3775 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 3775
Yayınlayan Kurumlar
- Türk Tarih Kurumu 3775
Yazarlar
- Salâhi R. Sonyel 45
- TAHSİN ÖZGÜÇ 43
- ARİF MÜFİD MANSEL 42
- SEMAVİ EYİCE 40
- Mahmut H. Şakiroğlu 38
- İ. HAKKI UZUNÇARŞILI 37
- U. BAHADIR ALKIM 36
- İlber Ortaylı 32
- AYDIN SAYILI 31
- Mücteba İlgürel 31
Anahtar Kelimeler
- Tarih 337
- Osmanlı 270
- Osmanlı İmparatorluğu 172
- Türkiye 148
- Türkler 137
- Osmanlı Devleti 135
- Anadolu 131
- Ottoman Empire 111
- Mustafa Kemal Atatürk 103
- Ottoman 97
NESİM OVADYA İZRAİL, 24 Nisan 1915 İstanbul Çankırı, Ayaş, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 2013, 584 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 284 · Sayfa: 395-398 · DOI: 10.37879/belleten.2015.395
Özet
Osmanlı Ermeni tarihi üzerine Türkiye'de ve yurtdışında yapılan araştırmalar son otuz yıldır artarak sürmektedir. Bu eğilim Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki (BOA) yaklaşık 150 milyon belge ve 366,000 defterden tasnifi bitenlerin tümünün 1989'da açılıp yerli ve yabancı bilim adamlarının kullanımına sunulmasından sonra ayrı bir ivme kazanmıştır. BOA'da değişik fonlarda bulunan Ermeni meselesi hakkındaki malzemenin tasnifi ve katalogları tamamlanmıştır. Ayrıca, Ermeni çetelerinin Doğu Anadolu ve Kafkasya'da yaptıkları katliam ve mezalim BOA'daki belgelerin kitap serileri olarak yayınlanmasıyla uluslararası kamuoyu ve bilim camiasının dikkatine getirilmiştir.
MUHSİN KEYÂNÎ, Hânkāhlar Tarihi, [ايران در خانقاه ريخ] çev. Ali Ertuğrul – Süleyman Gökbulut, Büyüyenay Yayınları, İstanbul 2013, 551 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1205-1210
Özet
Asıl itibariyle Farsça kaynaklara dayalı bir Tasavvuf Tarihi çalışması olan kitap müesseseleşmiş tasavvufun icra mekânları addedilen 'hânkāh'ların veya Türkiye'de daha yaygın tabiriyle 'dergâh'ların tarihini İran merkezli olarak ele alan bir çalışmadır. Muhsin Keyânî (d. 1928)'nin اسلامىٔ دوره ايران در خانقاه ريخ = Târîh-i Hânkāh der Îrân Devre-i İslâmî adlı doktora tezini (1978) esas alan ve Târîh-i Hânkāh der Îrân adıyla 1990'da kitap olarak basılan çalışması Türkçeye Hankâhlar Tarihi adıyla tercüme edilmiş bulunmaktadır. Görüldüğü üzere kitabın Farsça aslı "İran'da Hânkāhların Tarihi" adını taşımaktadır. Fakat hemen göze çarpacağı üzere başlığında "İran'da.." kaydı bulunan eser Şam, Bağdad, Mısır ve Anadolu'daki hankāhlardan da söz etmektedir. Yazar, eserinin neden İran dışındaki bölgelerden bahseden bölümler ihtiva ettiğini Mısır hankāhlarından söz ettiği bölümde açıklamaktadır: "Bu eserin konusu İran hânkāhları tarihidir. Mısır hânkāhları meselesi bizim ilgi alanımıza girmemektedir. Fakat Mısır'daki hânkāhların idarecilerinden ve sâkinlerinden bir kısmının İranlı olması ve tasavvuf mesleğinin aslî rükünlerinden birinin âfakta ve enfüste seyr olması hasebiyle…" (s. 185). Bu durumda eserin isminin Türkçe tercümede sadece "Hânkāhlar Tarihi" olarak kısaltılması okuyucuyu bir anlamda yanıltmaktadır. İran dışındaki hânkāhlardan da söz ettiği için ilk bakışta doğru bir tasarrufmuş gibi gözükse de bu tutum yazarın incelemeye aldığı alandaki konu sınırlandırmasını okuyucunun dikkatinden uzaklaştırdığı için hatalı sayılabilir.
CİHANBAHŞ SEVAKIB, Tarihnigârî-i Asr-ı Safeviye ve Şinaht-ı Menâbi ve Meahız – Historiography of the Safavid Period and Study of the Related Sources – (Safevî Devri Tarih Yazıcılığı ve Kaynaklar ve Araştırmaların Tanıtımı), İntişârât-ı Nevîd-i Şiraz, Şiraz 1380 (2001), 929 sayfa. [Kitap Tanıtımı]
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1195-1204
Özet
Safevî devletinin kuruluşu İslâm tarihinde gerçekten önemli bir hadisedir. Bu hadisenin en önemli sonucu, İslâm dünyasının ortasında yeni bir oluşumun meydana gelmiş olmasıdır. Başlıca özelliği Şiîlik olan bu yeni oluşumu meydana getiren, yani Safevî devletini kuran unsur, bilindiği üzere Türklerdi. Önceleri bir tarikat iken, zamanla siyasî bir teşekkül halini alan hânedan, adını tarikatın kurucusu Şeyh Safiyüddin'den almıştır. Hânedanın seyyidlik ile de hiçbir ilgisi olmayıp, Firuzşah adlı Sincarlı bir aileden gelmektedir. Tekkenin bulunduğu Erdebil, yüzyıllardan beri Sünnî-Şafiî ahalinin yaşadığı bir şehir olup, Safiyüddin de SünnîŞafiî idi. Esasen XV. yüzyılın sonlarına kadar İran'daki halkın çoğunluğu da Sünnî idi. XV. yüzyıl ortalarına kadar Sünnî esaslara bağlı kalan tarikat, zamanla Şiî akideleri benimsedi ve nihayet Şah İsmail yanındaki Anadolu'dan gelen Kızılbaş Türkler ile Şiîliği İran'da hâkim bir mezheb haline getirdi.
Salnamelere Göre Doğu Karadeniz Bölgesi Muvakkithaneleri
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 907-930 · DOI: 10.37879/belleten.2014.907
Özet
Tam Metin
Tarih boyunca İslam'ın yayıldığı her farklı şehir farklı bir enlem, farklı bir boylam anlamına gelmekte böylelikle vakit tayini ve kıble yönü için ayrı bir gözlem ve hesaplama gerektirmekteydi. İslam dünyası bu problemi hafife almamış, konuyla ilgili bilgi ve tecrübeler arttıkça önceki devirlerde de var olan güneş saati gibi aletler daha hassas ve detaylı olacak şekilde geliştirilmiştir.. İlerleyen yüzyıllarda bu işler muvakkit denilen özel astronomlara emanet edilmiş ve bir dönem sonra (hemen hemen) her büyük camiye bu uzmanlara ait bir mimari birim olan muvakkithane ilave edilmiştir. Muvakkithaneler, güneşin konumunun izlendiği, saatlerin ayarlandığı, namaz vakitlerinin belirlendiği kendilerine özgü mimarisi olan mekânlardır. Osmanlı-Türk medeniyetinde, imaret adıyla bilinen kamu binalarından olup şehirlerde ve kasabalarda belli mescit veya camilerin avlusunda kurulan muvakkithaneler, özellikle İstanbul'un fethinden sonra külliyelerin bir unsuru olarak yaygın bir şekilde tesis edilmiş ve faaliyetlerini külliye'nin bir unsuru olarak vakıf gelirleri ile sürdürmüşlerdir. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde mekanik saatlerin artması, özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde saat kulelerinin yapılmaya başlanması ile muvakkitliğe olan ilgi azalmıştır. Cumhuriyetin ilânından sonra baş muvakkit tarafından idare edilen muvakkithaneler 20 Eylül 1952 yılında kapatılıncaya kadar çalışmalarına devam etmişlerdir. Çalışmanın birinci bölümünde tarihimiz ve kültürümüzde önemli bir yeri olan fakat bugün önemini yitirmiş kurumlarımızdan muvakkithanelerin tanıtılması amaçlanmıştır. Muvakkithaneler ve çalışma sistemleri hakkında genel bilgiler verildikten sonra ikinci bölümde literatürde yer alan bilgi ve dokümanlar, eski ve yeni fotoğraflar, rölöve çalışmaları ile Doğu Karadeniz Bölgesindeki muvakkithaneler hakkında bilgi verilmiştir.
The Cults of Nemeseis and Tyche at Smyrna
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 833-854 · DOI: 10.37879/belleten.2014.833
Özet
Tam Metin
Nemesis personified the concept of divine punishment/revenge, while Tyche personified the destiny of a city, a ruler or a person. Both were among the deities that represented the city of Smyrna throughout antiquity. However the importance of the Nemeseis associated with the founding of the Hellenistic city was more dominant. With the worship of her at Smyrna as a pair of deities Nemesis, who already had a deep-rooted in the city, here acquired a local particularity. In the Roman Period, while the games organized for the Nemeseis still continued, the scope of the cult was broadened. On the other hand, the cult of Tyche was on the rise at Smyrna in the Hellenistic Period, parallel with the fashion in other cities. During the reign of Hadrian in the Roman Imperial Period the increase in interest toward Tyche brought up the question of constructing a temple of Tyche as part of his building activity at Smyrna. The temples of Nemeseis and Tyche at Smyrna, where the cult rituals of these goddesses were carried out, are known only from numismatic and written sources. Although both the temples are depicted on Roman Imperial Period coins in the forms of tetrastyle buildings, the question of whether these images reflect their real appearances is a matter open to debate and which does not yield definite results. On the other hand, using the evidence presently at hand, conjectures to be made about the temples' location will be a great contribution to future research. This is the basic aim of the present article. An examination of the cults of both goddesses, a comparison of the areas within the city where their temples were located, and the combination of the existing data with the results obtained from these will add new theories to the previous ones. As for the discussion, in the same article, of the cults of Nemesis and Tyche, this is the result of the cultic, iconographic, epigraphic and archaeological evidence's having given the possibility of making a joint evaluation.
Bir Ortaçağ Anadolu Sûfîsi Hakkında Yeni Bulgular: Aybek Baba Şeyh mi, Emîr mi?
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 879-890 · DOI: 10.37879/belleten.2014.879
Özet
Tam Metin
Makale, Türkiye'de biyografisi ve faaliyetleri büyük oranda yanlış yazılan bir Ortaçağ Anadolu Türk sûfîsi, Aybek Baba'yı ele almaktadır. 13. yüzyılın son çeyreğinde Amasya'da yaşayan Aybek Baba, Türkiye'de kendi hakkında yazılan eserlerde bir "tekke şeyhi", "politik bir kişilik" ve "İlhanlı ʿulemâsını İslâm'a döndüren bir mürşîd" olarak, hatta "İlhan Abaka'nın Anadolu'daki bir casusu" şeklinde tanımlanmıştır. İddiaya göre İlhan Abaka, bu "casus" sayesinde ez-Zâhir Baybars ile Mu‛în el-DînPervâne arasındaki gizli yazışmaları öğrenmiş ve Pervane'yi idam etmişti. Aybek Baba'nın İlhan Abaka ile iyi bir ilişki tesis ettiği ve onu İslâm'a ısındırdığı da bu şeyh hakkında yazılanlar arasındadır. Mehmed Fuad Köprülü'den başlayarak günümüz tarihçileri, Aybek Baba'nın hayatını ve dinî faaliyetlerini yazarken Hüseyin Hüsâm el-Dîn'in Amâsya Târîhi adlı eserini, ana kaynak olarak kullanmışlardır. Fakat bu eserdeki bilgi, ‛Ikd el-Cumân fî Ta'rîhEhl el-Zamân'ın el yazmasındaki bir harf hatası yüzünden büyük oranda yanlış telif edilmiştir. Dönemin İlhanlı kaynaklarında ismine rastlamadığımız bu sûfî şeyh hakkında yapılan söz konusu yanlışlık, Türkiye'de yazılan metinlerde, tam yüz yıldır tekrar edilegelmiştir. Makalemiz, ilk defa Hüseyin Hüsâm el-Dîn'in Amâsya Târîhi isimli eserinde yapılan ve daha sonra alıntılarla günümüze kadar tekrar eden yanlışlığın, nasıl meydana geldiği üzerinde durmakta; bu yanlışı pekiştiren diğer yanılsamaları ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.
Türk Kültüründe Pedagoji Eğitimi Açısından Ahlâk-ı Alâî: Çocuk Terbiyesinin Adabı
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 931-954 · DOI: 10.37879/belleten.2014.931
Özet
Tam Metin
Ahlâk-ı Alâî, 1510'da Isparta'da doğan Kınalı-zâde Ali Çelebi'nin en önemli eseridir. El yazması olan eser 1832'de Mısır'daki Bulak matbaasında basıldı. Bu çalışma için istifade ettiğimiz eserin tıpkıbasımı ise TTK tarafından gerçekleştirildi. Felsefî esaslar açısından ilk Türkçe ahlâk kitabı olan eser, bu alanda Osmanlı eserlerinin en eskisi ve en önemlisidir. İlm-i ahlâk, ilm-i tedbîrü'l-menzil ve siyaset-i medîne olmak üzere üç kitaptan oluşan bu eserde, pedagojik eğitim açısından çalışma konusu olarak seçilen çocuk terbiyesi ikinci kitap olarak da zikredilen "ilm-i tedbîrü'l-menzil" adlı kısımda yer almaktadır. Bilindiği üzere 19. yüzyılda çocuk pedagojisi üzerinde gerçekleşen değişimler birçok sorunu da beraberinde getirdi. Günümüzde bile önemini koruyan çocuk terbiyesi bu açıdan Ahlâk-ı Alâî'de oldukça ibret verici boyutuyla ele alınmaktadır. Çocuğun doğumu ve yetiştirilmesine ilişkin dikkat çekici açıklamaları ifade eden bu kaynak günümüz pedagoglarına da bilgi verir niteliktedir. Bu yönde Kınalı-zâde'nin ahlâk ilmine getirdiği bir yenilik açısından çocuk terbiyesindeki adabın ele alınması oldukça önemlidir.
Erken Abbâsi Hilafetinde Bir Veliahtlık Krizi: Şiî İmam Ali er-Rızâ’nın Veliaht Tayin Edilişi ve Bağdat Muhalefeti
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 855-878 · DOI: 10.37879/belleten.2014.855
Özet
Tam Metin
Abbâsi halifesi Me'mûn (198-218/813-833), kendisini veliahtlıktan azlettiği için bir süredir savaşmakta olduğu kardeşi Emîn'i (193-198/809-813) yenilgiye uğrattıktan birkaç yıl sonra, İmâmiyye Şiasının sekizinci imamı Ali b. Mûsâ'yı, o sırada ikâmet ettiği Merv'e getirterek er-Rızâ lakabıyla veliaht tayin etmiş ve bu kararıyla yeni bir karışıklığa neden olmuştur. Bu çalışma Me'mûn'u böyle bir karar almaya götüren süreci ve iç savaş esnasında Emîn'in yanında yer almış olan Abbâsi ailesi ve Bağdat halkının bu karara gösterdikleri tepkiyi konu almaktadır. Makalede Me'mûn'un neden böyle bir girişimde bulunduğu sorusuna getirilen yorumlar değerlendirilmiş ve en olası saikler tartışılmıştır. Sünnî ve Şiî kaynaklarda yer alan kayıt ve rivayetlerin ışığında, Me'mûn'un Şiî bir imamı veliaht tayin edişinde dinî bir motivasyon aramak yerine, bu olayı belirli hedefleri olan siyasî bir planın parçası olarak görmek gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
XVI. Yüzyıl Osmanlı İlmiyye Kanûnnâmeleri ve Medrese Eğitimi
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 955-982 · DOI: 10.37879/belleten.2014.955
Özet
Tam Metin
İlk Osmanlı medresesinin İznik'te kurulmasının ardından Osmanlı eğitim sistemi önemli bir inkişaf sürecinden geçmiş, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman devirleri önemli dönüm noktaları oluşturmuş, klasik Osmanlı eğitim sisteminin ana esasları bu dönemlerde teşekkül etmiştir. Bu kurumlaşma sürecinde ve devamında görülen aksaklıklarla ilgili XVI. yüzyılda üçü kanûnnâme biri hüküm ve biri hatt-ı humâyun olmak üzere beş önemli düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemelerle medreselerde okutulacak kitaplar belirlenmiş, verilen eğitimin niteliği artırılmaya çalışılmış, eğitim süresinin standartlaştırılmasına gayret gösterilmiş, ideal müderris ve öğrenci tipine yaklaşma hedefi güdülmüştür. Bu düzenlemelerdeki hükümler Osmanlı gerileme paradigmasının oluşmasında etken olan Osmanlı eleştiri literatürüne de kaynaklık etmişlerdir.
Çağdaş Kaynaklarda Ankara Savaşı Sonrası Bursa Sarayı’nın Yağmalanması
Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 891-906 · DOI: 10.37879/belleten.2014.891
Özet
Tam Metin
Osmanlı siyasi tarihinin en önemli olaylarından biri olan Ankara Savaşı, hanedanın ilk resmi konutu Bursa Sarayı için bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı ordusunun hezimeti ile sonuçlanan savaşın ardından Bursa'ya giren Muhammed Sultan komutasındaki Timurlular tarafından yağmalanan saray zarar görmüş, burada bulunan Osmanlı hazinesi ve saray mensupları Timurluların eline geçmiştir. Savaşı takip eden Fetret Döneminde kendi haline bırakılan saray bir daha eski günlerine kavuşamamıştır. Bu çalışma, çağdaş kaynaklarda, sarayın yağmalanması ve Timurluların eline geçen ganimet ve saraylıların izini sürmeyi amaçlamaktadır.