3787 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Belleten
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

THEOHARIS STAVRIDES, The Sultan of the Vezirs: The Life and Times of the Ottoman Grand Vezir Mahmud Paşa Angelovic (1453-1474), Brill-Leiden-Boston-Köln, 2001. 449 sayfa [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 211-214
Son 50 yıldır Osmanlı tarihi araştırmaları çok önemli aşamalar kaydetti. Artık Osmanlı tarihi sadece siyasi olayları ile değil, sosyal, ekonomik ve kültürel bakımdan da çok daha iyi biliniyor. Bununla birlikte Osmanlı tarih yazıcılığında prosopografik araştırmalar çok ihmal edilmiş bir çalışma alanı olarak göze çarpıyor. Halbuki Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinin sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için olaylara yön veren tarihi şahsiyetler hakkında daha kapsamlı bilimsel çalışmalar yapılması ve onların tarihi olayların yön değiştirmesindeki rollerinin daha sağlıklı bir şekilde ortaya konulması elzemdir.

E. MARIENNE STERN, Roman, Byzantine and Early Medieval Glass 10BCE - 700 CE Ernesto Wolf Collection, Ostfildern 2001 [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 217-218
Eva Marienne Stern'in antik cam, özellikle Roma Dönemi cam buluntuları üzerine bir çok yayını bulunmaktadır.Yazarın bu çalışması, Ernesto Wolf Koleksiyonu'nun ikinci kitabıdır. Bir ortak çalışma olan ilk kitapta (E.M. STERN - B. SCHLICK NOLTE, Early Glass of the Ancient World 1600 B.C. - A.D. 50 Ernesto Wolf Collection, Ostfildern 1994 ), üfleme tekniği öncesine ait yaklaşık 1500 yıllık bir süreçte yapılmış olan cam eserlerin kataloğu yer almaktadır. Yine bir katalog çalışması olan bu son kitabında ise Erken Roma Dönemi'nden Geç Antik ve Erken Ortaçağ (IV. yüzyıl ortası - erken VIII. yüzyıl) dönemleri arasında yapılmış olan cam eserlerin tanıtımı yapılmıştır.

A.L. MACFIE, Orientalism: A Reader, Edinburg University Press, Edinburg 2001, 8+365+9 sahife [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 215-216
"Orientalizm" genel anlamda geleneksel "Doğu bilimleri" olarak anlaşılırken XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, bir başka deyişle koloniyalizmin sona ermeye başlamasıyla yeni bir anlam çerçevesi kazanmıştır. Buna göre yeni dönemde Orientalizm teknik bir ifade olmaktan çıkarak, doğu ve batı ikileminde batı ve batı emperyalizminin hayat anlayışı, doğu toplumları veya daha ziyade İslam toplumlarına karşı geliştirilen bir tavır, bir ideoloji olarak takdim edilmeye ve anlaşılmaya başlanmıştır. Bir bakıma hakim Batının Doğuya karşı politikalarının meşrulaştırma gayretlerini de içeren bu yaklaşım tabiatıyla pek çok hararetli tartışmaların da konusu olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Byc kobietac w oriencie. Praca zbiorowa pod redacja, Barbary Grabowskiej, Ewy Machut-Mendeckig. Warszawa: Wydawnictwo Akademickie, Dialog 2001, 274 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 209-210
Varşova Akademik Dialog Yayınevi'nden 2001 yılında çıkan "Orient'te Kadın Olmak" başlıklı bu kitap, Danuta Chmielowska, Barbara Grobowska ve Ewa Machut Mendecka'nın redaksiyonu altında hazırlanmış. Her biri kendi alanında uzman, akademik kariyeri olan 16 değişik yazar tarafından vücuda getirilen bu kitap, yazarlarının uzmanlık alanlarında yazdıkları iki genel bölümden oluşmakta. Birinci bölümün başlığı: Antik Çağdan Modern Çağa. İkinci bölümün başlığı ise: Edebiyatta Kadının Portresi.

Ankara 1924 Lörcher Planı Raporu

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 153-192 · DOI: 10.37879/belleten.2003.153
Tam Metin
Ankara'nın erken cumhuriyet dönemi planlama kararları ve belgeleri üzerinde yaklaşık üç yıldır yapılmakta olan inceleme çalışması ve arşiv araştırmaları, bugün iyi bir noktaya gelmiş bulunuyor. Ne yazıktır ki, başkentlik kararının alındığı 13 Ekim 1923 tarihinden sonra, Ankara şehrinin yönetimi, Ankara'da başkente özgü bir yönetim arayışı ve belediyeciliğin kurumsallaşması, ilk belediye yılları, ilk plan arayışları ve bulguları, bugüne kadar çok fazla araştırılmamıştı. Yaklaşık 80 yıl sonra bu yazının ekindeki raporun da kilit taşlarından birini oluşturduğu araştırma, bir dönüm noktasını, bir uğrak noktasını haberleyen çarpıcılıkta.

Köşk Höyük'den Erken Kalkolitik Çağa Ait Bir Yapı

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 13-44 · DOI: 10.37879/belleten.2003.13
Tam Metin
Değerli meslekdaşımız Prof.Dr. Uğur Silistreli'nin vefatı üzerine ara verilen Köşk Höyük kazılarına, Niğde Müzesi adına 1995 yılında tekrar başlanmıştır. Dr. Silistreli tarafından açığa çıkarılan mimari ve küçük eserler, onun anısına ekibimiz tarafından hazırlanmakta olan Köşk Höyük I adlı kitapta yayımlanacaktır. Bu makalenin konusu ise 1995 - 1996 yıllarında açığa çıkarılmış, I. kata ait iki evreli bir ev ve buluntularıdır.

Bronz Tablette (Bo 86/299) Geçen NA₄ ḫekur SAG.UŠ "türbe" Yapısı Üzerine

Belleten · 2003, Cilt 67, Sayı 248 · Sayfa: 1-12 · DOI: 10.37879/belleten.2003.1
Tam Metin
Bronz tabletin 1986 yılında keşfi ve 1988 yılında H. Otten tarafından yayımlanması ile, Tarḫuntašša ve Ĥulaia Nehri Ülkesi problemi konusunda pek çok sorun çözülme aşamasına gelmiştir. Buna karşılık tablette çözülemeyen bir kısım problem varlığını hâlâ devam ettirmektedir. Bu problemlerden biri de NA₄ ḫekur SAG.UŠ yapısıdır.

Hititçe Çivi Yazılı Belgelere Göre Çoban

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 247 · Sayfa: 765-788
M.Ö. II. binyılda Anadolu'da çok önemli bir siyasal güç olarak ortaya çıkan Hititler, bu dönem dünyasının en çok dikkati çeken kültürlerinden birini de ortaya koymuşlardır. Hitit Devleti'nin ilk kez ortaya çıktığı yer, Hitit kültürünün izlerine bugün en yoğun olarak rastlanan bölge olan Kızılırmak'ın çizdiği geniş kavsin içinde kalan topraklardır. Bu merkez alandan hareketle Hititler, Anadolu'nun her yönünde siyasal ve askeri faaliyetlere girişmişler, devletin sınırlarını bu yönlerde genişletmişlerdir. M.Ö. XII. yüzyıl başlarındaki Hitit Devleti'nin yıkılışına dek Anadolu'nun pek çok yerinde ve ondan sonra biraz daha değişik kimliklerle Anadolu'nun güneyi ve güneydoğusunda Hititler'in izlerini takip edebilmekteyiz.

The Wounded Turks and the Fall of Damascus, 1 October 1918

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 247 · Sayfa: 931-942
Tam Metin
At 6 a.m. on 1 October 1918, Feisal's forces entered Damascus. All day and night they flowed into the Omayade capital and started looting and killing, particularly Turkish soldiers who were wounded and sick. British units remained outside the city. The new Arab administration proved unable to keep order. One particularly gruesome incident was the looting of the main Turkish hospital. It contained between 600 to 800 wounded. Many of them died. The Turks had no cover for the sick. Few of the men had blankets; they had no medical organisation. There were no drugs, bandages, or food fit for sick men; no sanitation. Very little assistance could be obtained from the local Arab authorities in Damascus. They were indifferent to human suffering. However, the wounded Turks left in Damascus suffered not just because of Arab logistical problems, but also because the political need to exclude the British units from Damascus left the sick and wounded Turks bereft of care. The British re-occupied the Turkish military hospitals after four days' Arab control as the Turkish wounded were receiving no care. They then set about cutting the death rate from 70 to 15 a day. The patterns of military administration in Damascus were supposed to follow international practice as prescribed in the Fourth Convention Concerning the Laws and Customs of War on Land signed at the Hague in the Netherlands on 18 October 1907 and entered into force on 26 January 1910, to which both Britain and the Ottoman Empire were parties. The British clearly disregarded the general rules on the occupied enemy territories as defined by this convention. It was essential to obey the main rules of military occupation. Therefore the neglect of the Turkish hospitals in Damascus by British forces, was, to say the least, unlawful. The poor conditions for the wounded Turks were a direct result of the British army being instructed to promote an Arab administration in Damascus. The French looked upon this British connivance with indignation. Paris accused London of hiding behind the façade of Arab nationalism to undermine French influence in Syria. During the war Britain had already in the Sykes-Picot Agreement recognised French interest in Syria. In terms of international politics it must have been that the Turkish sick and wounded were marginal to the central objective of giving the impression that Feisal's Arabs were in charge. Turks suffered as a result of British realpolitik.

Kaynak Kritiği ve Tehcir Olayında Belge Tahrifatı -Johannes Lepsius Örneği-

Belleten · 2002, Cilt 66, Sayı 247 · Sayfa: 967-984
Tam Metin
Atatürk'ün "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" sözü, tarih metodolojisi açısından irdelendiğinde, adeta bugünkü Avrupalıların "Ermeni meselesine" bakış açıları göz önünde bulundurularak söylenmiş gibidir. Tarih yazıcısı, çalışmalarının yöntemsel ve felsefi eleştirisine subjektif bir eğilim ile yaklaşmak yerine, tarih metodolojisinin ortaya koyduğu araştırma tekniklerine güvenmeyi tercih eden kişi olduğu ölçüde bilimsel olur. Bilimsel ölçünün iki temel öğesi olan gerçeklik ve kaynak belirtme meseleleri ise tarih ilmi araştırmalarındaki can alıcı noktayı teşkil etmektedir. Tarihçi, özünde bu iş ne denli güç olursa olsun, geçmişteki insanların eylem, düşünce ve harekete geçirici nedenlerini, kendi mevcut inançlarına doğrudan başvurmadan, bilimsel anlamda kavrayabilmek için çaba göstermek zorundadır.