3787 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Osmanlı Toplumunda Çingeneler

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 803-806
Kendilerine has yaşam şekliyle dikkat çeken Çingenelere, dünyanın birçok yerinde rastlamak mümkündür. Avrupa'daki Çingeneler, daha çok kıtanın ortasında, güneydoğusunda ve doğusunda bulunmaktadırlar. Küçük topluluklar halinde ve dağınık bir şekilde yaşamlarını sürdürmelerinden dolayı bulundukları bölgelere uyum konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu yüzden Çingenelerin ortak bir kimlik ve vatandaşlık konusunda tam hukuki statüye sahip olduklarını söylemek neredeyse imkânsızdır. Bu durum, onların geleneksel yaşam şekillerinden kaynaklanmaktadır. Avrupa Birliği'nin öngördüğü sosyo-ekonomik ve kültürel normlar, doğal olarak diğer topluluklar gibi Çingeneleri de ilgilendirmektedir. Modern yaşam ve yüksek refah seviyesi öngören bu normlar, Çingeneler açısından radikal bir doku değişikliğini ve sosyal transformasyonu beraberinde getirmektedir. Bu, onların mevcut toplumsal yapılarının büyük oranda deformasyonu olarak da ifade edilebilir. Transformasyon ya da deformasyon olarak ifade edebileceğimiz bu sürecin ilmî tahlili, Çingene tarihini araştırmak ve öğrenmekle yapılabilir.

Abbasîler Döneminde Yahudilerin Temel Eğitim Kurumları: Bet Ha-Seferler ve Beytülmidraslar

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 435-474 · DOI: 10.37879/belleten.2014.435
Tam Metin
Asırların kazandırdığı sürgün tecrübesi Yahudilere cemaat olarak ayakta kalmanın, eğitimden geçtiği gerçeğini öğretmişti. Bu amaçla organize her cemaatte ilk ve orta öğretim kurumlarının kurulmasına önem verilmiştir. Din adamları eğitimin önemli bir dinî vecîbe olduğunu sıkça dile getirmişler; cemaatleri, çocukların eğitilmesi konusunda teşvik etmişlerdir. Cemaatlerdeki fakir ve yetim öğrencilerin eğitim masrafları cemaat yönetimleri tarafından üstlenilmiştir. Abbasîler döneminde Yahudi eğitiminin temelini, Tevrat ve Talmud öğretimi oluşturmuştur. 6-7 yaşlarında başlanan bet ha-sefer adı verilen ilkokullarda Tora (Tevrat)öğretimi yanında günlük ibadetlerde duaları okuyabilecek kadar İbranîce ve temel ibadet bilgileri ile bir Yahudide bulunması gereken vasıflar ve buna uygun alışkanlıklar kazandırılmaya çalışılırdı. İslam toplumuyla bütünleşmeye paralel olarak öğrencilere basit hesap bilgileri ve Arapça yazımı da öğretilmeye başlamıştır. Yahudilerde orta öğretim İslam kaynaklarında beytülmidras olarak bahsedilen bet ha-midraşlarda yapılırdı. Sinagogların yanında inşa edilen beytülmidrasların yönetiminden betdinler sorumluydu. İlkokula göre daha disiplinli olan beytülmidraslarda öğretim Mişna ve Talmud merkezli idi. Yahudiler, Abbasîler döneminde eğitim-öğretim kurumları açısından en organizeli cemaatlerden biri idi. Kurumsal tecrübeleri miladın ilk asırlarına dayanan Yahudiler, Mesih gelmeden önce mesihî toplumun oluşturulmasında eğitimli toplumun önemini çok iyi anlamış; boş yere isyanlar yerine cemaatlerini dinî yönden eğitmeye yoğunlaşmışlardır. Bu durum onları, yaşadıkları toplumda farklı kılarken, tarih boyunca onlara cemaat olarak varlıklarını devam ettirme imkânı da vermiştir. Din eğitimine her hal ve şartta öncelik veren Yahudiler, bu tutumlarını günümüzde de hâlâ devam ettirmekte, gerek İsrail gerekse dünyanın değişik devletlerinde kurdukları cemaat okullarında çocuklarını eğitmektedirler.

Women Patrons in Medieval Anatolia And a Discussion of Māhbarī Khātūn’s Mosque Complex in Kayseri

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 475-526 · DOI: 10.37879/belleten.2014.475
Tam Metin
This article traces the role of female patrons of architecture in thirteenth- and early fourteenth-century Anatolia. At the center stands Māhbarī Khātūn, the mother of the Seljuk Sultan Ghiyāth al-Dīn Kaykhusraw II (R 1237-46). During the rule of her son, Māhbarī Khātūn was active as a patron of architecture, building most notably the Huand Hatun complex in Kayseri in 1238, and several caravanserais. The foundation inscriptions of these monuments, and the funerary inscription on Māhbarī Khātūn's cenotaph in the Huand Hatun mausoleum present the founder both as the mother of the sultan, and as a pious Muslim woman. The insistence on Māhbarī Khātūn's position as the sultan's mother points to her activity in a later stage of life, after the dead of her husband, 'Alā' al-Dīn Kayqubād (R 1220-37), when her status was akin to that of the valide sultan in later Ottoman practice. This article compares Māhbarī Khātūn to other known female patrons, active in Anatolia during Seljuk and Ilkhanid rule, who are mostly recorded in their foundation inscriptions. Thus, the importance of these inscriptions as sources to trace patrons who are marginal in the chronicles and hagiographies of the time, as is the case for female members of the Seljuk court, clearly emerges.

Hellenistik Dönem Öncesi Bithynia’da Hellen Kolonileri ile Bithynialılar Arasındaki İlişkiler

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 407-434 · DOI: 10.37879/belleten.2014.407
Tam Metin
Bu çalışma Hellenistik dönem öncesi Bithynia Bölgesi'nde yaşayan Bithynialılar ile Hellen kolonileri arasındaki ilişkileri inceler. Geçen yirmi yıllık süreçte Karadeniz'da kurulan Hellen kolonileri ve bunların yerel unsurlarla olan ilişkileri özellikle arkeolojik kazılardan elde edilen verilerin de yardımıyla üzerinde çalışılan önemli konulardan biri olmuştur. Ancak Propontis'in doğusuna, yani kabaca Bithynia bölgesine bakıldığında buradaki erken dönem yerleşmeleri ve koloniler konusunda arkeolojik açıdan genel bir sessizlik hâkimdir. Bu nedenle bu çalışmada antik yazılı kaynaklar öncelikle değerlendirilmekte ve arkeolojik verilere bölgede tespit edilebildiği kadarıyla değinilmektedir. Böylece çalışmanın amaçlarından biri de arkeolojik verilerin yetersizliği nedeniyle Bithynia'daki erken dönem yerleşim yerleri ve Hellen kolonizasyonu ile bölgede birlikte yaşamaya başlayan Bithynialılar ve koloniler arasındaki ilişkiler konusundaki bilgilerimizin eksikliğine dikkat çekmektir. Çalışma iki ana kısma ayrılır. İlk bölüm Hellen kolonizasyonu öncesinde Bithynialılar'ın etnik kökenleri ve egemenlik alanları konusuna değinir. İkinci kısım ise Bithynia'da kurulan Hellen kolonileri ve kolonilerin Bithynialılar ile olan ilişkilerinin nasıl şekillendiğini inceler.

Osmanlı Hasbahçelerinin Sultanı: Sultaniye Hasbahçesi

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 547-598 · DOI: 10.37879/belleten.2014.547
Tam Metin
Hasbahçeler, Osmanlı Devleti'nde padişahların eğlenme ve dinlenmeleri için kurulmuş bahçelerdir. Başta Yenisaray'daki bahçe olmak üzere, Boğaziçi, Haliç, Edirne, Bursa, İzmit, Amasya ve Manisa'da birçok hasbahçe bulunmaktaydı. Bu bahçelerden biri olan Sultaniye hasbahçesi II. Bayezid tarafından kurulmuştur. Boğaziçi'nde Paşabahçe ile Beykoz arasında yer alan bu bahçe asıl gelişimini I. Süleyman ve III. Murada borçludur. Boğaziçi'nin en büyük bahçelerinden biri olan bu bahçe sadeliğiyle dikkat çekmekteydi. Burada avlanma, cirit, tomak, güreş, atıcılık, musiki fasılları, ziyafet gibi faaliyetler tertip edilirdi. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemini kaybeden bu bahçe üzerinde zamanla cam fabrikası, okul, stadyum gibi yapılar kurulmuştur. Bahçenin geriye kalan kısmıysa park hâline getirilmiştir.

Muizzü’l-Ensab’ın Timurlu Teşkilat Tarihi Bakımından Değeri

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 527-546 · DOI: 10.37879/belleten.2014.527
Tam Metin
Biz bu çalışmamızda ilk olarak giriş mahiyetinde eserin yapısı ile Mu'izzü'l-ensab'ın nüshaları ve üzerinde yapılan çalışmalara temas ettik, daha sonra ise kaynağımızın Timurlu teşkilatı hakkında verdiği bilgileri değerlendirmeye çalıştık. Şecere'nin Timurlu hanedanına ait kısmını inceledik. Timurlu hükümdarlarının ve bölge valisi konumunda olan mirzaların maiyetlerinde görevli memuriyetleri gösteren çizelgeler hazırladık. Bu çizelgelerin teşkilat şeması oluşturmak için model olabileceğini ancak bunun bazı zorlukları barındırdığını anlattık. Ayrıca derkenarlardaki bilgilerin teşkilat tarihi çalışmalarında önemli ipuçları taşıyabildiğine işaret ettik.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Mal Varlığı

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 757-802 · DOI: 10.37879/belleten.2014.757
Tam Metin
Atatürk ekonominin bankacılık ve ziraat alanlarında örnek oluşturmak amacıyla girişimde bulunmuştur. Bu kapsamda, Hindistan'dan gönderilen yardım paralarından kendisine teslim edilenlerle Türkiye İş Bankasının kurulmasını sağlamış, ayrıca farklı iklime sahip bölgelerde örnek çiftlikler oluşturmuştur. Atatürk, Hindistan'dan gönderilen yardım paralarıyla oluşturulan mal varlığını, kanuni mirasçılarına bırakmadan bağışlayabilmesi için özel bir kanunun hazırlanmasını sağlamıştır. Çiftlikler gelişme gösterdikten sonra Atatürk, devletin yapacağı ziraat alanındaki girişimlere yardımcı olmak amacıyla çiftliklerini Hazineye bağışlamıştır. Bağışlama gerek Mecliste gerekse basında övgü dolu yansımalar bulmuştur. İsmet İnönü de o dönemde bağışı övgü ile karşılamasına rağmen, daha sonra çiftliklerin devir şekliyle ilgili olarak Atatürk ile sorunlar yaşadığını anlatmıştır. Çiftlik nedeniyle, Atatürk ile İsmet İnönü arasında bakanlar kurulunda oldukça sert bir tartışma yaşanmıştır. Bu tartışmadan bir kaç gün sonra Atatürk'ün isteğiyle İsmet İnönü, önce izinli olarak başbakanlıktan ayrılmış, yaklaşık bir ay sonra da istifa etmiştir. Atatürk sahip olduğu nakit ve hisse senetleriyle, Çankaya'daki menkul ve gayrimenkullerini vasiyetiyle Cumhuriyet Halk Partisine bırakmıştır. Kendisine hediye edilen çeşitli şehirlerdeki evlerini ise hayattayken belediye ve resmi kuruluşlara bağışlamayı istemiş, bunun için de Ankara'ya dönmeyi beklemiştir. Ancak Atatürk'ün sağlık durumu Ankara'ya dönmesine imkân vermemiş, vefatı sonrasında da Atatürk'e çeşitli zamanlarda hediye edilen evler, yasal mirasçısı olan kız kardeşine intikal etmiştir. Ancak bu evler daha sonra resmi kurumlar tarafından satın alınarak Atatürk için müze haline dönüştürülmüştür.

Tanzimat Devri’nde Kıbrıs’ta Azat Edilmiş Kölelerin Hukukî Ve Sosyo-Ekonomik Durumları (1839- 1876)

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 699-756 · DOI: 10.37879/belleten.2014.699
Tam Metin
Tanzimat devrinde de Kıbrıs'ta siyah köleler teorik olarak toplumun en alt katmanında bulunuyorlardı. Herkesin din, mezhep ve etnik fark gözetilmeksizin eşit sayılacağı ilan edilmişti; fakat onlar yine köle idiler. Toplum hayatının zaruri pratikleri teorik tasnifi görünmez kılacak düzeyde insani ve medeniydi. Köleler ile hür şahıslar arasındaki medeni ilişkiler, köle sıfatının sınırlarının ötesinde; eşitlik çerçevesinde kuruldu. Bazı köleler önceden azat edilmişlerdi. Bu kişiler toplumsal hayata iktisadi, medeni ve hukukî anlamda katıldılar. Hür insanlar tarafından kabul gördüler. Hukukî statüleri sebebiyle yadırganmadılar. Kölelerin azat edilmeleri geleneksel hoşgörünün zaten içselleştirildiği Osmanlı-Kıbrıs toplumunda radikal değişiklikler doğurmadı. Köle azadı, kölelik statüsü açısından "kişisel hürriyete kavuşma" anlamına gelmekteyken Osmanlı köleleri açısından yalnızca sembolik bir hukukî süreçten ibaretti. Azatlı köleler evlendiler, menkul ve gayrimenkul mülkler edindiler, mal varlıklarını aile fertlerine miras bıraktılar, alacak-verecek ilişkileri oldu, mahkemelerde şahitlik ettiler, ticaret yaptılar; toplumsal kabul ve itibar gördüler. Bu çalışmanın amacı, 1839-1876 yılları arasında Kıbrıs'ta çeşitli sebeplerle azat edilmiş kölelerin hür insan olarak, toplumsal hayata ne şekilde ve düzeyde dâhil olabildikleri ile Kıbrıs toplumunun bu şahısları nasıl ve ne düzeyde benimsediklerini tespit etmektir. Konu Kıbrıs Şer'iyye Sicilleri'ne dayanarak ele alınacaktır.

Tanzimat Döneminde İsyancı Bir Ayan Profili: Acaralı Kör Hüseyin Bey Hadisesi

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 611-658 · DOI: 10.37879/belleten.2014.611
Tam Metin
19. yüzyılda Osmanlı taşra idaresinde yaşanan en önemli değişim şüphesiz temellerini II Mahmud'un attığı merkezileştirme faaliyetleriydi. Taşrada uzun bir geçmişi olan âyan ailelerinin güçlerinin sınırlandırılması ve merkezi denetimin yeniden tesis edilmesi esasına dayanan yeni devlet politikası etkilerini Doğu Karadeniz bölgesinde de gösterdi. 19. yüzyılın ilk otuz yılında bu bölge merkezi temsil eden valiler ile yerel güçler arasında sürekli bir mücadeleye sahne oldu. Bu mücadele döneminin bir sonraki aşaması olarak bölgede Tanzimat'ın uygulanmaya başlaması ve sadece idari değil mali anlamda da bir merkezileşmeyi ve yeni bazı uygulamaları ön görmesi çıkarları zedelenen geniş bir zümrenin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu muhalif kesimin bir kısmı yeni sisteme entegre edilerek teskin edilse de Trabzon Eyaleti'nin doğusu gibi imparatorluğun bazı hassas bölgelerinde bu süreç biraz daha sancılı oldu. Osmanlı-Rus sınırında tampon bir bölge özelliği gösteren Acara'da 1840'tan 1846'ya kadar devam eden bir karışıklık dönemi Karadeniz Bölgesi'nin kendine has âyanlık sisteminin bir örneğini sergilediği gibi bölgenin gerek iç gerekse de dış gelişmelere karşı hassas yapısını ve kırılganlığını da göstermektedir. Bu bağlamda bu çalışma, Acara bölgesinin en önemli âyan ailelerinden olan Selim Paşazâdelerden Kör Hüseyin Bey'in ilki 1840; ikincisi de 1846'da ortaya çıkan ve aldığı destek ile bölgeyi anarşi ortamına sürükleyen isyanlarının ortaya çıkışlarını ve bölgedeki etkilerini Osmanlı ve Fransız arşiv kaynaklarıüzerinden değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

Karadağ Devleti’nin Doğuşu: Osmanlı-Karadağ Sınır Tespiti (1858-60)

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 282 · Sayfa: 659-698 · DOI: 10.37879/belleten.2014.659
Tam Metin
Karadağ,1850'lere kadar kimsenin tanımadığı, dağlı vahşi kabilelerin yaşadığı bir yerdi. Fakat bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışmayı kendilerine adet edinen Büyük Devletler (İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya, Avusturya-Macaristan) yavaş yavaş Karadağ'la ilgilenmeye başladılar. Bölgeden gelen bitmek tükenmek bilmeyen çatışma haberleri, Bosna'da ardı ardına çıkan isyanlarda Karadağ'ın lojistik üs olarak kullanılması 1857'de taraflar arasında sınırların tespit edilmesi fikrinin doğmasına yol açtı. Büyük devletlere göre Karadağlıların üzerinde hak ettiği topraklar onlara verilirse çatışmalar sona erdirilebilirdi. Osmanlılar içinse Karadağ saldırılarının sebebi onların içinde bulunduğu fakirlikti, eğer Karadağ'a tarım yapabilecekleri bir parça toprak verilirse bu sorun ortadan kalkacak ve çatışmalar duracaktı. Tüm taraflar bu düşüncede birleşince 1858'de çalışmalar başladı. Ancak çalışmalar, Osmanlıların düşüncesinin tersine neredeyse bağımsız iki devletin arasına sınır çizme şeklini aldı. Nihayet birçok komisyon kuruldu ve yaklaşık 2,5 yıl süren çalışmalar sonucu sınır tespit edildi. Çalışmalar Osmanlı Devleti için istenen sonucu vermedi. Tam tersine yeni sınırlar birçok noktada tartışmaya yol açtığından başka çatışmalara sebep oldu. Fakat çalışmalar bittiğinde Karadağlıların benim diyebilecekleri, sınırları belirlenmiş toprakları vardı ve onlar 1913'e kadar bu topraklara yenilerini ekleyeceklerdir.