4 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Kültür Merkezi
  • Erdem
  • ölüm
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Felsefi Bir Söylem Biçimi Olarak Susku

Erdem · 2016, Sayı 70 · Sayfa: 75-84 · DOI: 10.32704/erdem.536838
Tam Metin
Felsefe, hep söylemek eylemi üzerine kendini inşa eder, söylemek eyleminde kendini gerçekleştirir. Söylemeyen, söylemeye eğilim duymayan bir felsefe düşünemeyiz bile. Susku hali, zaman zaman felsefenin gündemine girmiştir. Bunun en ileri örnekleri Kant, Kierkegaard ve Wittgenstein'da görülebilir. Bunlar öylesine anlamlı suskulardır ki, adeta felsefenin temel soruları karşısında verilmiş en sahih cevaplardır. Özellikle metafizik konular söz konusu olduğunda -ki buna ölüm de dâhildir- felsefenin, derin susku sularına gömüldüğü görülebilir. Sorun şudur: Susku, sözü bitirir mi yoksa yeni bir konuşma mı başlatır? Susmak, gerçekten susmak mıdır, yoksa Rilke'nin dediği gibi "yeni bir başlangıç, yeni bir işaret ve yeni bir değişim" midir? Sustuğumuz zaman, konuşmayı bitirmiş mi oluruz, yoksa asıl konuşma o zaman mı başlar? Eğer susku da bir konuşma tarzıysa, felsefi bir söylem biçimi olarak ortaya çıkma durumu söz konusu olabilir. Bu bağlamda sorulabilecek bir başka soru da şudur: Ölümün getirdiği ebedi susku, felsefi değerde midir?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Poetikasında Ölüm İmgeleri

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 29-51 · DOI: 10.32704/erdem.537408
Tam Metin
Bu çalışmada, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın edebî eserleri temel alınarak, onun "ölüm" kavramı üzerindeki düşüncelerini yansıtan yazınsal imgeleri üzerinde durulmuştur. Tanpınar'da ölüm, hayatının trajik yanlarını ortaya koyan, onun düşüncelerini derinden etkileyen felsefî bir problemdir. Bir sanatçı ruhuyla ölümlü oluşunun farkındalığı, buna rağmen eserleri vasıtasıyla mazi, toplum ve kültürle ölümsüzlüğü isteyişi/arayışı temel çatışma noktalarından birisini oluşturur. Tanpınar'ın özellikle günlükleri incelendiğinde görülecektir ki, ölüm/ölümlü olma ve ölümsüzlük onun yaratma eyleminin altında yatan en önemli unsurlardan birisidir. Bu durum karşısında Tanpınar, eserlerinde kaçınılmaz olarak bilinçli veya bilinçaltı ölüme dair imgeler kullanmaktadır. Ölümün kesin bir tanımının olmayışı, bu konuda düşünen herkes için farklı bir anlamlandırmanın doğmasına neden olmaktadır. Tanpınar insan, sanatçı, toplum adamı olarak ölümü kendisince yorumlamış ve bu edinimlerini eserlerine yansıtmıştır. Bu imgeler, farklı eserlerinde benzer kullanımlar ve eşanlamlarla karşımıza çıkar. Bu çalışma, Tanpınar'ın kullandığı imgelerden belli başlıları seçilerek örneklendirilmiştir.

Necip Fazıl Kısakürek’in Şiirlerinde “Hayat ve Ölüm” Trajedisi

Erdem · 2009, Sayı 53 · Sayfa: 207-220
Tam Metin

Necip Fazıl, Türk edebiyatının önemli şairlerindendir. Edebî hayatında derin kırılmalar yaşayan sanatçı, varlığını şiir iklimine derin izler bırakacak şekilde örgütler. Şiir, onun iç dünyasının bir aynasıdır.

Şiirlerini modern ve mistik temellerle oluşturan şair, toplumsal sorunlardan olabildiğince uzaklaşır ve insanın bireysel varoluşunu sorgulayarak iç benliğine yönelir. Böylece sanatçı, hayatın kabalaşan ve sömürücü yönlerini şiirin içine sıkıştırır. Şaire göre insanın yaşam içinde oturduğu yer, bir trajedinin oynandığı sahnedir. Bu trajik sahnenin başoyuncuları ise hayat ve ölümdür. Şaire göre hayat, insana emanet edilmiş kutsal bir süreç ve insanı kaçınılmaz olana taşıyan tek gerçektir. Ölüm ise Necip Fazıl için hayatın karşısında çekilmiş karanlık bir settir.

Çalışmamızda Necip Fazıl'ın şiirlerinde sık sık vurguladığı "hayat ve ölüm" trajedisi üzerinde durduk.

Anahtar Romanının Yapı ve Tema Bakımından İncelenmesi

Erdem · 2007, Sayı 49 (Mustafa Necati Sepetçioğlu Özel Sayısı) · Sayfa: 77-96
Tam Metin

Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun Anahtar adlı romanında, Malazgirt Zaferi sonrası Anadolu'daki Türk varlığının toprağı vatanlaştırma serüveni anlatılır. Bu süreç içerisinde toprağa kök salma, değer oluşturma ve geçmişteki yaşatıcı ülküdeğerlerin hal'e taşınması gibi problematik varoluş unsurları, romanın dramatik aksiyonunu kuran temel epizotlar olarak karşımıza çıkar.

Romanda ayrıca Türk milletinin tarihsel tinini oluşturan değerlerin alperen arketipi ile kişileştiğini görürüz. Yazar, karakterdeki bu temel dönüşüme ağırlık verdiğinden tarihsel bir roman olmasına rağmen Anahtar, kuru bir epik söylem tuzağına düşmez. Bu bakımdan Alparslan ve oğlu Melikşah, birbirini tamamlayan biçimde içsel bir gelişme ve olgunlaşma süreci yaşarlar.

Tebliğde, Türk milletinin varoluş serüvenine ışık tutan Anahtar romanı, bütün bu içerik düzlemi yanında yapı bakımından da tahlil edilecektir.