190 sonuç bulundu
Dergiler
- Erdem 190
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
- Hasan Ali ÇETİN 9
- Suzan GÜR 3
- âdem CEYHAN 2
- Adem Uzun 2
- Adem UZUN 2
Kindî Metafiziğinin Temel Kavramları
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 41-62 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.041
Özet
Tam Metin
Bu çalışma, öncelikle bir “meta-varlık” çalışmasıdır. Bir meta-varlık çalışması olarak bu yazı, Kindî’nin metafiziğinde yer alan varlık kavramlarına ve varlık felsefesine odaklanmaktadır. Çünkü Kindî ilk İslam filozofudur ve “feylesofu’l-Arab” ünvanıyla tanınmaktadır. Kindî kelam ile felsefe arasında bir köprü isimdir. Felsefeyi teori ve pratik açıdan muhtelif şekilde tanımlar. Kendisinden önce felsefeyle uğraşanlara teşekkür eder. O, İslam düşüncesinde ilk metafizik yazarıdır. İslam felsefe tarihinde ilk felsefe sözlüğünü kaleme alan bir düşünürdür. O, Beytü’l-hikme’de tercüme heyetinde görev yapan bir isimdir. Eseri Aristoteles’in terimiyle İlk Felsefe adını taşımaktadır. İslam düşüncesinde felsefî terminoloji onun metafiziğine dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle Türkçe bir metafizik için İslam metafiziği, İslam metafiziği için onun terminolojisi önemlidir. Onun metafiziği İslam metafiziğinin başlangıcıdır. Çünkü o, Arapça felsefe terminolojisinin kontrolörü ve eserlerinde kullanan ismidir.
Bu çalışma, Kindî metafiziğiyle ilgili yapılan ilk çalışma değildir. Böyle bir iddiası da yoktur. Ancak bu çalışma, bir meta-varlık çalışması olarak, Türkçe “varlık” kavramının ötesine odaklanmaktadır. Öte (meta) kavramı, varlığın İslam düşüncesindeki Arapça, Farsça, Türkçe, …vb. dillerdeki varoluşunu ve formlarını imlemektedir. O nedenle çalışmamız bir ilk örnek olarak Kindî terminolojisine odaklanmaktadır. Bu bakımdan onun terminolojisi İslam düşüncesinin temel ilkesini ve başlangıcını oluşturmaktadır. Kindî felsefesinde meta-varlık, şey, hak, vücûd (insanî varlık ve bilgi), eys, inniyye (varlık), mevcûd (varlık ve cümlede bağ) olmak üzere altı terim olarak varolmakta, Bir (vâhid) kavramı üzerinden bir-çok felsefesi olarak ortaya çıkmaktadır. Kindî’de Bir sayı değildir. Bir çok değildir. Bir nefs değildir. Sayı ikiyle başlar. İki çokluktur. Bir haktır. Bir el-Hakk’ı ifade ederken birlik, şeylerin (eşyâ) gerçekliği olarak varolmakta, Kindî onları tümeller olarak ifade etmektedir. Böylece varlık varoluşu bakımından birlik ve çokluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu şekliyle Kindî metafiziği, bizim Türkçe “Varlık” kavramımızın “ötesi”ni ve bir örneğini, klasik İslam metafiziğinin de başlangıcını oluşturmaktadır.
Geleneğe Bağlı Yenilikçi Tavrın Kült Bestecisi Cinuçen Tanrıkorur ve Bir Temsili Eser
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 151-188 · DOI: 10.32704/erdem.749154
Özet
Bu çalışma, Cinuçen Tanrıkorur'un yenilikçiliğini, gelenekle ilişkisi üzerinden değerlendirip bestelerinde ve makam kullanımında onu özgün yapan unsurları tespit etmeyi ve Kız Kulesi isimli Buselik Fantezisinde bu unsurların yansımalarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada, Tanrıkorur'un yakın döneme kadar makam müziği dünyasının içinde bulunduğu gelenekçilik-yenilikçilik çatışmasındaki konumu, süreli yayınlarda girdiği tartışmalara ve kendi yazdığı kitaplardaki metinlerine dayanan söylemleri üzerinden değerlendirilmiştir. Bestelerindeki yenilikçi unsurlar ise B. Reha Sağbaş editörlüğünde hazırlanan Cinuçen Tanrıkorur Beste Külliyatı'nda bulunan tüm eserleri taranarak ortaya çıkarılmıştır. Bu eserler içinde bestecinin yenilikçi ve özgün kimliğini temsilen Kız Kulesi isimli Buselik Fantezisi üzerine bir makam analizi yapılmıştır. Müzikal analizde tercih edilecek analiz türü, Ertuğrul Bayraktarkatal ve Okan Murat Öztürk tarafından yayınlanan ''Ezgisel Kodların Belirlediği Bir Sistem Olarak Makam Kavramı: Hüseyni Makamının İncelenmesi'' isimli makalede ortaya koyulan ezgi çekirdeği temelli makam analizi modeli (Bayraktarkatal, Öztürk 2012) temel alınarak ve Cenk Güray'ın (2012) "Bin Yılın Mirası, Makamı Var Eden Döngü: Edvar Geleneği" isimli kitabında açıklanan "sadeleştirme tekniği" kullanılarak gerçekleştirilmiş, eserde kullanılan perdelerin ağırlıkları, ses alanı, merkez perdeleri, merkez ve uydu perdeler arasındaki hareket tipleri çözümlenmiştir. Bu çözümlemelerde makamsal geçkiler ve bu geçkilerin hangi perdeler üzerinde gerçekleştiği de analizlere dahil edilmiş ve bestecinin Buselik makamını işleme biçiminin gelenekle ilişkisi ve yenilikçi vasıfları analiz edilmiştir. Sonuç olarak geleneğe yüksek sadakatle bağlı kimliği ve keskin uslubu ile kaleme aldığı yazılar Tanrıkorur'un makam müziğini yenileme anlayışının, Osmanlı kimliğine dayalı bir yenilenme olduğunu göstermektedir. Ancak bununla birlikte döneminin hararetli tartışmalarının kaynağı olan yenileşmeci yaklaşımları da Atatürk'ün düşünce dünyasının içinde yeniden değerlendirip O'nun işaret ettiği yenilenmenin geleneğin içinde bulunduğu, Tanrıkorur'un hem yazılarında hem de bestecilik yaklaşımlarında ortaya çıkmaktadır. Türk musikisinin mevcut durumuna kendisinin de her fırsatta yaptığı eleştirileri, Musiki Mecmuası'nda kaleme aldığı yazılarında görmek mümkündür. Onun makam müziği besteciliğini yenileme biçimi, musiki inkılabı söylemlerinden biri olan yeni musikide ''yüksek deyişler''i kullanma vurgusuna da aktif hizmet eden bir içeriğe sahiptir. Yahya Kemal'in şiirlerini Münir Nurettin'in ardından en çok kullanan besteci olarak anılan Tanrıkorur'un besteciliğinde, klasik şiir geleneğinden seçtiği çok sayıda eser bulunmaktadır. Kız Kulesi isimli Buselik fantezi de sözleri itibarıyla bestecinin sıradışı güfte tercihini gösteren ve tasviri eser üretiminde alışılagelmiş konuların dışına çıkma anlayışını temsil eden üretimlerinden bir tanesidir. Tanrıkorur bu yönüyle bir yandan Türk makam müziğine hizmet ederken diğer yandan da Türk kültür tarihine hizmet etmektedir. Makamı kullanım noktasında ise bu eserinde gelenekteki Buselik makam yapısına bağlı kalmakla birlikte, bestecilikte kendi üslubunu ortaya koyan yenilikçi ve özgün nağme yapıları kullanmıştır. Geleneksel bestelerde çok fazla görülmeyen, yarı resitatif duyumu sağlayacak tartım yapıları, üçlü aralıkların sık kullanımı, eserin sonunda duyurulan çoksesli düzenlemeler gibi unsurlar da bu eserde Tanrıkorur'un yenilikçiliğini yansıtan yönlerdir. Anahtar kelimeler: Cinuçen Tanrıkorur, makam müziği besteciliği, musiki inkılabı, Buselik makamı, makamsal analiz.
Kısasü’l-Enbiya’da Sayı Sistemleri
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 23-60 · DOI: 10.32704/erdem.749011
Özet
Somut göründüğü kadar soyut kültürü de içinde barındıran sayılar, insanlığın tarihi kadar eskidir. Dilin var oluşuyla birlikte her kültür kendi yaşam ve hayat tecrübeleri neticesinde sayılara bir takım gizli anlamlar ve kudsiyetler yüklemişlerdir. Bu durumun oluşmasında folklor, edebiyat, müzik, din, inanış gibi kültür ögeleri de etkili olmuştur. Bir toplumda kullanılan sayılar yahut sayı sistemleri incelendiğinde o toplumun inanışlarını, geçmişten günümüze aktarılan tarihî birikimlerini, yaşadıkları coğrafî bölgelerdeki oluşturdukları ve etkilendikleri kültürlerden izleri de görebilmek mümkündür. Öyleyse sayılar ve sayı sistemleri; dil içerisinde belirli oranda olsalar da toplumların hayatında önemli bir rol oynarlar ve her toplumun kendini ifade edebildiği bir sayı sistemi vardır. Köktürk dönemi metinlerinde görmeye başladığımız sayı sistemimiz sırasıyla Uygur, Karahanlı, Harezm-Kıpçak, Çağatay ve Osmanlı dönemi metinlerinde evrilerek günümüzdeki şeklini almıştır. Harezm Türkçesi dönemi de bu dönemler içerisinde önemli yere sahiptir. Bu döneme ait metin olan Ķıŝaŝü'l-Enbiyā, Nāŝirü'd-dīn bin Burhānü'd-dīn Rabġūzī tarafından kaleme alınmış bir peygamberler kıssasıdır. Aynı zamanda siyer özelliği de taşımakta olan eser, Arapçadan Farsçaya yapılmış bir tercümenin Türkçeye uyarlamasıdır. Müellif, Ķıŝaŝ-ı Rabġūzī adını verdiği eserini 709 (1309-10) yılında yazmaya başladığını, gece gündüz yoğun bir şekilde çalışarak 710'da (1310-11) tamamladığını ve Nāŝirü'd-dīn Toķ Buġa'ya sunduğunu belirtir. Tanrı'ya hamdüsenâ, bir na't-ı şerif ve Toķ Buġa'nın methiyesiyle başlayan Ķıŝaŝü'l-Enbiyā'da kâinatın yaratılışına temas edildikten sonra Hz. Âdem'den itibaren bütün peygamberlerin kıssaları ile Hâbil ve Kâbil, Hârût ve Mârût, Avac b. Annâk, Kârûn, Sâmirî, Ashâb-ı Kehf ve Fil Vak'ası gibi çeşitli kıssalara yer verilmiş, Hz. Peygamber'in siyeri geniş biçimde anlatılmış, dört halifenin faziletleri zikredilmiştir. Ķıŝaŝü'l-Enbiyā'nın pek çok nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalar arasında eserin en eski ve dönemin dil özelliklerini en iyi yansıtan nüshası olarak British Museum'daki (Londra) nüshadır. Harezm Türkçesiyle kaleme alınan Ķıŝaŝü'l-Enbiyā üzerine metin neşrinden dil çalışmalarına, edebiyat tarihi çalışmalarından üslûp çalışmalarına varıncaya değin çeşitli tür ve miktarda çalışmalar yapılmıştır. Yapılan çalışmalara katkı sağlamak amacıyla kaleme aldığımız bu makalede; Aysu Ata tarafından yayımlanan Nāŝirü'd-dīn bin Burhānü'd-dīn Rabġūzī, Ķıŝaŝü'l-Enbiyā (Peygamber Kıssaları) adlı eser temel alınmış, Ķıŝaŝü'l-Enbiyā'da yer alan sayı sistemleri birbirinden farklı başlıklar altında incelenerek ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Metinler; Al-Rabghūzī The Stories of the Prophets Ķiŝaŝ al-Anbiyā: An Eastern Turkish Version adlı eserle de karşılaştırılmış, okuma farklılıkları belirtilmiştir. Yapılan inceleme sonucunda bu nadide eserde geçen sayı sistemlerine ufak da olsa bir ışık tutulmaya çalışılmıştır.
Antik Dönem Tıbbının Müntahab-ı Şifa’da Tezahürü
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 1-22 · DOI: 10.32704/erdem.749007
Özet
Hacı Paşa ismiyle de bilinen Hekim Celâlüddin Hızır'ın yazmış olduğu Müntahab-ı Şifâ adlı eser, Anadolu'da yazılmış ilk Türkçe tıp kitapları arasında yer almaktadır. Yaptığı çalışmalar ve yazdığı kitaplarla tıp bilimine büyük katkıları olan Hacı Paşa, Müntahab-ı Şifâ'yı, Arapça yazdığı Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm isimli tıp kitabını özetleyip, Türkçe'ye çevirerek oluşturmuştur. Müntahab-ı Şifâ'nın temelini teşkil eden Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm'ın, Hacı Paşa'nın bizzat kendi el yazısıyla yazdığı nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndedir. Hacı Paşa bu eseri Aydınoğlu İsâ Bey adına Arapça olarak 14. yüzyılda kaleme almıştır. Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm temelde; teorik ve pratik tıp bilgileri, yiyecekler- içecekler ve ilaçlar, organların ve tüm vücudun hastalıkları ile tedavileri olmak üzere dört bölümden meydana gelmiştir. Hacı Paşa, Müntahab-ı Şifâ'yı takdim ederken, bu kitabı hekimin bulunmadığı bir yerde halkın da kitabı anlayıp, gerekli tedavilere kısmen de olsa başvurabilmeleri için sade bir şekilde hazırladığını belirtmiştir. Bunun için de kitapta karmaşık tıbbi anlatımlardan kaçınmıştır. Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm'ın özeti olan Müntahab-ı Şifâ adlı eser üç ana bölümden (bahs) oluşmaktadır. Birinci bölüm; tıp bilgileri ve tıbbın amacının detaylı bir şekilde anlatıldığı iki alt bölüme (teorik ve pratik kısımları) ayrılmıştır. İkinci bölümde; tedavi amaçlı kullanılacak gıdalar, şerbetler ve ilaçlar listelenmiştir. Üçüncü ve son bölümde; hastalık sebepleri, belirtileri ve bu hastalıkların tedavisinde kullanılacak ilaçların terkipleri detaylıca açıklanmıştır. Müntahab-ı Şifâ vasıtasıyla, temelinde Antik Dönem düşünürlerinin prima materialarının yer aldığı ve zamanla geliştirilerek Antik Dönem tıbbının hastalık, iyileşme ve sağlık halinin dengede olma ölçütü olan Humoral Patoloji Teorisi'nin Hacı Paşa tarafından da baz alındığı görülmektedir. Hacı Paşa, ekseriyetle kendi tıbbi uygulamalarını aktararak yazdığı Müntahab-ı Şifâ'yı oluştururken, yararlandığı Antik Dönem'in batılı ve Ortaçağ'ın doğulu seçkin hekim ve bilginlerinin isimlerini bilhassa açıklamıştır. Aristoteles, Hippokrates, Ephesoslu Rufus, Galenos, bu eserde alıntı yaptığını belirttiği Antik Dönem batı tıbbının ünlü hekimlerinden bazılarıdır. Hacı Paşa, bu hekim ve bilginlerden birtakım hastalıkların tedavi yöntemleriyle ilgili alıntılar yaptığını ve bu özel tedavi metotlarını önermeden önce hastalar üzerinde uyguladığını üstünde durarak açıklamıştır. Hacı Paşa, bu tedavi yöntemlerini aktarırken de öncelikli olarak formülünü hangi hekimden aldığını söylediği basit ve karmaşık ilaçların terkiplerini, bunların hangi hastalıkların tedavisinde ve nasıl tatbik edileceklerini detaylı olarak belirtmiştir. Bu çalışmada, Müntahâb-ı Şifâ'nın içeriğindeki teorik ve pratik bilgiler, Antik Dönem batı tıbbının bilgileriyle karşılaştırılarak dönemin tıp literatürü incelenmeye çalışılacaktır.
Ignácz Kúnos’un Macar Bilimler Akademisi'ne Sunduğu Raporlar ve Türkoloji Çalışmaları
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 103-126 · DOI: 10.32704/erdem.749081
Özet
I. Dünya Savaşı sırasında Rus hâkimiyeti altında bulunan Müslüman Türkler (Kazan Tatarları, Kırım Tatarları, Başkurtlar, Mişerler, Nogaylar, Kumuklar, Türkmenler), Rus ordusunda savaşmak zorunda kaldılar. Avusturya-Macaristan ordusuna esir düşen Rus ordusundaki bu Türk kökenli askerler için Avusturya-Macaristan topraklarında iki esir kampı kuruldu. I. Dünya Savaşı yıllarında Avusturya-Macaristan topraklarında bulunan esir kampları Macar bilim adamlarına dil bilimi, antropoloji, folklor gibi alanlarda araştırma yapmaları için imkânlar sunmuştur. Esir Tatar askerlerin yerleştirildiği iki kamp özellikle Macar bilim adamları ve doğulu milletlerin Macarlarla olan akrabalığının araştırılmasını ve onlarla ilişkilerin sıklaştırılmasını amaç edinen Macar Turan Derneği açısından çok önemli idi. Bu derneğin, esir kamplarında araştırma yapılması yönündeki teklifini Macar Bilimler Akademisi kabul etti. Gerekli araştırmayı yapmak üzere bazı bilim adamlarını görevlendirdi. Bu bilim adamlarından biri Macar Türkolog Ignácz Kúnos idi. Kúnos savaş yıllarında esirler arasında folklor malzemeleri topladı. Bu verileri ve düşüncelerini 3 Ocak 1916 tarihinde yapılan Macar Bilimler Akademisinin toplantısında rapor olarak sundu. Jelentés a mohamedan fogolytáborokban végzett tanulmányokról (Müslüman Esir Kamplarında Yapılan İncelemeler Hakkında Rapor)" adı altında Akademiye sunduğu bu rapor aynı yıl Budapesti Szemle adlı dergide "Tatar foglyok táborában (Tatar Esirlerin Kampında)" adıyla yayımlandı. Kúnos tekrar gözden geçirdiği raporlarını 1918 yılında Magyar Figyelő'de tekrar yayımladı. Kúnos raporunda Kırım Tatarlarından Kazan Tatarlarına, Başkurtlardan Mişerlere, Nogaylardan Türkmenlere kadar esirlerin duygu ve düşünce dünyasına tanık olmuş, bunları dile getirmiş, onlardan örnekler sunmuştur. Onun raporları Türkoloji, antropoloji, tarih gibi disiplinlere önemli kaynak oluşturduğu gibi, esir kamplarının araştırmacılar açısından bir okul görevini gördüğünü göstermekte, Macar Türkolojisinin önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca esir kamplarındaki sosyokültürel yaşam hakkında bilgiler verilmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında kurulan esir kampları sosyokültürel bakımdan yeterince araştırılmamış bir konudur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında kurulan esir kampları bu bağlamda incelenmeye muhtaçtır. Kúnos'un bu döneme ışık tutan raporları ülkemizde hemen hemen hiç araştırma konusu olmamıştır. Bu çalışmada Kúnos'un Macar Bilimler Akademisi'ne sunduğu raporlarının ışığında, adı geçen esir kamplarında yaşayan Müslüman Türk esirlerin sosyokültürel durumları, kültür tarihine katkı amacıyla, dönemin Türk-Macar ilişkileri çerçevesinde ortaya konulacaktır. Ayrıca, Macar Bilimler Akademisi'ne Kúnos, tarafından sunulan raporlar ile esir kamplarına giriş süreciyle ilgili Macar Bilimler Akademisi Arşivi (Magyar Tudományos Akadémia Levéltára) ve Macar Etnografya Müzesi Arşivi'nde (Magyar Néprajzi Múzeum Levéltára) bulunan Kúnos'a ait şahsi mektuplar, giriş süreci ile ilgili resmi yazışmaları oluşturan arşiv malzemesinden yararlanılarak, bu alanda yeni belgeler bilim dünyasına sunulacaktır.
Ramazan Dikmen'in Hikâyeleri ve Modern Dünyanın Öğütücülüğüne İtiraz
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 61-78 · DOI: 10.32704/erdem.749069
Özet
Yaşamın temel eğilimlerinden biri, insanın kendini, muhitini ve yerküreyi anlamlandırma girişimidir. Bazı zümreler ise tanıyı koymakla yetinmeyerek kendi bulgularını kamuyla veya okurla paylaşmayı tercih eder. Bu bağlamda her özgün görüş, hali hazırdaki tezlere antitez olma potansiyeli taşımaktadır. Moderniteye muhalif bir çizgide ve eleştirel yaklaşımlarla hikâye kaleme alan Ramazan Dikmen, geleneksel doktrinlerden ve kadim bilinçten yana bir yaklaşım içindedir. O, ülke ve dünya ölçeğinde yaşanmakta olan medeniyet krizini tüm çıplaklığıyla metinlerine yansıtmaya gayret ederken sahip olduğu duygu yüklü söylemle bireyin salt rasyonel akılla ve faydacı tavırla yaratılış melekelerinden yoksun kalacağını düşünmektedir. Akıl, ancak sezgi, bilinç, hassasiyet ve merhametle insan yaşamına değer katabilir. Aksi takdirde modernizm ve sermaye, çağdaş insanı alenen tehdit eden bir urdan farksızdır. Dolayısıyla tahakkuk etmekte olan zamanın kötücül ve netameli ruhuna getirilecek itiraz, kaçınılmaz olacaktır. Ramazan Dikmen'in hikâyeleri bu yönüyle birer hesaplaşma metnidir. Bu hesaplaşmalar bireyselliğe de toplumsallığa da açıktır. Dikmen, ihtiyaca göre ironik üsluba başvurabildiği gibi dolaysız anlatma ve gösterme becerilerinden de yararlanmıştır. Kahramanların hatrı sayılır bir miktarı isimsizdir. Nitekim kimlik ve duruş, isimden önce gelir. Yazar, farklı yapısal denemelerde ve teşebbüslerde bulunur. Bilindik, standart ölçülerin yanında yeni ve alternatif biçim modelleri sunar. Ramazan Dikmen'in hikâyelerinde yüklü miktarda ve çaresiz bir karamsarlık hâli olmadığı gibi romantik olgularla bezeli bir dünya tasavvuru da mevcut değildir. İnsanoğlu ve yeryüzü, farklı kanallarla mütemadiyen istila halindedir. Çekilen ve çekilmekte olan acı ve ıstıraplar ötelenir fakat unutturulmaz, bilhassa hatırlatılır. Bu doğrultuda kişiye dayanak olan insani normlar devreye girer. Yanyana ve temas halindeki iki insan birbirini çürütebildiği gibi diriltebilir de. Dostlukları inşa eden husus, mezkûr dirilişler ve çıkarsız etkileşim halleridir. Yapıcı ve ıslah edici müşterek temenniler, Ramazan Dikmen'in hikâyelerindeki olay örgüsüne yön verir. Ramazan Dikmen'e göre performans toplumu, kanaatin geri planda kalmasına zemin hazırlar. İlaveten kargaşa ve kaos ânında insanı teskin eden, özel uğraş ve ihtimamla müşahhas bir karaktere bürünen "yuva"ların apartlara evrimi kaygı verici boyutlardadır. Ancak yeryüzündeki ideal ve ilkeli tiplemelerin varlığı, eşya ve mekânın yitirilmesine set çekecektir. Bu çalışma, Ramazan Dikmen'in hikâyelerindeki insani ve kültürel yozlaşmanın farklı boyutlarına değinmeyi hedeflemektedir. Ayrıca kolektif hafızanın unutma tehlikesi yaşadığı, kuşatıcı niteliğiyle daima evrenselleşme temayülü gösteren ulvi değerler de irdelenecektir.
Necip Fazıl’ın ‘Ruh’unda Hakikatin Göstergeleri: Göstergebilim Açısından Bir Şiir Değerlendirmesi
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 79-102 · DOI: 10.32704/erdem.749076
Özet
Her şeyin anlamlama sorununa dayandığı göstergebilimde şiirin asıl anlamına karşıtlık ve çelişiklik yaratan noktalar ortaya çıkarıldığında ulaşılabilir. Şiiri, göstergebilimsel olarak çözümleyebilmenin ön- koşulu metni birimlere ayırarak birimler arasındaki anlam bağını çözmek ve göstergenin kendi içinde kazandığı anlamı bulmaktır. Çağlar boyunca hem filozoflar hem bilim adamları, sözcükler ve göstergeler üzerinde düşünürken göstergelerin hakiki gerçekliği bulmadaki temel işlevi üzerinde durmuştur. Eflatun, hakiki gerçekliği bulmada göstergelerin eksik kalacağını, bu göstergelerin algıların bir ürünü olduğu için bizi yanıltacağını söylerken Pierce, göstergeler olmadan düşünme ve algı olamayacağını söylemekte, hakiki gerçeğe göstergeler üzerinden gidilebileceğini ifade etmektedir. Necip Fazıl da hakiki gerçekliğin Eflatun'daki gibi Tanrı olduğunu, maddî göstergelerin arkasındaki manaya ve hakikate ulaşmaya çalışmanın gerekli olduğunu düşünür. Bu tavrı, "Ruh" şiirinde de sürdüren şairin şiirin bütün göndergesel anlamlarını varoluş gerçeği ile yok oluş hayalinden kaynaklanan bir çatışma üzerine kurduğu söylenebilir. Necip Fazıl Kısakürek şiirinin anlamsal zenginliği ve derinliği, insanın iç dünyasına yapılan uzun, zorlu bir yolculuğu ele almasından kaynaklanmaktadır. Okurun varlık üzerine düşünmesini sağlayan bu yolculuk, yaşamı anlamlandırma çabasının bir ürünüdür. Varoluşu anlamlandırma sırasında şair; ölümü düşüncelerinden ve şiirlerinden ayrı görmediği için varlığı onun zıddı olan yoklukla açıklamaya çalışır. Bir başka deyişle Necip Fazıl için ölüm, varoluşun en önemli gerçeğidir ve hakiki gerçekliği arayışta özellikle insanoğlunun idrakinde önemli bir basamaktır, denilebilir. Bu çalışma, Necip Fazıl Kısakürek'in "Ruh" adlı şiirinin göstergebilimsel açıdan çözümleme denemesidir. Psikolojik, metafizik bir derinliğe sahip olan ve çok katmanlı bir yapı özelliği gösteren bu şiirde ilk bakışta birbirinden ayrılması zor olan duygu ve düşüncenin içine gizlenmiş hakikati ortaya çıkarmak hedeflenmektedir. Çalışmada ilk olarak şiirin yüzey yapısını görebilmek için şiirin biçimsel incelemesi yapılmıştır. İkinci aşamada ise şiirin derin yapısını ortaya çıkarmak amacıyla gösterge dizgeleri çözümlenerek göstergelerin birbiriyle kurdukları anlam ilişkileri tespit edilmiştir. Böylelikle şiirin anlam dünyasını zenginleştiren "karşıtlıklar ve çelişkiler" belirlenerek şiir çözümlenmeye çalışılmıştır. Şiirde ruhun dünyaya (bilinenene) gelişi, şehirdeki fani insanların başka bir dünyadan habersiz olması (sonsuzluk, bilinmeyen), ruhun kendini fark ettirmeye çalışması ve şehirdeki insanların bilinçsizliği şiirdeki karşıtlığı oluşturan başlıca ögelerdir. Bütün sözcüklerin ve göstergelerin okuyucuyu varoluş gerçeği üzerine düşündürdüğü şiirde temel ileti, "varoluşun yok oluş üzerinden idraki ve maddi hayatın geçiciliği" olduğu söylenebilir.
Bilim Tarihi Perspektifinden ‘Yedi İklim’ Nazariyesi ve Kültür ve Edebiyatımızdaki Yansımaları
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 127-150 · DOI: 10.32704/erdem.749088
Özet
Aristoteles'in Fizik, Kosmos ve Meteorologica gibi eserleri defalarca tercüme edilmiş olması Yunan felsefe ve bilim okulunun İslam dünyasındaki etkisini gösterir. Bununla beraber astronomi, dünya ve coğrafya bilgisinin oluşum ve gelişimi İskenderiye ekolüne ve Batlamyus (Ptolemaios ö. 168? ) kuramlarının çevirileriyle şekillenmiştir.Batlamyus'un ikonografik eserleri "Almagest" ve "Coğrafya Kılavuzu" dünya merkezli evren tasarımını esas alır. Bu eserler, kozmogoni, yıldız ve gezegen hareketleri gibi astronomik bilgiler ile yeryüzü topografyasını ve harita referanslarını sunan zengin kaynaklardır. El- Mecistî adıyla çevrilen Almagest, İslam dünyasında, bilhassa Halife Me'mun zamanından itibaren, coğrafyanın temel kaynağı olarak benimsenmiştir. Eserin, İbn-i Hurdazbih, Ferganî, Muhammed b. Musa el-Harizmî, Ebûl- Fidâ gibi büyük coğrafya âlimleri tarafından yeniden değerlendirilip, yer yer değiştirilerek tercüme edildiği görülür. Yeryüzünün meskûn ve gayr-i meskûn bölgelerine dair çıkarımlar bu çalışmanın ürünüdür. Bir coğrafi terim olarak "yedi iklim" bu temeller üzerine kurgulanmış dünya tasarımıdır. Bu kuram, dünyanın meskûn kısımlarının yedi iklim bölgesine ayrılmasına ve yedi büyük deniz tarafından çevrilmiş olmasına işaret eder.Söz konusu görüşün kültürel etkileri ise edebiyatımızın coğrafya algısını şekillendirmiştir. Edebiyat, "mekân" unsuru olmadan düşünülemeyeceği için, onun coğrafya ile doğrudan ilişkisi vardır. Edebiyatta coğrafya, "géo-littéraire", insanın yaşadığı dünyayı anlamlandırmak istemesinin doğal sonucu olarak günümüzde de konuşulan bir edebiyat kuramıdır. Bu çalışmada, bilim tarihi açısından önemli olan söz konusu astronomik ve coğrafî kuramların kültür ve edebiyatımızdaki yeri ele alınacaktır. Klasik edebî metinlerin çok katmanlı yapısında bazen gerçek değer, bazen de sembolik- alegorik bir kalıp olarak değerlendirilen unsurlar, kavram sözlükleriyle açıklanmaktadır. Son derece zengin kültürel verileri toplayan bu çalışmaların klavuzluğu şüphesiz çok önemlidir. Bununla beraber, metinlerin kültürel örüntüsünde yakalanan kavram, terim ve çeşitli sembolik unsurların pek çoğu, derinde karmaşık köklere sahiptir. Bu gibi unsurların kökenini multi-disipliner bir okumayla aramak ve değerlendirmek edebi metinlerin yorumuna boyut katacaktır. Bu çalışmada, bu çeşit bir okumaya örnek olarak, kültür ve edebiyatımızda sıkça karşılaşılan bir coğrafi terimin kökenini, gelişim ve dönüşümlerini izlemek hedeflenmiştir. Bir astro-coğrafya terimi olan ve gök cisimlerinin yeryüzünün bölümleriyle ilişkilerini açıklayan "yedi iklim" nazariyesinin kullanımları edebi metinlerde aranacaktır. Klasik edebi metinlerde "yedi iklim", çeşitli bağlamlarda bazen bir terim, bazen sembol, bazen de bir motif olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmada, "yedi iklim" kavramı etrafında teşekkül eden dünya tasarımının kültür ve edebiyatımıza yansıma biçimleri mesnevi ve divanlardan hareketle ele alınacaktır.
SUNUŞ
Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 1 · DOI: 10.32704/erdem.749179
Özet
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun bir bağlı kuruluşu olan Atatürk Kültür Merkezimizin dergisi "ERDEM" ilk sayısı ile bilim ve kültür yayın ailemizin bir üyesi olarak faaliyetine başlamış oluyor. En geniş anlamıyla Türk kültürünü, millî kültürümüzü temsil etmeyi benimsemek suretiyle, ERDEM, hiç şüphesiz, büyük bir ülküyü, çok şerefli bir görevi üzerine almış olmaktadır. Hatta şerefli olmak ötesinde, burada aynı zamanda, kutsal bir görevin de üstlenilmesi söz konusudur. Çünkü Atatürk Kültür Merkezinin dergisi olmak, Atatürk'e lâyık bir dergi olmayı amaçlamak demektir.