3775 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Yakın Tarihimizle İlgili Bir Belge Esad Fuad Tugay'ın İngiltere Başbakanı Balfour'a Yazdığı Mektup

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 583-606 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-583
Tam Metin
Birinci Dünya Savaşı ve bu savaşı izleyen Türk Kurtuluş ve Ulusal Bağımsızlık Savaşı yıllarında önemli yurt içi ve yurt dışı görevlerde bulunmuş olan diplomat, yazar ve gazeteci Esad Fuad Tugay, 15 Aralık 1920 tarihinde, İngiltere Başbakanı Balfour'a, İngiliz başdelegesi olarak, Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam)'nin birinci Genel Kurul toplantısı sırasında, 22 Kasım 1920'de yaptığı konuşmayı eleştiren bir mektup yazmış, bu mektubun birer kopyasını Milletler Cemiyeti delegelerine de göndermiştir. Yakın tarihimize bir bakıma ışık tutan bir belge niteliği taşıması nedeniyle üzerinde durulmaya değer bulduğumuz bu mektubu yayımlama hazırlıkları içindeyken, E. F. Tugay'ın, 31 Temmuz 1973'te, 89 yaşında, İstanbul'da vefat ettiğini üzüntüyle haber aldık. Ömrünün son günlerinde, söz konusu mektubun, Belleten'in, Cumhuriyet'in 50. kuruluş yıldönümüne adanan özel sayısında yer almasını sevinçle karşılayan E. F. Tugay'ın anısını saygıyle anıyoruz.

The Influence of Early Islamic Stucco Work in Iran on Anatolian Seljuk Art

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 267-278 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-267
Tam Metin
In this article, I want to dwell on the reflections of Abbasid stucco work on Anatolian Seljuk Art by way of Iranian Seljuk art. The origin dates back to Abbasid stucco works with stylized plant motifs from gth century Samarra, classified by Herzfeld as Group I and II. The well-known stucco workmanship in Iran, dating back to Parthians, has assumed a new character in Islamic Period through the influence of Samarra. The most dwelled upon group of stucco works from Samarra, the so-called Group I according to the above classification, constitute moulded examples in beveled style, influenced by Eurasian animal style, with stylized full of half palmettes, geometrical scrolls and button-like spots. Professor Ettinghausen has methodically demonstrated the continuation of this style in Islamic art for several centuries, with remarkable similarities in a very wide field, using different materials like stucco, wood or stone.

Üçüncü Sultan Selim Zamanında Yazılmış Dış Ruznâmesinden 1206/1791 ve 1207/1792 Senelerine ait Vekayi

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 148 · Sayfa: 607-662 · DOI: 10.37879/belleten.1973.148-607
Tam Metin
Malûm olduğu üzere pâdişahların biri şahsına ve diğeri devlet işlerine dair iki ruznâmeleri vardır. Şahıs yani iç ruznâmeleri kendisinin ogünkü hayatı hakkında olup doğrudan doğruya şahsidir. Dış yani devlet işleri ruznâmesi şumullü olup vak'a-nüvis tarihlerinde görülmeyen bazı bilgileri de havi olduğundan alâka çekicidir. Benim naklettiğim ruznâme bu ikinci nevidendir. Yazanın bir haylı hataları, düşük ve rabıtasız kayıtları vardır. Anlattığını değiştirmediğinden ben aynen naklediyorum. Bu ruznâmenin Sultan Selim'in cülûsundan (1203 Recep/1789 Nisan) itibaren olan kısmı maalesef görülmedi. Bulunursa onu da neşretmek isterim. Bu suretle Sultan Selim'in cülûsundan itibaren beş senelik olaylar toplanmış olur.

Testimonies to the Economic Vitality of Balat, The Mediaeval Miletus

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 289-296 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-289
Tam Metin
The last few years have been marked by a renewed interest in the study of graffiti scratched into the plaster covering the walls of mediaeval buildings. These studies have concentrated either on inscriptions and coats-of-arms of Western pilgrims or on ship-graffiti, also known as akidographemata, scratched or carved predominantly into the walls of Christian monuments, churches and monasteries. In fact, the practice of scratching, carving or drawing graffiti, and especially those of ships, onto the walls of religious buildings was very widespread, extending in the east to Isfahan, in the south to the first cataract of the Nile, in the north as far as Helsingör, and in the west to the Rhine Valley.

Urartäisches Epigraphisches Material aus Van und Umgebung

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 279-288 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-279
Während einer Forschungsreise, die ich im Auftrag des "Istituto per gli studi Micenei ed Egeo-Anatolici" im Sommer 1969 in die Ost Türkei unternahm und die das Ziel hatte, die archäologischen und schriftlichen DenkmWer des urartischen Zentralgebietes zu besichtigen -vor ailem die der alten Hauptstadt auf dem Van-Felsen (Van Kalesi) -, komite ich einige Beobachtungen machen, die das immernoch spärliche Corpus der urartäischen Schriftdenkmffier ein wenig vermehren.

XIV-XV. Yüzyıllar Türkiye Tarihi Hakkında Araştırmalar

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 146 · Sayfa: 159-190 · DOI: 10.37879/belleten.1973.146-159
Tam Metin
Araştırmamıza konu olan Türkiye ve Yakın-Doğu üzerinde 1393/94 Timur tehlikesi meselesine girerken bu meselenin daha kolay bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için, Timur ve imparatorluğu hakkında kısaca bilgi vermeği uygun gördük. Orta çağın sonlarında önemli bir mevkii işgal eden, adını taşıyan imparatorluğun kurucusu ve ilk zamanları hakkında pek fazla birşey bilinmiyen Timur, nisan 1336'da Semerkand'ın güneyinde Keş'de doğmuştur. Genellikle, Timur devri tarihçileri onun soyunu Cengiz Han sülalesine bağlama gayreti içindedirler. Ancak aynı kaynaklardaki mevcut bilgiler göstermektedir ki, Timur, Barlas oymağına mensub ve idareleri altında bulunan Keş şehri etrafında yurt tutmuş Maveraünnehirli asil bir aileden gelmektedir. Timur daha 25 yaşında genç bir adam iken kendini tanıtmak imkanını elde edebilmiş ve 1361'lerde Maveraünnehir bölgesindeki siyasi olgular nedeni ile ilk kez siyasi hayata atılmıştır. Ancak başlangıçtan itibaren temkinli hareket etmeği benimsemiş bulunduğundan, bölgede anarşik ortamın doğmasına sebep Tuğluk Timur idaresindeki İli Moğollarına karşı ümitsiz bir kahraman olmak istememiş, barışçı ve uzlaştırıcı bir politika izlenmesi düşüncesini ortaya atmıştır. İşte bu davranışıdır ki Keş'i kendisine kazandırmış, nihayet 33 yaşında iken Belh'i de hâkimiyet sahasına aldıktan sonra, bölgenin tek hakimi durumuna gelmiştir. Emir Hüseyin'in öldürülmesinden sonra da 137o'de Semerkand'a gelerek resmen hükümdarlığını ilan etmiş olan Timur'un, kendisini Cengiz Han'ın ve Çağatay'ın takipçisi olarak tanıtmak istediğine dair Zafernâmelerde kayıtlar bulunmaktadır 5. Herhalde bu, o günün siyasal ve sosyal şartları içinde bölge topluluklarının sempatisini kazanmak için ortaya atılmış bir iddia olmalıdır.

Gebze Yöresinde Kutluca Kubbeli Mezarları ve Onun Trakya Kubbeli Mezarları Arasında Aldığı Yer

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 146 · Sayfa: 143-158 · DOI: 10.37879/belleten.1973.146-143
Tam Metin
Eskiden Kurtçalı ya da Kurtluca, bugün ise Kutluca adını taşıyan köy Gebze ilçesine bağlı olup Gebze'nin kuş uçumu 30 km. kuzeydoğusunda, İzmit'in ise yine kuş uçumu 23 km. kuzeybatısında, eski İzmit-İstanbul yolunun yaklaşık olarak 2 km. kuzeyinde yer almaktadır. 1939 yılında Bithynia bölgesinde bir inceleme gezisi yapmış olan Alman epigrafist ve arkeologu F. K. Dörner bu köyün mezarlığında bulmuş olduğu kubbeli mezar hakkında şu bilgiyi vermektedir: "Yakında meydana çıkaracağımızı umduğumuz kubbeli mezar (Bithynia'nın eski iskân tarihine dair) emin bir ipucu verecektir. Ben bu mezarı Ekşioğlu (Şemsettin)nun kuzeydoğusunda, yaklaşık olarak 1,5 saatlik bir mesafede 2 sık çalılıklar ve büyük ağaçlarla örtülü bir tepenin üzerinde keşfettim. Bugün aynı yerde bir Türk mezarlığı bulunmakta, bu mezarlık ilkönce bence anlaşılmayan, fakat sonra tam anlamını kazanan "Yarımbaş Mezarlığı" adını taşımaktadır. Kubbeli mezar, doğudan batıya doğru yükselen bir tepeler silsilesinin sırtında bulunmaktadır. Kuzeyde arazi, levha II, I'de görüldüğü gibi, dik meyilli olarak alçalmakta, burada belki kubbeli mezarla ilgili büyük ve açık bir suni çukur yer almaktadır. Mezarlığın önüne geldiğimde tepeyi ilkönce tabii sandım. Fakat mezarlığın içinde eski eser bulmak ümidi ile yaptığım araştırmalar esnasında dilimli başlıklar ve yivsiz sütun parçaları yanında zorla kırılmış mezarın kubbesiyle karşılaştığımda hayretler içinde kaldım.

Kuzey Irak'ta Osmanlı Hâkimiyetinin Kuruluşu ve Memun Bey'in Hatıraları

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 146 · Sayfa: 191-230 · DOI: 10.37879/belleten.1973.146-191
Tam Metin
Hatıraların edebi eser olarak değerlendirilmeleri yanında, tarih açısından belge olma nitelikleriyle sahip oldukları değer, ayrı bir önem taşımaktadır. Hatıraların yazılışında türlü faktörler etkili olmakta ise de, bunlar bütünüyle milli tarihimizin askerlik, yönetim ve toplumla ilgili yapısı bakımından aydınlatıcı, olayları belgeleyici yönleriyle vazgeçilmez kaynaklar olma özelliklerini saklamaktadırlar. Bu sebepledir ki, Osmanlı İmparatorluğunun tarihi kaynakları arasında son yıllarda önemleri gittikçe artan belgelerden birisi de hatıralar olmuştur. Bundan bir süre önce Baf Kadısı Macuncu-zade Mustafa Efendinin hatıralarını araştırıcılara sunduğumuz zaman, bu metnin gerek yurt içinden, gerek yurt dışından nasıl ilgi ile karşılandığını görmüş, tarihimizin belli kaynakları yanında, edebî ölçüler itibariyle pek de değerli olmayan bu metnin, toplum yapısını aydınlatma bakımından kazandığı değeri izlemiştik (Bir Türk kadısının esaret hatıraları. Tarih Dergisi, V, Sayı 8). Macuncu-zade Mustafa Efendinin hatıraları yani, Baz-geşt-i Hakiri Malta - Sergüzeşt-i esirî-i Malta bir süre sonra Türk Dil Kurumu tarafından metin halinde de yayınlanmıştır (Prof. Fahir İz. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı 1970, 78 - 122). Daha sonra bu türden başka bir metin, Türk kamu oyunu ilgilendirmiştir. Viyana'nın ikinci defa kuşatılması sırasında Avusturya kuvvetlerince tutsak alınan Osman Ağa'nın hatıraları da ayni şekilde ilgi bulmuştur (Viyana muhasarasından sonra Avusturyalılara esir düşen Osman Ağa'nın hatıraları. Yayımlayan: M. Şevki Yazman. İstanbul 1961).

Boris PJOTROWSKİ, Urartu, Geneva, 1969. Archaeologia Mundi serisinden. 230 s., 96 lev., 9 s. levhaların izahı, 4 s. bibliyografya, 4 s. indeks. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 395-402
Son yılların aktüel konularından birini meydana getiren Urartu devletinin tarih ve kültürü üzerine, Urartu konusunun en büyük uzmanı , Ermitage Müzesi müdürü ve Karmir-Blur hafiri B. Pjotrowski tarafından kaleme alınmış bulunan bu eserin ilk bölümü (s. 3-41) "Urartular'ın tekrardan keşfi" adını taşımaktadır. Burada önce Urartu araştırmaları= bir tarihçesi verilmekte, Urartu eserlerine uzun süre Asur yapıtları olarak bakıldığı ve ancak 1871 yılından itibaren, Fransız bilim adamı Prévost de Longprier'nin Van'da bulunup İstanbul'a getirilmiş olan kazan kulplarının Urartular'a ait olabileceğini bildirmesinden sonra, yavaş yavaş Urartu eserlerinin Asur eserlerinden ayrılmağa başlandığı belirtilmektedir. Toprakkale'de yapılan kaçak kazılar ve elde edilen güzel eserlerin Van'da bir kazı yapılmasını gerektirdiğine değinen yazar, 1877'de H. Layard'ın asistanı H. Rassam'ın ilk keşif hareketinden sonra 1879-1880 yılları arasında yapılan Toprakkale kazılarından bahsetmekte, bu ilk kazılarda elde edilen eserler karşısında Rassam ve arkadaşlarının duygularını ve bunun nedenlerini ise aynen şu sözlerle açıklamaktadır: "Maalesef ilim heyeti Toprakkale'deki kazıları sırasında umduklarını bulamamışlardır. Her ne kadar arkeologlar açık ve koyu renk kesme taşlardan gayet düzenli bir şekilde inşa edilmiş olan tapınağın temellerini gün ışığına çıkartmışlarsa da durumdan hiç memnun kalmamışlardır. Toprakkale'de Asur sarayları gibi anıtsal Urartu eserleri ile karşılaşacaklarını sanan hafirler, bu buluntuların azlığı karşısında hayal kırıklığına uğramışlardır. Onlara göre Toprakkale mevkii, Asur kültür çevresi içinde yer alan önemsiz bir kazı yerinden başka birşey değildi."

Atebetü'l-Ketebeye göre Sancar İmparatorluğunun Yönetimi

Belleten · 1973, Cilt 37, Sayı 147 · Sayfa: 365-394 · DOI: 10.37879/belleten.1973.147-365
İran'daki İslam kurumlarının incelenmesi belgelerin eksikliği yüzünden güçleşmektedir. Bu eksikliğin nedeni, bir zamanlar var olan belgelerin tümden yok olmuş bulunması da değildir. Bir çok yasal bağıtlar ve işlemler, özellikle şer'i yasaya karşın, töre ile ilgili olanlar, yazılmaksızın yapılmıştı. Üstelik yerel sorunlar söz konusu olduğunda, tutanak tutma yöntemi, başka yerlerde olduğu gibi, İran'da da yorucu bir yöntemdi; sonra, her köy yaşlısının bildiğini kayda geçirmek gereksiz görünmüş olmalıdır. İran'daki İslam kurumlarını incelerken karşımıza çıkan başka bir güçlük de, kaynakların terimleri sık sık karışık bir biçimde kullanmasıdır. Bunların bazıları hem genel, hem teknik bir anlamda kullanılırlar. Tek bir terim, ayrı ayrı bir takım kurumları gösterebildiği gibi, her hangi bir terimin anlamı hem zamana, hem de yere göre değişebilmektedir. Üzerinde durulacak devir için özellikle söz konusu olan bu belirsizliğin örnekleri, iktâ, nâ'ib, şahne ve re'îs'dir. Bir başka karışıklık da, ek görev uygulamasının genel oluşu ve bir kişinin üzerinde birden çok görev bulunduğu zaman, kaynakların bu görevlerin her birini ilgilendiren nitelik ve işlevleri (fonksiyonları) her zaman açıkça ayırdetmeyişidir.