1121 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Kültür Merkezi
  • Erdem
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Beyhude Ömrüm Hikâyesinde Kahramanın Suyun Ardındaki Yolculuğu

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 46-61 · DOI: 10.32704/erdem.537447
Tam Metin
Su kültü, Türk kültüründe çok eski dönemlerde var olup temeli "yer-su" inanışına dayanır. Kültlerle ilgili inanış ve uygulamalara, sözlü anlatım ürünlerinde temel motifler olarak rastlanır. Modern Türk anlatılarında da suyun, motif/izlek olarak metnin kurgusunda işlevsel olarak kullanıldığı görülür. Mustafa Kutlu'nun Beyhude Ömrüm hikâyesinde su motifi, hikâyenin kurgusunda oldukça işlevseldir. Hikâyede kahraman "Islak Kaya"nın varlığından yıllardır haberdar olmakla birlikte, kayanın içinde suyu barındırdığını fark edince hedef belirler. Masal kahramanları gibi hedefine ulaşmak için plan yapar. Onun Islak Kaya'yı yarıp içindeki suyu çıkarması masal kahramanlarının yolculuğunu andırır. Bu esnada bazı engellerle karşılaşır, aklını kullanarak ve yönlendiricilerin de destekleriyle hedefine ulaşır. Islak Kaya'nın öneminin fark edilmesiyle kaderine terk edilen kıraç topraklar, aslına uygun olarak kullanılıp yeniden doğar. Kutlu hakkında daha önce yapılan çalışmalarda Beyhude Ömrüm hikâyesindeki folklorik unsurlara değinilmemiştir. Bu hikâye hakkında özgün bir çalışma yapan Hatice Altunkaya, metni sadece Greimas'ın "Eyleyenler" modeline göre incelemiştir. Bu yazıda ise Beyhude Ömrüm hikâyesindeki kahramanın suyun ardındaki mücadelesinin masal kahramanlarıyla benzerlik ve farklılıkları üzerinde durulduktan sonra, metin, arketipler ekseninde değerlendirilmiştir. Su kültü etrafında oluşan folklorik unsurların, metnin dokusuna nasıl yerleştirildiği tespit edilip yorumlanmaya çalışılmıştır.

Söz, Yazı ve Bellek: Ünal Nalbantoğlu’nun Yapıtı

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 105-123 · DOI: 10.32704/erdem.537472
Tam Metin
Hasan Ünal Nalbantoğlu, sadece öğrettikleriyle değil, özellikle dersleri dolayımıyla taşıdığı bir vicdanla hatırlanmaya değerdir. Nalbantoğlu'nun iyi bilindiği gibi akademi içerisinde eleştirel bir konumu olmuştur. Özellikle insani bilimlerde işlevsel bilgi üretmeye dönük çabayı hem eleştirmeye hem de açığa çıkartmaya çalışmıştır. Bundan kaçınmak amacıyla derslerin bir fayda arayışıyla değil, bilgi sevgisiyle gerçekleştirilmesi gerektiğini sürekli dile getirmiştir. Bilgiyle ilişkinin çok farklı kipleri olduğunu hatırlatır. Bilgiyi eleştirmek, bilgiyle çatışmak, onun doğruluğunu peşinen kabullenmekten önce gelir. Bu akademinin en temel ve ilksel idealidir. Bu anlamda Nalbantoğlu'nun mirası, ortaya koyduğu sınırlı sayıda metnin yanında öğrencilerin kulaklarında kalan derslerden oluşur. Onun ardında bıraktıklarını değerlendirmek için, bu derslerin etkin bir katılımcısı olmak da gereklidir. Yani söz konusu yapıtın önemli bir sözlü tarafı vardır. Özellikle bilgiyi yazıya dökmeyi reddeden Nalbantoğlu, bilginin bir kere ele geçirilecek bir tür veri olmadığını, kuşkuyla yaklaşılması ve sürekli tashih edilmesi gereken bir tarafının da olduğunu savunur. Bu da sıkça eleştirdiği gibi, ele geçirilen bilgiyi hemen yazıya geçirmeyi ve bu yarım bilgi üzerinden iktidar alanları yaratmayı olanaksız kılar.

“Image”dan “İmge”ye Attilâ İlhan’ın Edebiyat “Savaşı”

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 19-32 · DOI: 10.32704/erdem.537399
Tam Metin
Günümüzde edebiyat eleştirisinin, daha özelde şiir eleştirisinin en gözde terimlerinden biri imge olsa da, bu terimin kavramsal sınırlarını çizmekte zorlanıldığı görülür. Türkiye'de edebiyat eleştirisi alanında 1950'lerden itibaren öncesine nazaran daha sık biçimde kullanılmaya başlanan ve asıl olarak 1960'larda yaygınlaşan imge teriminin tanımlanmasında, başından beri birtakım sorunlar yaşandığı dikkat çeker. Bu kavramın yaygınlık kazanmasında öncü bir konuma sahip olan Attilâ İlhan, 1952 ile 1967 arasındaki eleştirel yazılarında estetik teorisinin merkezî kavramı olarak imgeye yer vermiş ve farklı dönemlerde imge kavramını farklı bağlamlarda kullanmıştır. İlhan, 1950'lerin başında "toplumcu gerçekçi" edebiyatın estetik düzeyindeki eksikliğe işaret etmek, 1955'te Garip şiirinin "biçimci" olduğunu iddia etmek ve 1960'larda ise İkinci Yeni'nin imgeyi "yanlış" biçimde kullandığını kanıtlamak için bu kavrama başvurmuştur. Bu üç farklı edebiyat anlayışını eleştirirken imge kavramını nasıl ve hangi amaçla kullandığına bakınca, İlhan'ın iddialarındaki belirsiz noktaları görmek olanaklı hale gelebilir.

Dünya Edebiyatına Uzanan Yolda Bir Türk Romancı: Orhan Kemal

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 87-104 · DOI: 10.32704/erdem.537456
Tam Metin
Bu makalede, Türk kültür, sanat ve edebiyatı ile ilgili eserlerin Türkçe dışındaki dillerde, öncelikle çok konuşulan dünya dillerinde, yayımlanmasını destekleyen TEDA (Türk Edebiyatının Dışa Açılımı) Projesi bağlamında yapılan çeviriler ile bu proje içinde önemli bir paya sahip olan Orhan Kemal'e ait eserlerin çevirileri ele alınmıştır. Türk kültür, sanat ve edebiyatını entelektüel hedef kitle ile buluşturmak amacıyla dünya dillerine yapılan Orhan Kemal çevirilerinin bu proje içindeki oranı, yıllara göre dağılımı ve hangi dillere çevrildiği gibi sorulara cevap aranmıştır. Ayrıca, Orhan Kemal'in 72. Koğuş adlı eseri ve Almanca çevirisi karşılaştırmalı bir şekilde incelenerek görevi, özgün metni önceden okumak ve "metin çözücü" rolüyle metni alımlamak, başka bir deyişle, metni yeniden yorumlamaktan ibaret olan çevirmenin eserde geçen Türkçenin kalıplaşmış dil birimleri arasında yer alan atasözleri ve deyimleri Almancaya ne ölçüde aktarabildiği ve hedeflenen "eşdeğerliği" ne derece sağladığı ayrıntılı bir şekilde irdelenmiştir. Eserin Almanca çevirisi örnekleminde kültürel ögelerin çevrilebilirlik sınırları konusuna dikkat çekmeye çalışılmıştır.

2000’li Yıllarda Kadın Öykücülerin Dili Üzerine Tespitler

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 63-85 · DOI: 10.32704/erdem.537467
Tam Metin
Türk edebiyatında kadın yazarların dili, uzun zaman erkek yazarların izinde gitmek durumunda kalmıştır. Kültürel, sosyolojik ve ekonomik değişmelerle birlikte kadın yazar sayısında 2000'li yıllarda görülen büyük artış, bu yazarların kendilerine mahsus bir dil bulup bulamadığı tartışmasına uygun bir süreç yaratmıştır. Bu araştırmanın amacı, 2000'li yıllar Türk öyküsünde kadın diline ait bazı belirlemelerde bulunmak ve kadın yazarların kendilerine ait bir dil edinip edinemediklerini veya önceki alışkanlıklarını değiştirip değiştiremediklerini tartışmaktır. Yazıda, dönemin önemli sayılabilecek yedi kadın öykücüsünün birer kitabı seçilerek bu metinler üzerinde konu incelenmiştir. Buna göre şefkat ve cinsellik başlıkları altında kadın öykücülerin diline yaklaşılmış, onların bir kadın gözüyle dünyayı ve insanı alışılmış dilden ne kadar farklı anlatıp anlatamadıkları ortaya konmaya çalışılmıştır.

Osmanlı Devleti’nde Haşerelere Karşı Bir Önlem: Çekirge Suyu

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 33-45 · DOI: 10.32704/erdem.537440
Tam Metin
Tarih boyunca afetler nedeniyle oldukça sıkıntılı dönemler yaşayan insanoğlu, bunlara karşı önlemler almaya ve hatta doğaüstü ve dinî ritüeller içeren önlemler ile korunmaya çalışmıştır. Çekirge gibi hayvanların verdiği zararlar da afet olarak nitelendirilmektedir. Çekirge istilaları tarih boyunca insanoğlunu oldukça sıkıntıya düşürmüştür. Bazen "yaratanın cezalandırması" olarak da nitelendirilen çekirge istilaları nedeniyle kıtlıklar yaşanmış, köyler ortadan kalkmış, ölümler meydana gelmiştir. Ekili ve dikili mahsule verdiği zararlar nedeniyle, ekonomiyi de sekteye uğratan çekirgelerden ötürü sıkıntı yaşayan halkın çare olarak başvurduğu önlemlerden biri de "çekirge suyu"dur. "Sığırcık suyu" olarak da bilinen çekirge suyu, Osmanlı Devleti'nde çekirge felaketine karşı alınan önlemlerden biriydi. Bu çalışmada, sadece çekirge değil, diğer zararlı haşerelere karşı da sıklıkla kullanılan çekirge suyu, Osmanlı arşiv belgeleri ışığında değerlendirilecektir.

Telmih’e Telmih: Klasik Türk Edebiyatında Geleneğin İnşası

Erdem · 2014, Sayı 67 · Sayfa: 5-18 · DOI: 10.32704/erdem.537397
Tam Metin
Klasik İslamî edebiyatların bir kolu olan klasik Türk edebiyatında, diğer edebiyatlarda olduğu gibi edebî sanatlar sıkça kullanılmaktadır. Ancak edebî sanatların layıkıyla tahlil edildiğini iddia etmek mümkün görünmemektedir. Edebî sanatlardan biri olan telmih de sadece bir edebî sanat işlevi görmez. Kelime düzeyinden mürekkep bir söyleme biçimine uzanan telmih, aynı zamanda hafıza, metinlerarasılık, anlatı ekonomisi gibi vasıtaları kullanarak bir edebiyat geleneği inşasına katkıda bulunur. Dolayısıyla telmihi, bir edebî sanat olmanın yanı sıra gelenek inşa edici bir vasıta olarak da telakki etmek imkân dâhilindedir.

Eothen’de Oryantalizm ve Osmanlı Dünyası: Eleştirel Söylem Çözümlemesi

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 87-101 · DOI: 10.32704/erdem.537451
Tam Metin
Bu çalışma, İngiliz seyyah Alexander William Kinglake'in 1844 yılında basılan Eothen adlı seyahatnamesinde Osmanlı dünyasına ilişkin ele aldığı oryantalist temaları konu edinmektedir. Eleştirel söylem çözümlemesinden yararlanılan çalışmada, oryantalizmin hem söylemsel bir ideoloji hem de sosyo-politik ve kültürel bir süreç olma yönü dikkate alınarak seyahatnameye ilişkin özgül tarihsel bir irdeleme çerçevesi sunulmaktadır. Eserinde gördüğü değil, daha çok görmek istediği Osmanlı dünyasını emperyalist ve oryantalist bir bakış açısıyla okura tanıtan Kinglake'in, ötekileştirme ve ehlileştirme söylemi aracılığıyla Osmanlı ve Avrupa gerçekliğini yeniden üretmek gayesinde olduğu görülmektedir. Eserde tekno-merkezci ve sömürgeci oryantalist söylemde olumsal bir biçimde sunulan İngiliz/Avrupa uygarlığına karşılık Osmanlı Devleti/toplumu mutlak öteki olarak inşa edilmektedir. Din unsuru bu inşanın temel kurucu öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Poetikasında Ölüm İmgeleri

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 29-51 · DOI: 10.32704/erdem.537408
Tam Metin
Bu çalışmada, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın edebî eserleri temel alınarak, onun "ölüm" kavramı üzerindeki düşüncelerini yansıtan yazınsal imgeleri üzerinde durulmuştur. Tanpınar'da ölüm, hayatının trajik yanlarını ortaya koyan, onun düşüncelerini derinden etkileyen felsefî bir problemdir. Bir sanatçı ruhuyla ölümlü oluşunun farkındalığı, buna rağmen eserleri vasıtasıyla mazi, toplum ve kültürle ölümsüzlüğü isteyişi/arayışı temel çatışma noktalarından birisini oluşturur. Tanpınar'ın özellikle günlükleri incelendiğinde görülecektir ki, ölüm/ölümlü olma ve ölümsüzlük onun yaratma eyleminin altında yatan en önemli unsurlardan birisidir. Bu durum karşısında Tanpınar, eserlerinde kaçınılmaz olarak bilinçli veya bilinçaltı ölüme dair imgeler kullanmaktadır. Ölümün kesin bir tanımının olmayışı, bu konuda düşünen herkes için farklı bir anlamlandırmanın doğmasına neden olmaktadır. Tanpınar insan, sanatçı, toplum adamı olarak ölümü kendisince yorumlamış ve bu edinimlerini eserlerine yansıtmıştır. Bu imgeler, farklı eserlerinde benzer kullanımlar ve eşanlamlarla karşımıza çıkar. Bu çalışma, Tanpınar'ın kullandığı imgelerden belli başlıları seçilerek örneklendirilmiştir.

Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu’nda “Çifte Kanat” Metaforu

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 103-116 · DOI: 10.32704/erdem.537435
Tam Metin
Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Necip Fazıl Kısakürek'in kitaplaştırılmış konferans metinlerinden biridir. Kısakürek bu çalışmasında Batı kültürünün temel üreticilerinden biri olan felsefe ile İslam kültürünün temel üreticilerinden biri olan tasavvuf arasında bir karşılaştırma yapar. Doğulu ve Batılı zihin biçimleri üzerine bir çözümleme denemesi olarak da görülebilecek olan bu eser, kültür tarihinde önemli bir sorun oluşturmuş olan akıl ve vahiy, din ve felsefe ilişkilerine de değinir; bu çerçevede Batı ve İslam kültürlerindeki temel kriz noktalarına işaret eder ve çözüm yolları önerir. "Çifte kanat" metaforu, Doğu ve Batı kültürlerinde yaşanan uygarlık krizi karşısında bir çözüm önerisi olarak da ortaya çıkar.