7 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Erdem
  • Son 10 yıl
  • Osmanlı
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Şehre Sığmayan Topraklar: İstanbul Bostanları

Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 1-36 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.001
Tam Metin
İstanbul’un fethiyle birlikte, ülkenin çeşitli yerlerinden buraya getirilen halkla bir imar ve iskân politikası izlenir. Şehrin çoğalan nüfusuna bağlı olarak, artan gıda ihtiyacının bir bölümünü (günlük sebze ve meyveler) karşılamasının yanı sıra şehrin tarihi ve kültürel peyzajını tamamlayan alanlar olan bostanlar önemini son yıllara kadar korumuştur. Bostanlar yalnızca sur içi ve kara surlarının etrafında değil aynı zamanda Boğaz’ın her iki yakasında ve diğer mahallelerdeki dere ve ırmak havzalarında yer almaktaydı. İstanbul’u gezen seyyahlar tarafından “Yeşil İstanbul” diye anılan şehir, yeşillikler içindeki mimari yapılarının yanı sıra bağ, bahçe ve bostanlarıyla da öne çıkmaktaydı. Bu özelliğini 20. yüzyılın başlarına kadar muhafaza eden şehirde, endüstrileşme ile birlikte göç hareketliliğine bağlı olarak artan konut ihtiyacını gidermek için ilk göz dikilen yerler bostanlar olmuştur. Bir zamanlar İstanbul’la özdeşleşen bostanlar hem bir istihdam alanı olması hem de üretime doğrudan katkı sağlaması nedeniyle şehrin 19. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen haritalarında önemli bir yer bulurken, planlı şehircilik faaliyetlerinin başladığı 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren neredeyse yok sayılır olmuştur. İstanbul’un planlanma çalışmaları kapsamında hazırlanan koruma amaçlı uygulama imar planlarında, önceleri tanımsız bırakılarak göz ardı edilen bostanlar, sonraki çalışmalarda da artan nüfus yoğunluğunun yeşil alan ihtiyacını giderecek yerler olarak görülmüş, çevre ve peyzaj düzenleme projeleri ile park ve kültürel park fonksiyonu verilerek asli fonksiyonundan uzaklaşmıştır. Her dönem su sorunu yaşayan İstanbul’da bostanların sulanmasında da zorluklar yaşanır. Özellikle sur içinde ve sur dışında yer alan bostanların yakınında bir akar sunun olmaması, yeraltı sularının da yetersiz kalması nedeniyle bostan sahipleri bostanlarını lağım suları ile sulamaları sonucu artan bulaşıcı hastalıklar sorunu dönemin basınında oldukça geniş yer aldı. Belediye tarafından sıkı bir denetime tabi tutulan bostanlarla ilgili getirilen yasaklar ile şebeke suyunun kullanılması mecburiyeti de çözüm olmayınca bostanların şehrin dışına çıkarılması kararlaştırılır. Önceleri plansızlık yüzünden düzensiz yapılaşmaya maruz kalan bostanlar, hazırlanan koruma amaçlı uygulama imar planlarında da hak ettiği yeri bulamaması bir yana bu planların da her dönem tadilata uğramasıyla bitip tükenmek bilmeyen yapılaşmaya teslim olmuştur. Bu makalede; İstanbul’un kültürel ve tarihi geçmişinde önemli bir yeri olan bostanların şehre katkısı, arşiv kayıtları, tarihi harita, plan, kroki, yazılı ve görsel belgeler eşliğinde ele alınarak, tarihsel gelişim süreci içinde İstanbul’un planlama çalışmaları kapsamında geçirdiği evrim incelenmeye gayret edilmiştir.

Yalova, İlyasköy’de Bulunan Osmanlı Dönemi Mezar Taşları

Erdem · 2023, Sayı 84 · Sayfa: 139-174 · DOI: 10.32704/erdem.2023.84.139
Tam Metin
Çalışmamızda, Yalova ilinin yerli köylerinden olan İlyasköy bölgesinde bulunan Osmanlı Dönemi’ne ait mezar taşlarının tamamı incelenmiştir. Söz konusu taşlar için form ve süsleme açısından öncelikle kendi içinde bir sınıflandırma yapılmış sonrasında yakın çevre ve civar illerdeki mezar taşları ile benzer özellikler yönünden karşılaştırmaya gidilmiştir. İlyasköy’de köy mezarlığından sökülerek köyün meydanında bir dizi halinde sıralanan 19 adet taş çalışmamızın temelini teşkil etmektedir. Köy mezarlığında yer alan basit işçilikli 9 adet mezar taşının ise bir tablo içine fotoğraflarının yerleştirilerek ekler bölümünde sunulması yeterli görülmüştür. Bahse konu 19 adet taş arasında 7 tanesi 18.yy.’a, 11 tanesi 19.yy.’a aittir. 1 numaralı örnekte sadece ayak taşının günümüze ulaşmasından dolayı tarih ibaresi tespit edilememiştir. Diğer 18 örnekte ise baş şahideleri varlıklarını koruyabilmiştir. Malzeme olarak genelde kaliteli taş işçiliği tercih edilmesine rağmen iki örnekte mermer malzemenin kullanıldığı gözlenmiştir. Taşa hakkedilen yazılar işçilik olarak yüzeyden oyularak kabartma tekniğinde uygulanmıştır. Taşların yerlerinden söküldükleri ve söküldükleri yerde herhangi bir mezar kalıntısı bulunmadığından mezar tipleri tespit edilememiştir. Kök bölümlerinin düzgün işlenmesi bahse konu olan taşların lahit ya da pehleli mezar tiplerinin yuvasına oturtulduklarını göstermektedir. İncelenen mezar taşlarının tamamı dikdörtgen kesit özelliği göstermektedir. Bu dikdörtgen kesitli mezar taşlarının 11 tanesinde erkek başlık, 4 tanesinde kadın başlık, 1 tanesinde üçgen tepelik, 1 tanesinde bitkisel tepelik, 1 tanesinde yarım daire kemerli tepelik ve 1 tanesinde sivri kemerli tepelik kullanılmıştır. Erkek başlık tiplerinde sadece sarık tipi kullanılmış, kadın başlık tiplerinde ise külah başlıklı ve tepesi düz başlıklı tipler tercih edilmiştir. İlyasköy’deki mezar taşlarının çoğu sadedir. Süsleme olarak baş taşının tepelik kısmında akantus yaprağı ve ayak taşının gövde kısmında kıvrımlı çiçek dallarından oluşan bitkisel bir kompozisyon tasarlanmıştır. Bahse konu olan taşların çoğunluğunda sülüs yazının tercih edildiği gözlenmektedir. İstatiksel olarak 13 tanesinde celi sülüs, 5 tanesinde celi talik yazı kullanılmıştır. Mezar taşları arasında üç mezar taşının mesleği (beşe, imam) belirtilmiştir. Diğerlerinde meslek türü ifade edilmemiştir. İlyasköy’deki mezar taşlarının 7 örneğinde aynı tarihte ölüm olayının gerçekleşmiş olması köyün söylenilen tarihte salgın bir hastalık geçirmiş olduğunu düşündürmektedir. Taşlar form, teknik ve süsleme açısından başkent üslubuna benzer özellik göstermektedir. Marmara Bölgesi’nin batısında bir manav köyünde yer alan bu taşların malzeme, form, teknik ve süsleme açısında Sanat Tarihi alanına kaynaklık edeceği gibi kitabe bilgileri yönünden Türk kimliğini de ortaya koyacağı ümidindeyiz.

Cihanzâde Ailesi Vakıfları[1]

Erdem · 2022, Sayı 82 · Sayfa: 46-78 · DOI: 10.32704/erdem.2022.82.046
Tam Metin
Bir efsaneye göre Cihanzâde sülalesinin hikâyesi, 1522 yılında Aydın’ın Amazon bölgesinde başlamıştır. Bu efsane bize Cihanzâde ailesinin Kanuni Sultan Süleyman tarafından Koçarlı ovasının kendilerine yurtluk olarak verilmesiyle güç kazandığını, tarım ve ticaretle uğraşarak bölgenin en güçlü ailelerinden biri olduğunu söylemektedir. Yapılan araştırmalar, Menderes Türklerinin önce Koçarlı’nın Mazın (Amyzon) bölgesinde yerleşip daha sonra Aydın (Meandros)’da yaşadığını göstermektedir. Menderes Türklerinden oldukları anlaşılan Cihanzâdeler, arşiv kayıtlarında kendilerinden Aydın Güzelhisarı ve Sobuca âyanları olarak bahsetmektedir. Cihanzâdeler; “voyvoda”, “âyan”, “muhassıl vekili”, “dergâh-ı âli ser-bevvabı (kapıcıbaşısı)”, “kâtiplik” ve “kadılık” gibi önemli devlet görevlerini uhdelerinde bulundurmaları, bölgedeki âyan aileleriyle akrabalık kurmaları ve bu ailelerin bölgenin ileri gelen zengin ve soylu aileleri olmasından dolayı bölgesel bir siyasi aktör olma imkânına da kavuşmuşlardır. Cihanzâde ailesinin kimi zaman akçeye fazla zam yapmasından dolayı payitahta şikâyet edildiği ve halkla çekişmede olduğu, kimi zaman da kendi içlerinde mal ve mülk mücadelesinde olduğu görülmektedir. XIX. yüzyıl sonlarında ise aile arşiv belgelerine göre mal ve mülklerini iyi yönetememesi sebebiyle borçlandığı anlaşılmaktadır. Bütün bunların sonucunda aile; Osmanlı’nın son döneminde ekonomik gücünü zamanla kaybetmiş, sahip olduğu mülk ve topraklarını zengin vakıflar kurarak koruma yoluna gitmiştir. Cihanzâde Abdülaziz Efendi vakfını konu alan Arel’in yayınlarının dışında ailenin vakıflarını ele alan yayınlar bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanlığı devlet arşivi, Cihanzâde aile arşivi, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivi ile ailenin Aydın coğrafyasında bulunan mezar taşları kaynak alınarak ilk kez detaylı bir Cihanzâde ailesi şeceresi oluşturulmuştur. Yapmış olduğumuz arşiv ve yayın taramalarında ailenin vakıflarını doğrudan ele alan ve bir bütünlük içinde inceleyen bir yayın bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu makalede 1522-1923 yılları arasında varlığını sürdüren Cihanzâde ailesinin önemli şahsiyetlerinin yanı sıra ailenin 1736 yılında ilk vakıflarını, 1882 yılında da son vakıflarını kurdukları on dört vakıf tanıtılmaya çalışılmıştır.

Osmanlı Sarayında At

Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 225-228
Dumlupınar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Dingeç tarafından hazırlanan sekiz yıllık bir çalışmanın ürünü olan eserde, Osmanlı İmparatorluğu sarayında at ile ilgili bütün bilinmeyenlerin cevabı detaylı bir şekilde okuyucuya sunulmaktadır. Kitap “Ön Söz’’, “Giriş’’, “Sonuç, “Kaynakça’’, “Ek’’ ,“Sözlük’’ ve “Dizin’’ dışında dört ana bölümden oluşmaktadır. Görsel malzemeyle zenginleştirilen eserde atın Osmanlı sarayındaki konumu bütün yönleri ile ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

Klasik Dönem Osmanlı Matematiğinde Pîr Mahmud Sıdkı Edirnevî’nin “Çift Yanlış” Metodu

Erdem · 2020, Sayı 79 · Sayfa: 149-174 · DOI: 10.32704/erdem.838723
Bilinen niceliklerle yapılan işlemlerin ötesinde, bilinmeyen niceliklerle yapılan işlemlerin dahi arka planı, eski çağ uygarlıklarına kadar dayanır. Bu işlemlerden dikkat çekici olanlardan birisi de “yanlış yolu ile çözüm” metodudur. Esas prensibi rastgele bir tahmine dayanan “yanlış yolu ile çözüm”, cebirsel ifadeler veyahut bayağı kesirlerden doğacak muhtemel zorluklara hiç fırsat verilmeden, bilinmeyen niceliklerle oldukça hızlı ve basit işlemler yapılmasını sağlayan en yaygın metotlardan biridir. Avrupa’da da uzun yıllar kullanılan “yanlış yolu ile çözüm”e, Osmanlıların hem medrese kitaplarında, hem de muhasebe kaleminin (bürokrasinin) kaynak olarak kullandığı matematik kitaplarında yer verilmesi, bu hususta bir gelenek oluşturmuş ve bu metot, klasik dönem Osmanlı matematiğinde hesap ilminin ayrılamaz bir parçası haline gelmiştir. Aslında tek yanlış ve çift yanlış olmak üzere iki tür olan bu metot, bu dönemdeki eserlerde, çift yanlış metodunun önemine binaen “Hata’eyn (Çift yanlış)” başlığı altında işlenir. Çünkü, tek yanlış metodu, ax=b tipinde bir denklemi temsil eden problemlerde uygulandığı için esasında basit bir orantıya dayalıdır. Yanlışların aynı veya farklı işarette bulunmasına göre iki alt türe ayrılan çift yanlış metodu ise, “genellikle” ax+b=c tipindeki denklemleri temsil eden problemlerde, cebirsel işlemlere başvurmaksızın uygulanabildiği için daha fazla vurgulanmıştır. Klasik dönem Osmanlı matematiğini biçimlendiren ilk metinlerden bazıları, eğitim kurumlarında benimsenen Ali Kuşçu’nun elMuhammediyye fî el-Hisâb’ı (15. asrın sonu) ve muhasebeciler arasında benimsenen Hacı Atmaca el-Kâtib’in Mecmaʻu’l-Kavâid fî Beyâni Müntehâbi’l-Fevâid’inin (15. asrın sonu) yanı sıra, Fatih Sultan Mehmed dönemine ait olan Hayrettin Halil bin İbrahim’in Miftâh-ı Künûz-ı Erbâb-ı Kalem ve Misbâh-ı Rumûz-ı Ashâb-ı Rakam isimli Farsça eseri (15. asrın sonu) ile bunun Pir Mahmud Sıdkı Edirnevî (16. asrın başı) tarafından yapılan tercümesidir. Çalışmamızda, Edirnevî’nin tercümesi üzerinden, çift yanlış yoluyla çözüm metodunu analiz etmek suretiyle, 15. asrın sonu ve 16. asrın başında Osmanlı matematiğine yapılan katkıları ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Bu eserler özellikle muhasebecilere hitap etmekte olduğu için muhasebe kaleminin kendine özgü uygulamaları göz önünde bulundurularak metin ele alınmıştır. Konunun tarihsel arka planından bahsedildikten sonra, eser ve incelenen metne temas edilmiştir. Daha sonra, metnin matematiksel içeriğine yer verilmiştir. Böylece, metindeki çözümlü problemlerle ilgili en önemli tespitler sunularak, aritmetikte son derece gözde bir konuma getirilen bu metoda Osmanlıların nasıl ve ne ölçüde yer verdiği değerlendirilmiş ve metodun uygulamalı bir matematik anlayışına yansıması belirlenmeye çalışılmıştır.

Eski Manyas’ta Erken Osmanlı Dönemine Ait Zaviyeli Cami ve Türbe

Erdem · 2020, Sayı 79 · Sayfa: 175-198 · DOI: 10.32704/erdem.838773
Erken Osmanlı Çağı’nda önemli rol oynayan Balıkesir, bünyesinde bu döneme ait kültürel varlıkları barındırmaktadır. Makalemizde, öncelikle Eski Manyas’ın tarihsel süreç içerisinde geçirdiği dönemler üzerinde durulmuştur. Bölgenin tarih boyunca farklı isimlerle anıldığı ve kesintisiz bir yerleşim alanı olduğu bilinmektedir. Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı döneminde Manyas’ın etkin olarak kullanılan bir yer olduğu görülmektedir. Özelde Manyas’a, genelde ise Balıkesir’e baktığımız zaman bu dönemlere ait mimari yapıların zenginliği göze çarpmaktadır. Çalışmamızda, Balıkesir’in Manyas ilçesi eski Manyas harabelerinde bulunan Erken Osmanlı dönemi özellikleri yansıtan Zaviyeli Cami ve Türbe incelenmiştir. Özgün hâlleriyle günümüze kadar ulaşmış bu yapılar, zamana karşı koyarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Araştırma kapsamında yapılar yerinde görülerek, ölçüleri alınarak çizimleri yapılmış ve fotoğraflar eşliğinde ayrıntılı bir şekilde tanıtılmış, dönem içerisindeki benzer örnekleriyle karşılaştırmalar yapılmıştır. Caminin zaviyeli yapılar grubunda olması ve ilk inşa döneminden izleri bugüne kadar taşıması bakımından önemi vurgulanması gerekmektedir. Bu düşünceyle yürütülen bu çalışmada, zaviyeli caminin, mimari form ve özellikleri, kullanılan malzemeler ile plan açısından irdelenmesi yapılmıştır. Yapılan bu araştırma sonrasında caminin aynı plan türüne sahip camiler içerisinde farklı ve önemli özelliklere sahip olduğu anlaşılmıştır. Süsleme bakımından sade olan yapılarda herhangi bir bezemeye rastlanmamıştır. Türbenin de Erken Dönem Osmanlı mimari üslubuna uygun bir biçimde inşa edildiği anlaşılmıştır. Sonuç kısmında, yapıların dönem içerisindeki yerleri ve önemleri belirtilerek korunması ve onarımlarının yapılmasına yönelik önerilerimiz dile getirilmiştir.

Geç Dönem Anadolu Kalemişi Süslemelerine Yeni Bir Örnek: Kemaliye Orta Cami

Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 185-204 · DOI: 10.32704/erdem.572898
Tam Metin

ÖZ

Erzincan'a bağlı Kemaliye ilçesi merkeze 144 km. uzaklıktadır. İlçe, Türklerin Anadolu'yu fethinden sonra Osmanlı hâkimiyetine kadar Anadolu Selçuklularının, İlhanlıların ve Akkoyunlulara bağlı kalmıştır. Fırat vadisinin batı kıyısında nehre paralel yerleşim gösteren ilçe, Osmanlı Döneminin 19. yüzyıl fiziki dokusunu yansıtmaktadır. Orta Cami, ilçede Kadı Gölü'nün yanında kuzeyden güneye doğru eğimli arazi üzerinde bulunmaktadır.

Orta Cami, dikdörtgen plana sahip kubbe ile örtülü orta bölüm, içten düz ahşap tavan dıştan kırma çatı ile örtülü doğu ve batıdaki mekânlar ve kuzeyde yer alan son cemaat yerinden oluşmaktadır. Güney cephede mihrap nişi dışa taşıntı yapmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1985 tarihli belgesinde caminin inşa malzemesi kaba yonu taş olarak geçmektedir. Günümüzde kesme taşın kaplama malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir. Cephelerde yer alan pencereler sivri kemer alınlıklıdır. Caminin inşa kitabesi yoktur. Orta Cami olarak bilinen yapı, arşiv kayıtlarına göre Kiremitçi Mustafa Ağa tarafından yaptırılmış olmalıdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde caminin ismi "Selatin, Kurşunlu, Orta Cami" olarak da geçmektedir. Arşiv kayıtları, caminin mimari özellikleri dikkate alınarak yapıyı 17. yüzyıla tarihlemek doğru olacaktır.

Bu çalışmada Vakıflar Genel Müdürlüğünün arşiv fotoğraflarından caminin kalem işi süslemeleri üslup özellikleri bakımından incelenerek teknik ve kompozisyon açısından değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ele alınan caminin süslemeleri daha önce bir yayına konu olmamıştır. Amacımız kalemişi süslemeleri detaylı bir şekilde tanıtarak Anadolu duvar resmi içinde yerini belirlemektir. Cami, Batılaşma Dönemi etkilerinin görüldüğü sıva üzerine uygulanan kalem işi süslemelere sahipti. Ancak zamanında yapılan yanlış onarımlar bu süslemelerin günümüze kadar gelmesine engel olmuştur. Servi ve meyve ağaçları, kıvrımlı dallara bağlı kır çiçekleri, tomurcuk gül demetleri, madalyonlar, püsküller, C ve S kıvrımları bunlara ek olarak kandil, sütun, ay-yıldız süslemede uygulanan tasvirlerdir. Hardal sarısı, mavi, yeşil, kırmızı, turuncu, siyah gibi renkler kullanılmıştır.

Bu camide görülen süslemeler anlayış olarak olmasa da üslup olarak İstanbul'daki örneklerden farklı süslemelere sahiptir. Anadolu'nun diğer yörelerinde görülen natürmort veya manzara resimleri bu camide uygulanmamıştır. Süslemelerin nitelik bakımından zayıf olması ve oranlardaki bozukluklar burada çalışan ustaların yerel olduğuna işaret etmektedir. Erzincan'ın bu küçük ilçesinde sanatın halka indirgenmiş olması ve halk sanatı içinde kendine has bir yer alması da ayrıca önemlidir. Bu süslemeleri, harimde geçen 1884-86 tarihli kitabe göz önüne alınarak ve üslup özellikleri bakımından 19.yüzyılın son çeyreğine tarihleyebiliriz.