1121 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Kültür Merkezi
  • Erdem
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Oruç Bey’in Aktardığı Efsaneler ve Bunların Türk Efsaneleri İçindeki Yeri

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 71-86 · DOI: 10.32704/erdem.537445
Tam Metin
Yüzyıllardır varlığını koruyan sözlü kültür ürünlerinden olan efsanelerin sınıflandırılmasında bir ana başlığın "tarihî efsaneler" adını taşıması, tarih kitaplarının efsaneler ile ilişkisini gösteren en önemli delildir. Özellikle savaş ve fetihlerin anlatıldığı kısımlarda bunlara ilişkin efsanelerin, bazı tarihî kahramanların anlatıldığı kısımlarda ise onların etrafında oluşmuş efsanelerin karşımıza çıkması hemen her tarihî kaynakta görülen bir husustur. Bu çalışmanın amacı, 15. yüzyıl Osmanlı müverrihlerinden Oruç Bey'in Tevârih-i Âl-i Osman adlı eserinde yer verdiği efsanelerin tespit edilmesidir. Oruç Bey sadece bir tarih kitabı yazmakla yetinmemiş, atasözleri, deyimler, beddualar, efsaneler, halk inançları, gelenekler, âdetler, yer adlarının veriliş hikâyeleri gibi pek çok kültürel bilgiyi de eserine kaydetmiştir. Söz konusu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk iki yüzyıllık tarihi kadar, o devrin Türk kültürünü araştırmak isteyenler için de önemli bir kaynaktır.

Tanzimat Tiyatrosunda Avrupalı Kadınlar ve “İffet” Meselesi

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 19-28 · DOI: 10.32704/erdem.537402
Tam Metin
Tanzimat döneminde yazılmış tiyatro oyunlarının bazılarının konusu Avrupa'da ve Avrupalılar arasında geçer. Bu oyunlardaki kadın kahramanlar bir Osmanlı ya da Müslümandan farklı özellikler göstermezler. Tanzimat döneminde imkânsız aşk konusu sıkça işlenen temalardan olmuştur. Kadın kahramanlar sadık ve iffetlidirler. Yazarlar, yarattıkları kadın kahramanların okur ve izleyici için örnek teşkil edecek tipte olmasına özen göstermişlerdir. Dolayısıyla, oyunlardaki Avrupalı kadınlar okur ve izleyici için örnek teşkil eden kahramanlardır. Bu durum Tanzimat yazarlarının, Avrupa'nın ve Avrupalının kültür kimliğini farklı algılamadığını gösterir. Bu konu, Ahmet Mithat Efendi'nin Hükm-i Dil, Recâi-zade Mahmut Ekrem'in Afîfe Anjelik ve Abdülhâk Hâmid Tarhan'ın Cünûn-ı Aşk adlı eserlerinde açık bir biçimde görülebilir.

Kadro Hareketi ve Bir Kadro Kitabı Olarak Ankara

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 53-70 · DOI: 10.32704/erdem.537421
Tam Metin
Ocak 1932 - Aralık 1934 arasında üç yıl gibi kısa bir süre yayımlanan Kadro dergisi, ancak "iktidara sözcü olma" görevini yerine getirebilmiş, bu görevin aksayıp iktidarın gücünü zedelemeye dönüşebileceği yerde ise işlevi sorgulanmaya başlanmış ve bir anlamda "öncü bir kadro" olmasına izin verilmemiş bir dergidir. Dolayısıyla Kadro'nun hem sosyalizm ve kapitalizm arasında bir "üçüncü yol" arayışı, hem de öncü olma "hevesi", bir ütopya olarak kalmıştır. Kadro'nun önemli isimlerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Ankara adlı romanı, büyük bir "inkılâp heyecanı"yla yayınına başlanan, ardından sessizce kapanan ve bir ütopyaya dönüşen Kadro'nun kurmaca bir ifadesi olarak okunabilir. Bu yazıda Kadro hareketinin iktidar ile ilişkisine değinilecek, ideolojik eğilimi tartışılacak ve hareketin öncü isimlerinden Yakup Kadri'nin Ankara romanında yer alan bazı fikir ve tartışmalar, bu hareket ekseninde okunacaktır.

Floransalılara Esir Düşen Erdoğmuş Oğlu Hamza’ya Yazılan Türkçe Bir Mektup (1576)

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 5-18 · DOI: 10.32704/erdem.537396
Tam Metin
Esaret ve bununla ilgili anlatı, hatırat ve yazışmalar dünyanın birçok yerinde gerek edebî gerekse tarihî açıdan daima dikkat celbeden konular arasında olagelmiştir. Türk tarihi açısından ele alındığında, Osmanlı Devleti'yle birlikte Akdeniz Havzası'nda yaşanagelen yoğun Müslüman-Hıristiyan çekişmelerinin sonucunda ortaya çıkan esaret, beraberinde birçok kişisel anı ve hatıratı da ortaya çıkarmıştır. Bu makalede Floransa'da esir tutulan bir Osmanlı Türkü ile Tunus'ta bulunan kardeşi arasında cereyan eden bir yazışma üzerinde durulacaktır. Söz konusu mektup, en azından şimdilik, en erken tarihli Türkçe mektuplara bir örnek gibi görünmektedir. Bu mektup sadece Osmanlı toplumunun eğitim seviyesi bakımından değil, ayrıca o döneme ilişkin bazı tarihî konular bakımından da önemli bilgiler sunmaktadır.

Hilmi Yavuz’un “Çöl ve Ay” Şiirinde Metaforik İkilik ve Dilin Merkeziliği

Erdem · 2014, Sayı 66 · Sayfa: 117-124 · DOI: 10.32704/erdem.537455
Tam Metin
Bu yazıda Hilmi Yavuz'un "Çöl ve Ay" adlı şiirinin içerik ve dil açısından iki düzlemde incelenmesine çalışılacaktır. İlk düzlemde, Yavuz'un özellikle şiirde kullandığı "blue mo on" ifadesiyle dili merkezîleştirme çabası ortaya konacaktır. İkinci olarak, şiir içerik açısından incelendiğinde "çöl ve ay", "iki menzil", "bir menzilden ötekine geçmek", "ikiye ayrılmak", "blue mo on", "şakk-ı kamer" gibi sözcüklerin ikiliğe gönderimde bulunduğu gösterilecektir. Bahsedilen ikili oluş, şairin arada kaldığı bu dünyaya ait olanla öteki dünyaya ait olanı imlemesiyle tasavvufi bir anlam kazanır. Bu şekilde şiir, anlatıcının ikilikten/kesretten vahdete erme çabası olarak yorumlanacaktır.

Kısa Kısa [Küçürek] Öykünün Tanımı, İmkânları ve Sorunları

Erdem · 2013, Sayı 65 (Küçürek Öykü Özel Sayısı) · Sayfa: 1-10
Tam Metin
20. yüzyılın sonlarında edebiyat dünyasında yerini alan kısa kısa [küçürek] öykü, öykünün bir alt türü olarak görülmektedir. Ancak, isimlendirilmesinde ve tanımlanmasında anlaşmazlıklara ve farklılıklara rastlanmaktadır. Küçürek öykünün modern hayatın hızının neden olduğu bir ihtiyaçla yazıldığı ve okur tarafından bu nedenle tercih edildiği gündeme gelmektedir. Bu makalede öncelikle tanım, adlandırma sorunları ve küçürek öykünün nasıl bir motivasyonla yazıldığı üzerinde durulmuştur. Daha sonra da küçürek öykünün özellikle şiir ile benzerliklerine ve problemli ilişkileri bağlamında ortaya çıkan sorunlara değinilmiştir.

Mevlânâ’nın Mesnevî’sindeki Meseller ile Küçürek Öyküler Arasındaki İlişki

Erdem · 2013, Sayı 65 (Küçürek Öykü Özel Sayısı) · Sayfa: 33-45
Tam Metin

Küçürek öykü kısa, öz ve damıtılmış niteliği ile her ne kadar günümüz insanının ihtiyacına binaen edebiyatta yerini alsa da, bu türün Türk kültüründeki ilk izlerine yüzyıllar öncesinde rastlanmaktadır. Bu bağlamda Mevlânâ'nın Mesnevî'sinin "küçürek öykü" tanımına oldukça paralel bir durum arz etmesi dikkat edilmesi gereken bir özelliktir.

Az sözle çok şeyin anlatıldığı, kısa, etkin ve şok uyarıların etkileyici bir biçimde kullanıldığı küçürek öyküler; sembolik, samimi ve içten söylemleri ile Mevlânâ'nın Mesnevî'sindeki mesellere yaklaşmaktadır. Felsefi söylem ve ucu açık nitelikli yapısıyla da Mevlânâ'nın mevcut eserine yaklaşım gösteren bu öykü çeşidinin, doğrudan mesaj iletme ve halkı eğitme yönünde bir iddiası olmadığı için Mesnevî'deki mesellerden bu küçük nitelikleriyle ayrı tutulabilmektedir. Fakat genel anlamda; olay kurgusu, sezdirme yöntemine başvurulması, örtük anlatımın bilinçli ve yoğun bir şekilde ele alınması, sembol ve imge tercihlerindeki orijinallik, Mevlânâ Mesnevî'sindeki meselleri küçürek öykülere yaklaştırmaktadır.

Netice itibariyle bugünün küçürek öyküsünün modern insanın dramı üzerine konumlandığı dikkate alınırsa, Mevlânâ Mesnevî'sindeki mesellerin de insani öze odaklandığını ve onun evrensel problematiği ile ilgilendiği görülebilmekte; zengin birikimi ve kültürel dokusu ile küçürek öyküye iyi, orijinal ve güzel bir model oluşturduğu düşüncesini güçlendirmektedir.

Öykünün İmkânsızlığı: Rasim Özdenören’in Öykümsüleri

Erdem · 2013, Sayı 65 (Küçürek Öykü Özel Sayısı) · Sayfa: 117-124
Tam Metin

Her çağ, kendine uygun yeni edebî türlerin oluşumuna zemin hazırlar. Modern çağın ardından yaşanan hız ve teknoloji çağı da tüketime dayalı bir yaşam algısının benimsenmesine yol açtığı gibi bireylerin tüketim aracılığıyla görünür olmalarına neden olur. Tüketime ilişkin yaşam algısının edebiyata yansıması sözcüklerin daha aza indirgenip öykülerin daha derinlere ve metaforik anlamlara gizlenmesiyle gerçekleşir. İşte bu tür, Batı edebiyatında "short short story" olarak ortaya çıkarken, Türk edebiyatında Ramazan Korkmaz tarafından "küçürek öykü" biçiminde adlandırılmıştır. Bu alanda özellikle Ferit Edgü, türün Türk edebiyatında önemli temsilcilerinden biridir. Ferit Edgü'nün yanı sıra öykü ile uğraşan çağdaş öykücüler de bu türde eserler vermeye başlamışlardır.

Türk edebiyatında Mavera dergisi etrafında toplanıp Maveracılar olarak bilinen edebî topluluğun önemli öykücülerinden Rasim Özdenören de bu türe yakın öyküler yazmıştır. Özdenören bu eserleri "öykümsü" olarak adlandırmıştır. Onun öykümsülerinde temel hareket noktası yaşamda imkânsız görünenler üzerinedir. Bu makalede Özdenören'in İmkânsız Öyküler adlı kitabındaki öykülerin izlekleri üzerinde durulacaktır.

Cemal Şakar’ın Hikâyât Adlı Eserindeki Küçürek Öykülerin Kur’an Kıssaları İle İlişkisi

Erdem · 2013, Sayı 65 (Küçürek Öykü Özel Sayısı) · Sayfa: 47-58
Tam Metin
Küçürek öykü, edebiyatımızda yeni olmasına rağmen giderek gerek okur, gerekse de yazarlar nezdinde rağbet kazanmaya devam eden bir türdür. Türe gösterilen rağbet, özellikle ve doğal olarak yazarlar tarafından onun imkânlarının araştırılması, genişletilmesi anlamına da gelmektedir. Küçürek öykü, dünya literatüründe "flash fiction", "shortshort story", "sudden fiction", "yıldırım kurmaca" veya "hızlı kurgu" (fast fiction), "cılız kurgu" (skinny fiction), "mini kurgu", "çabuk kurgu" (quick fiction) ve "bir sigara içimi öyküler" (smoke-long stories) şeklinde tanımlanır. Türk edebiyatında ise küçürek öyküye karşılık olarak "çok kısa öykü", "minimal öykü", "öykücük", "kısa kısa öykü", "kıpkısa öykü", "kısa kurmaca" gibi tanımlamalar kullanılmıştır. (Korkmaz-Deveci 2011: 12) Küçürek öykü, anlatımda kelime tasarrufuna işaret eder. Günümüz Türk öykücülüğünün tanınmış isimlerinden biri olan Cemal Şakar'ın Hikâyât'ı, Kur'an kıssalarından ve âyetlerinden hareketle kaleme alınan küçürek öyküleri içeren bir eserdir. Şakar'ın bu çalışması küçürek öykü türü için yeni bir durumdur. Bu çalışmada Şakar'ın Hikâyât adlı eserinde yer alan ve arka planında Kur'an kıssaları bulunan küçürek öyküleri konu edilecektir.

Bunaltı ve Varlık Sıkıntısı: Murathan Mungan’ın Kibrit Çöpleri

Erdem · 2013, Sayı 65 (Küçürek Öykü Özel Sayısı) · Sayfa: 81-96
Tam Metin

Murathan Mungan, çağcıl bir mahkum algısındaki bireyin, yaşamın yabanı ve yabancısı olarak sürekli sınırlara çarpış ve hiçbiryerdeliğini fark edişini metinleştirir. Sınırlandırılmışlık ve parçalanmışlık karşısında mücadele içerisinde olan Mungan bireyleri, varoluşsal açıdan bunaltı ve varlık sıkıntısı yaşarlar. 80 küçürek öykünün yer aldığı Kibrit Çöpleri adlı yapıtında, verilmişlikler ile çatışma yaşayan, gündelik yaşamın gerçekleri karşısında çözülüşe maruz kalan bireyin arayışlarını anlatır. Mungan'ın bu metinlerinde birey için dünya, tutuklayan bir sürgün yeri hatta labirent halindedir.

Bu çalışmada, hızlı, kopuk, parçalanmış ve deneysel bir yolculuk şeklinde kurgulanan Mungan'ın küçürek öykülerindeki yansıtıcı ve yaratıcı imlemeler çözümlenecektir. Böylece normların baskısı veya yerleşik kuralların bağlayıcılığı ile kısıtlanan bireyin kendiliğini arayışına işaret edilecektir.