3775 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 3775
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 3775
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 270
- Osmanlı İmparatorluğu 172
- Türkiye 148
- Türkler 137
- Osmanlı Devleti 135
- Anadolu 131
- Ottoman Empire 111
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 97
Uluğ İğdemir ve Belleten
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 393-396 · DOI: 10.37879/belleten.1979.393
Özet
Tam Metin
Batı'da ilim araştırmalarını ortaya koyan Akademilerin çeşitli yayınlarının çok uzun bir geçmişi vardır. Bunların yanı sıra çeşitli bilim dalları hakkında her memlekette pek çok dergi kurulmuş ve bunlar yıllarca çıkmış veya hâlâ çıkmaktadır. Bütün Türkoloji, Yakın Doğu, Orta Asya ve İslam Tarih ve Medeniyeti gibi bilim dalları ile uğraşanların çok yakından tanıdıkları " Journal Asiatique" bunlardan biridir. Fakat bizde ilmi ihtisas dergilerinin böyle bir uzun geçmişi olamamıştır. İstanbul'da uzun süre yayınlanan Gazette Medicale d' Orient, Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde yaşayan yabancı veya azınlıklardan olan hekimlerin inhisarında kalmıştır. Batının ilimler Akademilerinin periodik yayınlarını gerek biçim gerek içindekiler ile çok benzeyen "İstanbul'da Rum Edebiyat Kurumu Dergisi" (Hellenikos Philologikos Syllogos) da 1861'den 1923'e kadar yayınını sürdürmüş ve içindeki yazılar bakımından yabancı ilim aleminde önemli bir yer kazanmış olmakla beraber hiçbir Türk yazarına sahifelerinde yer vermemiştir. İçinde, tarih, sanat, hatta eski eserlere dair yazı ve resimler bulunmakla beraber, çok uzun ömürlü olan Servet-i Filmin ise bir ilim dergisi değildi. Tarih ve eski eserlere dair ilmi araştırma ve yazılarının içinde yer aldığı ilk Türk dergisi, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası olmuştur. İlk sayısı 1910 yılı Nisan'ında çıkan bu "Tarih Dergisi" aynı adda kurulmuş Kurum'un yayın organı idi. Oldukça intizamla uzun yıllar çıkan bu derginin ciltleri gözden geçirildiğinde, ilk sayılarda kağıt kalitesi ve baskının çok iyi olmasına karşılık gitgide bu kalitenin korunamadığı, hatta derginin ilk sayılarındaki ölçüleri sürdürülmesine bile çalışılmadığı dikkati çeker. Derginin resimsiz oluşu yanı sıra, her ilim dergisinde bulunması gereken dipnotlara pek az yazıda rastlanır. Ayrıca yabancı dillerde hiçbir özet olmadığı gibi makalelerin bazıları bir hikâye edasındadır. Fakat bütün menfi taraflarına, karşılık, Türk tarih biliminin bu önemli organı, dünya tarihçi ve türkologlarının dikkatini çekmiş, Cumhuriyetten sonra adını Türk Tarih Encümeni Mecmuası'na çevirerek yayınını sürdürmüştür.
Lysippos'un Sandal Bağlayan Hermes Heykeli
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 397-414 · DOI: 10.37879/belleten.1979.397
Özet
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adlarına yürütülen Perge Kazısı 1977 yılı çalışmaları sırasında Güney Hamamının (I) Palaestra'sında bulunan Hermes heykeli (Lev. I-III) Antalya Müzesinde teşhir edilmektedir (Env. No. 3 . 25 . 77). Uzun yıllardır Side ve Perge Kazılarına yakın ilgi göstermiş ve çalışmalarımızı ziyaretleriyle yakından izlemiş, Side Müzesinin açılış törenine katılmak lütfunda bulunmuş, Türk Tarih Kurumunun değerli Genel Müdürü ve 42 yıldan beri Belleten'in yazı işleri müdürü sayın Uluğ İğdemir'e bu heykel üzerine yazdığım makaleyi 80. doğum yılı nedeniyle armağan etmek istiyorum. Hermes heykelini konu olarak seçmemin nedeni, yapıtın bilim ve sanat açısından büyük önem ve değer taşıması ve Perge heykeltraşlığının bir şaheserini oluşturmasıdır. Kazı sırasında heykele ilişkin 10 parça ele geçirilmiştir. Tüm parçalar kırıkkırığa uyduklarından eksik sol bacağın yerine demir çubuk ilâvesiyle heykel kolaylıkla ayağa kaldırılmıştır. İnce gözenekli beyaz mermerden yapılmış heykelin yüksekliği 1.620 m., plinth yüksekliği 0.150 m., baş yüksekliği 0.230 m., dir. Sol bacaktan başka heykelin elleri eksiktir. Burnun ucu, saçların arasındaki bronzdan kanatların önemli kısımları, uzuv, sağ ayağın burnu ve sandalın kanatları, ayağın altındaki kaplumbağanın başı ve kerykeion'un yukarı kısmı ile sapının ucu kırılmıştır. Kayanın önünde herhalde mermer yetişmediğinden ayrı bloktan işlenerek yerleştirilmiş olan bir kısım da eksiktir. Kaşlar, sağ gözkapağı, dudaklar, çene ve boynun sol tarafında önemsiz ezik ve aşınmalar; khlamys'ün ve vücudun çeşitli yerlerinde önemsiz çentikler vardır. Tüm ayrıntılarıyla belirttiğimiz eksik kısımlara ve berelere rağmen heykelimiz iyi durumda korunagelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Oluşması Üzerine
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 491-504 · DOI: 10.37879/belleten.1979.491
Özet
Tam Metin
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğunun budanıp ufalanması ile meydana gelen ulusal devletlerin sonuncusudur. Aslında bu durumu tarihsel bir sürecin doğal sonucu olarak kabul etmek gerekir. Çünkü Türklerin, birçok ulusları kapsayan imparatorluğun kurucusu ve başlıca dayanağı olan temel öge sıfatıyla, kendi devletlerini yaşatmak çabası içinde direnmeleri, devleti dağıtmak ereğine yöneltilmiş her girişime karşı koymaları kadar doğal bir davranış düşünülemez. Aynı surette, ulusal bilincin, imparatorluğu oluşturan bütün milliyetler arasında en geç Türklerde uyandığı da tarihsel bir gerçektir. Teokratik bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda gerçek anlamda bir ulusçuluk aramak hiç kuşkusuz boşuna olur. Böyle bir dokudaki siyasal bir gövdede yaşama egemen olan temel ilkeler, İslamlık ve bir de evrensel egemenlik kavramları altında toplanabilir. Gerçekten de, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğunda devlet ve kamu hizmetlerini yüklenecek kişiler için dinin dışında hiçbir ayrılık gözetilmemiştir. Yalnız Müslüman olmak koşulu ile herkese, hangi ırk ve milliyete mensup olursa olsun, kişisel yeteneğine göre resmi görev kapıları aynı ölçüde açık tutulmuştur. Hiç kuşkusuz, bu halin en önemli sonucu, kamu hizmetleri için en üstün yeteneği olanların seçilmesi zemininin yaratılmış bulunması olmuştur.
Bir Mektup
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 389-392 · DOI: 10.37879/belleten.1979.389
Özet
Tam Metin
Sayın Uluğ İğdemir Sevgili Ağabeyim; Türk Tarih Kurumu Sayın Başkanı Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın gönderdiği ve Siz'in 80'inci doğum yıldönümünüzle Kurumdaki görevinizin 48'inci yılı için düzenlenen tören davetiyesi beni o derecede duygulandırdı ki, gözlerimde sevinç ve iftihar yaşlarının birikmesine engel olamadım. Kafamda ve gönlümde, Atatürk, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti, vatan, baba ve aile ocağı kavram ve sevgilerinin tümü, birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak sanki üstün varlığınızda toplanmıştı. 65 yıllık yaşantım, bugünmüş gibi, bütün canlılığıyla gözlerimin önüne serildi. Bu yaşantımın hiçbir anı yok ki, adeta değerli kişiliğinizde sembolleşen bu kavramlardan ayrı ve Siz'inle olan kopmaz bağlılığımızın belirtisi ile dolu olmasın. Türk bağımsızlık savaşının başladığı sıralarda küçük bir çocuk olan beni elinden tutmuş halanız, rahmetli Dul Anacığımın, çocuk gözümde bir dudağı yerde, bir dudağı gökte korkunç devler gibi görünen müstevli düşmanlarımızın ikide birde kapımıza dayanarak şehit babamın ve babanız Kazım Dayımın -evimizin bahçesindeki kuyuya sarkıtarak veya hasta imiş gibi beni yatırdığı yatağın şiltesi altında sakladığı- silahlarının aranmasından korkup Biga'da oturan Siz'lere getirmesiyle başlayan sürekli beraberliğimizin her saf hasım yaşadım yeniden.
Doğu Bengal'de "Atatürk Lisesi"
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 415-426 · DOI: 10.37879/belleten.1979.415
Özet
Tam Metin
Bundan kırk yıl önce, Ocak 1939'da, Hindistan'ın Doğu Bengal eyaletinde bir okul açılır. Lise düzeyinde bir okul. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk öleli henüz iki ay olmuştur. Büyük ölünün anısını yaşatmak için yeni okula "Atatürk" adı verilir. "Atatürk High School" denir. Türkiye'den binlerce kilometre uzakta Atatürk'ün adım taşıyan bir okulun açılışı, zamanında Türk kamuoyuna duyurulmuş mudur? Bilmiyoruz. Burada, geçten geç birkaç belge yayınlıyoruz. Türk Diplomatik arşivlerinde rastladığımız birkaç belge. Okulun hangi koşullarda açıldığını anlamak için Bengal'in o günlerdeki havasını kısaca anımsamak yerinde olur. Bugün büyük bölümü bağımsız Bangladeş Devleti sınırları içinde kalan Bengal, o tarihte İngiliz sömürgesiydi. Türk Kurtuluş Savaşının kahraman lideri Gazi Mustafa Kemal, bütün sömürge halklarının olduğu gibi, Bengal halkının da kurtuluş umudu olmuştu. Kurtuluş için çırpınan, silaha sarılan, savaşın bütün Asya ve Afrika halkları O'nu bir lider olarak benimsemişlerdi. Batı sömürgeciliğine karşı kurtuluş ve bağımsızlık bayrağım açan ulusal liderler, Mustafa Kemal Atatürk'ü örnek almağa, onun izinden yürümeğe çalışıyorlar& Batı emperyalizminin yenilmezliği efsanesini yıkmış olan Mustafa Kemal Atatürk, Asya ve Afrika halklarının gözünde bir kahramandı. Doğu Bengal'de de çok sayılan, sevilen, yüceltilen büyük bir kişiydi.
Yayın Hayatımızda Önemli Yeri Olan Sarafim Kıraathânesi
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 481-490 · DOI: 10.37879/belleten.1979.481
Özet
Tam Metin
Daha tıbbiye sıralarında iken (1915-1921) burada yani Sultan Bayezid'de halen mevcut değil, Okçular Başı'nda Sarafim Efendi'nin dükkânı mevcut olduğunu duymuştum. Bu semtten her geçişimde yerini öğrenmiştim. Karşı sırasında yanyana leblebiciler ve hizasında biraz ilerde yay ve ok yapıp satan en son bir zanaatkarın vitrini boş bir dükkânını hatırlarım. Sarafim Efendi'nin dıştan içeri gelenlerin istifadesine konan kitapların göründüğü yoktu. Bir gün de içine girdim. Büyük odasının duvarlarının önü dolaplarla kaplı idi. Artık Sarafim de hayatta değil, gazeteler, mecmualar ve kitaplardan görmedim. Bulunduğu raflar boş duruyordu. Herhalde toptan satılarak kaldırılmış olmalı idi. Mütakere senelerinde o zaman Şehremaneti, sonra Belediye ve birleşince Vilayet Mektupçuluğu ile değerli yazar her çeşidiyle Maarif Tarihi ve Mecelle-i Umür-u Belediyeleri ve diğer eserleri ve diğer ilk defa ele alınan konular üzerinde değerli eserler hazırlayıp bastıran Osman Nuri Ergin'le sık buluştuklarımızda öğrenmek istediğim yer de Sarafim Kıraathanesi idi.
XVI. Yüzyılda Taşralı Bir Türk Efendi Evi
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 457-480 · DOI: 10.37879/belleten.1979.457
Özet
Tam Metin
Onu taşralı olarak tanımlamam uzun müddet başkentten uzak hudut boyundaki bir eyaletin merkezinde, Budin'de yaşamış ve burada ölmüş olmasındandır; efendi dememin sebebi de, ölümünde bile Çelebi yani Ali Çelebi denilmesindendir. Çelebi sözü, rütbe, derece adlandırması olarak. XV. yüzyılda, ezcümle Timur'a esir düşen Sultan Bayezid'in oğullarının, yâni Osmanlı hanedanı şehzadelerinin sıfatı idi, fakat bir buçuk yüzyıl zarfında, kelime Macaristan'a gelinceye kadar, eski anlamından çok şey kaybetmişti. XVI. yüzyıl ortasında bu kelimeye taşra defterdarının, onun memurunun, hattâ Türk tacirinin adı yanında rastlanır; münhasıran yüksek memuriyetlere bağlanmaksızın, yazı bilen, edebiyattan anlayan kimseleri işaret ediyordu. Ali adına eklenmesi de nadir değildi; meselâ 1543 de Bursa'da ölmüş bulunan şair ve mütercimin, Vâsi Alisi'nin adı da Ali Çelebi idi. 1550 sıralarında Budin defterdarını da Ali Çelebi olarak görüyoruz. Ancak, aynı devirde bu iki kişiyi birbirinden ayıracak sıfatlar kullanılmaksızın, Ali Çelebi demediklerini farzetmemiz gerekir, zira, özellikle aynı resmi dairede bir karışıklığa neden olurdu.
Romanya'nın Sesi
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 170 · Sayfa: 505-516 · DOI: 10.37879/belleten.1979.505
Özet
Tam Metin
Bu yazının başına koyduğum sözleri, Atatürk'ün 17 Mart 1937 günü kendisiyle Çankaya'da görüştüğü Romanya Dışişleri Bakanı Victor G. Antonescu onuruna Ankara - Palas'ta verdiği yemekteki konuşmasından aldım. Günümüz Romanya'sını yönetenlerin, en önde ülkenin Devlet Başkanı, Romanya Sosyalist Cumhuriyeti'nin bütün dünyada barışseverliği ile tanınmış, ün kazanmış, varlığını barışa adamış ; Çin - Rusya anlaşmazlığında karar verme özgürlüğünü zedelememiş ; doğu - batı ilişkilerinde doğru bildiği yolu seçmiş bir devlet adamı, Sayın Nicolae Ceauşescu olmak üzere, hiç kuşkusuz, bu sözleri bildiklerine; bizim Cumhuriyetimizde de, kısa yaşamında Türk ulusunun uygarlık dünyasındaki yerini alması, ilerlemesi, yitirdiği zamanları kazanması, barış içinde yaşaması için, Mustafa Kemal gibi gerçekten büyük bir insanın barış ve insanlık yolunda bu ülkede neler yaptığını da, belki bizden daha iyi bir biçimde ayrıntılarıyla izlemiş olduklarına inanıyorum.
Bozüyük Kasım Paşa Camii Kürsüsünün Sütun Kabartmalarıyla İlgili Bazı Yorumlar
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 169 · Sayfa: 49-65 · DOI: 10.37879/belleten.1979.49
Özet
Tam Metin
Birçok seyahatnamelerde adı geçen Bozüyük'teki Kasım Paşa camii 935 H./1528 M. yılında Güzelce Kasım Paşa tarafından büyük bir yapı kompleksinin bir parçası olarak yapılmış ve ihtiva ettiği renkli sır tekniğindeki çinileriyle ün yapmıştı. Camide çinilerden başka, mihrap duvarının sağ köşesindeki kürsünün oturduğu dört kabartmalı sütun ayrıca önem taşır. Birkaç makaleye konu olan bu yapı, F. v. Taeschner tarafından incelenmiş ve yayınlanmıştır. Sütun kabartmaları ise R. M. Riefstahl tarafindan incelenmiş ve Taeschner'in makalesiyle birlikte Der Islam dergisinde tanıtılmıştır. Her iki ilim adamının da belirttiği üzre, sütunlar caminin yapımı ile aynı tarihten olmayıp, Güzelce Kasım Paşa'nın 922 H./1516 M. yılından 1520'ye kadar mutasarrıflığını yaptığı Hama şehrinden getirtilmişti. Sütun başlıklarının impost ve kasnak kısımlarındaki kitabeler Taeschner tarafından okunmuştur. Her iki kitabe de ufak bir farkın dışında aynı şeyi ifade etmektedir. İmposttaki kitabe : "Sultan el - Malik el - Muzaffer Takieddin Mahmûd bu mübarek mekânın inşasını emretti," der. Kasnakta ise mekân kelimesinin yerine "Dâr" kelimesi kullanılmıştır. İki kitabe arasındaki kelime farkı belli bir anlam taşıyor mu? yoksa, kasnak kısmında kitabeye ayrılan yerin azlığı mı böyle bir kelime değişikliğine sebep oldu, bilemiyoruz. Hattat'ın yeknesaklıktan kaçınması da söz konusu olabilir. Ancak, kitabede zikredilen şahsın Hama Eyyubilerinden Muzaffer II (626-42 H. /1229-44 M.) mi, yoksa, Muzaffer III (683-698 H./1248-98) mü olduğu kesinlik kazanmamıştır. Çünkü, her iki sultan da Malik el - Mansur I ve II adındaki Eyyubi sultanlarının oğludur ve kitabede tarih belirtilmemiştir.
Maşathöyük'te Eski Tunç Çağı
Belleten · 1979, Cilt 43, Sayı 169 · Sayfa: 1-20 · DOI: 10.37879/belleten.1979.1
Özet
Tam Metin
1973 yılından beri hocam Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından yürütülen Maşat Höyük (eski Tapigga) kazılarında, 1975 yılından bu yana heyet üyesi olarak görev aldım. Maşat Höyük'de geniş ölçüde varlığı saptanan ve yer yer açığa çıkartılan Eski Tunç Çağı üstünde çalışmama ve buluntuları burada yayınlamama izin veren sayın hocama teşekkürlerimi sunarım. Tahsin Özgüç, önce, Maşat Höyük'de keşfedilen Hitit sarayının tam planı ile açığa çıkartılmasını, ondan sonra aşağı şehirdeki Hitit ve Eski Tunç Çağı şehirlerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, tepenin en yüksek kısmına kurulmuş olan Hitit sarayının yıkıntıları üstündeki iki Hitit yapı katı ile Demir Devrinin üç yapı katı incelenmiş ve saray ele geçtiği şekliyle yerinde bırakılmıştır. Tahsin Özgüç, sitadeldeki III. Hitit katını simgeleyen bu sarayın derin temellerinin yapımı sırasında, alttaki Eski Tunç Çağı yapılarının bozularak kaldırılmış olduğunu bildirmektedir. Ancak, bu geniş yapının avlusu ve kuzey revakının taban düzeyleri altındaki kesimlerde, Eski Tunç Çağı yapılarının kesik parçalar halinde korunduğu görülmektedir. Ayrıca, tepenin, sarayın kuruluş alanı dışında kalan kuzey - batı kesiminde, Eski Tunç Çağının son yapı katı, birinci kültür katı olarak ele geçmiştir. Bu durum, sitadelin bazı bölümlerinin, Hitit ve Demir Devri'nde boş alanlar halinde bırakıldığını göstermektedir.