3775 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 3775
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 3775
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 270
- Osmanlı İmparatorluğu 172
- Türkiye 148
- Türkler 137
- Osmanlı Devleti 135
- Anadolu 131
- Ottoman Empire 111
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 97
Mimar Sinan'ın İlk Eserleri
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 533-544 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-533
Özet
Tam Metin
Sinan İbni Abdülmennan, Kanuni Sultan Süleyman zamanında on dokuz yıl yeniçeri olarak Osmanlı ordusunda çalışmış ve başarılı bir askerlik hayatını izleyen uzun mimarlık döneminde pek çok sayıda eser vererek dünya mimarlık tarihinin kütüğüne adını büyük harflerle kazdırtmış bir yapı ve sanat dehasıdır. Sinan yeniçeri olduğuna göre çocukluk ya da gençlik çağında devşirme asker ocağına alınmıştır. Devşirme çocukların kütükleri Yeniçeri Ağasınca saklanırdı. Bu defterler bugün elde yoktur. Ya yanmış, ya da yeniçeriliğin II. Mahmut zamanında Vak'ay-i Hayriye diye anılan hareketle ilgasında yeniçerilere ait her şey gibi bunlar da yok edilmiştir. Bu yüzden Sinan'ın gerçek yaşı, Hıristiyan adı, anasının ve babasının adı bilinmemektedir. Mimar Sinan'ın çocukluk çağına ait kesin bilgimiz yoksa da bu konuda bazı ipuçları vardır. Yakın arkadaşı olduğu anlaşılan Şair Nakkaş Mustafa Sa'i tarafından Sinan'ın son yıllarında ve onun ağzından kaleme alınan Tezkiret ül-Ebniye ile Tezkiret ül-Bünyan'da, Asari tarafından Sa'i'nin yazdığı tezkereler esas alınarak hazırlanan Tuhfet ül-Mi'marin'de ve Sinan'a ait vakfiyelerde duruma ışık tutan bazı bilgilere rastlıyoruz.
Atatürk Ulusçuluğu ve Geleneksel Kültür
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 527-532 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-527
Özet
Tam Metin
Cumhuriyetin ilânından elli yıl sonra geleneksel kültürü ulusçulukla eşdeşleştirme çabalarına tanık oluyoruz. Atatürk'ün en büyük amacı olan Ulus bütününü gerçekleştirme, yeni Osmanlılık taraftarlarının düşüncelerinde, değişik bir yorumla, bütün tükenmiş geleneksel tutumları neredeyse yeniden restore ederek varılacak bir olgu haline dönüşüyor. Bu bakımdan Atatürk'ün tanımladığı ulus kavramını gelenekle doğru ilişkiler içine yerleştirmek önemli bir sorun oluyor günümüz Türk kültüründe. Sadece bir ulus yaratmak değil, fakat geleceğin dünyasında erimeyecek bir kültür varlığına sahip olmak da bugüne kalmış Osmanlıların kurtulamadıkları kavram kargaşasından kurtulmakla kabil olabilir. Kurtuluş Savaşı Atatürk'ün "lider"liğinde anti-emperyalist bir büyük uğraş idi ve bütün ekonomik, politik, sosyal ve kültürel koşulları Geç Osmanlı toplum yapısı içinde oluşmuştu. Gerçek savaş ondan sonra başladı. Bu, kültür ortamının değişmesi, kültür dönüşümü savaşıydı ; bir tanımlar savaşıydı. Bu savaşı günümüzde, ve ne yazık ki Atatürk'ün güçlü politikasından mahrum olarak, sürdürmek zorundayız.
Türkiye Cumhuriyeti Donanmasının Ellinci Yılı
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 497-526 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-497
Özet
Tam Metin
Heybeliada'daki Mekteb-i Bahriye-i Şahaneye (Padişahın deniz okuluna) 1918 yılında en son bizim sınıf girmişti. Mütarekeden ötürü, ta Cumhuriyet dönemine kadar da başka öğrenci alınamamıştı. O yıl tepedeki Rum Ruhban Okuluna da el konulmuş ve bu binada, "Güverte ve Makina Namzed (Aday) Okulu" açılmıştı. İki yıl bu okulda hazırlık dersleri okunacak, ondan sonra da güverte öğrencileri Güverte Okuluna, makina öğrencileri de Makina Okuluna gideceklerdi. Böylelikle Ada'da Deniz Kuvvetlerine ait dört okul olmuştu. İskelenin yanındaki Güverte Okulu ile Namzet Okullarının müdürü Yarbay Şevket, yukarıdaki Makina Okulu ile bunun yanındaki Mızıka Okulunun müdürü de Kıdemli Yüzbaşı Ferit idi. Bahriye Nazırı Cemal Paşa, yönetim sorumluluğunu "Eti senin, kemiği benim" der gibi bu iki değerli subaya bırakmıştı. Onlar ne isterse yapacaklar, Cemal Paşa da bir dediklerini iki etmeyecekti. O kadar ki, öğrencilere ilişkin öğretim kurulunun verdiği kararların hiç bir temyizi yoktu, "kifayetsizdir" hükmü verilen her öğrenci bavulunu alıyor ve okulla ilişkisini kesiyordu.
Atatürk'ten Anılar
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 457-470 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-457
Özet
Tam Metin
Bunu Atatürk Hayatı ve Eseri adlı kitabımın önsözünde kısaca ele almıştım. Sonra karşılaştığım sorular dolayısıyle işin gerektiği gibi anlaşılmadığını gördüğümden daha açık yazmayı doğru buldum. Bir akşam Atatürk, bu adı almaya karar verdiğini söyledi ve düşüncemi sordu. "Mustafa Kemal adıyle parlak zaferler kazandınız, ün saldınız, çürümüş bir imparatorluktan dipdiri bir cumhuriyet çıkardınız, büyük devrimler yaptınız; bu adı bırakmak doğru olmaz." dedim. Atatürk yalnız şu karşılığı verdi: "İbn-i Sina'ya neden kızıyorsun?" Ben işi anlamış ve "Doğru." demiştim. Bunun anlamı şuydu: İbn-i Sina diye anılan Ebu Ali el-Hüseyin İbn-i Abdullah, Buhara yakınlarında Afşana'da doğmuştur. O sırada Mâveraü'n Nehr bir Türk ülkesiydi. Orada doğanların Türklüğü değil, Türk olmadığı sayı ortaya atılırsa bunun kanıtlanması gerekirdi. Ancak, hemen bütün Türk ünlülerinin Arap adları taşıması yüzünden karışıklıklar doğagelmektedir.
Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Kadını
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 481-484 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-481
Özet
Tam Metin
Atatürk'ümüzün Türk kadınına sunmuş olduğu devrim, Cumhuriyetimiz kadar önemlidir. Atamız : "Bir milletin yarısı, felce uğramış gibi bırakılmaz." demişti. "Kadın denilen varlık, bizatihi yüksek bir varlıktır." demişti. Cumhuriyetin ellinci yıldönümünde biz Türk kadınları, yuvamıza ve yurdumuza karşı sorumluluğumuzu nasıl anlıyor ve ne yapıyoruz? Sorumluluğun ne olduğunu, Atatürk'ün günlerce yemeden, içmeden ve uyumadan yazıp, günlerce söylediği Nutkun sonunda belirmiş görüyoruz: "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir." Bu sözlerin dünya insanlığına ve Türk gençliğine sunulabilmesi için, Türk milleti yüzyıllar boyunca şehitler vermiş ve bu şehitleri de Türk anaları doğurmuştur.
Die Gründung der Türkischen Republik. Anfang der Reformen Kemal Atatürks
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 471-474 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-471
Özet
Tam Metin
Als Mustafa Kemal Pascha am 16. Mai 1919 nach Samsun abreiste, um Anatolien von der fremden Besatzung zu befreien, wusste er, dass der grösste Teil des Volkes dem Sultan-Kalifen noch treu ergeben war. Darum sah er sich gezwungen, seine wahren Gefühle zu verbergen. Wiederholt versicherte auch er ihm seine Verbundenheit. Nur gegenüber seinen engsten Freunden erwWınte er, dass nach errungenem Siege die Regierungsform der Türkei die Republik sein werde. Dies ahnten auch einige weitsichtige Staatsm,nner in Istanbul. So rief Grosswesir Ali Rıza Pascha in einem lichten Augenblick aus : "Sie werden die Republik errichten!" Mustafa Kemal aber zeigte ihnen, dass er nicht nur ein Revolutionr, sondern auch ein grosser Diplomat war, der sich darüber im klaren war, dass er sein Ziel nur schrittweise erreichen konnte.
Balat (Ortaçağ'da Miletos) Kentinin Ekonomik Canlılığının Kanıtları
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 297-304 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-297
Özet
Tam Metin
Son yıllarda, ortaçağ yapılarının duvar sıvalarına kazınmış resimlerin (graffiti) incelenmesi yeniden ilgi uyandırmıştır. Bu konudaki incelemeler, yazıtlar ve Batılı hacıların armaları, ya da çoğunlukla Hristiyan anıtları, kilise ve manastırların duvarlarına kazılmış ya da oyulmuş, akidographemata diye de adlandırılan gemi resimleri üstünde yoğunlaşmıştır. Gerçekten, dinsel yapıların duvarlarına resim kazınması, oyulması ya da çizilmesi, özellikle gemi resimleri, doğuda Isfahan'a, güneyde Nil'in ilk çağlayanına, kuzeyde Helsingör'e, batıda Ren vadisine dek uzanan yaygın bir uygulamadır. Bu resimlerin amacı ile ilgili olarak çeşitli nedenler sıralanabilir. Bir çok durumlarda, ortaçağa ilişkin ad ve arma resimleri, söz konusu kişinin belli bir yere geldiğinin belirtisinden öte bir anlam taşımıyordu. Kudüs ya da Sina'daki St. Catherine Manastırı gibi din bakımından önemli kutsal ziyaret yerlerinde ise bu resimler, ziyaretçilerin toplumsal durumlarını gösteren bir çeşit sembol oldukları ölçüde, dinsel görevin yerine getirildiğinin az ya da çok kalıcı kanıtlarıydılar. Araplar, özellikle göçebe Bedevi kabileleri, yapıların duvarlarına, kuyulara, vb. çeşitli desenlerde resimler kazıyarak ya da oyarak, bu yerlerin kullanımına ya da mülkiyetine ilişkin belli haklara sahip olduklarını gözle görülür bir biçimde ortaya koyuyorlardı. Bu tür resimlere genellikle evsâm (tekili vesm) denilmekte ve bir çok Doğu Akdeniz ülkesinde bunlara rastlanmaktadır.
Türk Kültür Tarihi Bakımından Arşivlerimizin Önemi
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 305-320 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-305
Özet
Tam Metin
Zaman zaman yurdumuzun yer-altı ve yer-üstü servetlerinden söz edilir, bunların değerlendirilmesi yapılarak, kâh işletemediğimiz, onaramadığımız için üzüntü duyulur, kâh Allah'ın yurdumuza bahşettiği bu lutuf ve bereketten doğan kıvanç ve öğünç paylaşılır. Lâkin, aslında yer-yüzünde olmakla beraber, zenginliği, ehemmiyeti, toplumumuza maddi ve manevi sahada sağlayabileceği faydaları çoğunluğun meçhûlü olduğu, bazan sandıklar içinde, bazan rutûbetli yerlerde bizlere, insan yüzüne, temiz havaya, güneşe hasret kaldıkları için, saklı, gizli, gözlerden ırak bir hazinemiz daha vardır: Türkiye Arşivleri ve içerisindeki bakım bekleyen, tozdan, nemden sahifelerini bazan dantelâ gibi işleyen kurtlardan arınmaya muhtaç, ancak bir kısmının sayısı hakkında tahminler yürütülebilen bir yığın evrak, tam deyimi ile "yükte hafif, bahada ağır" bir sürü kağıt parçası. Onları bir yandan küçük kitap böcekleri kemirir, karınlarını doyururken, diğer taraftan bir kısım dostları onların açlığı, özlemi içerisindedirler; bu zararsız yaratıklar onları deşememe, değerlendirememenin çaresizliği içerisinde yanar, tutuşurlar. Belgeler ve okuyucuları, engin sessizlik ve sabırla bekleyişleri içerisinde maksat bakımından birbirlerine zıt iki kutup teşkil ediyor gibi görünürler. Halbuki, onları, aslında birbirlerinin gönüllerinde yatan, kavuşacakları günü, am bekleyen bahtsız sevgililere benzetmek daha doğru olur.
İran'da Erken İslam Devri Alçı İşçiliğinin Anadolu Selçuk Sanatında Akisleri
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 257-266 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-257
Özet
Tam Metin
Burada kısaca Herzfeld'in 9. asır Abbasi Samarra alçılarında I. ve II. grup olarak ayırdığı stilize bitkisel motifli alçıların Iran yoluyla Anadolu'ya varan akislerini belirtmek istiyorum. Bilindiği gibi Part'lardan beri İran'da gelişen alçı işçiliği Samarra etkisiyle yeni bir hüviyet kazanmıştır. Çok üzerinde durulan I. Samarra alçı grubu eğri kesim tekniği stilinin görüldüğü, stilize yarım ve tam palmetlerin, helezonların, düğme gibi noktaların işlendiği Avrasya hayvan stilinden esinlenen, kalıplama tekniği ile işlenen örneklerdir. Bu stilde işlenmiş alçı, ahşap, taş malzemenin İslam sanatında çok geniş bir alanda şaşılacak benzerlikle birkaç asır kendini sürdürmesi Ettinghausen tarafından ilginç örneklerle açıklanmıştır. Mısır'da (876-79) Tolunoğlu camii alçı ve ahşap işçiliği örnekleri, 1003 tarihinden Kahire'de Fatımi devri El Hakim camii ahşap kirişleri bilinen en erken tarihli paralel örnekler olmaktadır. El Ezher camii harim alçılarında da Samarra I grubundan etkilenen çeşitli derin oyma alçılar tipiktir(970-71). İran'da bu stilin ilk örneklerinden biri Isfahan Mescidi Cuma'sının 072-92 arasına tarihlenen kirişleri üzerinde görülür ve 14. asra kadar alçı, ahşap örneklerle devam eder.
Prof. Albert - Louis Gabriel
Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 321-364 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-321
Özet
Tam Metin
Paris'teki Türk elçiliğinden 26.12.1972 günü Ankara'da Dışişleri Bakanlığına çekilen çok acele kayıtlı bir telgrafın başında Fransa hükümeti yanındaki elçimiz sayın Hasan Işık şu haberi veriyordu: "Türkiye'ye büyük bağlılığı ile tanınmış olan, 1926 - 1936 seneleri arasında İstanbul Üniversitesinde ve İstanbul'daki Fransız Arkeoloji Enstitüsünde çalışmış olan arkeolog Prof. Albert Gabriel, 25 Aralık günü ikamet etmekte olduğu Bar-sur-Aube şehrinde 89 yaşında vefat etmiştir. Prof. Albert Gabriel, Türk Tarih Kurumu şeref üyesidir. Ankara Üniversitesinden Prof. honoris causa, İstanbul Üniversitesinden de doctor honoris causa payelerini almıştır. İstanbul ve Bursa fahri hemşerisidir. Türkiye hakkında çeşitli kitaplar yazmıştır. Telgrafın devamında elçiliğimizce bu hususta yapılanlar özetlendikten sonra, durum bildirilerek, yurdumuzda da bu hususda neler yapılabileceği bir temenni olarak ortaya konuluyordu. Böylece Türk Sanatı'nın tanınması ve tanıtılması yolunda harcanmış uzun bir ömrün sona erdiği kesinlik kazanmış oluyordu. Bu yazımızda artık aramızdan ayrılmış olan Prof. Albert Gabriel'in hayat hikayesini ortaya koymağa çalışacak, onun başlıca yayınlarının bir bibliyografyasını düzenleyecek ve eserlerinin Türk sanat tarihi bilim bakımından ne ifade ettiğini özetleyeceğiz.