinin ardından Avusturya birlikleri tarafından savaşın sonuna kadar denetim altına alınmıştır. İlaveten Viyana, Kırım Harbi müddetince taraflar arasında yapılan müzakerelerde diplomasi masasının merkezi olmuş, gerek 1853 yılı Temmuz ayında gerekse 1855 yılı Mart ayında mütareke görüşmeleri düzenlenmiştir. Nitekim çatışmalara son verilen 1 Şubat 1856 tarihli protokol de Viyana'da imza edilmiştir. Tüm bu gelişmeler Kırım Harbi süresince Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki açıktan veya dolaylı siyasi birlikteliğin ana hatları olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu çalışma Kırım Harbi yıllarında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki ilişkileri ele almaktadır. Bu kapsamda Avusturya yönetiminin Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması karşısında takınmış olduğu tutum, savaşın sona erdirilmesi adına yapılan girişimler ve Viyana'daki diplomatik temaslar, Tuna'nın kuzeyinde Rus işgaline uğrayan Rumen prensliklerinin kurtarılması adına imzalanan 13 Haziran 1854 tarihli Osmanlı-Avusturya Antlaşması ve bu antlaşmaya bağlı olarak yaşanan gelişmelere değinilmektedir.

Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Grev Hakkı ve Ta’tîl-i Eşgâl Kanunu

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 265-294 · DOI: 10.37879/belleten.2018.265
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren her alanda geçirdiği değişim ve dönüşümle bağlantılı olarak iş, işçi ve işveren gibi kavramların da iş hayatında ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda modern çağın getirdiği ihtiyaçlar neticesinde oluşan icraatlar, işçilerin hak taleplerinde bulunmasına ve bazı karışıklıkların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Devletin ortaya çıkan yeni durumlar karşısında, nasihat yolu, kuvvet kullanma ve hukuki düzenlemeler ortaya koyarak kamu düzenini ve asayişi sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Nitekim işçilerin grev ve sendikal talepleri ile artan iş bırakma eylemleri ve devlet otoritesini bozacak çapta meydana gelen gelişmeler karşısında Osmanlı Hükümeti, II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte daha somut adımlar atma yoluna gitmiştir. Meselenin halledilebilmesi adına meseleye hukuki mecrada bir çözüm aranmıştır. Bu kapsamda işçilerin sorunlarına çözüm bulma ve taleplerini karşılama gayesiyle 9 Ağustos 1909'da Ta'tîl-i Eşgâl Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanunun çıkmasına zemin hazırlayan süreçte şüphesiz, işçilerin ayaklanma girişimleri, grev ve çalışma şartlarına ilişkin artan seviyedeki talepleri önemli bir pay sahibidir. Makalemizde gerek 1909 öncesi ve gerekse 1909 Kanunu sonrası bu konuda vuku bulan gelişmeler, talep edilen grev ve sendikal haklar ile çıkartılan kararlar, dönemin arşiv belgeleri ışığında ele alınmıştır. Günümüzle karşılaştırılması bakımından Osmanlı döneminde geçerli hukuk metinleri ekseninde, konuya ilişkin önemli ölçüde istifade edilen bu belgeler tahlil edilmiştir. İşçilerin grev girişim ve isteklerine ilişkin çok ayrıntılı malumatın da verildiği bu makalede, araştırma eserlerinden de istifade edilmiştir.

II. Meşrutiyet Döneminde Kudüs ve Medine’de İki Eğitim Kurumu: Medrese-i Külliye ve Selahaddin Eyyubî Külliye-i İslamiyesi

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 589-618 · DOI: 10.37879/belleten.2017.589
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin idare, maliye, hukuk ve eğitim alanlarındaki yenileşme çalışmaları özellikle Tanzimat döneminden itibaren kararlı ve düzenli biçimde sürdürülmüştür. Tanzimat sonrası, birçok iç ve dış problemin yaşandığı, aynı zamanda devletin siyasi birlik ve devamını sağlamaya çalıştığı oldukça buhranlı bir dönem olmuştur. Böyle bir ortamda Osmanlı modernleşmesinin bir parçası olan eğitimde yenileşme ve eğitimi yaygınlaştırma çalışmaları, aynı zamanda milli birliği sağlayan bir araç olarak görülmüştür. Arap nüfusun yoğun olduğu Ortadoğu bölgesinde de XIX. yüzyıldan itibaren siyasi ayrılık talep ve girişimleri olmuştur. Batılılar tarafından bu bölgede açılan okullar ve misyonerlik faaliyetleri de bu taleplerin gelişmesini etkilemiştir. II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet yıllarında dönemlerinde izlenen politikalar ve eğitim alanında yapılan çalışmalar ile hem bölgenin eğitim açısından gelişmesi hem de Arap nüfusun kültürel taleplerine karşılık verilerek, imparatorluk çatısı altında tutulması hedeflenmiştir. Medine'de açılması planlanan Medrese-i Külliye ile Kudüs'te açılan Selahaddin Eyyubi Külliye-i İslamiyesi bu amaçları gerçekleştirmeyi hedefleyen kurumlardır. Orta ve yüksek dereceli bu kurumların amaçları, öğretim programları ve idari yapısı II. Meşrutiyet yıllarında medreselerde yapılan ıslah çalışmaları ile benzerlikler taşımaktadır. Diğer taraftan bu kurumların açılması, Osmanlı hükümetinin I. Dünya Harbi sırasında Ortadoğu'da izlediği politikalarla ilgili birtakım değerlendirmelerin tekrar gözden geçirilmesini gerektirecek öneme sahiptir.

Osmanlı Devleti’nde Devlet-Tekke İlişkisinin Önemli Bir Tanığı: Halveti Şeyhi Sofyalı Bâlî Efendi ve Vakıfları

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 289 · Sayfa: 797-822 · DOI: 10.37879/belleten.2016.797
Tam Metin
XIV. yüzyılın sonlarında Osmanlı askerleri tarafından fethedilen Sofya şehri, Türkler için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Şehrin yol güzergahında ve verimli araziler üzerinde bulunması, kısa sürede Rumeli Eyaleti'nin merkezi olmasını sağlamıştır. Şehrin fethiyle başlayan dini ve kültürel değerlere uygun binalar inşa etme süreci, sonraki yüzyıllarda artarak devam etmiştir. Vakıf sistemi ile inşa edilen binalar, Sofya şehrini daha belirgin yaşanabilir bir merkez haline getirmiştir. Bu çalışmada XVI. yüzyılda yaşamış âlim, şâir, Halvetîyye şeyhi ve para vakıflarının meşruîyeti konusunda sürdürdüğü tartışmaları ile bilinen Şeyh Bâlî Efendi'nin vakıfları ele alınmıştır. Şeyh Bâlî Efendi'nin adına Sofya yakınlarında kurulmuş tekke, camii, türbe, çeşme, han ve medreseden oluşan vakıf yapılarının XVIII ve XIX. yüzyıldaki durumu burada araştırılacaktır. Araştırmada Osmanlı arşiv belgeleri, tahrir defterleri, vakfiyeler ve ilk kez Sofya sicilleri kullanılarak kronolojik yatay yaklaşım tarzıyla konu ele alınmıştır.

1703 Tarihli Bir Rapora Göre Kratova, Köstendil, Üsküp, Trepçe ve Jejene Madenlerinin Islahı

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 288 · Sayfa: 395-410 · DOI: 10.37879/belleten.2016.395
Tam Metin
XV ve XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti, Balkanlarda Samakov ve Sidrekapsi ile birlikte Kratova, Köstendil, Novaberde, Trepçe ve Jejene'deki madenlerden büyük ölçüde istifade etmişti. Kratova, Köstendil, Novaberde, Trepçe ve Jejene'deki maden yatakları, XVII. yüzyılda çoğunlukla Vulçitrin Sancağı kendilerine arpalık olarak verilen ve Üsküp'te ikamet eden nazırlar tarafından iltizamla işletilmişti. II. Viyana kuşatmasını müteakiben gerçekleşen istila hareketi ile madenciler dağılmış, Karlofça anlaşmasını müteakiben madenlere nizam verilmesi hedeflenmişti. Bu çalışmada, Mehmed Ağa adlı kişinin 1703 yılında adı geçen madenleri teftişi ve devlet merkezine gönderdiği rapor üzerine alınan tedbirler, faaliyete geçirilen eski ve yeni maden kuyuları değerlendirilmiştir.

Muhallefât Kayıtları Işığında XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Taşra Görevlilerinden Diyarbekir Voyvodalarının Terekeleri

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 59-84 · DOI: 10.37879/belleten.2016.59
Tam Metin
Muhallefât kayıtları, Osmanlı sosyal ve ekonomik hayatına ilişkin değerli tespitler yapılmasına olanak sağlayan bir kaynak grubudur. Bireysel mal varlıklarını gösteren bu kaynaklar kişisel eşyalardan taşınır taşınmaz mallara, borçlardan alacaklara ve nakit paraya kadar çeşitli kategorilerde zengin veriye sahiptir. İnceleyeceğimiz muhallefât kayıtları ise dönemin mevcut şartları gereğince başta vergi toplama hakkı olmak üzere elde ettiği olanaklarla toplumda öne çıkan bir gruba yani "voyvoda"lara aittir. Bu çalışmadailtizam ve malikâne ile gelirlerinin toplandığı aynı zamanda idari bir yetki alanı olarak da tanımlanan Diyarbekir voyvodalık mukataasının "aracı" ya da "vekil" yöneticileri ve yatırımcıları olan Diyarbekir voyvodalarının -KürdMehmed Ağa (1672/73), Uzun Ali Ağa (1694/95), Halil Ağa (1729/30), Sem'an-zâde Ahmed Ağa (1765/66), Şeyh-zâde İsmail Ağa (1785/86)- muhallefât kayıtları ele alınacaktır. Bu kaynakların çeşitli açılardan sorgulanması hem kaynakların değerlendirilmesine yeni bir boyut kazandıracak hem de ilgili dönemlerin temel meselelerinin -başta yetki paylaşımı ve malikâne sisteminin uygulanması olmak üzere- aydınlatılmasına katkıda bulunacaktır. Bu görevlilerin ellerinde bulundurdukları vergi toplama hakkı ve üstlendikleri "kapucubaşı" unvanıyla toplum içinde nasıl öne çıktıklarının ve bu tür ayrıcalıkları ne çerçevede değerlendirdiklerinin izini sürmek de mümkün olacaktır. Bu çalışma, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda mevcut mali ve idari sistemlerin yeni açılımlar yüklenmesiyle bunlar içerisinde konumlanan yeni görevlilerin kimliklerine katkı yapmayı amaçlamaktadır.

Balkanlarda Uluslararası Bir Organizasyon: İslimye Panayırı

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 123-156 · DOI: 10.37879/belleten.2016.123
Tam Metin
İslimye panayırı, Osmanlı Devleti'nin Balkan topraklarında kurulmuş olup çok sayıda yerli ve yabancı tüccarın katıldığı uluslararası bir organizasyona dönüşmüştür. XVIII. yüzyılın başlarından itibaren faaliyetleri takip edilen panayır, genellikle bahar ve yaz aylarında kurulmuş, 4 ila 31gün süreyle açık kalmıştır. Panayırda imparatorluğun yakın ve uzak coğrafyasından getirilen mamul ve hammaddeler satışa sunulduğu gibi yabancı menşeli mallar da pazarlanmıştır.Ayrıca panayırda darphanenin hammaddelerinden olan sikke ve külçe alımı gerçekleştirilmiş, köle ticaretide yapılmıştır. Panayırda el değiştiren emtia dolayısıyla tahsil edilen vergiler, merkezi ve yerel ekonomi için önemli bir gelir kaynağı oluşturmuştur. Savaş, ihtilal ve isyanlar dolayısıyla zaman zaman faaliyetlerine ara vermek zorunda kalan panayırda en önemli sorunların başında güvenlik gelmekteydi. Zira yüksek bir ticaret hacmine sahip olan ve binlerce tüccarı buluşturan panayırda eşkıyalık olaylarıyla sık sık karşılaşılmaktaydı. Bu durumda merkezi idare, hem panayıra ulaşan yollar üzerinde hem de panayırın açık kaldığı süre zarfında asayişi sağlamaya yönelik bir dizi tedbir almıştır. Bu kapsamda bölgeye gönderilen askeri birlikler ile yerel idarecilerin katkılarıyla tüccarın can ve mal güvenliği sağlanmaya çalışılmıştır. Güvenliğin yanı sıra tüccarın şikâyet ettiği bir başka konu da görevlilerin kanunsuz ve haksız vergi talepleri idi. Yerli ve yabancı tüccarın dile getirdiği bu sorun, kanunlar ve ahidnâme maddeleri çerçevesinde çözüme kavuşturulmuştur. Diğer uluslararası panayırlarda olduğu gibi İslimye panayırı da binlerce kişiyi aynı mekânda buluşturarak ticari işlevinin yanında sosyo-kültürel bir işleve de sahip olmuştur.

Berlin Antlaşmasından Sonra Müslümanların Karadağ’da Kalan Arazileri Meselesi

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 177-200 · DOI: 10.37879/belleten.2016.177
Tam Metin
Balkanlar XIX. yüzyılın getirdiği yeni fikirler ve siyasi akımların sonucunda Osmanlı hâkimiyetindeki milletler bağımsızlık için faaliyete başlamışlardır. Başta Rusya olmak üzere Osmanlı Devleti'ni paylaşmak isteyen Avrupalı devletler bu arzu ve istekleri desteklemişlerdir. Bu destek ve faaliyetler önce Yunanlıların Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Yunanlıları Bulgarlar, Sırplar ve nihayet Karadağlılar izlemiştir. Ancak bu faaliyetlerin getirdiği en önemli sorun bu bölgelerde yaşayan Müslüman nüfustu. Hıristiyan devletlerin ilk önceliği bölgelerindeki Müslüman nüfusu azaltmak olacaktır. Bu da büyük bir Müslüman nüfusun göç ettirilmesine sebep olmuştur. Fakat uygulanan bu politika göçmenler için sadece göç ettikleri bölgelerde verdikleri yaşam mücadelesi değil aynı zamanda geride bıraktıkları malları sorununu ortaya çıkarmıştır. Berlin Antlaşması bu anlamda büyük bir değişimi ortaya koymuş, göçmenlerin geride bıraktıkları malları garanti altına almıştır. Buradan hareketle makalede amacım Karadağ'ın Berlin Antlaşması ile bağımsız bir devlet olarak ilan edilmesinden sonra Karadağ topraklarında kalan bölgelerde yaşayan Müslümanların malları meselesini ele almak olacaktır. Karadağ Devleti'nin hâkimiyetinde yaşamak istemeyen ve çeşitli sebeplerle göç etmek zorunda bırakılan Müslümanlar Berlin Antlaşması gereği malları üzerindeki haklarını en azından gelirlerinde yararlanmak üzere devam ettirmeye çalışmaları ve yaşanan sorunlar makalenin temelini oluşturmaktadır.

Akıncı Ocağına Dair Önemli Bir Kaynak: 625 Numaralı Akıncı Defteri Üzerine Bazı Düşünceler

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 473-500 · DOI: 10.37879/belleten.2015.473
Tam Metin
Osmanlı öncü kuvvetleri içerisinde önemli bir yere sahip olan Akıncılar, sınır boylarını düşmandan korudukları gibi yaptığı akınlarla söz konusu kuvvetlerin etkisiz hâle getirilmesinde, Rumeli'nin Türkleşmesi, İslâmlaşması ve dolayısıyla iskân sürecinde önemli katkılarda bulunmuşlardır. Akıncı Ocağına ait bilgi veren en önemli kaynak gruplarından biri, Akıncı defterleridir. Şu ana kadar bu kaynak grubundan üç adet defter hakkında malumat vardır. Bu defterlerden ikisi (1472 ve 1560 tarihli) Sofya Milli Kütüphanesi'nde, bir diğeri ise (1586 tarihli) İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde muhafaza edilmektedir. Bu makalede, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Tapu Tahrir Defterleri Kataloğunda 625 numarayla muhafaza edilen ve üçüncü defter olan H.994/M.1586 tarihli defter ele alınmıştır. Söz konusu defter içerisindeki veriler, yapılan incelemeler neticesinde sorgulanmış ve Akıncı Ocağı hakkında önemli bilgilere ulaşılmıştır. Defterin tahlili neticesinde Rumeli Eyâletine bağlı Niğbolu, Silistre, Kırkkilise, Çirmen, Paşa (Sofya), Köstendil, Vidin ve Üsküb sancaklarında akıncıların bulunduğu yerleşim birimleri tespit edilebildiği gibi, Ocağın teşkilâtlanmasında etkili Ocak görevlilerine ve akıncıların sosyo-ekonomik hayatlarına (isimleri, meslekleri, nerden geldikleri vs.) dair önemli bilgilere de ulaşılmıştır. Bu yönüyle makale, şu ana kadar Akıncı Ocağı hakkında yapılan çalışmalara katkı sağlamayı hedeflemektedir.

Yunanistan’a Geçiş Sürecinde Tesalya Müslümanlarının Durumu

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1075-1098 · DOI: 10.37879/belleten.2014.1075
Tam Metin
Yunanistan'ın bağımsızlığı Balkan coğrafyasında yeni bir dönemin başlangıcıydı. Bu dönem Balkan milletlerinin ulus-devletleşmesi olarak adlandırılabilir. Balkan ulus-devletleri kuruldukları andan itibaren topraklarını genişletme ve egemenlik sahalarında homojen bir kültür oluşturmaya çalıştılar. Bu süreç Balkan Türklerinin asimilasyon, şiddet ve göçlerle karşı karşıya kalmasına neden oldu. Tesalya Müslümanları da 1881'den itibaren topraklarının Yunanistan'a bırakılmasıyla bu sürece dâhil oldular. Verimli arazileri ellerinden alındı. Dini ve kültürel değerlerini yansıtan yapıları tahrip edildi. Yunan idaresine geçtiklerinde sayıları 40.000 civarında olan Müslümanlar aradan geçen kırk yılda birkaç hane kalmıştı.