270 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
  • osmanlı
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Ahmed-i Rıdvân

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 73-126 · DOI: 10.37879/belleten.1986.73
Tam Metin
Klasik edebiyatımız, adını hiç duymadığımız, bazen de bilmem kaçıncı sınıf bir yazar diyerek bir yana bıraktığımız sayısız isimlerle doludur. Yazarı belli olmayan ya da yazarı hakkında etraflı bilgi edinilemeyen eserler de az değildir. Bu durumdaki yazarlar ve eserler üzerinde çalışmalar yapmak edebiyat tarihimize çeşitli yönlerden ışık tutabilir. Anadolu'da yedi yüzyıllık bir dönemi içine alan klasik edebiyatımızın birçok yazarı ve eseri yeterince tanınmamaktadır. Kaynaklarda adları geçtiği halde bugün bilinmeyen yazarlar kimlerdir? Yine bu kaynaklarda adlarını okuduğumuz, ancak kütüphanelerde bulamadığımız eserler hangileridir, bilemiyoruz. Bu yüzden konu üzerinde araştırma yapanların elinde bir "kayıplar listesi" bulunmasının, çalışmaları daha verimli kılacağı son derece açıktır. Öte yandan, bütün çalışmaları klasik edebiyatın önde gelen kişileri üzerinde yoğunlaştırmak yerine, bu edebiyatın yeterince tanınmayan yönleri üzerindeki çalışmalara öncelik vermek, Türk dili, Türk tarihi ve Türk toplum yaşayışıyla ilgili yeni bilgi ve belgeler ortaya çıkaracaktır. Bu inançla, aşağıdaki yazımızda XV-XVI. yüzyıllarda yaşayıp da yeterince tanınmamış bir şairi ve eserlerini tanıtmaya çalışacağız.

Bulgaristan'daki Osmanlı Anıtları

Belleten · 1986, Cilt 50, Sayı 196 · Sayfa: 291-314 · DOI: 10.37879/belleten.1986.291
Tam Metin
Bulgaristan, ülke topraklarının her tarafına yayılmış durumda olup, beş asırlık Osmanlı hâkimiyetinde gelişmiş olan ve günümüzde hâlâ daha izleri görünen bir doğu medeniyetinin inkâr edilemeyen kalıntılarını taşımaktadır. Gerçekten bu medeniyetin birçok anıtı Bulgaristan'da muhafaza edilmektedir. Bu anıtlar Osmanlıların her türden inşaat alanındaki faaliyetinin kanıtlarıdır: Şehircilik, bayındırlık eserleri, kaleler, mescitler, camiler, dini okullar -medreseler- kervansaraylar, halk hamamları, çeşmeler, köprüler v.s. gibi, Batılı ve Doğulu tarihçilerin sözünü ettikleri ve hatıralarına bazı seyahatnamelerde rastlanan anıtlar. Bu tarih mirasları, bir Bulgar şehrinin Türk hâkimiyetinde kalmış bir şehir olduğunu anlama ve bu hâkimiyete ait yapıların ve diğer anıtların genel görüntüsü hakkında bir fikir edinme imkânı sağlamaktadır. Bu görüntü, Bulgaristan'ın kurtuluşuna kadar birçok Bulgar şehri tarafından korunmuştur, fakat kurtuluştan hemen sonra Türk eserlerinin hızla ve sistemli bir şekilde tahribine başlanmış; ve birçok durumda bu eserler, kısmen de olsa, bir tasnife ve incelemeye tabi tutulamamış ya da korunmamıştır.

Ortaçağları Araştıran Türk Tarihçilerinin Yeni Eserleri

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 87-94 · DOI: 10.37879/belleten.1983.87
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun 8. kongresi (Ekim 1976) memlekette en eski bu meşhur bilimsel teşkilatın elli yıllık faaliyetini sonuçladı . Kemal Atatürk tarafından kurulan ve kendisinin önerdiği programa dayanarak çalışmalarına başlayan Kurum Türkiye'de tarih biliminin gelişiminde büyük rol oynamıştır ve kendi üyelerinin eserleriyle dünya şarkiyatına önemli katkıda bulunmuştur. Kurum'un bilimsel faaliyeti üstüne Genel' Müdür Uluğ iğdemir'in yayımladığı hesap raporu Türk halkları ve tüm doğu halklarının tarihi üstüne birçok sorunlar, kaynaklar ve belgelerin yayımlanması, kitaplıkların ve arşivlerin işi, Kurum'un uluslararası ilişkileri üstüne monografi araştırmalar hakkında bilgi vermektedir. İlginç şurasıdır ki, yabancı bilginlerin Türkçeye çevrilen eserleri listesinde (topyekûn 1-43) 47 eser Sovyet bilginlerine ilişkindir. Bartold'un hemen hemen tüm eserleri, Yakubofski, Gordlefski, Kraçkofski, Okladnikof, Bernştam, Denike, Gryaznof, Melioranski, Kiselyof ve başkalarının birçok eserleri çevrilmiştir. Doğu memleketlerinin Ortaçağ tarihi sorunları Türk tarihçilerinin eserlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Maalesef, bu eserler Sovyet tarihçilerine hemen hiç malum değildir, bunun içindir ki, bunlardan bazıları üzerinde mufassalan durmak gerektir. Ortaçağları araştıran Türk tarihçilerinin araştırma faaliyeti genellikle iki yönde sürdürülmektedir. Ortaçağ yazılı kaynakların çevrilmesi yönünde (Arap, Fars, Ermeni, Suriye ve Moğol dillerinden) ve metin ve kaynaklar faksimillerinin basılması yönünde (Arap, Fars ve Eski Türk). Genel Türk problemlerine, hilafete, Selçuklulara, Osmanlılara, her türlü Türk hanedanı veya devletlerine, keza şimdi Türkiye Cumhuriyeti terkibinde veya sınırlannda bulunan topraklarda vuku bulan hareketlere münasebeti olan kaynaklar araştırmalara alınmıştır.

Şumnu'da Türk Hattatları ve Eserleri

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 31-36 · DOI: 10.37879/belleten.1983.31
Tam Metin
Şumnu ve havalisi Romeli'nde büyük ve yerli Türk halkı en çok olan bir ilimiz. Kültürümüz noktasından da bütün incelikleriyle bugün de ele alınmağa lâyık bir yer... Şehir ve varoşları, yakın ve uzak ilçeleri noktasından da önemli. Sonra Şumnu tarihimiz boyunca sıhhî ve idarî teşkilâtı dolayısıyla askerî bir merkez... Kâmil Kepecioğlu'nun incelemelerine göre çok zengin vesikalara mâlik bulunuyoruz. Sonra şehrin camileri, mescidleri, tekyeleri, bir kültür merkezimiz olan kütüphanesi; bilhassa üzerlerinde, birer birer eserleriyle birlikte durduğumuz hattatları, müzehhipleri, mücellidleri ve bunların çarşıları çok geniş bir teşkilâta sahip… Romeli'nde adâletimiz sayesinde altı buçuk asırlık kültürel hayatımızda oraları ne kadar benimsediğimiz ve ihmal etmediğimiz arşiv kayıtlarında en ufak ayrıntılarına kadar yer almıştır. Bunlar her zeman aradığımız nisbette bulunur. Rumeli'nde medeniyetimizin izleri hâlâ vardır. Adetlerimiz, sosyal çalışmalarımız tıbbi ve mistik folklorumuz çok zengindir. Bugün vesikalarımız bize çok önemli bilgiler veriyor. Fakat bu raporumuz esasları şimdiye kadar, zamanımızda da olduğu gibi hiç ele alınmamış. Osmanlı-Türk imparatorluğunun İslâm dininin kitabı olan Kur'an ihtiyaçlarını Şumnu dikkate değer bir teşkilâtla temin etmesi noktasından yalnız bunun üzerinde durabileceğiz.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı ilk Uluslararası Sergiler ve Sergi-i Umumi-i Osmani(1863 İstanbul Sergisi)

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 195-236 · DOI: 10.37879/belleten.1983.195
Tam Metin
Bilindiği üzere sergiler bir ülkenin sanayi, ziraat, küçük sanat ve güzel sanatlar ürün, mamul ve eserleriyle memleket hayatına ait teşkilat ve meselelerini gösterip anlatmak için devlet, kurum ve fertlerin teşebbüsüyle kurulan ve açılan yerlerdir . Tarihi oldukça eskiye dayanan sergilerin uluslararası bir nitelik kazanması 19. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Özellikle Napolyon savaşlarından sonra başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinde artan üretime pazar ve ham madde kaynakları bulmak ciddi bir sorun haline gelmişti. Şüphesiz pazar bulmanın başta gelen şartı üretimin tanıtılmasıdır. Bu amaca yönelik en iyi vasıtlardan birisi uluslararası sergilerdir. İlk uluslararası sergi Avrupa'nın güçlü sanayi ülkesi olan İngiltere'nin girişimiyle 1851'de Londra'da açılmıştır. Sergiye Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Felemenk ülkeleri, İspanya, Portekiz, Prusya, Zollverein devletleri, Rusya, Hindistan ve Osmanlı imparatorluğu gibi çeşitli ülkelerden 22.000 dengin üzerinde eşya gönderilmiştir. Çin'den de gözlemciler gelmiştir. 24 Zilkade 1266 tarihli Ceride-i Havadis gazetesinde neşredilen bir hükümet bildirisinden anlaşıldığına göre, imparatorluğun sergiye katılmaktan amacı ülke topraklarının verimliliğini göstermek, Osmanlı tebasının tarım, sanayi ve sanat alanlarındaki kabiliyetini kanıtlamak, Padişahın ülkenin gelişmesi yolunda sarfettiği gayreti ortaya koymaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nu sergiye katılmaya sevkeden diğer önemli bir faktör de bilhassa Tanzimattan sonra gelişen Osmanlı-İngiliz dostluğu idi. Sergide teşhir edilecek eşyaların tesbitiyle mahalli meclis ve memurlar görevlendirilerek seçilen emtianın üzerinde bölgesi, sahibi ve fiatı yazılı olduğu halde Nafia Nezareti'ne gönderilmesi istenmiştir 3. Toplanan eşyalar Istanbul'da gemiye yüklenmeden evvel devlet ricali, sefirler, esnaf ve tüccarı n görebilmesi amacıyla kısa bir süre sergilenmiştir.

Osmanlı-Fransız Diplomatik İlişkileri, 1798-1807.

Belleten · 1983, Cilt 47, Sayı 185 · Sayfa: 259-280 · DOI: 10.37879/belleten.1983.259
Tam Metin
Araştırmamızda, 1798'e kadar olan Osmanlı-Fransız ilişkilerini, Mısır sorunu ve sonuçlarını, I. Napolyon'un Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki politikasını, O'nun "İmparator" olarak tanınmasını, Osmanlı İmparatorluğunu Fransız siyaseti doğrultusuna çekmek ve O'ndan Rusya'ya karşı bir müttefik yapmak amacıyla girişilen Fransız diplomatik manevralarını , Osmanlı İmparatorluğunun bu iki devlet için yaptığı faaliyet ve karşı faaliyetleri ve nihayet Napolyon'un gerçek yüzü ve söz ve davranışları arasındaki çelişkileri inceleyeceğiz.

Türkiye'nin Kültür Sorunları

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 261-270 · DOI: 10.37879/belleten.1982.261
Tam Metin
Yaşadığımız dönem içinde Türkiye'nin kültür sorunlarını üç başlık altında toplayabiliriz: 1)Türk kültürünün kökenleri ve etkilendiği uygarlıklar, 2) Türk kültürünü bugün besleyen kaynaklar, 3)Türk kültürünün geleceği. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde büyük aşamalara ulaşan Türk kültürü Orta Asya, Eski Anadolu ve Akdeniz-Ege kökenli olup büyük ölçüde Iran, Arap ve Batı etkileri taşımaktadır. Türk kültürünün özünü bugün için bile Orta Asya'dan yaşayagelen değerler oluşturur. Türklerin dillerinden başka özellikle efsaneleri, töreleri ve âdetleri Orta Asya kökenlidir. Halıcılık, kilimcilik, çinicilik ve minyatürcülük gibi her türlü halk sanatını Türkler Orta Asya'dan birlikte getirmişlerdir.

Yeni Bir Şehnâme

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 319-322 · DOI: 10.37879/belleten.1982.319
Tam Metin
Osmanlı tarih yazıcılığında şehnâmeciliğin ayrı bir yer işgal ettiği bilinmektedir. Ünlü İran şairi Firdevsî-i Tusî'nin ölümsüz eserinden esinlenerek Osmanlı ailesinin tarihini de aynı metodla yazmaya kalkışan Türk şairleri arasında Arifî en ünlüleridir. Aşık Çelebiye göre Yavuz Sultan Selim'in menkıbesini anlatan Farsça Şehnâmesi 60.000, Ahdî'ye göre de 100.000 beyit olarak tasavvur olunmuştur. Ne yazık ki Arifî bu eserini tamamlayamadan ölmüştür. Görebildiğimiz iki nüshadan biri Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kütüphanesinde, diğeri ise Manisa İl Halk Kütüphanesi'nin Muradiye dermesi içinde bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devrini yine Şehnâme üslubu ile yazan şairlerimizden biri de Mahremî'dir. (Ölümü. 942/1535) Eserinin başı ve sonu noksan bir nüshası Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Onu, Fürugî Derviş Ahmed (ölümü 1022/ 1613), Taliki-zade Mehmed Subhi, Ganî-zade Nadiri (Ölümü 1036 / 1 626), Taşköprî-zade Kemaleddin Mehmed ve nihayet anonim bir eser olan Şehnâme-i Osmanyan izlemektedir. İkinci Bayezid devri Şehnâmecilerinden Firdevsî-i Tavil ve eserleri için bizim yayınladığımız Kutubnâme'ye bak. Ibrahim Olgun-Ismet Parmaksızoğlu. Kutubnâme-Ankara 1979. Bunlardan başka Şühudî ve Kasımî'nin de şehnâmeleri olduğu kaynaklarda belirtilmektedir.

Guma isyanı öncesinde Fransa'nın Trablusgarb Siyaseti

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 182 · Sayfa: 323-336 · DOI: 10.37879/belleten.1982.323
Tam Metin
Osmanlı Devleti, Cezayir'in 1830'da Fransa tarafından istilâ edilmesi üzerine, Garb Ocaklarına karşı takip ettiği geleneksel politikayı değiştirmek zorunda kalmış, Tunus ve Trablusgarb Beyliklerini daha sıkı bağlarla merkeze raptetmek maksadı ile harekete geçmiştir. İstanbul, ilk aşama olarak Karamanlı Ailesi arasındaki savaş ve ahalinin anarşiden usanmasından yararlanarak, 1835 yılında gönderdiği bir filo ile duruma hâkim olmuş Trablusgarb'ı merkezden gönderilen valiler aracılığı ile idare edilen bir vilayet şekline sokmuştur. Osmanlı Devleti Karamanlı sülâlesini bertaraf ettikten sonra, devlet otoritesini vilayetin her tarafında geçerli kılmayı gaye edinmiştir. Bunu sağlamak için, Karamanlılann son dönemlerinden beri âdeta bağımsız hale gelmiş olan iki güçlü mahalli şeyhi yola getirmek gerekiyordu. Bunlardan Sirte ile Fizan arasına hâkim bulunan Evlad-ı Süleyman kabilesi Şeyhi Abdülcelil silah zoru ile yola getirilmiş; Cebel bölgesinin dişli hakimi Beni Nüveyr kabilesi reisi Şeyh Guma bin Halife ise Trabzon'da ikamete mecbur edilmek suretiyle, devletin otoritesi Gadames ve Murzuk'un ötesine kadar götürülmüştü.

Bükreş Andlaşmasının Müzakeresi 1811-1812

Belleten · 1982, Cilt 46, Sayı 181 · Sayfa: 73-120 · DOI: 10.37879/belleten.1982.73
Tam Metin
Osmanlılar, 1802'de Fransızlarla Paris Andlaşmasını yaptıktan sonra, kendilerini yakından ilgilendirmeyen Avrupa olaylarına katılmak istemeyip, resmen tarafsızlıklarını ilan etmişlerdi. Ancak Rusya ile İngiltere Bab-ı Ali'yle 1799'da yapmış oldukları ittifakın hala muteber olduğunu iddia edip Osmanlıların hakikaten serbest ve tarafsız bir siyaset takip etmesine mani oluyorlardı. Hatta 1805'te Rusların tazyikiyle Osmanlılar Ruslarla ittifaklarını yenilemek zorunda kalmışlardı. 1805 sonlarında Fransa'nın Avusturya ile Rusya'yı yenmesi Osmanlılara, Rusların Osmanlı İmparatorluğu'nda haiz oldukları imtiyaz ve müdahale haklarını azaltmak için güzel bir fırsat yarattı. Ancak Osmanlıların bu niyetle aldıkları tertibat iki devlet münasebetlerinin süratle bozulmasını intaç etti. 1802'de Eflak ve Buğdan'a tanınan imtiyazlara rağmen, 1806 Ağustosunda Rus taraftarı addedilen Eflâk ve Buğdan voyvodalarının, tayin edilmiş görev müddetleri dolmadan, Bab-ı Ali tarafından azilleri Rusya'nın bunların tekrar görevlerine getirilmelerini ısrarla talebine ve aksi takdirde Osmanlılarla münasebetlerini kesme tehdidinde bulunmalarına sebep olmuştu. Bu durum karşısında, harbi arzu etmeyen Osmanlılar mazul voyvodaları görevlerine iade etmeye razı oldular, fakat onların bu fedakarlığı harbi önleyemedi, çünkü 1806 Kasımında Rus işgal kuvvetleri Memleketeyn'e girdi.