178 sonuç bulundu
Dergiler
- Belleten 178
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Ottoman Empire 14
- Osmanlı 13
- Osmanlı Devleti 13
- Ottoman 12
- İstanbul 5
- Osmanlı İmparatorluğu 5
- Istanbul 4
- Ticaret 4
- Cemal Paşa 3
- China 3
Labrys and Ears on the Orthostat Block in the Southern Cella Wall of Zeus Lepsynos Temple at Euromos: An Iconographic Approach
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 1-25 · DOI: 10.37879/belleten.2025.001
Özet
Tam Metin
A depiction of a labrys is flanked with an ear motif on either side within tabula ansata on an external orthostat block on the southern cella wall of the Zeus Lepsynos Temple at Euromos in Caria. Although labrys, i.e., double-axe motif is encountered across a vast geography in Antiquity, it is known that this sacred symbol was identified with Zeus especially in Caria. Nevertheless, Zeus of Euromos holds a labrys in one hand and a scepter in the other. This article aims to attain a plausible conclusion through comparison with similar examples and iconographic interpretation of labrys symbol executed together with ear motifs. While attempting such a study, the difference in organs executed for health from the cultic organs, such as the eye or ear of the deity, is also addressed.
Influence and Traces of Buddhism on Traditional Beliefs of the Kyrgyz People
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 79-99 · DOI: 10.37879/belleten.2025.079
Özet
Tam Metin
While Shamanism predominantly shaped the spiritual life of the Ancient Türks, Buddhism, as the first religion to spread among them, also exerted a significant influence in later periods. Although Buddhism waned among the ancient Türks and the Kyrgyz, it left traces within the boundaries of Turkestan, eventually fading among the contemporary Kyrgyz. The Buddhist inscriptions discovered in the Tian-Shan region and the beliefs associated with Buddhism in Kyrgyz history have been relatively understudied until recently. The introduction provides a brief history of Buddhism’s expansion into Central Asia. Based on the first-hand sources, its dissemination among the Türk and Uyghur States and the information about the influence of this religion on other communities and the Kyrgyz were examined through comparative research. The first section explores Buddhism’s decline following Islam’s spread in Turkestan, as documented in Dīwān Lughāt al-Turk by Mahmud Kashgari. The second section examines the development of Buddhism in Central Asia and the Junghars’ (Qalmuq) aspirations to conquer Turkestan. In conclusion, this article offers a comparative analysis of written sources concerning Kyrgyz history, tracing the key phases of Buddhism’s influence on Kyrgyz people and Kyrgyzstan. Lastly, the study delves into the etymological origins of terms like “Manas”, “qut”, “chatyr”, “cherik” and “eshtek” suggesting their Sanskrit roots through Buddhism in the culture and spiritual beliefs of Kyrgyz, shedding light on the preservation of ancient beliefs of the Kyrgyz’s.
Concerning the Transept Basilicas on the Southern Coast of Anatolia in Late Antiquity
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 27-77 · DOI: 10.37879/belleten.2025.027
Özet
Tam Metin
The transept, in the most general sense, is the transverse unit of a basilical church located between the nave and the apse. Since it did not originate from Roman architecture and was rarely included in church planning, several scholars have attempted to understand whether the transept functioned differently from ordinary basilicas since the beginning of the 20th century. Transept basilicas spread over a wide geographical area during Late Antiquity, between the 4th and the 6th centuries, and ceased to be employed after the 6th century in the eastern part of the empire, while they continued to be a substantial unit of churches from the Carolingian through the Romanesque and Gothic periods in the West. Although most transept basilicas seem to occur in Anatolia, no extensive study has been published to date concerning this church type. From this point of view, this study deals with the typology and possible functions of transept basilicas in Anatolia, with special reference to the southern part where the vast majority of the examples were found. Within the scope of this work, including my personal observations on many sites, we can conclude that the transept churches in Anatolia occur in urban environments rather than the countryside and may have functioned mainly as ordinary parish churches, as well as, albeit apparently less often, as episcopal, memorial and funerary.
Orta Asya’da Türk-Çin Kültürel Etkileşim Sürecinde Çalgılar ve Pipa
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 101-130 · DOI: 10.37879/belleten.2025.101
Özet
Tam Metin
İpek Yolu’nun geçtiği bir bölge olan Orta Asya, tarih boyunca farklı medeniyetlerin buluşma noktası olmuş, Türk-Çin kültürel etkileşimi bu coğrafyada ortaya çıkmıştır. Sadece siyasetin ve ticaretin değil Türk ve Çin halklarının yaşam biçimleri ve özellikle Uygur Türkleri arasında yaygınlaşan Budizm’in de bu kültürel etkileşimde önemli rolü olmuştur. Budist manastırların duvarlarına, elindeki çalgıyı çalar vaziyette çizilen Tanrı ve Tanrıça figürleri o dönemin önemli kalıntıları arasında gösterilebilir. Türklerde müzik, Hunlar döneminden itibaren büyük bir gelişme göstermiştir; Hunların kurduğu ve küvrük (kös), tomruk/ kübürge (davul), borguy (boru), yırağ/sunay (zurna), çeng (zil) gibi çalgılardan oluşan tarihî tuğ takımı başta olmak üzere telli, üflemeli, vurmalı birçok çalgı Çin müzik kültüründe yerini almıştır. Batılı kaynaklar, Orta Asya’nın geleneksel sazlarından saydığı Çin çalgısı pipanın da bir çeşit kopuz olduğu ve kökeninin Hun Türklerine dayandığını belirtmişlerdir. Nitekim VIII ve IX. yüzyıllarda Uygurların kullandığı kopuzun kısa saplısı olan “berbat/ barbat”, birtakım değişikliklere uğradıktan sonra Çinceye pipa adıyla geçmiştir. Çin müziğindeki pentatonik ölçeklere benzer melodik yapı ve ritim benzerliklerinin Türk müziğinde de kullanıldığı görülmüştür. Türk-Çin kültürel etkileşim süreçleri boyunca çalgıların görünümleri, ses yapıları ve çalma tekniklerinde birtakım değişiklikler olduğu gözlemlenmiştir. Kültürel etkileşimler devam ettiği müddetçe bu tür değişikliklerin zaman içerisinde farklı kültürlerde de etkileri görülmeye devam etmiştir. Bu makalenin amacı, Orta Asya’da siyasi, ticari, kültürel anlamda köklü geçmişleri olan Türk-Çin uluslarının birlikte yaşadıkları bölgenin geçmişini anlamak, tarihi olayları ve etkileşime bağlı toplumsal evrim süreçlerini izlemek, Orta Asya’nın kültürel çeşitliliğinin modern ilişkilerin temelini oluşturmadaki rolüne değinmektir.
Orta Çağ İslam Dünyasında Ağıtçı Kadınlar
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 131-153 · DOI: 10.37879/belleten.2025.131
Özet
Tam Metin
Bu çalışmamızda kadim bir olgu olan ağıtçı kadınlar geleneğinin Orta Çağ İslam dünyasındaki macerası ele alınmıştır. İslam’ın ilk dönemlerinden başlamak üzere Emevîler, Abbâsîler, Fâtımîler, Büveyhîler ve Selçuklular dönemini kapsamaktadır. Dönemin tarihî, edebî, biyografik vb. eserleri esas alınarak tespit edilen örnekler çerçevesinde söz konusu geleneğin pratik yönü işlenmiştir. Orta Çağ İslam dünyasında matem merasimlerini yürüten ve ağıtları yakan kadınlar ekseriyetle müteveffanın annesi, eşi, kızı, kız kardeşi, cariyesi, yakın akrabası veya bu işi meslek edinmiş profesyonel ağıtçı kadınlardan oluşmaktaydı. Özellikle belli bir ücret mukabilinde ağıt yakan profesyonel ağıtçı kadınlar, ağıt merasimi sırasında hem sözlü hem de eylemsel performans sergilemekteydiler. Bu özellikleriyle cenaze merasimlerine önem verilen İslam toplumunda, rağbet görmüş ve cenaze alaylarının müdavimi olmuşlardır. Söz gelimi Sellâme, Haleb/Hilb, Sükeyna ve Hüsrevân bunların meşhurlarıdır. Ölünün yakınları veya profesyonel ağıtçı kadınlar tarafından yakılan ağıtlara çeşitli görsel eylemler de eşlik etmiştir. Buna göre ağıt ile birlikte en sık sergilenen davranış ağlamadır. Bundan dolayı ağlayan ağıtçı kadın tabiri bu dönemde sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra İslam’ın men etmesine karşın saçların dağıtılıp yolunması, üst başın yırtılması, yüzün tokatlanması, ellerin çırpılması, dövünmek, yüzlerin siyaha boyanması gibi eylemler de sergilenmiştir. Ağıtçı kadınların İslami usule uymayan bu tutumları, onları zaman zaman devlet ve toplum ile karşı karşıya getirmiştir. Bununla beraber ağıtçı kadın geleneği bütün bu muamelelere rağmen hem İslami hem de ona muhalif yönüyle Orta Çağ İslam toplumunda benimsenmiş ve varlığını devam ettirmiştir.
Abbâsî Sarayının Kadın Görevlileri: Kahramâneler
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 155-199 · DOI: 10.37879/belleten.2025.155
Özet
Tam Metin
İslam tarihinde ilk defa vezirlik kurumunu ihdas eden ve mevcut divanlara yenisini ekleyip var olanlarını ise daha da geliştiren Abbâsîler, selefleri Emevîlere kıyasla devleti daha merkezî ve bürokratik bir yapıya kavuşturmuşlardır. İdari yapıdaki bu değişiklikler aynı zamanda saray teşkilatının ve bu teşkilatın bir parçası olan haremin daha da kurumsal hale gelmesini sağlamıştır. Hilafet merkezinin Sâmerrâ’dan tekrar Bağdat’a taşınmasından (279/892) sonraki süreçte, özellikle de Muktedir’in (295-320/908-932) halifeliği döneminde harem mensuplarının sayısında ciddi bir artış yaşanmıştır. Harîmü dâri’l-hilâfe adıyla anılan sarayın harem kısmında halifenin annesi, hanımları, çocukları ve yine halifenin dul veya boşanmış kız kardeşleri ve halalarından oluşan hanedan mensupları yaşamaktaydı. Yine bu yapı içerisinde onların hizmetinde bulunmak üzere söz konusu dönemde sayıları binlerle ifade edilen temizlikçiler, erkek ve kadın hizmetkârlar, hâcibler, muhafız birlikleri, köleler ve bekçiler istihdam edilmiştir. Elinizdeki çalışma tam da bu noktada öne çıkan sorumluluğu harem mensuplarının ihtiyaçlarının giderilmesi ve haremin gelir-gideriyle ilgilenmek olan, ancak siyasi ve idari açıdan son derece etkin bir konuma sahip olan kadın görevliler, yani kahramâneler üzerine odaklanmaktadır. Sarayda ilk defa resmî olarak bir kahramânenin görevlendirildiği Muktedir’in halifeliğinin erken döneminden bu uygulamanın yürürlükten kaldırıldığı 493 (1099) yılına kadar Abbâsî sarayında görev yapmış kahramâneleri inceleyen çalışmada bir taraftan kronolojik bir sıra takip edilirken diğer taraftan kahramânelerin öne çıkan özellikleri başlıklara yansıtılarak tematik bir bakış açısı sunulmaya çalışılmıştır.
17. ve 18. Yüzyıllarda İstanköy Adası’nda Ekonomi ve Ticaret
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 223-264 · DOI: 10.37879/belleten.2025.223
Özet
Tam Metin
İstanköy Adası tarih boyunca, coğrafî konumu ve korunaklı limanıyla ön plana çıkmıştır. Ada, Mısır-Rodos-İzmir denizyolunun üzerinde yer almaktadır. Anadolu kıyısında Bodrum’a da çok yakındır. Adada ticaretin kalbi Narence Limanı’dır. Limanın korunaklı bir yapısı vardır. Bundan dolayı liman, bölgede seyrüsefer eden gemiler için önemli bir sığınak yeri olagelmiştir. Osmanlı Devleti idaresinde limanın ve genel olarak adanın ticari işletmesi, Gümrük-i İskele-i Narence ve Tevâbii Mukātaası adıyla yapılandırılmıştır. Narence Limanı’na giriş-çıkış yapan ürünlerin gümrük vergisi ve adadaki her türlü vergi bu mukātaa tarafından tahsil ediliyordu. Mukātaaya ait rakamlar, İstanköy Adası’nın ekonomik ve ticari durumu hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Dolayısıyla bu araştırmanın ilk bölümünde, İstanköy Mukātaası’nın, 17. ve 18. yüzyıllardaki mali yapısı gözden geçirilmiştir. Böylece, ada ekonomisinin büyüklüğü ve karakteri hakkında genel bir kanaat oluşturulmaya çalışılmıştır. Sınırlı ziraî toprağa sahip adada, hububat tarımının yeteri kadar gelişmediği açıktır. Buna karşılık bağcılık ve bahçecilik yaygındır. Adada yetiştirilen limon ve turunç gibi narenciye ürünlerinin en büyük alıcısı, Osmanlı saray mutfağıdır (Matbah-ı Âmire). Tarımın yanı sıra adada, canlı bir ticari hayatın olduğunu söylemek mümkündür. Araştırmada, adanın ve Narence Limanı’nın ticari işlevine ve önemine dair de bazı bilgiler verilmektedir. Araştırmanın temel kaynakları, Osmanlı Arşivindeki defter ve belgelerden oluşmaktadır. İlaveten, bazı Osmanlı kroniklerinden ve adayı ziyaret eden yerli ve yabancı seyyahların anlatımlarından da istifade edilmiştir.
Two Countries, One Mission: Comparing Member of Ottoman and English Pay-to-Pray Institutions (XVI and XVII. Centuries)
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 201-221 · DOI: 10.37879/belleten.2025.201
Özet
Tam Metin
This article compares paid prayer workers employed in the Ottoman Empire and England during the sixteenth and seventeenth centuries. Throughout history, clergy in all societies undertook the duty of offering prayers. However, English and Ottoman pay-to-pray workers were specifically obligated to pray for the souls of those who provided them with dedicated income. These individuals were often in need of state protection and care and were in need of support and assistance. Using studies conducted on paid prayer workers and documents from Ottoman archives, this article seeks to identify the similarities and differences between the prayer workers of these two countries. The article argues that the similarities were shaped by the requirements of religion and social life, while the differences were shaped by the economic and cultural conditions of the time. Following a brief introduction to prayer workers, the article highlights the working conditions, qualifications, responsibilities, and income of those who received a salary or, for various reasons, acquired income and thus prayed for the state, the ruler, and the income provider. Due to the lack of in-depth studies on the topic and the absence of detailed publications on such prayer workers in both states, this article is of an essay.
Millî Mücadele’de 20. Kolordunun 5. Kolorduya Dönüştürülmesi ve Ortaya Çıkan Nüfuz Mücadelesi
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 311-348 · DOI: 10.37879/belleten.2025.311
Özet
Tam Metin
Mütareke Dönemi’nde Ankara’da konuşlanan 20. Kolordunun sorumluluk sahası, Anadolu’nun pek çok bölgesini birbirine bağlayan stratejik bir konumdaydı. Bu önemiyle beraber Kolordu Kumandanı Ali Fuad Paşa’nın Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinden biri olması, Kolordunun millî hareketin Batı Anadolu ve çevresinde genişlemesine yönelik etkin faaliyetlerini ortaya çıkarmıştır. Şüphesiz bu durum, İstanbul’daki Damat Ferid Paşa Hükûmeti’ni rahatsız etmiş ve neticede Fuad Paşa görevden alınmıştır. Fakat onun görevini devretmemesi ve kolordusunun kendisine bağlı kalması nedeniyle yerine atanan Ahmed Hamdi Paşa, Ankara’ya gidemeyerek Eskişehir’de beklemeye başlamıştır. Ali Fuad Paşa’nın birtakım tedbirler almak maksadıyla Eskişehir’e hareket etmesi üzerine hükûmet, 20. Kolorduyu lağvederek Eskişehir merkezli 5. Kolorduyu kurmuş, ancak bu kolordunun varlığı kâğıt üzerinde kalmıştır. Dolayısıyla hükûmetin ve Millî Mücadele Hareketi’nin bölgede otoritesini sürdürme çabaları, 20. Kolorduyu İstanbul ve Anadolu arasındaki nüfuz mücadelesinin öznesi hâline getirmiştir.
Bu makale, hükûmetin kritik önemdeki 20. Kolordu mıntıkasında otoritesini sürdürme hedefiyle hayata geçirmeye çalıştığı askerî teşkilat düzenlemesini detaylıca ele alırken bu kapsamda İstanbul-Anadolu arasında yaşanan mücadeleyi de incelemektedir. Böylece hükûmetin millî hareketin etkinliğini kırma pahasına orduyu yapılandırma çabaları ile buna mukabil 20. Kolordunun hükûmetin hilafına da olsa kendi kararlarını uygulamadaki kararlılığı ve aldığı tedbirlerin ortaya konulması hedeflenmiştir. Olayların askerî safhasına odaklanan çalışmanın kaynaklarını; konuya dair araştırmaları derinleştirecek şekilde Osmanlı, ATASE ve TİTE arşivindeki özgün belgeler ile yayımlanmış arşiv belgeleri ve döneme ilişkin yapılan araştırmalar oluşturmaktadır. Nitel analiz metoduyla ele alınan çalışmada tespit edilen bulgular, sürecin politik ve askerî şartları ve her iki tarafın olaylara yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Taşrada Modern Bir Mektebin Kurumsal Yapısı ve Mahallî İşlevi: Uşak Erkek Rüşdiye Mektebi (1872-1914)
Belleten · 2025, Cilt 89, Sayı 314 · Sayfa: 265-309 · DOI: 10.37879/belleten.2025.265
Özet
Tam Metin
Çalışmada Uşak Erkek Rüşdiye Mektebi yapısalcı-işlevselci bir bakış açısıyla ele alınmış, personeli, talebe mevcudu, müfredatı, ders araç-gereçleri ve binaları üzerinde devamlılık ve değişim temelinde durulmuştur. Mezunlarının kariyerleri takip edilerek mektebin mahallî işlevi ve rolü tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın kronolojik aralığını, mektebin kuruluş tarihi olan 1872 yılı ile Uşak İdâdî Mektebiyle birleştirildiği 1914 yılı oluşturmuştur. Çalışmada arşiv belgeleri, salnameler, mevzuat ve gazeteler temel kaynakları teşkil etmiştir. Literatürün de ihmal edilmediği çalışmada, sıbyan/ ibtidaî mekteplerinden mezun olan talebenin ilk defa rüşdiye derecesinde bir mektepte öğrenim görme fırsatı bulduğu, mektep mezunlarının bir kısmının idâdî ve benzeri mekteplerde tahsillerini sürdürdüğü, bir kısmının medreselere devam ederek ilmiye tarikinde kariyer yaptığı, bir kısmının hükûmet dairelerine mülazemetle devam ederek refik, kâtip ve memur olduğu tespit edilmiştir. Mektepte muallim-i evvel, muallim-i sani ve bevvabların asaleten, muallim-i salis ve mubassırın kısa süreliğine vekaleten, hüsn-i hatt muallimlerinin seyyar/dışarıdan görev yaptıkları, maaşlarını merkezî bütçeden aldıkları, süreç içinde mektebin kurumsal yapısında önemli bir değişiklik meydana gelmediği, müfredatının sık sık değiştirildiği görülmüştür. Kaza erkek rüşdiye mektepleriyle ilgili yapılacak benzer çalışmaların bilgi birikimine katkı yapmaları yanında karşılaştırma imkânı vereceklerine şüphe yoktur.