190 sonuç bulundu
Dergiler
- Erdem 190
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
- Hasan Ali ÇETİN 9
- Suzan GÜR 3
- âdem CEYHAN 2
- Adem Uzun 2
- Adem UZUN 2
Türkçe Eş, Yakın ve Zıt Anlamlı Deyimler Üzerine Anlam Bilimsel Bir Tasnif Denemesi
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 269-272Kıymetli Taşlar ve Metaller Kitabı (el-Cemâhir fî maʿrifeti’l-Cevâhir)
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 273-281Bir Savaşı Anlatmak: Kralın ve Şairin Gözünden İnabahtı Savaşı
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 47-62 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.047
Özet
Tam Metin
Papa V. Pius önderliğinde birleşmiş olan İspanyol ve Venedik kuvvetlerinin 1571 yılında, Osmanlı İmparatorluğu karşısında İnabahtı Savaşı’nda kazandıkları zafer, Hristiyan dünyasında büyük bir şaşkınlık ve coşku yaratmış; Avrupalı güçlerin bir araya geldiklerinde Osmanlılar karşısında ne derece etkin olabileceklerini gösteren bir başarı öyküsü olarak pek çok edebî eserlerde işlenmiştir. I. James’in 1591’de yayımlanan “The Lepanto” şiiri ve Richard Knolles’un 1603 tarihli General History of the Turks eseri, erken modern dönem İngiltere’sinde İnabahtı Savaşı’nı ele alan ve yazıldıkları dönemde geniş kitlelere ulaşmış iki metindir. İngiliz kralı I. James’in ve Richard Knolles’un İnabahtı Savaşı anlatılarına ve bu anlatılarda üretilen öteki imgesine odaklanan bu makale, erken modern dönem İngiltere’sinde üretilmiş belli metinlerde ortaya çıkan görece olumlu Türk imgesinin dönemin tüm eserleri için genellenemeyeceği görüşünü savunmaktadır. Aynı askerî mücadeleyi anlatmaları sebebiyle seçilmiş bu iki eserin yakın okuması, erken modern dönemde öteki kavramının Doğu-Batı/Müslüman-Hristiyan/İngiliz - Osmanlı ikili karşıtlıkları yerine İngiliz - Osmanlı - İspanyol/Protestan - Müslüman - Katolik üçgeni ve bu üçgenin ortaya çıkardığı karmaşık imgeler ekseninde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar. 16. yüzyılda İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yaşanan ekonomik gelişmelerle birlikte Osmanlı toplumu İngiliz düşünce dünyasında önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Kraliçe I. Elizabeth’in Osmanlı İmparatorluğu ile ticari anlaşmalar yapma yolundaki adımları, Osmanlıların erken modern dönem İngiltere zihin dünyasında birbirinden oldukça farklı ve hatta birbiriyle çelişen imgelerle yer etmesine sebep olur. Bir yandan tüm Hristiyan dünyasının düşmanı olarak görülen Osmanlılar öte yandan Katolik dünyadan dışlanmış ve yeni ortaklar arayışına girmiş İngiltere’nin destekçisi rolünü üstlenmiştir.
Bu durum, dönemin edebî metinlerinde de Osmanlı imgesinin çeşitleneceği anlamına gelir. Dahası, bu dönem metinlerinde Osmanlı imgesi sadece İngiliz /Batılı/ Hristiyan – Osmanlı /Doğulu /Müslüman ikili karşıtlığı ekseninde kurulmamıştır. Erken modern dönem İngiltere’sindeki Osmanlı imgesini Doğulu-Batılı ikili karşıtlığı yerine İngiliz /Protestan – Avrupa /Katolik – Osmanlı /Müslüman üçgeninde okumak, metinlerdeki imgelerin daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. İngiliz kralı I. James’in ve Richard Knolles’un İnabahtı Savaşı anlatılarının yakın okuması bu metinlerde Türklerin ve İspanyolların resmedilişine bu açıdan yaklaşmaktadır. I. James’in şiirinin ikinci basımında yaptığı değişikliklerle bir Katolik zaferini övdüğü türünden eleştirilere cevap vermeye çalışması ve Knolles’un eserinde bir yandan “Doğulu öteki”nin zulmünü detaylandırırken kendisi için Batılı öteki olan İspanya’yı ve Katolik dünyasını övmekten itinayla uzak durması, erken modern dönem İngiltere’sinde Batı/ Hristiyan algısının da homojen, yekpare olmadığının göstergesidir.
İstiklâl Madalyalı Şair Necmeddin Sahir Sılan’ın Şiirlerine Balkan Savaşları’nın Yansıması
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 1-19 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.001
Özet
Tam Metin
Balkan Türklerini yaklaşık beş asırdır bulundukları vatan topraklarından sürgün eden 1912-1913 Balkan Savaşları, ardında derin yaralar ve acılar bırakmıştır. Bu kutsal topraklar ve ulu amaç doğrultusunda verilen mücadele büyük bir felaketle sonuçlanmıştır. Bu anlamda Balkan Savaşları, Balkan topraklarını acıyla kaplayan, kanla sulayan ve binlerce sivil halkın ölümüyle sonuçlanan bir savaş niteliği taşımaktadır. Balkan Savaşları’nın yaşandığı 1912- 1913 yılları arasında, binlerce asker ve sivil halk çatışmalar, salgın hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmiş savaşlar sırasında halk sefalet içinde kalmış ve Balkan Türkleri ilkel yollarla beş asırdır varlıklarını sürdürdükleri topraklarından sürgün edilmiştir. Türk tarihini derinden etkileyen, arkasında bir yıkım bırakan bu kanlı savaş ve Balkan Türklerine yapılan zulümler kaçınılmaz bir şekilde edebiyata yansımıştır. Ardında derin yıkım ve acı bırakan bu savaşın edebiyata yansıması düşünülemez. Bu açıdan 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları’nın Türk basınında kapladığı yeri görmek mümkündür. Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Halid Fahri, Mehmet Âkif, Abdülhak Hamid ve Celal Sahir gibi birçok şair Balkan Savaşları’nı şiirlerinde konu edinmiştir. Balkanlar’da yaşanan zulümleri, şiirlerinde konu edinen şairlerden biri de Necmeddin Sahir Sılan’dır. Yazı hayatına şiirler kaleme alarak II. Meşrutiyet döneminde başlayan Necmeddin Sahir Sılan, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık etmenin getirdiği birikimini şiir ve düzyazılarında dile getirmiştir. 1912-1922 yılları arasında şiirler kaleme alan Necmeddin Sahir Sılan, şiirlerini dönemin önemli mecmua ve gazetelerinde yayımlatmıştır. Rübâb, Donanma, Türk Duygusu, Büyük Duygu, Servet-i Fünûn ve İnci/Yeni İnci mecmuaları ve Tasvir-i Efkâr, Tercüman-ı Hakikat, Anadolu’da Yenigün ve İleri gazeteleri bunlara örnek olarak gösterebilmektedir. Dönemin hafızasına yakından tanıklık etmiş olan Necmeddin Sahir’in şiirlerinde dönemlerde yaşanan savaşların, işgallerin ve halkı derinden etkileyen toplumsal olayların yansımasını görmek mümkündür. Bu bağlamda Necmeddin Sahir’in Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi Türk tarihinde önemli yer edinen savaşları şiirlerinde konu edinmiştir. 1912 yılında yazı hayatına başlayan 1912-1913 yılları arasında İstanbul’da gazetecilik faaliyetleri yürüten Necmeddin Sahir Sılan, bu buhranlı yıllarda kaleme aldığı şiirlerinde Balkan Savaşları önemli yer tutmaktadır. Necmeddin Sahir, Balkan Savaşları sırasında harap olmuş şehirleri, insanların yaşadığı zulümleri kaleme aldığı şiirleriyle ölümsüzleştirmiştir. Bu çalışmada, Necmeddin Sahir Sılan’ın hayatı, yazı hayatı hakkında bilgi verilecek ve Balkan Savaşları’nın Tasvir-i Efkâr gazetesinde, Donanma, Türk Duygusu, Büyük Duygu, Tan mecmularında yayımlanan şiirlerine yansıması incelenecektir.
Batı Etkisinde Türk Edebiyatı Batı Şiiri Etkisinde Türk Şiiri
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 141-156 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.141
Özet
Tam Metin
Türk modernleşmesi tarihinde yeni Türk edebiyatının inşası ve Türk şiirinin modernleşmesi meseleleri çok önemli bir yer tutar. Modern Türk edebiyatının Avrupa merkezli Batı “medeniyeti” etkisinde doğduğunu söylemekle Batı “edebiyatı” etkisinde bir Türk edebiyatından bahsetmek birbirinden farklı iki düşüncenin dile getirilmesi demektir. Yine Batı “edebiyatı” tesirinde bir Türk şiirinden bahsetmekle Batı “şiiri” etkisinde bir Türk şiirinden bahsetmek de farklı olacaktır. Bu sebeple “Batı medeniyeti” ve “Batı edebiyatı” tamlamalarının farklı içerikleri isimlendirip farklı tesir alanlarına işaret ettiklerini ve edebiyat şiir ayrımını yapmanın zaruri olduğunu söylemek gerekmektedir.
Batı sanatı / şiiri, aynı zamanda Batı medeniyetine karşı söz konusu medeniyetin kendi içinde doğmuş güçlü bir eleştiri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Batı “şiiri” etkisinde gelişmiş bir Türk şiiri için yapılan ‘Batı etkisinde gelişmiş Türk şiiri’ isimlendirmesi eksik ve yanıltıcıdır. Bu konuda Batı veya Batı medeniyetinin etkisinden değil Batı sanatı ve şiirinin etkisinden bahsetmek daha doğru olacaktır. Yapılacak bir edebiyat ve şiir ayrımı ise meselenin daha açıklıkla kavranmasını sağlayacaktır. Ayrıca modern Türk şiirinin en belirgin vasfının Batı şiiri etkisinde kaldığını iddia etmek de yanıltıcı olmuştur. Türk şiiri, modernleşmesini gerçekleştirirken kendine mahsus bir şiir düşüncesi geliştirmeyi başarmıştır.
Poíêsis düşüncesiyle tanışmak Türk şairlerin modern Türk şiirine mahsus bir poíêsis üretmelerine sebebiyet vermiştir. Modern Türk şiirinin ilk dönem sanatçıları kökünü Yunan felsefesinde bulan Türk şiirine mahsus bu poíêsis düşüncesiyle edebiyatın ve şiirin (sanatın) halkın hizmetinde olması gerektiği düşüncesini savunmuşlardır. Böylelikle şiir, Türk kültür varlığının modern dünya içinde yer alıp mevcudiyetini devam ettirme imkânlarını yoklamak işini uhdesine alarak doğrudan bir amaç (kátharsis) edinmiştir. Sonraki dönem sanatçıları ise “sanat sanat içindir” iddiasında olmakla beraber şiirlerinin arkasında Türk duygusunun olduğunu, edebiyatların ait oldukları milletlerin karakterine sahip olmaları gerektiğini dile getirmişlerdir. “Sanat için sanat” düşüncesini savunan Servet-i Fünûn şair ve yazarları dahi bir millete mahsus edebiyatın en büyük üstünlüğünün milliyetinin seciyesine maruz olması, zevahiri ne olursa olsun akan kanının ait olduğu ırkın kanı olması gerektiği hususunda hemfikirdiler.
Bu düşünceyle nesir ve şiir, Türk kültür varlığının modern dünya içinde var oluş mücadelesinin imkânlarını yoklama işine hasredilmiştir. Bununla birlikte çok eski bir geleneğe sahip Türk şiirinin modernleşmesi roman, deneme, tiyatro gibi türlerin ilk örneklerinin verilmesinden ve Türk edebiyatının modernleşmesinden farklıdır. Türkçede roman, tiyatro gibi türlerin oluşması klasik Türk şiirinin olanca kazanımlarının ve olanaklarının devreye sokulması suretiyle başarılmıştır. Türk şiirinin modernleşmesi, Türk modernleşmesi içinde Türk romanı, hikâyesi, tiyatrosundan müstakil olarak değerlendirilmelidir.
Bu makalede yukarıda özetlenen değerlendirmeler eşliğinde şu problemlere odaklanmak istenilmiştir: 1- “Batı” etkisindeki bir Türk şiirinden / edebiyatından bahsetmekle “Batı şiiri / sanatı etkisindeki” bir Türk şiirinden / edebiyatından bahsetmek aynı şey midir? 2- Şiir de roman, hikâye ve diğer nesir türleri gibi edebiyatın bir alt şubesi midir? 3- Köklü bir geleneğe sahip Türk şiirinin modernleşmesi, modern Türk nesrini oluşturan roman, tiyatro gibi Türk edebiyatında daha önceden örnekleri olmayan türlerin ortaya çıkması meselesiyle aynı değerlendirilebilir mi? Bu sorular (özellikle bir ve ikinci sorular) yeni Türk edebiyatı alanında yeni bir hususa işaret ederek Türk Batılılaşması ve/veya modernleşmesi içinde Türk şiirinin modernleşmesinin biricikliğine dikkatleri çekmeyi, Batı etkisinde Türk edebiyatı gibi isimlendirmelerin modern Türk şiirini sınıflandırmada yetersiz kaldığını göstermeyi hedeflemiştir. Makalenin konusu 19. asır ile sınırlandırılmıştır.
Sosyal Problemler Sosyolojisi Çerçevesinde Türkiye’de Nüfus Yaşlanması
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 63-96 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.063
Özet
Tam Metin
Nüfus yaşlanması sorunu küresel olarak üzerinde durulan, olumlu ve olumsuz etkileri kapsamlı bir biçimde değerlendirilerek sorunun çözümüne yönelik ulusal ve uluslararası politikalar hazırlanan bir demografik olgudur. Toplumsal, bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde değişen günümüz koşullarının doğum oranlarının azalması ve insan ömrünün uzaması gibi birçok faktöre etki etmesi nüfus yaşlanmasının temel sebebi olarak değerlendirilmektedir. Nüfus yaşlanmasının olumsuz boyutu, toplumun sürekliliğini ve işleyişini tehdit edici yönüyle o toplumun geleceğine ilişkin tehditlere zemin hazırlaması açısından ele alınmaktadır. Nüfus yaşlanması olgusu hem ulusal hem de küresel boyutta günümüzde birçok disiplin ışığında çalışılmış, bir “sosyal problem” olarak değerlendirilmiş, etkileri analiz edilmiş ve soruna ilişkin çözüm yolları sunulmaya çalışılmıştır.
Bu kapsamda mevcut çalışma sosyal problemler sosyolojisi kapsamında nüfus yaşlanması olgusunun, sosyal bir problem olma sürecini ve sonuçlarını sosyolojik bir bakış açısıyla açıklamaya çalışmaktadır. Bu çalışma ile Türkiye’de nüfusun yaşlanmasının sosyal olgulara (doğum, ölüm, evlenme, boşanma oranları, işgücü, istihdam, eğitim, göç, kentleşme) bağlı olarak nasıl bir sosyal problem olarak ortaya çıktığı istatistiki verilere dayalı olarak tartışılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de nüfus yaşlanmasının bir sosyal problem olarak varlığının olası sosyolojik sonuçları üzerinden bir değerlendirilme yapılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çalışmada sosyal problemler sosyolojisinin “Her problem sosyal problem midir?” ya da “Bir olgu bir sosyal problem halini nasıl alır?” ve “Sosyal problem hangi süreçlerden geçer?” sorularına Herbert Blumer’ın “Bir toplumda sosyal problemi tanımlama sürecini” açıklayan görüşü dikkate alınarak cevap aranmıştır. Buna göre Türkiye’de nüfus yaşlanmasının H. Blumer’ın sosyal problem aşamalarından hangisini temsil ettiği sunulmak istenmiştir. Çalışmada Türkiye’de nüfus yaşlanması durumunun sosyal problem olarak meşrulaşmasının nedenleri, nüfus yaşlanmasının sosyal kaynaklarının neler olabileceği, bu olgunun sorun olarak nasıl meşrulaştığı, hangi toplumsal sonuçları yaratabileceği ve çözüm ve müdahale stratejileri üzerinden bu problemin nasıl şekilleneceği üzerinde durulmuştur.
Çalışmanın yöntemi literatür taraması ve doküman istatistiklerinin betimsel değerlendirilmesidir. TÜİK, OECD, UN kurumlarının makro istatistiki verileri kullanılmış ve bu birincil veriler üzerinden ikincil sosyolojik analizler gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda Türkiye’deki nüfus yaşlanmasının sosyal kaynaklarının göç ve kentleşme süreçlerine bağlı olarak doğum ve evlenme oranlarının azalması, boşanma oranlarının artması, eğitim düzeyinin yükselmesi, kadının ev dışı aktif çalışma yaşamına geçmesi, ekonomik refahın artması şeklindeki sosyal görünümler ön plana çıkmaktadır. Türkiye için nüfus yaşlanması sosyal problemdir ve bu problemin inşasında farklı sosyal kaynaklar yer almaktadır. Böylece çalışmada Blumer üzerinden Türkiye’de nüfus yaşlanmasının neden sosyal bir problem olduğu, sosyal kaynakları ve nüfus yaşlanmasının sosyal problem tanımlanmasının hangi aşamasında yer aldığı açıklanmıştır.
Attila İlhan’ın Çözümlemelerinde Kültürel Emperyalizmin Sosyolojik Temelleri
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 117-139 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.117
Özet
Tam Metin
Bu çalışmada Attila İlhan’ın kültürel emperyalizm çözümlemesi ele alınmıştır. Kültürel emperyalizm olgusunun İlhan’ın düşünsel dünyasında nasıl bir yere sahip olduğu ve konuya dair hangi temalar üzerinden bir tartışma yürüttüğü bu çalışmanın cevap aradığı temel sorulardır. Bu sorular doğrultusunda İlhan’ın kaleme aldığı köşe yazıları ve kitaplarından yola çıkılarak bir değerlendirme yapılmıştır. Düşünce hayatı boyunca Türkiye’de ulusal bir kültür inşa etme meselesi üzerine yazan İlhan, bu inşa sürecindeki en büyük engeli kültürel emperyalizm olarak görür. Bu sebeple kültürel emperyalizm konusu onun üzerinde düşündüğü ve tartıştığı temel konuların başında gelir. Attila İlhan’ın kültürel emperyalizm çözümlemesinin küreselleşme, ulusal kültür, çağdaşlaşma ve aydın olmak üzere dört tema üzerinden ilerlediği görülür. Küreselleşme sürecini dünya emperyalist sisteminin yeni bir adlandırması olarak yorumlayan İlhan, bu sistemin egemenleri ve sömürülenleri olduğu gerçeğinden hareketle bir analiz yapar. Attila İlhan’ın ister kültürel emperyalizm konusunda ister kültürel tartışmaların diğer alanlarında olsun, üzerinde durduğu ilk nokta toplumların kendine özgü kültürel birikimlerinin toplumsal hayattaki değeridir. Bütün toplumların özgül tarihsel ve toplumsal koşullara sahip olduğu savunusu çözümlemesinin merkezinde yer alır. Kültürel emperyalizm konusunda toplumlar arasında bir karşılaştırma yapan Attila İlhan, Türkiye’nin Batı kültürü karşısındaki konumuna bakar. Ona göre bir yanda Batı’nın kültürel birikimi diğer yanda Türkiye’nin kültürel birikimi söz konusudur ve bu iki kültürel birikim önemli farklılıklar gösterir. İlhan’a göre Türkiye’nin kültürel birikiminden bihaber olmak, tersine Batı kültürü ile kaynaşmış olmak, kültürel emperyalizmi anlamak için başlangıç noktasıdır. Ona göre Türkiye özelinde kültürel emperyalizm, asıl amacın çağdaşlaşmak olduğunu unutup amacın batılılaşmak olduğunu sanan zihniyetin ürünüdür. İlhan bu zihniyet sebebiyle bireyler arasında kendi kültürel dünyalarını hor görme sonucunun ortaya çıktığını ve bireylerin içinde bulunduğu toplumun kültürel hayatından soyutlanarak başka bir kültürün aktarıcıları olduğunu savunur. Buradan hareketle Türkiye’deki kültür kaynaklarının küçümsenmesinin kültür emperyalizmine kapı açtığını ifade eder. İlhan’ın düşüncelerinde ulusal kültür, savunulması, korunması, geliştirilmesi gereken bir kültürel dünyaya karşılık gelir. Ona göre ulusal kültürün diğer ülkelerin saldırısından korunması gerekir. Bu saldırı biçimini emperyalizmin kültürel boyutu, yani kültürel emperyalizm olarak tanımlar. Çözümü ise ulusal kültür sentezine ulaşmak olarak ortaya koyar. Dolayısıyla Attila İlhan’ın küreselleşme, ulusal kültür, çağdaşlaşma, aydın gibi farklı boyutlarla inşa ettiği düşünceleri kültürel emperyalizm literatürüne önemli bir katkı sağlar. Bu yönüyle Türk düşünce hayatında önemli bir boşluğu doldurur.
Şiirin Resmi Resmin Şiiri: Ahmet Haşim ve O Belde Şiiri
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 97-116 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.097
Özet
Tam Metin
Sanatın her alanında disiplinler arası ilişkiler kurularak, sanatçıların kendi alanları dışında farklı disiplinlerden etkilenmeleri sağlanmıştır. Bir şiirin resim ile ilişkisini ele aldığımız bu makalede; Ahmet Haşim’in poetikası ve resim sanatı arasındaki yakın bağı ortaya koymaya çalışacağız. Bu bağlamdan yola çıkarak, genelde resim ve şiir ilişkisi, özelde Ahmet Haşim’in O Belde şiiri temel alınarak poetikası ve resim hakkındaki düşünceleriyle destekleyip, şiirin resimle olan ortaklığına vurgu yapılacaktır. Ahmet Haşim’in O Belde şiirinin belirli imgeler yardımı ile resim sanatına uyarlanışı amaçlanmıştır. Bunu yaparken sözlü ve yazılı yolla ifade etmenin yanı sıra görsel ifade yöntemine de başvurulmuştur. Bu makale ile bugüne kadar mücerret olan renk ve ışığı müşahhas hale getirmeyi amaçladık. Resim ve şiir; tarihin şekillendiren çarkında yerlerini belirlerken, ortaya konulan ürünlerle de sonraki nesillerin tohumlarına can suyunu serper. Resim ve şiir, sözel ve görsel sanatlar olarak çoğu zaman sanatın ayrı dalları olarak çalışılsa da sanatsal bilimlerin aynı çatısı altında varlıklarını yürütürler. Şiirde de resimde de ortak bir kavram kabul edilen imgeden yola çıkarak fizik ve metafizik boyutlara ulaşılan bir ilişki ağıdır. İnsan, edindiği tüm kazanımlarıyla sanatsal yaratımın bir parçasıdır. Ortaya koyduğu ürünler ise kendi varlığından kopan özlerdir. Organik bütünlüğün bir gereği olarak insanın, varlığını ispat ve ifade etme yönelimleri vazgeçilmez bir gerçektir. Her insan özel kabul edildiğinde, insani ifade biçimleri dünyaya gelen insan sayısıyla eş değerdir. Resim ve şiir sanatları kendi alanlarında güçlü ifade yöntemleridir. Şiir, varlığını betim gücüyle resme dönüştürebilir. Türk edebiyatında çoğu şair şiirlerini yazarken aynı zamanda görsel şölen oluşturmaya da özen gösterir. Türk şiir dünyasının Fecr-i Âti dönemi şairlerinden Ahmet Haşim’in O Belde şiiri de resmin şiirsel ahengi içerisinde bir tabloda görülmeye değer. Şiir dünyasının imgesel anahtarlarıyla resim dünyasındaki kapıların kilidi renkler, semboller ve sezgiler ile açılabilir. Ahmet Haşim’in bir bütün olarak hayatı ve sanat anlayışı ortaya konulurken, resim ve şiir ilişkisinin bu bütünlükteki yeri de belirlenmiştir. O Belde şiirinden yola çıkarak O Belde resmine varana kadar, şiirin ve resmin birbirini tamamlayan ve besleyen tarafları incelenmiştir. O Belde şiirinin belirlenen metaforları üzerinden Haşim’in hayatına uzanan bir yol çizilerek, bilinen Haşim kalıplarının ötesinde şiire yeni bir yorum getirilmiştir. Şiirin sembolik dil ile ifadesi; anne, çocukluğa duyulan özlem, mâna ve hayatı ve sanatına şamil olan bir ütopya motifi ile tasvir edilir.
Sultan II. Abdülhamid’in Cülusunun 25. Yıldönümü Münasebetiyle Yazılan Kitâbeler
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 21-46 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.021
Özet
Sultan II. Abdülhamid dönemi, kültürel ve sosyal anlamda yabancı ülkeler ile ilişkilerin geliştiği, modernleşme algısının sultana göre şekillendiği bir dönem olmuştur. Batılılaşmanın tüm alanlara nüfuz ettiği görülse de hat sanatının muhafaza edildiği görülmektedir. Onun devrinde unutulmaya yüz tutmuş kûfi hattı yeniden ihya edilmiş ve kitâbelerde kullanımı artmaya başlamıştır. Kitâbelerde kullanılan yazı çeşitleri dönemlerine ve yazılan metinlere göre çeşitlilik arz etmektedir. Osmanlı döneminde daha çok celî sülüs ve daha sonraları ise celî ta’lik yazı çeşidi kullanılmış olup, az da olsa muhakkak, rik’a, nesih ve kûfî hatlı kitâbelere de rastlanmaktadır. İslâm yazısının ilk örnekleri kûfi yazıyla meydana getirilmiştir. Uzunca bir müddet Mushaf kitâbetinde kullanılan kûfî, değer taşıyan örnekler sunduktan sonra, Abbâsîler zamanında ortaya çıkan aklâm-ı sittenin Mushaf ve kitap istinsahında egemen olmaya başlaması ile Mushaflardaki yerini belli bölgeler haricinde neshî veya reyhânî denilen yazıya bırakmıştır. Kitâbî yazıdaki kullanımı azalmasına karşın mimari ve celî yazıda tercih edilen kûfi yazı Osmanlıların erken dönemine kadar Anadolu’da kullanım sahası bulmuştur. Selçuklulardan sonra Osmanlı Dönemi’nde de inşa edilen yapıların üzerine mekân ile alâkalı âyet-i kerîme, hadîs-i şerif, manzum veyahut dua gibi metinler eklenerek yapı hem tezyin edilmiş hem de döneme ait önemli bir tarihî kaynak olmuştur. Metinler Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmıştır, ancak dönemlere göre ağırlıkla kullanılan dil değişme göstermektedir. 19. yüzyıla kadar Türk İslâm mimarisinde cami, medrese, mektep, kütüphane, çeşme gibi yapı türlerinde kitâbeler yer alırken 18. yüzyılın sonundan başlayıp 20. yüzyıla doğru gittikçe örnekleri artan yapı türlerin görülmektedir. Bunlar arasında saat kulesi, anıt, iskele, tren garı, mektepler gibi kitâbe içeriği, yazı türü ve yazılma sebeplerinde de değişiklikler yaşandığı gözlenmektedir. Günümüzde dönemler hakkında bilgi almak, yazılı kaynaklar ve kitâbelerin detaylı incelenmesiyle elde edilmektedir. II. Abdülhamid döneminde inşa edilen birçok yapı bulunmaktadır. Hem estetik hem de tarih açısından önem taşıyan kitâbeler inşa edilen binalarda, çeşmelerde, camilerde karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’nde cülus konusu hükümdarın tahta geçişinin ve iktidarının en belirgin törenlerindendir. Özellikle Sultan II. Abdülhamid’in 25. cülus töreni diğer cülus törenlerinin içeriklerine ve kapsamlarına göre oldukça farklılık göstermektedir. Bu çalışmada kitâbelerin yazılış sebebi ve içerik açısından yeni bir durum olan cülus konulu kitâbelerin Osmanlı coğrafyasında nerelerde bulundukları, hangi yapı türlerinde yer aldıkları, metinlerin benzer ya da farklı yönleri ile varsa kitâbelerin sanatkârları ele alınacaktır.