3775 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 3775
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 3775
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 270
- Osmanlı İmparatorluğu 172
- Türkiye 148
- Türkler 137
- Osmanlı Devleti 135
- Anadolu 131
- Ottoman Empire 111
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 97
İsmet İnönü
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 35-40 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-35
Özet
Tam Metin
Kurtuluş savaşımızda ve devrimlerimizde Atatürk'ün en büyük yardımcısı ve en yakın arkadaşı İsmet İnönü de doğa kanunlarına boyun eğerek dünyaya gözlerini kapadı. İnönü'nün ölümü ile son 65 yıllık tarihimizin yaprakları da kapanmış oldu. O, acılar ve başarılarla dolu bu altmış beş yılın simgesi idi. Ben bu yazımda İnönü ile ilgili birkaç anımı ve Türk Tarih Kurumu'na olan yakınlığım anlatmak istiyorum. İnönü ile ilk tanışmam 1928 Martında olmuştu. O yıl Ankara'ya ilk kez bir yabancı operet topluluğu gelmişti. Bu topluluk, başında Madam Kordi Miloviç'in bulunduğu ünlü Viyana operet topluluğu idi. Birinci Dünya savaşında İstanbul'da verdiği temsilleri, özellikle "Çardaş Fürstin" opereti ile tanınan bu sanatçı, şimdi yerine büyük bir işham ve çarşı yapılmakta olan eski Millet bahçesindeki derme çatma sinema binasında 27 Mart 1928'de ilk temsil olarak "Kontes Mariça"yı oynuyordu. Atatürk sanatçılara çok önem verirdi. Miloviç'in bu ilk temsiline de smokin giyerek gitmişti. Temsilin ortalarında tiyatronun dekorları yıkılmış, Miloviç ağlayarak oyunu bırakmıştı. Atatürk çok sıkılmış, sanatçıyı locasına çağırarak teselli etmiş ve ona: "İkinci kez gelişinizde Ankara'da yeni bir tiyatro binasında temsiller vereceksiniz, üzülmeyiniz" diyerek gönlünü almıştı.
İstiklâl Savaşı ve Lozan
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 1-30 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-1
Özet
Tam Metin
Türk Tarih Kurumu'nun nazik daveti üzerine, Cumhuriyet'in 50. yılı münasebetiyle toplanan bu birleşimimizde huzurunuzda bulunuyorum. Bana, "İstiklâl Savaşı ve Lozan Muahedesi" üzerine konuşma konusu verilmiştir. Bunlar üzerinde tarih malumatı vereceğim. Sırası geldikçe ben de fikirlerimi söylerim. Şimdi, arkadaşlarım, adından başlayayım. İstiklâl savaşı münasebetiyle toplanmış bulunuyoruz. İstiklâl savaşı eseridir Türkiye Büyük Millet Meclisi. Cumhuriyet, istiklâl savaşının neticesidir; Birinci Cihan savaşının neticesi değildir. Birinci Cihan harbi bitmiştir. Ondan sonra galip Müttefikler, Türkiye ile yaptıkları mütareke münasebetiyle başka kararların tatbikini istiyorlar kanaati hâkim olmuştur. Gerek idare edenler içinde, gerekse devlet ricali içinde, esaslı olarak, hiç aldanmadan, o zamanın büyük kumandanlarından Büyük Atatürk, bu müşahedeyi yapmıştır. Bu müşahede, büyük bir mücadeleyle milletin malı olmuştur. Birinci Cihan harbi, imparatorluk tarafından imzalanan Mondros mütarekesiyle hitama ermiştir. Ondan sonra, onun muahedeleri gelir. Mondros mütarekesinin tarihi 30 Ekim 1918'dir. Türkiye, imparatorluğun müttefiki olan Almanlar ve diğer devletlerden evvel Mondros mütarekesiyle harbe nihayet vermiştir. Mondros mütarekesinin imzasında cepheden gelmiştim, İstanbul'daydım.
M. Kemal Atatürk Ankara Hukuk Mektebi'nin Öğretim Kurulu Fahri Başkanı
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 117-122 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-117
Özet
Tam Metin
Ankara'da 5 Kasım 1925'te açılan ilk yükseköğretim kurumu Leylî Hukuk Mektebidir. Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk'ün bir konuşması ile T.B.M.M. salonunda açtığı bu kuruluşun önemi, Türk devrim hareketlerinde hukuka verilen üstün değerin ifadesidir. Cumhuriyet devrimizde prensip olarak Türk devrimi, sosyal hayatın kaynağı ve esası olan yeni hukuk anlayışına dayatılmıştır. Atatürk bunu şöyle ifade ediyor: "Cumhuriyet Türkiye'mizde eski hayat kaideleri, eski hukuk yerine yenilerinin konmuş bulunması bugün tereddüt edilmeyecek bir emrivakîdir". Cumhuriyet devrimizde çağdaş uygarlık daima bir amaç olduğu için, her devrim hareketinin, yeni hukuki esaslara ve ihtiyaçlara göre kanunlaşması gerekiyordu. Atatürk bu açış konuşmasında özellikle yeni sosyal değişikliklerin, yeni hukuk esaslarına göre alınması ve bunun öğrenimine önem verilmesi üzerinde durur ve aynen şöyle der: "Umumî hayatımızın yeni hukuk esaslarını nazar ve tatbikî olanlar da tecelli ve tahakkuk edinceye kadar, geçecek zamanı temin eden bizzat milletimiz ve onun inkılâbındaki yorulmaz ve yıpranmaz kuvvet olacaktır".
Ahmet Selâhattin Bey
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 123-128 · DOI: 10.37879/belleten.1974.149-123
Özet
Tam Metin
Kurtuluş Savaşımızın ilk yıllarında İstanbul'da yazıları, söylevleri ve cesur davranışlarıyle yurtseverlik örneği olan, ne yazık ki genç yaşta hayata gözlerini kapayan, Devletler Hukuku Profesörü Ahmet Selâhattin Bey, devrinin büyük bir fikir ve kalem savaşçısıdır. Bugünkü kuşağın tanımadığı bu eşsiz insanı yazılarından ve söylevlerinden faydalanarak tanıtmak istiyorum. Değerli tiyatro yazarımız Haldun Taner'in babası olan Ahmet Selâhattin Bey, 1878'de İstanbul'da doğmuştur. Babası Kurmay Albay İbrahim Muhittin Bey'dir. 1900 yılında Mülkiye Mektebini (Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu) bitiren Selahattin Bey, o zamanın en itibarlı yabancı kuruluşlarından olan İstanbul Reji Nezareti Muhafaza Kâtipliği ile memurluk hayatına başlamış, daha sonra Trablusgarp Reji Nezareti Başkatipliğine atanmışsa da, 7 Ağustos 1907'de bu işten istifa ederek ayrılmıştır. Aynı yıl Ziraat Bankası Piyango Kalemi Kâtipliğine giren Selahattin Bey, kısa bir süre sonra Düyun-i Umumiye İdaresi Aşar ve Gümrük Resm-i Munzamı Müsevvidliğine atanmıştır.
Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri ve Sergisi
Belleten · 1974, Cilt 38, Sayı 149 · Sayfa: 129-130
Özet
Cumhuriyetimizin 50. yıldönümü dolayısıyle Türk Tarih Kurumu'nca düzenlenen "50. Yıldönümü Semineri", 23 - 26 Ekim 1973 tarihleri arasında Türk Tarih Kurumu konferans salonunda uygulanmıştır Türk Tarih Kurumu bundan başka Kurum girişinde Cumhuriyetimizin 50 yıllık aşamalarını, devrimleri kronolojik olarak belgeleri ile gösteren öğretici nitelikte bir sergi de açmıştır. Bu sergide cumhuriyet, devrimler ve Atatürk'le ilgili belli başlı yayınlar da yer almıştır. Serginin katalogu basılmaktadır.
Mütareke Devrinde Mustafa Kemal Paşa'ya ait İki Belge
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 451-456 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-451
Özet
Tam Metin
Yayınladığımız bu iki belgenin asılları Cumhurbaşkanlığı Arşivinde bulunmaktadır. İlk bakışta anlaşılacağı gibi bu belgelerin önemi, biri Mütareke günlerinde Mustafa Kemal Paşanın İstanbul'da düşmüş olduğu maddi sıkıntının bir yanını göstermesi ve ötekisi de genç generalin karakteri hakkında bilgi vermesi olmak üzere, başlıca iki noktada belirtilebilir. Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşı sonunda bağlaşıklarımızdan Almanya'nın yenilerek savaştan çekilmesi üzerine, o sıralarda Filistin cephesinde Yıldırım Ordular Gurubu adı ile çarpışan Osmanlı birliklerinin komutanı olan Alman generali Liman von Sanders yurduna dönmek zorunda kalmış ve Yıldırım Ordular Gurubu komutanlığını Mustafa Kemal Paşa üzerine almıştı. Yeni komutan, yerli Arapların da desteği ile daha önce saldırıya geçmiş olan İngiliz ordusunun çok üstün kuvvetleri karşısında geri çekilmeğe zorlanan Osmanlı kuvvetlerini tam bir bozguna uğramak ve imha edilmekten korumayı ve Toroslara kadar geriye getirmeyi başarmıştı. Ancak, tam bu sırada Osmanlı Devleti de, yenilmiş olan bağlaşıkları gibi, İtilâf Devletleri ile Mondros'ta bir ateşkes anlaşması imzaladı (30 Ekim 1918) ve buna göre Yıldırım Ordular Gurubunu lağv etti. Komutanı Mustafa Kemal Paşaya da Başkente dönmekten başka yapacak bir iş kalmadı. Gerçi O ordudan ayrılmıyor ve Harbiye Nezâreti emrinde alıkonuyordu, fakat artık fiili bir görevi yoktu.
Yunan İşgalinin Meydana Getirdiği Göç ve Yunanlıların Yaptıkları "Tehcir"in Sonuçları Hakkında Bazı Düşünceler
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 485-496 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-485
Özet
Tam Metin
Paris sulh konferansında müttefiklerin Yunanlılar lehinde davranmaları sonucunda İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi kararlaştırılmıştı. Mondros mütarekesinin 7. maddesindeki "İtilaf devletlerinin" emniyetlerini tehdit eden bir durum karşısında stratejik noktaları işgal edebilecekleri şıkkına dayanıyorlar. Bu karar Avrupa çevrelerinde de tam bir tasvip görmedi. Çünkü, özellikle Aydın bölgesinin durumundan bahsederek bu bölge üzerinde bir Yunan himayesinin teessüs etmesinin Türklerle Yunanlılar arasındaki nefreti arttırmaktan başka bir netice vermeyeceği ifade edilmekte idi. Fakat bu bir sonuç vermedi ve Yunan işgali gerçekleşme yoluna girdi. Nitekim Sadrazam Ferit Paşa, kendisine bu hususta verilen notayı kabul etti; bu notada, mütarekenin 7. maddesine dayanarak İzmir istihkamlarının işgal edileceği, daha sonra verilen bir ikinci notada da mütareke hükümlerine dayanarak İzmir'in Yunan askeri tarafından işgaline karar verilmiş olduğu bildirilmişti (14 Mayıs 1919); bu haber gazetelerde sansür edilerek çıkmış ve durum bir emr-i vaki halinde kabul ettirilmek istenmiştir. Bu durum hakkında Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa'nın mütalaası ibret vericidir. Ona göre bir hastalığın tedavisi için göze alacak ya kati bir ameliyatla hastalık nihayete erer, yahut ikinci derece olmak üzere bazı ilaçlarla önüne geçilmek istenir yahut da ihmal edilerek kendi haline bırakılır. Bir operasyon demek olan vuruşmayı mütareke yaptığımız için, yapamıyoruz, ilaç makamında olan notalarla işi durdurmak istiyoruz.
Türkiye Cumhuriyetinin İlanı, Atatürk Devrimlerinin Başlangıcı
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 475-480 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-475
Özet
Tam Metin
Mustafa Kemal Paşa, Sultan'ın iradesiyle mıntıkada dahili asayişi iade etmek için, gerçekte Türkiye'yi yabancı işgalinden kurtarmak amaciyle, şaşılacak derecede geniş yetkiye (vâsi salâhiyete) sahip olarak Samsun'a hareket ettiğinde, bunun ancak tek bir kararla mümkün olacağını anlamıştı : "Hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilâ kaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek". Bu maksatla Hükümete ve Padişah'a karşı ayaklanması gerekiyordu. Fakat milletin büyük bir kısmı ona hala canla başla bağlı olduğundan, gerçek hislerini saklamak zorunda kaldığını anladı. Bu nedenle Sultana sadakatını tekrarlayarak teyit etti ve Damat Ferit Paşa Kabinesiyle ilişkiler kesildikten sonra da bu durumunu devam ettirdi: "Namı namii Hazreti Padişahiye olarak kavanin-i mevzua dairesinde umur ve muamelat-ı devlet kemakân tedvir ve temşiyete devam olunacaktır". Yalnız en yakın arkadaşlarına, zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını söylemişti. İstanbul'da da "Cumhuriyet yapacaklar, Cumhuriyet!" diye bağıran Ali Rıza Paşa gibi bazı keskin görüşlü devlet adamları bunu anlamışlardı. Fakat Mustafa Kemal onlara yalnız inkılâpçı değil, aynı zamanda, kademe kademe yürüyerek hedefe vasıl olmağa çalışmak lazım geldiğini bilen büyük bir diplomat olduğunu göstermiştir.
Sumer, Babil ve Assur'lularda Hukuk, Kanun ve Adalet Kavramları ve Bunlarla İlgili Terimler
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 557-582 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-557
Özet
Çivi yazısı dünyada ancak 20. yüzyılın içinde yani son yüzyıl içinde çözülmüş ve okunabilmiştir. Belgelerinin bir çoğu vatanımızda bulunan ve yurdumuz ve tarihimiz ile doğrudan doğruya ilgisi ve bağı olan çivi yazısı ile insanlığa intikal eden zengin tarihi kaynakların Türk ilim adamları tarafından okunması, incelenmesi ve tarihi sentezler yapılabilmesi, milli bir kıvanç ile uluslararası araştırmalara katkıda bulunabilmesi ise, Atatürk'ün her alanda olduğu gibi tarih ve dil araştırmalarında da milli bir amaç ile ileri görüşlülüğü sayesinde ancak son otuzbeş yılın hazırlıkları sonucu mümkün olabilmiştir. Sümeroloji Assyrioloji ve Hititoloji gibi birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak birbirine bağlı bu ilgili sahalar Almanya'dan davet edilen en salahiyetli otoriteler tarafından Ankara ve İstanbul Üniversitelerinde 1936 yılında açılırken, bir taraftan da, bir çok ilim adamının bir an evvel yetişebilmesi için, bu sahaların araştırma merkezlerinin bulunduğu Almanya'ya da Türk gençleri gönderilmiştir. Bugün gerek Almanya'da gerekse yurdumuzda yetişmiş olan bu ilim adamları Ankara ve İstanbul üniversitelerinde kendilerinden sonra gelecekleri, yetiştirici durumundadır.
Early Works of the Architect Sinan
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 545-556 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-545
Özet
Tam Metin
Sinan İbni Abdülmennan, after nineteen years of distinguished service as a Janissary in the Ottoman Army of Süleyman the Magnificent, went on to a long career as architect, during which the large number of his works won for him the name of a builder and artist of genius whose name is writ large in the history of world architecture. Being a Janissary, Sinan was taken in his childhood or youth as a levy into the military corps. The registers of children taken in these levies were by the Aga of the Janissaries but they have not survived, having either been burned or perhaps destroyed along with everything else pertaining to the Janissaries, during the Vak'a-i Hayriye, the abolition of the Corps in the time of Mahmud II. For this reason, neither the date of Sinan's birth, nor his christian name, nor those of his parents are known. Although we have no certain knowledge of the architect Sinan's childhood, there are some clues. In the Tezkiret ül-Ebniye ("Book of Imperial Buildings") and the Tezkiret ül-Bünyan ("Book of Buildings") written down by his close friend the poet Nakkaş Mustafa Sa'i at Sinan's dictation, in the Tablet ül-Mı'marin ("Masterpieces of Architecture") compiled by Asari on the basis of SaTs works, and in Sinan's own deeds of bequest, we encounter certain facts which shed light on the matter.