3775 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Maarif Nazırı Haşim Paşa ile İlgili Orijinal Bir Belge ve Bazı Eğitimsel Görüşler, Sorunlar

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 205-214 · DOI: 10.37879/belleten.1981.205
Tam Metin
Bu yazımızda Abdülhamit döneminin son Maarif Nazırı olan Haşim Paşanın (nazırlığı: 1903-1908) Saraya hitaben yazdığı ve Başbakanlık Devlet Arşivinde gördüğümüz bir belge tanıtılacak ve bu belgede yer alan bazı eğitim sorunlarına değinilecektir. Fakat önceden Haşim Paşa ile ilgili bazı bilgiler vermekte yarar vardır. Türk Eğitim Tarihinde Haşim Paşanın hiç adı geçmez. O, unutulmuş bir Maarif Nazırıdır. Günümüzde yalnızca, "şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim" biçiminde söylediği rivayet olunan söz bazen esprili biçimde zikredilmektedir. O dönemlere ilişkin taradığımız kaynaklarda onun adına rastlanıyor. Fakat kaynaklar ondan hep olumsuz biçimde söz ediyorlar. Belki o, başarılı olmak şöyle dursun, olumsuz görülen çalışma ve düşünceleri nedeniyledir ki Türk Eğitim Tarihinde hiç yer tutmamıştır.

IX. Türk Tarih Kongresi

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 180 · Sayfa: 587-588
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Tarih Kurumu'nun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Doğumunun 100. Yıldönümü dolayısıyla düzenlenen IX. Türk Tarih Kongresi 21-25 Eylül 1981 tarihleri arasında, Devlet Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren'in koruyucu başkanlığında Ankara'da toplandı. Hazırlık çalışmalarına birbuçuk yıl önce başlanan Kongre'ye sunulacak bildirilerde Atatürk ve Türk Devrimi ile ilgili araştırmalar ile Atatürk'ün gösterdiği yolda, Türklerin ve Türkiye'nin tarihini aydınlatacak araştırmaların yoğunluk kazanması öngörülmekteydi. Eski Anadolu ve Çevresi Uygarlıkları, Orta Asya ve Ortaçağ Türk Tarihi ve Türkiye Tarihi, Osmanlı Tarihi ile Atatürk ve Devrimlerini konu alan Kongre'ye, yurt içinden ve yurt dışından 500 dolayında bilim adamı katılmıştır.

Certain Aspects of Medical Instruction in Medieval Islam and its Influences on Europe

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 178 · Sayfa: 9-22 · DOI: 10.37879/belleten.1981.9
Tam Metin
Speaking of the university, Charles Homer Haskins says, "Universities, like cathedrals and parliaments, are a product of the Middle Ages. The Greeks and the Romans, strange as it may seem, had no universities in the sense in which the word has been used for the past seven or eight centuries. They had higher education, but the terms are not synonymous. Much of their instruction in law, rhetoric, and philosophy it would be hard to surpass, but it was not organized into the form of permanent institutions of learning. A great teacher like Socrates gave no diplomas; if a modern student sat at his feet for three months, he would demand a certificate, something tangible and external to show for it-an excellent theme, by the way, for a Socratic dialogue. Only in the twelfth and thirteenth centuries do there emerge in the world those features of organized education with which we are most familiar, all that machinery of instruction represented by faculties and colleges and courses of study, examinations and commencements and academie degrees. In all these matters we are the heirs and successors, not of Athens and Alexandria, but of Paris and Bologna". The madrasa, in its standard and typical form, was the school for higher education in theology and law in medieval Islam. It came into official existence in the eleventh century, while the European university was developed over a century later and at a time when already Latin translations of Arabic philosophical and scientific works were available. There were certain parallelisms between the features of the madrasa and the university. Moreover, certain essential characteristics of the university were radically new, and the development of the medieval university in Europe was rather rapid. In view of such considerations certain scholars have suggested the possibility that the medieval European university owed much to conscious imitation of the madrasa system.

Midas Şehri Kazısı

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 178 · Sayfa: 1-4 · DOI: 10.37879/belleten.1981.1
Tam Metin
Midas, Eskişehir'in güneyinde Afyonkarahisar'a bağlı Yazılıkaya köyü yakınında bir Frig şehridir. C. H. Emilie Haspels, 1937- 1939 yılları arasında İstanbul Arkeoloji Enstitüsü adına burada kazı yapmıştır. 1936 yılında Enstitü burada bir deneme sondajı yaptıktan sonra esaslı bir kazı yapılmasını kararlaştırmıştır. Enstitü Müdürü Albert Gabriel, Atina'daki Fransız Arkeoloji Enstitüsü üyesi Hollanda'lı Haspels'i İstanbul Şubesine davet ederek, önce Midas şehri sondajında bulunan çanak çömlek parçalarını incelemekle, bilâhare bir kazı yapmakla görevlendirmiştir. Midas şehri kazı alanı, Eskişehir güneyinde, Anadolu yaylalarının kuzeybatı köşesinde siyah gri volkanik tüflerden meydana gelen ve dar vadiler ile bölünmüş yalçın kayalıklı, Frig Yaylaları adı verilen, ulaşılması çok güç bir bölgedir. Bu bölge, M. Ö. VIII. yüzyılda Frig Krallığına bağlı bulunmakta idi. Frig Yaylasındaki (Türkmendağ çevresi) eski eserler, XVIII. yüzyıla kadar bilinmemekteydi. 1555 yılında Macar Kralı Ferdinand tarafından Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a elçi olarak gönderilen Hollanda asıllı Ogier Ghislain van Busbecq maiyetindeki Hans Dernschwam, tuttuğu ruznamede Karacaşehir'e uğradıklarından ve bu çevrede eski eserlere rastladıklarından bahseder. Dernschwam'ın bu bilgileri verebilmesi, İran'ın karşı saldırısına tedbir almak için Amasya'da bulunan Padişaha ulaşmak için heyetin, Anadolu yaylalarından geçmesi ile mümkün olmuştur.

ORY, SOLANGE, Archives Max van Berchem Conserves a la bibliotheque Publique et Universitaire de Genke. Catalogue de la phototheque. Etabli par Solange Ory. Publid par tes Soins de la Fondation Max van Berchem, 1975 (satışa 1979 yılında verildi), XLV-275 Sayfa. Beyrut, dağıtım: Leiden'deki Brill yayınevi [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 321-326
Tam Metin
Doğubilim tarihinde topladığı ve yayınladığı yazıtlarla önemle bir yeri bulunan Max van Berhem'in ölümünden sonra geride bıraktığı malzemenin kataloğu uzun bir bekleyişten sonra yayınlandı. Buna neden herhalde Lübnan'da meydana gelen uzun yıllardan beri dinmeyen olaylardır. Ortadoğu'nun tanınmış basımevlerinden biri sayılan Katolik Basımevi (= Imprimerie Catholique)nde basılan bu kitap, ilgili zat için kurulan vakfın çabaları sonunda yayınlanmış bulunuyor. Kısa bir süre önce eski makalelerinden bazılarını iki cilt içinde toplayarak tıpkı basımlarını yapan. Vakfın bilim dünyasına bu olumlu katkısını kutlamalıyız. Max van Berchem uzun yıllar Anadolu'da topladığı yazıtlarla tarihimizin karanlık kalmış bazı yönlerine ışık tuttuğu gibi, yöntem bakımından da yararlı bir öncü olmuştu. Yayının gerçekleşmesinde önemli katkısı bulunan S. Ory, Suriye'nin ve başkenti Şam'daki İslam gömüt yazıtlarının yayının' da gerçekleştirmiştir. Bab'üs Sagir gömütlüğünde bulunan bu yazıtlar, Türk tarihine olduğu kadar ekili sanat yönlerine de yararlı olmuştur. Uzun yıllar tuhaf bir tutumla yabancı kaldığımız bu tarih hazinelerimizin geç olsa ülkemizde incelenmeye başlaması kıvanç vericidir. Şimdi elimizde bulunan M. van Berchem kataloğunu tanıtma olanağı ile yurdumuzda yapılan yazıtlar üzerindeki çalışmalara kısaca değinmek istedik.

Kitaplardan Haber [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 329-332
Tam Metin
Ortaçağda güçlü bir monarşi olan Gürcistan Krallığı, büyük veba salgını, 14. yüzyıl sonunda Timurlenk'e karşı direnmek için girişilen uzun savaşlar, son olarak da, İstanbul'un Türkler tarafından ele geçirilmesi gibi çeşitli olayların etkisiyle, onbeşinci yüzyılın ortalarından başlayarak parçalanmış ve onaltıncı yüzyılın başında yerini bazı küçük devletlerle prensliklere bırakmıştır. Krallığın dağılması, Gürcüleri, komşu Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının nüfuz politikalarının hedefi durumuna getirmiş, onaltıncı yüzyılın sonlarında Rusların güneye doğru ilerlemeleri, Kafkasya'nın tümü üstünde askeri ve diplomatik nüfuz savaşımını yoğunlaştırmıştır. Bu savaşının bir sonucu olarak, Rus çarları ile 1564-1605 yılları arasında Doğu Gürcistan' yöneten Gürcü kralları arasında onyedi elçi gidip gelmiştir. Bu elçilerin tuttukları kayıtların bir bölümü Rus devlet arşivinde günümüze değin kalmış; ilk kez Çar I. Nikola döneminde Rusya'da Gürcü araştırmalarının öncülüğünü yapmış olan tanınmış Fransız bilgini M. F. Brosset tarafından ayrıntılı olarak incelenmiş, daha sonra S. A. Belokurov, Rusça metinlerin 1578-1613 dönemini kapsayan bölümünü 1889 yılında Moskova'da yayımlamıştır.

Bodrum Adına Dair

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 178 · Sayfa: 5-8 · DOI: 10.37879/belleten.1981.5
Tam Metin
Türkçemizde "bodrum" günümüzdeki anlamı ile binaların yoldan veya arazinin genel seviyesinden aşağıdaki kısımlarına söylenmektedir. Türkçe sözlükler, bu kelimenin menşeini Grekçe "gipodrum", yani hipodrum kelimesi olarak gösteriyorlar. Aşağıda bahis konusu edilecek hususiyetler de gözönüne alınırsa, bu hükmün doğru olması gerekmektedir. Günümüzde Bodrum, Anadolu'nun güneybatı köşesinde, Muğla ilinin şirin bir ilçesidir. Bodrum kasabası, antik çağın ünlü şehri Halikarnassos'un yerinde olduğu için eskidenberi dikkati çekiyordu. Bu antik şehrin üzerinde kurulan Türk kasabasının adının "Bodrum" olmasının sebebi merak uyandırıyordu. Nitekim Bodrum veya yöre ile ilgili yazılan hemen bütün eserlerde bu ada ve menşeine temas edilmiştir. Bu konuda belli başlı iki görüş vardır: Bu ad, antik Halikarnassos harabelerinde görülen bodrum'lardan dolayı verilmiştir. Bu bodrumlar, şövalyelerin 1415'lerde yaptıkları kalede de vardır. Evliya Çelebi bu görüşün bir diğer şeklini naklediyor: Kale'nin kuzeye nazır kapısının "solunda leb-i deryada hile ile kal'a bina etmek için Menteşe Bay okullarından (kâfirlerin) bir bodrumluk yer isteyüb yaptığı mahzenlerdir. Badehu nice sene mürur edüb kal'a zuhur edüp hile ile çalılar içinde bir kal'a bina edüb bir gün çalılara ateş edüb kal'a zuhur edüb anın için Bodrum derler".

Atatürk'ü Anlamak

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 303-318
Tam Metin
Türk Tarih Kurumunun sayın yöneticileri, üyeleri ve değerli konukları : Hepinizi saygı ile selâmlarım. Sözlerime başlamadan önce, Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümünün anılmasına ayrılmış bulunan bu yılın konuşmaları dizisi içinde, Atatürk'ün kurduğu bu kutsal kürsüde, bana da söz hakkı tanınmış olmasını büyük bir onur kabul ettiğimi belirtmek ve beni dinlemek üzere lüfen buraya kadar zahmet ettiğiniz için, hepinize teşekkürlerimi sunmak isterim. "Atatürk'ü Anlamak" adını taşıyan bu konuşmamın çerçevesini belirlemeye çalıştığım sıralarda, tanımadığım fakat belki bu gün burada bulunan bir sayın ilgili, beni telefonla aradı. Kurumun basılı programından 'Atatürk'ü Anlamak' adını taşıyan bir konuşma yapacağımı öğrendiğinden söz ederek, Atatürk'ü anlamak mümkün mü? Büyük adamları anlamak iddiası, aynı derecede büyüklük iddia etmek değil midir? şeklinde bir soru yöneltti: Kendisine bu görüşe katılmadığımı söyledim. Fakat bunu bir uyarı kabul ederek, hemen, konuya bu noktadan girmeğe karar verdim. Şöyle düşünüyorum: Büyük adamlar anlaşılamaz görüşünü, mistik bir yaklaşım kabul edebiliriz. Ama o zaman, herhangi bir insanı anlamanın da zor olduğunu, insan ruhunun kolay erişebilir olmadığını teslim etmek gerekir

ANTONIO di VITTORIO, Il Commercio Tra Levante Ottomano e Napoli Nel Secolo XVIII (18. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Napoli arasındaki ticaret), Napoli 1979, 158 Sayfa. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 327-328
Tam Metin
Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkiler tarihin en eski devirlerinden beri canlı bir şekilde devam etmiştir. Çağdaş uygarlığın gelişme yeri olan bu denizin etrafında bulunan topraklarda Çağlar boyunca değişik insan toplulukları bir çok devletler kurmuş, hanedanlar değiştirmiş, yeni dinler kabul etmiş ve akla gelebilecek her türlü değişikliği geçirmekle beraber temelinde yatmakta olan havayı hiç bir zaman değiştirmemiştir. Günümüz tarihçileri arasında çok ileri gitmiş bulunan İlk Çağ Tarihi araştırmalarında sonra Orta Çağ tarihi araştırmalarında Akdeniz uygarlığı araştırmalarının ayrı bir yeri bulunmaktadır. 16. yüzyıldan itibaren burada görülen büyük değişiklik dünya ticaretinin Okyanus kıyılarına kaydığı kanısını uyandırmakla beraber çeşitli kentlerin arşivlerinde bulunan belgeler çağımızda büyük bir hızla ortaya çıkmakta ve inceleme konusu olmaktadır. Bu arada 18. yüzyıl tarihinin henüz tam anlamıyla incelenmediğinin bir gerçek olduğunu da tekrar etmeliyiz.

Türk Tarih Kurumu'nun Genel Kurul Toplantısı

Belleten · 1981, Cilt 45, Sayı 179 · Sayfa: 350-390
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun 1981 yılı Olağan Genel Kurul toplantısı 16.IV.1981 Perşembe günü saat 10 da Kurum merkezinde yapıldı. Kurum üyeleri saat 9.30 da Kurum'un kurucusu Atatürk'ün Anıtkabrini ziyaret ederek saygı duruşunda bulundular, bir çelenk koydular ve şeref defterini imzaladılar. Saat onda Kurum merkezine dönen üyeler Genel Kurul toplantısına katıldılar. Yoklama sonunda 24 üyenin hazır bulunduğu anlaşıldı. Çoğunluk olduğu için Başkan Ord. Prof. Enver Ziya Karal küçük bir söylevle oturumu açtı. Hastalıkları dolayısıyla bu toplantıya katılamayan Kurum üyelerinden Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu, Prof. Tayyib Gökbilgin ve Prof. Dr. Bahadır Alkım ve Bayan Fakihe Öymen'e birer geçmiş olsun telgrafı çekilmesine karar verildi. Gündemin dördüncü maddesine geçilerek geçen yıl muhabir üyeliğe seçilen Alman Arkeoloji Enstitüsü İstanbul Şubesi Müdürü Prof. Dr. Wolfgang Müller-Wiener'i bir sunuş konuşmasıyla Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal Genel Kurul'a takdim etti. Kendisine üyelik beratı verildi. Prof. Müller-Wiener kısa bir konuşma ile teşekkür etti. Gündemin beşinci maddesine geçildi ve Genel Kurul toplantısını idare etmek üzere başkanlığa Prof. Dr. Coşkun Üçok, ikinci başkanlığa Prof. Dr. Neşet Çağatay, yazmanlıklara da Prof. Dr. Tahsin Yazıcı ve Prof. Dr. Şerafettin Turan seçildiler.