11 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Kültür Merkezi
  • Erdem
  • edebiyat
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Batı Etkisinde Türk Edebiyatı Batı Şiiri Etkisinde Türk Şiiri

Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 141-156 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.141
Tam Metin
Türk modernleşmesi tarihinde yeni Türk edebiyatının inşası ve Türk şiirinin modernleşmesi meseleleri çok önemli bir yer tutar. Modern Türk edebiyatının Avrupa merkezli Batı “medeniyeti” etkisinde doğduğunu söylemekle Batı “edebiyatı” etkisinde bir Türk edebiyatından bahsetmek birbirinden farklı iki düşüncenin dile getirilmesi demektir. Yine Batı “edebiyatı” tesirinde bir Türk şiirinden bahsetmekle Batı “şiiri” etkisinde bir Türk şiirinden bahsetmek de farklı olacaktır. Bu sebeple “Batı medeniyeti” ve “Batı edebiyatı” tamlamalarının farklı içerikleri isimlendirip farklı tesir alanlarına işaret ettiklerini ve edebiyat şiir ayrımını yapmanın zaruri olduğunu söylemek gerekmektedir. Batı sanatı / şiiri, aynı zamanda Batı medeniyetine karşı söz konusu medeniyetin kendi içinde doğmuş güçlü bir eleştiri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Batı “şiiri” etkisinde gelişmiş bir Türk şiiri için yapılan ‘Batı etkisinde gelişmiş Türk şiiri’ isimlendirmesi eksik ve yanıltıcıdır. Bu konuda Batı veya Batı medeniyetinin etkisinden değil Batı sanatı ve şiirinin etkisinden bahsetmek daha doğru olacaktır. Yapılacak bir edebiyat ve şiir ayrımı ise meselenin daha açıklıkla kavranmasını sağlayacaktır. Ayrıca modern Türk şiirinin en belirgin vasfının Batı şiiri etkisinde kaldığını iddia etmek de yanıltıcı olmuştur. Türk şiiri, modernleşmesini gerçekleştirirken kendine mahsus bir şiir düşüncesi geliştirmeyi başarmıştır. Poíêsis düşüncesiyle tanışmak Türk şairlerin modern Türk şiirine mahsus bir poíêsis üretmelerine sebebiyet vermiştir. Modern Türk şiirinin ilk dönem sanatçıları kökünü Yunan felsefesinde bulan Türk şiirine mahsus bu poíêsis düşüncesiyle edebiyatın ve şiirin (sanatın) halkın hizmetinde olması gerektiği düşüncesini savunmuşlardır. Böylelikle şiir, Türk kültür varlığının modern dünya içinde yer alıp mevcudiyetini devam ettirme imkânlarını yoklamak işini uhdesine alarak doğrudan bir amaç (kátharsis) edinmiştir. Sonraki dönem sanatçıları ise “sanat sanat içindir” iddiasında olmakla beraber şiirlerinin arkasında Türk duygusunun olduğunu, edebiyatların ait oldukları milletlerin karakterine sahip olmaları gerektiğini dile getirmişlerdir. “Sanat için sanat” düşüncesini savunan Servet-i Fünûn şair ve yazarları dahi bir millete mahsus edebiyatın en büyük üstünlüğünün milliyetinin seciyesine maruz olması, zevahiri ne olursa olsun akan kanının ait olduğu ırkın kanı olması gerektiği hususunda hemfikirdiler. Bu düşünceyle nesir ve şiir, Türk kültür varlığının modern dünya içinde var oluş mücadelesinin imkânlarını yoklama işine hasredilmiştir. Bununla birlikte çok eski bir geleneğe sahip Türk şiirinin modernleşmesi roman, deneme, tiyatro gibi türlerin ilk örneklerinin verilmesinden ve Türk edebiyatının modernleşmesinden farklıdır. Türkçede roman, tiyatro gibi türlerin oluşması klasik Türk şiirinin olanca kazanımlarının ve olanaklarının devreye sokulması suretiyle başarılmıştır. Türk şiirinin modernleşmesi, Türk modernleşmesi içinde Türk romanı, hikâyesi, tiyatrosundan müstakil olarak değerlendirilmelidir. Bu makalede yukarıda özetlenen değerlendirmeler eşliğinde şu problemlere odaklanmak istenilmiştir: 1- “Batı” etkisindeki bir Türk şiirinden / edebiyatından bahsetmekle “Batı şiiri / sanatı etkisindeki” bir Türk şiirinden / edebiyatından bahsetmek aynı şey midir? 2- Şiir de roman, hikâye ve diğer nesir türleri gibi edebiyatın bir alt şubesi midir? 3- Köklü bir geleneğe sahip Türk şiirinin modernleşmesi, modern Türk nesrini oluşturan roman, tiyatro gibi Türk edebiyatında daha önceden örnekleri olmayan türlerin ortaya çıkması meselesiyle aynı değerlendirilebilir mi? Bu sorular (özellikle bir ve ikinci sorular) yeni Türk edebiyatı alanında yeni bir hususa işaret ederek Türk Batılılaşması ve/veya modernleşmesi içinde Türk şiirinin modernleşmesinin biricikliğine dikkatleri çekmeyi, Batı etkisinde Türk edebiyatı gibi isimlendirmelerin modern Türk şiirini sınıflandırmada yetersiz kaldığını göstermeyi hedeflemiştir. Makalenin konusu 19. asır ile sınırlandırılmıştır.

Panorama Romanına “Büyük İnkılâp ve Küçük Politika” Çerçevesinden Bakmak

Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 197-220 · DOI: 10.32704/erdem.948944
Türk edebiyatının önde gelen kalemlerinden biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, edebiyatçı kimliğinin yanı sıra gazeteciliği, milletvekilliği ve diplomatlığı ile Tanzimat Dönemi’nden beri görülen aydın/bürokrat/politikacı bileşiminin tipik bir örneğidir. Çağdaş Türk düşüncesinin ortaya çıktığı Tanzimat yıllarından beri Türkiye’de edebiyat ve düşünce birbiriyle iç içe geçtiğinden o da toplum ve siyaset üzerine eğilen yazarlar çizgisinden gelmektedir. Romandan anı kitaplarına ve gazete yazılarına kadar çeşitli türlerde eserler veren yazar, II. Abdülhamit döneminden Meşrutiyet’e, Milli Mücadele yıllarından Cumhuriyet’in kuruluşuna, çok partili siyasi hayata geçişten 27 Mayıs’a kadar tanıklık ettiği devirleri çalışmalarına da bir biçimde aktarmıştır. Bu çerçevede Yakup Kadri’nin 1930’lu yıllardan 1950’lere kadar olan dönemi işleyen Panorama romanının yazarın Atatürk devrimlerinin halk üzerindeki etkisi, toplumda yer edinip edinemediği üzerine yaptığı eleştirel değerlendirmeleri bakımından ayrı bir yer tutar. Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Atatürk’ün yakın çevresinde yer alan Yakup Kadri, Cumhuriyet’in ve Atatürk devrimlerinin düşünce ve edebiyat hayatında önde gelen savunucularından biridir. Ancak yazarın, Cumhuriyet’e ve devrimlere yaklaşımı sorgusuz bir övme edebiyatı şeklinde olmamıştır. Atatürk’ü ayrı bir yerde tutmakla birlikte Yakup Kadri, devrimlerin uygulanışını, halka yansımalarını daha 1930’ların başından itibaren eleştirir görünmektedir. Nitekim o tarihlerde yayımlanan Ankara (1934) romanının ikinci bölümü Panorama’nın öncüsü gibidir. Cumhuriyet’in onuncu yılı vesilesiyle yazdığı, ancak yayımlamadığı “Büyük İnkılâp ve Küçük Politika” başlıklı makalesi de yazarın dönemin siyasi ve toplumsal gelişmelerine karşı eleştirel yaklaşımının başka bir ifadesidir. Panorama romanıyla, Cumhuriyet’in ve Atatürk devrimlerinin kurduğu yeni Türkiye’ye ve Türk toplumuna eğilen Yakup Kadri, 1930’lu yıllarda Atatürk’ün henüz hayatta olduğu yıllardan 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara geçişine kadar olan dönemi işlemektedir. Atatürk’ün “büyük inkılâp”ının Cumhuriyet Halk Partisi ve devlet bürokrasisi içindeki birtakım “küçük politika”lara kurban edildiği şeklinde özetlenebilecek düşüncelerinin yer aldığı makalesi ise Panorama romanının alt metni gibidir. Yazar, yayımlayamadığı bu çalışmasında dile getirdiği meseleleri, kurgusal bir metin üzerinden ifade etmek istemiş görünmektedir. Bu çalışma, Panorama romanını “Büyük İnkılap ve Küçük Politika” metnine dayanarak tahlil etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede Yakup Kadri’nin romanda dile getirdiği devrimlere, çok partili siyasi hayata ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi yönetimine dair eleştirileri söz konusu makaleyle birlikte değerlendirilmeye çalışılacaktır. Söz konusu tahlil çabasında dayanılan temel metin anılan makale olmakla birlikte, Yakup Kadri’nin işlediği konulara ışık tutabilecek Politikada 45 Yıl, Zoraki Diplomat gibi anı çalışmaları ile Yaban ve Ankara romanlarından da mümkün olduğunca yararlanılmıştır.

Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Ritüeli “Sapere Aude!” Aforizmasıyla Okumak

Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 1-22 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.001
Tam Metin
Aydınlanma; bilim ve düşünceye karşı olan Orta Çağ’ın negatif, yıkıcı, batıl inanç içeren irrasyonel yapısını rasyonelliğe dönüştürmeye çalışan bir yönelimdir. Edebiyat, felsefe, sanat ve bilimsel faaliyetler vasıtasıyla yayılan aydınlanma; insan aklının başkasının rehberliğinden kurtarılması ve insanın kendi yargılama yetisini kullanması şeklinde anlaşılır. Akılla açıklanamayan her türlü etkinlik de pozitivist anlayışa aykırı olarak değerlendirilir ve bu nedenle ritüele uzun süre mesafeli yaklaşılır. Oysa toplumun belleğinde, kültüre dayalı duygularla açıklanamayan türlü imgeler kayıtlıdır. Bu imgeler, toplumun gereksinimlerine verilen yanıtlarla görünür hâle gelir. Bireysel ve toplumsal bir varlık olan insan, din ve din dışı olmak üzere her türlü kutsal karşısında bir davranış geliştirmeye ihtiyaç duyar. Simgesel katılım ile icra edilen bu davranış biçimi, toplumun kutsal olarak tanımladığı ritlerdir. Kollektif bilincin bir tezahürü olan ritler; insana aidiyet duygusu yaşatan, insanın kutsal olanla ilişkilerini tayin eden ve belirli bir disiplin içinde gerçekleştirilen eylemlerdir. Aydınlanma öncesi dönemde doğanın ve her şeyin üstünde düşünülen kutsal, pozitivist düşünceye paralel biçimde zamanla genel olarak doğada ve özel olarak varlığın doğasında katışık hâlde tasavvur edilir. İnsanın ve toplumun zaman içinde geçirdiği düşünsel evrim, “kutsal” algısında da değişim meydana getirir. Değişen “kutsal” algısı, ritlerin yeniden tanımlanmasını zarurî kılar. İnsanın metafiziği anlama ve kavramadaki çaresizliği ile aşkınlığa teslimiyeti, ritlerin ortaya çıkış nedenlerindendir. Bu olgu, her dönemde insanın aşkın varlık ya da düşünce karşısında belirli davranış kalıpları geliştirmesi sonucunu doğurur. İnsanın kültürel ve düşünsel evrim aşamaları, şuurlu bir canlı olan insanın ritüelsiz kalamadığını, ritüelin işlevsel olarak görevini yerine getirmeye devam ettiğini ortaya koyar. Türk edebiyatında batılılaşma ile birlikte modernleşmenin bir tezahürü olarak ortaya çıkan roman, bireyin/toplumun yeniden düzenlenmesine ve yapılandırılmasına yönelik önemli bir başlangıçtır. Reşat Nuri Güntekin, romanlarında aydınlanma düşüncesinin inşa edici programını roman kurgusuna yerleştirir. Yazar, kahramanlarını ergin olmayış durumundan kurtarma, aklın ve bilimin ışığında bir aydın tipi oluşturma gayesi güder. Aydınlanma fikrini Anadolu’nun her köşesine duyurmayı ve insanları eğitmeyi vazife edinmiş gezgin öğretmen idealiyle hareket eder. İstanbul’da gittikçe kuvvetlenen ve etkisini artıran zihnî değişim, taşraya yabancıdır. Anadolu’da ise halk, eskinin yerini dolduracak yeninin ne olduğunu tam olarak bilemediği için eski zihniyeti devam ettirir. Güntekin’in değiştirmek istediği; aklı, bilimi, düşünceyi, felsefeyi dışlayan bunların yerine bağnazlığı ve cehaleti yaşatan zihniyettir. Ancak zihniyet değiştirme amacı güdülürken toplumun kendine has kültünün göz ardı edilmemesi gerektiği ya da bunun bir zorunluluk olduğu gerçeğine Güntekin’in romanlarında rastlanır. Türk halk kültürünü romanlarında kullanan Güntekin, insanı; toplumun bir ögesi olarak işler ve yaşamın vazgeçilmez bir aracı olan ritüelle iç içe gösterir.

Bilim Tarihi Perspektifinden ‘Yedi İklim’ Nazariyesi ve Kültür ve Edebiyatımızdaki Yansımaları

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 127-150 · DOI: 10.32704/erdem.749088
Aristoteles'in Fizik, Kosmos ve Meteorologica gibi eserleri defalarca tercüme edilmiş olması Yunan felsefe ve bilim okulunun İslam dünyasındaki etkisini gösterir. Bununla beraber astronomi, dünya ve coğrafya bilgisinin oluşum ve gelişimi İskenderiye ekolüne ve Batlamyus (Ptolemaios ö. 168? ) kuramlarının çevirileriyle şekillenmiştir.Batlamyus'un ikonografik eserleri "Almagest" ve "Coğrafya Kılavuzu" dünya merkezli evren tasarımını esas alır. Bu eserler, kozmogoni, yıldız ve gezegen hareketleri gibi astronomik bilgiler ile yeryüzü topografyasını ve harita referanslarını sunan zengin kaynaklardır. El- Mecistî adıyla çevrilen Almagest, İslam dünyasında, bilhassa Halife Me'mun zamanından itibaren, coğrafyanın temel kaynağı olarak benimsenmiştir. Eserin, İbn-i Hurdazbih, Ferganî, Muhammed b. Musa el-Harizmî, Ebûl- Fidâ gibi büyük coğrafya âlimleri tarafından yeniden değerlendirilip, yer yer değiştirilerek tercüme edildiği görülür. Yeryüzünün meskûn ve gayr-i meskûn bölgelerine dair çıkarımlar bu çalışmanın ürünüdür. Bir coğrafi terim olarak "yedi iklim" bu temeller üzerine kurgulanmış dünya tasarımıdır. Bu kuram, dünyanın meskûn kısımlarının yedi iklim bölgesine ayrılmasına ve yedi büyük deniz tarafından çevrilmiş olmasına işaret eder.Söz konusu görüşün kültürel etkileri ise edebiyatımızın coğrafya algısını şekillendirmiştir. Edebiyat, "mekân" unsuru olmadan düşünülemeyeceği için, onun coğrafya ile doğrudan ilişkisi vardır. Edebiyatta coğrafya, "géo-littéraire", insanın yaşadığı dünyayı anlamlandırmak istemesinin doğal sonucu olarak günümüzde de konuşulan bir edebiyat kuramıdır. Bu çalışmada, bilim tarihi açısından önemli olan söz konusu astronomik ve coğrafî kuramların kültür ve edebiyatımızdaki yeri ele alınacaktır. Klasik edebî metinlerin çok katmanlı yapısında bazen gerçek değer, bazen de sembolik- alegorik bir kalıp olarak değerlendirilen unsurlar, kavram sözlükleriyle açıklanmaktadır. Son derece zengin kültürel verileri toplayan bu çalışmaların klavuzluğu şüphesiz çok önemlidir. Bununla beraber, metinlerin kültürel örüntüsünde yakalanan kavram, terim ve çeşitli sembolik unsurların pek çoğu, derinde karmaşık köklere sahiptir. Bu gibi unsurların kökenini multi-disipliner bir okumayla aramak ve değerlendirmek edebi metinlerin yorumuna boyut katacaktır. Bu çalışmada, bu çeşit bir okumaya örnek olarak, kültür ve edebiyatımızda sıkça karşılaşılan bir coğrafi terimin kökenini, gelişim ve dönüşümlerini izlemek hedeflenmiştir. Bir astro-coğrafya terimi olan ve gök cisimlerinin yeryüzünün bölümleriyle ilişkilerini açıklayan "yedi iklim" nazariyesinin kullanımları edebi metinlerde aranacaktır. Klasik edebi metinlerde "yedi iklim", çeşitli bağlamlarda bazen bir terim, bazen sembol, bazen de bir motif olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmada, "yedi iklim" kavramı etrafında teşekkül eden dünya tasarımının kültür ve edebiyatımıza yansıma biçimleri mesnevi ve divanlardan hareketle ele alınacaktır.

Ölümünün 50. Yılında Romancı Kimliği ile Bütünleşen Fikir Dünyası İçinde Peyami Safa

Erdem · 2012, Sayı 62 (Peyami Safa Özel Sayısı) · Sayfa: 59-74
Tam Metin

Peyami Safa'nın hemen bütün eserleri ve özellikle, en güçlü tarafını temsil eden romanları ve fıkraları, engin bir bilginin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece, getirdiği yeni görüşlerle, duyuş ve düşünüşlerle bizi, kaynağını Türk milli kültürünün oluşturduğu esaslı sentezlere götürmektedir. Ona göre, her bilim adamı iyiyi, güzeli, doğruyu, gerçeği, hakkı ve hakikati bulabilmek ve objektif, tarafsız olabilmek için "kelimelerle düşünmeli" ve bu maksatla da edebiyatla devamlı temas halinde olmalıdır. Bu çalışma romancı kimliğiyle bütünleşen bir şekilde Peyami Safa'nın düşünce dünyasını incelemeyi amaçlamaktadır.

İki Münevverin Dostluğu: Peyami Safa-Cahit Sıtkı

Erdem · 2012, Sayı 62 (Peyami Safa Özel Sayısı) · Sayfa: 223-236
Tam Metin

Peyami Safa, daha çok nesirleriyle tanınmış bir aydınımızdır. Cahit Sıtkı ise, gazete ve dergilere hikâye ve başka yazılar yazsa da onun tanındığı alan şiir olmuştur. Bu çalışma iki aydın arasında başlayan dostluğu incelemektedir.

Edebiyatımızda “Mektup” Türü ile İlgili Başlıca Çalışmalar

Erdem · 2011, Sayı 61 · Sayfa: 83-102
Tam Metin
Mektup, bir anlatım biçimi olmanın yanı sıra aynı zamanda bir edebî türdür. Yazılış itibariyle mektuplar, resmî ve özel olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Resmî mektuplar, kamu veya özel sektör arasında veya kendi içlerinde yapılan yazışmalardır. Özel mektuplar ise aile, eş, dost, akraba, yakın arkadaş ve meslektaşlar arasında yazılır. Tarihî, siyasî, felsefî, ahlakî, estetik, dinî, edebî… pek çok konuda kaleme alınan ve yazıldıkları döneme ışık tutan özel mektupları bütünüyle toplayıp tasnif etmek zordur, ancak bunların önemli arşiv belgeleri olduğu muhakkaktır. Edebî mektuplar, çoğu kez mektup biçiminde yazılmış eleştiri, makale, deneme, günlük ve anı niteliğindeki yazılardır. Bir anlatım tekniği olarak hikaye ve romanda da kullanılan mektup, şiir dahil, diğer edebî türlere daima sızan, karışan bir özelliğe sahiptir. Gerek bunlar üzerinde yapılan akademik, tenkitlimukayeseli araştırmaların ve gerekse yeni-popüler mektup yayımlarının çokluğu karşısında, dağınık materyali genel bir bakış açısıyla da olsa sınıflandırmak, daha geniş okumalara zemin hazırlamak bakımından faydalı olacaktır.

Bir Şairin Kaleminden ‘Ben’e, Sanata ve Yaşama Dair Notlar: İlhan Berk’in Düz Yazıları

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 51-76
Tam Metin
Daha çok şair kimliğiyle öne çıkan İlhan Berk, düz yazı tarzındaki eserleriyle de dikkat çeken bir edebiyatçıdır. Berk, Uzun Bir Adam (1982), Şifalı Otlar Kitabı (1982), El Yazılarına Vuruyor Güneş (1983), Şairin Toprağı (1992), İnferno (1994), Kanatlı At (1994), Logos (1996), Poetika (1997), Kült Kitap (1998), Ben İlhan Berk'in Defteriyim (2004) gibi günlük, deneme, anı, söyleşi, anlatı, öz yaşam öyküsü gibi türlerin olanakları dahilinde 'ben'ine, sanata-sanatçıya (özelde şiire-şaire), Türk ve dünya edebiyatına, dünyaya, insanlara, hayvanlara, otlara, nesnelere, şehirlere, mekânlara dair notları, duygularını, düşüncelerini, izlenimlerini okuyucuyla paylaşır. Kısacası kendisini, sanatı, edebiyatı ve yaşamı anlatır. Çalışmada, İlhan Berk'in düz yazı tarzındaki eserleri ele alınmakta; düz yazılarına yansıdığı kadarıyla, Berk'in 'ben'e, sanata, hayata dair görüşleri, hayata bakışı, felsefesi, sanatçı kişiliği vb. ortaya konmaktadır.

Bir Anti-Homosovyetikus: Bahtiyar Vahapzade

Erdem · 2010, Sayı 57 (Bahtiyar Vahapzade Özel Sayısı) · Sayfa: 9-19
Tam Metin
Homosovyetikus, Bolşevik İhtilali'nden sonra Sovyetler Birliği'nde yaratılmaya çalışılan ve tarihinden, kültüründen, inanç ve geleneklerinden koparılmış; milliyetsiz, ateist/dinsiz insanlardan oluşan Sovyet vatandaşı tipinin ortak adıdır. Bu çalışmada ataya, anaya, tarih ve geleneğe saygı ve bağlılığı dile getirdiği şiirleriyle bütünüyle bir antihomosovyetikus olan Bahtiyar Vahapzade'nin fikirleri ve mücadelesi anlatılmaktadır.

Bahtiyar Vahapzade’ye Göre Türk Birliğinin Kültürel Zemini

Erdem · 2010, Sayı 57 (Bahtiyar Vahapzade Özel Sayısı) · Sayfa: 35-50
Tam Metin
Türklük dünyasının büyük şairi Bahtiyar Vahapzade, şiir ve yazılarında bütün dünya Türklerinin birleşmesi gereği üzerinde durur. Bunun için öncelikle dil, kültür, sanat, edebiyat, din, milliyet ve ülkü birliğinin olması gereğine inanır. Bunun için şiiri önemli bir mücadele vasıtası olarak değerlendirmiştir. Şiirlerinde bu bağlamda millî, toplumsal sorunlara bol bol yer vermiştir. Ayrıca millî heyecanı diri tutan bir söylem üretmiştir. Türk birliğinin sağlanmasında Türkiye-Azerbaycan kardeşliği üzerinde yoğun olarak duran şair, bunun yanında diğer bütün Türk boylarının da birlik içinde yer almasının önemine vurgu yapmıştır. Büyük Türk birliğinin gerçekleşme alanı olarak da Türkiye merkezli bir Türk birliğini önermiştir. Ona göre büyük Türk birliği önce kültürel zeminle başlayacak, sonra bilimsel, siyasi ve ekonomik birliktelikler halinde devam edecektir.