1121 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Kültür Merkezi
  • Erdem
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Edip Cansever’in “Medüza” Şiirine Varoluşçu Bir Bakış

Erdem · 2011, Sayı 61 · Sayfa: 147-158
Tam Metin
Türk şiirinde İkinci Yeni Hareketi'nin önemli isimlerinden Edip Cansever, önceleri Garip şiirinin etkisinde olup Yerçekimli Karanfil adlı eseriyle İkinci Yeni'ye katılır. Medüza imge yüklü bir şiir olup şairin mitolojiden faydalanarak kaleme aldığı bir şiirdir. Bu şiirde varoluşçu felsefenin bakış açısı hakimdir. Bu akımda bireyselliğe önem verilir ve kişinin varoluş meselesi üzerinde durulur. Şair bu şiirde, topluma yabancılaşan, tedirgin insanın bunalımını anlatır. Medüza'daki varoluşçu unsurların başlıcaları şunlardır: Hayat eser birliği, bireyselleşme olgusu, teşhis etme, objektiflik ile sübjektifliĞin birleştirilmesi, hissiyat ve hislerle doğrulama. Medüza'da ağırlıkta olan unsur ise bireyin dışlanmışlık duygusunu, yalnızlığını yenerek bireyselliğini kazanma izleğidir.

Misyonerlik Kıskacında Nesturiler: Katolik, Ortodoks ve Protestan Misyonerlerin Nesturiler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Siyasi Sonuçları

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 1-30
Tam Metin
Bu çalışma, Türkiye, İran ve Irak arasında yaşayan Nesturiler arasındaki misyonerlik cereyanının 19. yüzyıldaki seyrini ele almaktadır. Bu itibarla Nesturi toplumundaki Katolik, Ortodoks ve Protestan misyoner faaliyetlerinin başlaması, gelişmesi ve sonuçları daha ziyade arşiv belgeleri ışığında ortaya konulmaya çalışılmıştır. 11. yüzyılda Nesturiler arasında Katolik misyonerler tarafından başlatılan misyoner faaliyetlerinin 19. yüzyılın ikinci yarısında Ortodoks ve Protestan misyoner teşkilatlarının da devreye girmesiyle altın çağını yaşadığı görülmüştür. Bu çerçevede, 19. yüzyıl boyunca Nesturiler, Ortadoğu'da misyoner teşkilatlarının hedef kitlelerinden biri ve önemli bir rekabet nedeni olarak önemini muhafaza etmişlerdir. Belirtilmelidir ki, misyoner faaliyetleri, diğer Osmanlı tebaa halkları arasında olduğu gibi, Nesturiler arasında da dinî olmaktan çok, siyasî yönüyle Osmanlı devlet adamlarının gündemini meşgul eden bir mesele olarak öne çıkmıştır. Bu bakımdan, içeride tahripkâr ve ayrılıkçı etkileri, dışarıda Osmanlı aleyhtarı çalışmaları nedeniyle, Ermeniler arasında olduğu gibi, Nesturiler arasındaki misyoner faaliyetleri de Osmanlı yöneticileri tarafından endişeyle takip edilmiş ve kontrol altına alınmak istenmiştir. Ancak, bu tür girişimler, zaman zaman Osmanlı devletinin misyonerlerin tabi oldukları devletlerle diplomatik bir kriz yaşamasına neden olmuştur.

Osmanlıdaki Kültürel Değişim Sürecinin Ahmet Mithat Efendi’nin Jöntürk Romanında İrdelenmesi

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 31-50
Tam Metin
Osmanlı devletinin kazandığı başarılar, devlet yöneticilerinin sürekli üstün ve güçlü devlet olduklarını düşünmelerine neden olmuştur. Özellikle, Rönesans ve Reform hareketlerinin başlattığı süreçte yeniliklerin takip edilmemesi, Batı'yı her alanda üstün konuma getirir. Bu üstünlük, askerî alandaki yenilgilerle fark edilir. Bu nedenle ilk yenilikler askerî alanlarda yapılır. Avrupa'nın ilerleyişini kavramak için, daimî elçilikler kurulur. Öğrenciler gönderilerek, bu değişimin bilimsel boyutu yakalanmaya çalışılır. Geleneksel yaşamın belli sosyal ve dinî kuralları doğrultusunda yaşayan insanımızın, Avrupa'nın serbest yaşamını merak etmesi ve bu hayata yönelmesi, değişimin birçok alanda yaşanmasına neden olur. Avrupa insanının eğitim, sanat ve ticaret gibi ilişkilerle yaşamlarını insanımıza sergilemeleri, değişimin hızlanmasında etkin rol oynar. Bu değişim süreci, iki kültür arasında kalan ve geleneklerinden uzaklaşan insan tiplerinin oluşmasına zemin hazırlar. Bu tip insanlar, dönemin romanlarında ele alınarak yenileşme sürecindeki yanlışlıklar belirginleştirilir. "Jöntürk" romanı, yenileşme süreciyle büyüyen ve yanlış Batılılaşma sonucu düşüşü yaşayan insanımızın hayatından alınmış bir kesit olarak karşımıza çıkar

Siyasetname Hüviyetinde Bir Esaretname

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 77-142
Tam Metin
Bu eser; Süleyman adlı bir Osmanlı yeniçerisinin Fransa ile ilgili izlenimlerini ihtiva eder. Süleyman, Uyvar Kalesi'nin elden çıkışı sırasında Macarlara esir düşer. Macar beyzadeleri onu savaşı seyretmek için orada bulunan bir Fransız mimara hediye ederler. Bu vesileyle Fransa'ya götürülen ve bu ülkede esir kalan Süleyman, efendisi mimarla birlikte devamlı dolaşarak, sıradan insanların girip çıkamıyacağı birçok yeri görür. Bu esir yeniçeri, sekiz senelik bir sürenin sonunda kendi isteğiyle ülkesi Mısır'a geri döner. Mısır'da döneminin ileri gelenlerinin bulunduğu bir eğlence meclisinde, ona Fransa hakkında sorular sorulur. Süleyman'ın bu sorulara verdiği cevaplar bu ülkenin idari, askeri ve ekonomik yapılanması hakkında bilgi verir niteliktedir. Ayrıca, bu yolla devrin diğer önemli devletleri hakkında da fikir beyan edilir. O, Osmanlı devleti de dahil, dönemin ileri gelen diğer Avrupa ülkeleriyle Fransa'yı birçok kalemde kıyaslar ve her seferinde üstünlüğü bu ülkeye verir. Süleyman, bu bilgileri aktarırken, Fransa'yı her anlamda idealize eden bir üslup kullanır. O, bu kalem tecrübesi ile o dönem Avrupa'sının gelişmiş bir ülkesini temel özellikleriyle tanıtmış bulunur. Süleyman, bir başka dünyayı resmederken, Osmanlı modernleşmesi adına önümüze bir yol haritası çizmiş, bir kılavuz koymuş olur.

Musa Celil’in “Moabit Defterleri” Üzerine Bir İnceleme

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 143-154
Musa Celil, 1906'da dünyaya gelmiş ve otuz dokuz yıllık kısa bir yaşamın ardından 1945 yılında hayata veda etmiş, fakat bu kısa zamana çok sayıda ölümsüz eseri sığdırabilmiş önemli bir Tatar şairidir. Bu kısa süre içerisinde verdiği eserlerle Tatar sanatçılarına ilham kaynağı olmuş ve Tatar sanat dünyasında adı konulmamış yeni bir edebî akımın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Musa Celil, birçok önemli eserini İkinci Dünya Savaşı yıllarında tutuklu kaldığı Alman Moabit Toplama Kampı'nda oldukça zor şartlar altında yazmıştır. Burada yazdığı şiirleri, Tatar halkı tarafından dilden dile ulaştırılarak çoğaltılmış, ölümünden sonra da "Moabit Defterleri" adı altında kitaplaştırılarak yayınlanmıştır. Bu şiirlerde vatan sevgisi, vatan özlemi, gurbet, sevgiliye ve dostlara duyulan hasret ile kahramanlık duyguları yoğun olarak işlenmektedir. Musa Celil'in bu şiirlerinde kendisine özgü dil ve üslup özellikleri dikkat çeker.

Bir Şairin Kaleminden ‘Ben’e, Sanata ve Yaşama Dair Notlar: İlhan Berk’in Düz Yazıları

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 51-76
Tam Metin
Daha çok şair kimliğiyle öne çıkan İlhan Berk, düz yazı tarzındaki eserleriyle de dikkat çeken bir edebiyatçıdır. Berk, Uzun Bir Adam (1982), Şifalı Otlar Kitabı (1982), El Yazılarına Vuruyor Güneş (1983), Şairin Toprağı (1992), İnferno (1994), Kanatlı At (1994), Logos (1996), Poetika (1997), Kült Kitap (1998), Ben İlhan Berk'in Defteriyim (2004) gibi günlük, deneme, anı, söyleşi, anlatı, öz yaşam öyküsü gibi türlerin olanakları dahilinde 'ben'ine, sanata-sanatçıya (özelde şiire-şaire), Türk ve dünya edebiyatına, dünyaya, insanlara, hayvanlara, otlara, nesnelere, şehirlere, mekânlara dair notları, duygularını, düşüncelerini, izlenimlerini okuyucuyla paylaşır. Kısacası kendisini, sanatı, edebiyatı ve yaşamı anlatır. Çalışmada, İlhan Berk'in düz yazı tarzındaki eserleri ele alınmakta; düz yazılarına yansıdığı kadarıyla, Berk'in 'ben'e, sanata, hayata dair görüşleri, hayata bakışı, felsefesi, sanatçı kişiliği vb. ortaya konmaktadır.

Türklerde Kadın ve Hüseyin Nihal Atsız’ın Tarihî Romanlarında Kadın Motifi

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 155-186
Tam Metin
Gerek Türk destan ve efsanelerinde gerekse tarihin bütün devirlerinde kadının yeri her zaman üst seviyelerde olagelmiştir. Çalışmamız boyunca farklı kaynaklardan aldığımız örneklerle bunu ispatlamaya çalıştık. Bunun yanında büyük yazar Hüseyin Nihal Atsız'ın tarihî romanlarındaki kadın profilleriyle bu düşüncemizi desteklemeye çalıştık. Ve son söz olarak da büyük Atatürk'ün vurguladığı gibi, sahip olduğumuz bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti Türk kadının eseridir ve yine bu Cumhuriyet asil Türk kadınının omuzları üzerinde sonsuzluğa doğru yol almaya devam edecektir diyoruz. Zira bir milletin, "devlet-i ebed müddet" ülküsüyle yol alması için en büyük vazife o milletin kadınlarına düşmektedir. Umuyoruz ve arzu ediyoruz ki, Türk kadını, tarihteki şanlı yerini yeniden alacak ve Türk milletinin mukadderatında yeniden belirleyici olacaktır.

Saray-ı Hümâyûn Dişçileri İle İlgili Bazı Notlar

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 187-204
Tam Metin
Topkapı Sarayı'nda bugünkü anlamda ilk eczahâne 1870 yıllarında kurulan mâbeyn-i hümâyûn eczahânesidir. Eczahânede üç tabib yanında üç de diş hekimi görev yapmıştır. Dişçilerden birisi dişçibaşı olarak görev yapmıştır. Sarayda üç tabible aynı sayıda, üç diş hekiminin de görev alması diş sağlığına verilen önemi göstermesi açısından önemlidir. Devlet gerek yurtdışından gelen dişçilere çalışma imkanları sunarak, gerekse dişçileri yapmış olduğu çalışmalar çerçevesinde zaman zaman taltif ederek, diş hekimliğini geliştirmeye çalışmıştır. Yalnız diş hekimlerinin 1907 yılında diğer tabiblerden daha az maaş almaları dikkat çekicidir. Maaşın düşüklüğü, 19. yüzyıla kadar diş hekimliğinin tıbbın bir yan alanı olarak görülmesi anlayışının uzantısı ile ilintili gözükmektedir.

Sevdican Oyununda Kadın Tipleri

Erdem · 2011, Sayı 60 · Sayfa: 227-236
Tam Metin
Nezihe Meriç, Sevdican oyununda 1930'lardan 1990'lara Türk toplumundaki kadının değişimini irdeler. Bu süreç içinde ekonomik temelli toplumsal değişim, farklı kadın tiplerini ortaya çıkarır. Geleneğin ürünü olarak, aldatılan olarak, yabancılaşan olarak, yozlaşan olarak, savaşçı olarak ve birey olarak kadın bu oyunun ilgi alanı içinde kalır. Geleneğin ürünü olan kadın, bütün kadınların prototipiyken, birey olan kadın hepsinin ardılı durumundadır. Bir anlamda yazar, bu oyun aracılığıyla Türk kadınının bireyleşme serüvenini anlatır. Bu serüven içinde kadın eş, anne, çalışan ve birey olarak ortaya çıkar. Modern yaşamın bir ürünü olan eğitimli kadın, sonunda birey olarak kendisini fark eder.