381 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
  • Son 10 yıl
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

“Bulgarian Horrors” Revisited: the Many-Layered Manifestations of the Orientalist Discourse in Victorian Political Construction of the External, Intimate and Internal Other

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 525-568 · DOI: 10.37879/belleten.2017.525
Tam Metin
This study largely drawing upon the established conceptual framework of Orientalism in Saidian terms shall analyse the British perceptions and representations of the Bulgarian Crisis of 1876, a salient feature of the Eastern Question, as they appeared in British parliamentary debates. It will also make occasional yet instructive references to the coverage of the Crisis as well as the image of the Ottoman Empire and the Balkans which were organic parts of the Crisis, in some influential periodicals of the era such as the Times and the Contemporary Review in order to better contextualize the debates in the parliament. The main point this article shall make is that the Bulgarian Crisis worked as a catalyst in reinforcing the hegemony of the Orientalist discourse in the political construction of the Ottoman Empire as an absolute external Other in Britain at the time. It shall also delve into the construction of the Balkans as an "intimate other" whose Oriental and European features were alternately accentuated during the Crisis with a view to enlist the British public in either supporting or denouncing the Bulgarian uprising. All in all, it will suggest that the Orientalist rhetoric was embedded at the very core of the Victorian British elites' cognitive map, and was also unsparingly employed in negating the domestic political opponents swamping them with negative Orientalist stereotypes.

Osmanlı Devleti’nde Difteri Hastalığı ve Koruyucu Sağlık Hizmetlerine Dair Bulgular (19. Yüzyıl Sonları ve 20. Yüzyıl Başlarında)

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 419-480 · DOI: 10.37879/belleten.2017.419
Tam Metin
Difteri hastalığı tarihte karabakma, kızılağrı, kuşboğan, kuşkuyruğu, Bretonneau hastalığı, Süryani ülseri, kuşpalazı gibi adlarla isimlendirilmiştir. Hastalıkla mücadelede kullanılan difteri serumu bilim dünyasına tanıtıldıktan birkaç gün sonra Sultan II. Abdülhamit'e de sunulmuştur. II. Abdülhamit serumun İstanbul'da da üretilmesi için çalışma başlatmıştır. Bu çerçevede difteri hastalığı ile mücadele için Dr. Nicole ve Dr. Nizameddin Bey başta olmak üzere muhtelif araştırmacılar Paris'e gönderilmiştir. Paris'te bulunan Pasteur Ameliyathanesi örnek alınarak İstanbul'da "Difteri Ameliyathanesi" adı verilen difteri hastalığı ile mücadele merkezi kurulmuştur. Ayrıca II. Abdülhamit, 1898'de, küçük yaşta difteri hastalığından kaybettiği kızı Hatice Sultan anısına Hamidiye Etfal Hastanesi'ni yaptırmıştır. Bu hastanenin içerisinde de difteri ile mücadele merkezi kurulmuştur. Osmanlı Devleti hastalık alanlarını dezenfekte etmek için pülverizatör, tebhir makinesi ve otoklâv makinelerini, hastaları tedavi için ise difteri serumunu kullanmıştır. Ancak vilayetlerin bütçelerinin yetersizliği bazı kazalarda belediye tabibi bulunmamasına, bazı kazalarda ise mücadelenin belediye tabiplerine vekâlet eden yetersiz kişiler tarafından yapılmasına neden olmuştur.

Al-Makrīzī’s Khitat and the Markets in Cairo during the Mamlūks Era

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 329-372 · DOI: 10.37879/belleten.2017.329
Tam Metin
This study examines the markets in Cairo during the reign of the Mamlūks in the light of al-Makrīzī's Chronicle al-Khitat. Besides those which were built during the Mamlūks era the commercial life were ongoing at the markets dating back to the Fatimids and the Ayyubids periods. The marketplaces generally occupied in al-Qasaba which was between Bāb al-Futūh in the north and Bāb al-Zuwayla in the south was the trading center of the city. Al-Qasaba is al-Mu'izz Street today which takes its name from the Fatimid Caliph al-Mu'izz li-Dinillah (341-364/953-975). The economic and social decline especially seen during the second half of the Mamlūks in the 15th century affected also the domestic markets stability and most of the sûqs disappeared depending on these conditions.

Buqa Chīngsāng: Protagonist of Qubilai Khan’s Unsuccessful Coup Attempt against the Hülegüid Dynasty

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 373-386 · DOI: 10.37879/belleten.2017.373
Tam Metin
The study examines the coup attempt orchestrated by Qubilai Khan (1260-94), who desired to re-establish the 'Yeke Mongol Ulus' and to unify the separated Mongol khanates under the authority of the Yuan Empire. The coup was mounted against the Ilkhan Arghun (1284-91), who was the ruler of the Mongols in Iran, who had been showing signs of separation from the central administration since the time of Aḥmad Tegüder (1282-84). The protagonist of the unsuccessful coup was Amīr Buqa, a loyal commander of the Great Khanate. The article investigates the process, historical background and the results of the attempt in the light of the contemporary sources and the modern studies.

Prens Sabahaddin Bey’in, Osmanlı Devleti’nin Almanya'nın Yanında Birinci Dünya Savaşına Girişini Engelleme Çabaları

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 291 · Sayfa: 619-642 · DOI: 10.37879/belleten.2017.619
Tam Metin
Prens Sabahaddin Bey, babası Damad Mahmud Celaleddin Paşa ile birlikte dayısı II. Abdülhamid'e muhalefet etmiş ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluş ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak II. Meşrutiyet'in ilanından sonra, İttihatçı yönetimle ters düşerek muhalefet saflarında yer almıştır. 31 Mart Olayları ve Mahmud Şevket Paşa suikastında İttihatçılar tarafından baş sorumlu olarak gösterilmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Said Halim Paşa Hükümeti'nin tavrını beğenmeyen Prens Sabahaddin tam da Almanya ile İttifak Antlaşması'nın imzalandığı günlerde bir tanesini Padişah V. Mehmed Reşad'a ve iki tanesi de Dâhiliye Nazırı Talat Bey'e olmak üzere toplam üç adet telgraf göndererek; her ne olursa olsun tarafsızlığın muhafaza edilmesini, Almanya'dan gelen haberlere itimat edilmemesini ve savaşa girmekten ısrarla kaçınılmasını vurgulamıştır. Padişah V. Mehmed Reşad'a yazılan telgraf örneği Mehmet Alkan ve Nezahet Nurettin Ege tarafından özet haliyle yayınlanmıştır. Ancak Talat Bey'e yazılan söz konusu telgraflar yayınlanmamıştır. Çalışmamızda Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde yer alan söz konusu üç telgrafın İngilizce ve Osmanlıca nüshalarını, dikkate alarak Prens Sabahaddin Bey'in Osmanlı Devleti'nin Almanya yanında Birinci Dünya Savaşı'na girmesini engellemek için yapmış olduğu faaliyetleri açıklamaya çalışacağız.

Ekrem Kalan, Ulus Cuçi (Zolotaya Orda) i Stranı Vostoka: Torgovo-Ekonomiçeskie Vzaimootnoşeniya vo Vtoroy Polovine XIII-XIV vv., İnstitut İstorii im. Ş. Marcani AN RT, Kazan 2012. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 281-283 · DOI: 10.37879/belleten.2017.281
Cengiz Han'ın torunu Batu Han komutasında 1236'da girişilen ve 1242'de sonlandırılan Batı seferinden hemen sonra 1243'te İdil boylarında kurulan Altın Orda Hanlığı'nın tarihi, gerek Türk ve Moğol tarihi gerekse Doğu Avrupa ve Dünya tarihi açısından önemli bir devredir. Doğuda ve batıda İli ve Tuna ırmakları, Kuzeyde ve Güneyde Pskov ve Derbend hudutlarıyla çevrili olan bu Hanlığın jeopolitik durumu, onu zamanın siyasi tarihinin ağırlık merkezine yerleştirmektedir. Nitekim Altın Orda Hanlığı'nın klasik dönemini çalışan araştırmacı bir anda kendisini İlhanlılar, Çağatay ve Ögedey Ulusları, Moğolların Büyük Hanlığı, Memlûk ve Anadolu Selçuklu Sultanlıkları, Gürcü Krallığı, Ermeni Prenslikleri, Rus Knezlikleri, Macaristan, Lehistan ve Litvanya Krallıkları ile Papalık tarihinin içerisinde bulur. Zamanın siyasî tarihinin merkezinde bulunması yanında Altın Orda Hanlığı, dönemin iktisadî bir kutbu olarak da kendisine bir yer edinmiştir. Bununla birlikte bu husus, siyasî tarih derecesinde aydınlatılabilmiş bir konu olamamıştır. Ancak bugün elimizde Altın Orda Hanlığı'nın Doğu ülkeleriyle ticaretine ilişkin oldukça önemli bir inceleme bulunmaktadır. Ekrem Kalan tarafından doktora tezi olarak sunulan ve 2012'de Kazan'da Şehabeddin Mercani Tarih Enstitüsü tarafından neşredilen Ulus Cuçi i Stranı Vostoka: Torgovo Ekonomiçeskie Vzaimootnoşeniya vo Vtoroy Polovine XIII-XIV vv. (Cuçi Ulusu ve Doğu Ülkeleri: XIII. Yüzyılın İkinci yarısı ve XIV. Yüzyılda Ticarî-Ekonomik İlişkiler) başlıklı bu eser, alanında büyük boşluğu dolduran bir tetkiktir.

Nâdiye YÂSÎN ABED, el-İttihâdiyyûn: Dirâse Te’rîhiyye fî Cuzûrihimi’l- İctimâ‘iyye ve Turûhâtihimi’l-Fikriyye (Evâhiru’l-Karni’t-Tâsi‘a Aşar – 1908) =[̱̱ الاتحاديون: دراسة ت أريخية في جذورهم الاجتماعية وطروحاتهم الفكرية (أواخر القرن التاسع عشر - ١٩٠٨], Dâru Mektebeti Adnân &, Dâru Safahât, Bağdat & Şam 2014. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 277-280 · DOI: 10.37879/belleten.2017.277
Adını, "İttihatçılar: Toplumsal Kökleri ve Düşüncelerine Dair Kronolojik Bir Araştırma (On Dokuzuncu Yüzyıl Sonları - 1908)" şeklinde tercüme edebileceğimiz kitap, asıl itibariyle 2006 yılında Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed danışmanlığında Bağdat Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Beş bölümden oluşan eser, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin tarih sahnesinde yer aldığı dönem boyunca olup bitenlerin Arap dünyasına akademik bir soğukkanlılıkla tanıtılmasını amaçlamaktadır.

Türkiye Selçuklu Devleti’ne Tâbi‘ Devletler ve Tâbiiyet Hukuku Üzerine Bir Değerlendirme

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 43-66 · DOI: 10.37879/belleten.2017.43
Tam Metin
Ortaçağ devletler hukukuna göre savaş veya sulh yoluyla bir devletin hâkimiyetini kabul eden hükümdar veya emîrler, klasik tâbiiyet (vasallık) şartlarını ve bu şartlardan doğan mükellefiyetleri yerine getirirlerdi. Avrupa, Uzak Doğu ve sair bölgelerde kurulmuş muhtelif devletlerde de mevcut olduğu görülen tâbiiyet hukukunun, Ortaçağ İslâm devletlerinde tezahür eden en önemli şart ve mükellefiyetleri, yıllık haraç vermek, metbû' hükümdar adına hutbe okutmak ve metbû' hükümdar asına sikke darp ettirmekti. Bunların dışında, metbû' hükümdar "sultan" unvanını taşırken, tâbi hükümdarın "melik" unvanını kullanması, metbû' hükümdarın sarayının kapısında günde beş nevbet çalınırken, tâbi hükümdarın üç nevbetle yetinmesi, metbû' hükümdar nezdinde hükümdar soyundan ve ekseriya tâbi hükümdarın oğullarından rehineler bulundurulması ve tâbi hükümdarın, her lüzum gösterdiği anda yardımcı kuvvetlerin başında metbû' hükümdarın hizmetine koşması gibi hususlar da klasik tabiiyet alâmetlerinden kabul edilmişti. Buna mukabil her tâbi hükümdar, metbû' hükümdarın menfaatlerini haleldar etmemek kayıt ve şartıyla iç ve dış işlerinde tamamıyla müstakil olup, üçüncü bir devletle harp veya sulh yapmakta, elçiler gönderip kabul etmekte serbest idi. Tâbiiyet hukukunun genel çerçevesi bu şekilde olmakla birlikte zaman zaman farklı uygulamalara da tesadüf edilmektedir. Bunun yanı sıra oldukça basit görünen metbû-tâbi ilişkileri, bazen oldukça karmaşık bir hale gelebilmiştir. Bu durumun yaşandığı devletlerden biri de Türkiye Selçuklu Devleti'dir. Bu dönemde çoğu zaman klasik tâbiiyet hukukunun cari olduğu görülse de gerek şekil gerekse mahiyet itibarıyla farklı uygulamalara da rastlanmaktadır.

Para Vakıfları Kapsamında Sosyo-Ekonomik Bir Analiz: Davudpaşa Mahkemesi Kayıtları (1634-1911)

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 159-190 · DOI: 10.37879/belleten.2017.159
Tam Metin
Çalışmada para vakıflarının ekonomik işleyişi ve sosyal hayata katkıları incelenmiş, uygulama alanı olarak İstanbul Davudpaşa Mahkemesi sicil kayıtları seçilmiştir. Konunun Davudpaşa Mahkemesi kayıtlarıyla sınırlandırılması kendi içinde bir bütün oluşturabilme isteğidir. Bu kapsamda mahkeme tarafından 1634-1911 yılları arasında onaylanan para vakıfları ilk kaynağından incelenmiştir. Öncelikle siciller arasında bulunan 261 vakfiye değerlendirilmiş, konuya uygun olan 203 tanesi seçilmiştir. Seçilen vakfiyelerde vâkıflarca yerine getirilmesi istenilen şartlar, mümkün olduğunca sayısal verilere çevrilmiştir. Sonrasında, bu bilgiler tarih dönemlerine ayrılarak değerlendirilmiş ve günün sosyo-ekonomik koşulları ile karşılaştırılmıştır. Para vakıflarıyla ilgili yapılan çalışmalarda her ne kadar vakfiyeler kullanılmış olsa da konu, ağırlıklı olarak vakıf muhasebe kayıtları ve hüccetlerden hareketle ele alınmıştır. Bu çalışmada direkt vakfiyelerin kullanılması para vakıflarının kurulma amaçlarının anlaşılmasına yardımcı olurken diğer taraftan yapılmış olan hayır işlerinin kapsamını görmeye olanak sağlamıştır. Ayrıca araştırma başlıklarında, kadınların kurdukları vakıflar ve yardımlaşma sandıkları hakkında bilgiler de bulunmaktadır. Sonuç olarak çalışma, Davudpaşa Mahkemesi Sicilleri özelinde 277 yıl boyunca para vakıflarının işleyişini, değişim ve dönüşüm aşamalarını anlama gayretinden ibarettir.

Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Kıbrıs’ta İngiltere Konsolosluğu (1700-1800)

Belleten · 2017, Cilt 81, Sayı 290 · Sayfa: 89-134 · DOI: 10.37879/belleten.2017.89
Tam Metin
Avrupalı bir devletin tüccarlarının Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde serbestçe ticaret yapabilmesi için Osmanlı devletinin söz konusu Avrupalı devlete ahidname-i hümayun vermiş olması gerekliydi. Ahidname-i hümayun sayesinde dost devletler İstanbul'da elçi bulundurabilir, Osmanlı ticaret merkezlerinde konsolosluk kurabilir ve ahidname sahibi devletin tüccar ve tebası kendi bayrakları altında serbestçe ticaret yapabilirdi. Bir başka deyişle yabancı elçiler, konsoloslar, tüccar ve teba kapitülasyon şemsiyesi altında faaliyet gösterirdi. Bu çalışmanın temel amacı XVIII. yüzyılda Kıbrıs'ta görev yapan İngiliz konsoloslarını tespit ederek; bu yüzyılda konsolosların görev anlayışında yaşanan değişimi, Kıbrıs konsolosluğunun Halep'e bağlılığını, Kıbrıs İngiliz konsoloslarının diğer devletler adına yaptığı konsolos vekilliğini, Kıbrıs İngiliz konsolosların gelir kaynakları ile güvenliklerini ve XVIII. yüzyılda Kıbrıs'ta, kapitülasyon koruması altında faaliyet gösteren İngiliz tüccarların durumunu incelemektir. Çalışmada konuyla ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan defter ve belge koleksiyonları kullanılarak konu aydınlatılacak ve bu tür çalışmalarda Doğu Akdeniz'e ve Yakın Doğu'ya hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan intikal eden kaynakların önemi vurgulanacaktır.