372 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Roma'da Canonica Müzesi'nde Atatürk

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1993, Cilt IX, Sayı 26 · Sayfa: 443-448
Vatikan'da görevde iken bir Italyan dostum "Roma'da Türkler için çok değerli bir müze var" dedi. Gittim. Roma'nın ihtişamlı Pincio Parkı'nda Villa Borghese yakınında bulunan bu müze, tanınmış Italyan heykeltraş Pietro Canónica (Torina 1869-Roma 1959)'nın ömrünün son dönemini geçirdiği "La Fortezzuola" diye adlandırılan tarihi villa'dadır. Son zamanlara kadar helkeltraşın eşinin yaşadığı bu villa'da, bugün Canonica'nın eserleri teşhir edilmekte, ayrıca eşinin ölümünden sonra sanatkârın atölyesi de ziyarete açılmış bulunmaktadır. Müze her bakımdan sanatın evrenselliğini bir kez daha simgelemektedir. Heykel sanatında yeni klasikçilik ile insan psikolojisi üzerindeki derin vukufunu büyük bir incelikle bağdaştıran bu heykeltraş, İtalya'da ve çeşitli ülkelerde yaptığı anıtlarla da tanınmıştır. Roma'daki Canonica'ya ait müzenin bizim bakımımızdan Önemi, Atatürk'ün ilginç bir büstüne ilâveten, Türkiye'de yapmış olduğu anıtlara ait bazı büyük modellerin görkemli bir şekilde sergilenmiş olmasıdır. Heykeltraşın atölyesinde, ayrıca anıtlarla ilgili olarak hükümetimizle, bu arada o dönemin başbakanı İsmet Paşa İle yaptığı temaslara ilişkin resimler ve belgeler bulunmaktadır.

Atatürk Türkiyesi ve Dünya

Belleten · 1993, Cilt 57, Sayı 219 · Sayfa: 619-632
Tam Metin
Benim deyişimle, dünya tarihinin başlangıçtan zamanımıza doğru bir akışı vardır. Bu akış içinde bütün milletlerin, bu arada Türk milletinin tarihinin akışı da yer alır. Ancak dünya tarihinin akışı üzerinde en etkili olan Türk milletidir. Öyle ki, Türk milleti zaman zaman tarihin akışına yön vermiştir denebilir. Gerçekten, Türkler, burada açıklaması uzun sürecek olan -nüfus artışı, kıtlık, bir kavmin başka bir kavmi sürüp çıkarması v.s. gibi- sebeplerle, asıl vatanları Orta ve İç Asya'yı terk edip, o zamanın bilinen 3 kıtasına yayılmışlar, oralarda, yabancı soydan, yabancı din ve medeniyetden milletler üzerinde hâkimiyet kurmuşlardır ve sınırları içinde yaşayan bütün insanları refah ve mutluluk içinde yaşatmaktan ibaret olan Türk devlet anlayışını başarı ile uygulamışlardır.

Atatürk ve Türk Kadını

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 67-72
Bu yazıda, Millî Mücadele yıllarında Türk kadınının durumundan, verdiği hizmetlerden başlayarak, modern Türk toplumunda kadın ve Atatürk'ün Türk kadınına verdiği değer açıklanmaya çalışılacaktır. Millî Mücadele'de Türk kadınından söz ederken, onun cephede ve cephe gerisindeki hizmetlerini ayrı ayrı açıklamak gerekir kanısındayım. Kurtuluş Savaşı sırasında kadın Millî Mücadele'ye erkek kadar hizmet etmiş, en zor şartlara katlanmış, cephede erkekle omuz omuza düşmana karşı savaşmış, zaman zaman düşmana esir düşüp işkenceye maruz kalmış ama herşeye rağmen mücadelesine sonuna kadar devam etmiştir. Şimdi sayacağım isimleri belki ilk defa duyacak belki de bir defa daha hatırlayacaksınız. Kara Fatma, Ayşe Hanım, Bitlis Defterdarının hanımı, Kara Fatma Şimşek, Hatice Hanım, Tayyar Rahmiye, Melek Hanım, Tarsuslu Kara Fatma, Gaziantepli Yirik Fatma, Mudurnulu Fatma Kadın, Nazife Kadın, Gördesli Makbule, Asker Saime Hanım Kurtuluş Savaşı'na katılan mücahit kadınlardan sadece bir kısmıdır.

Amasya Protokolü Üzerine

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 29-36
Ulu Önder Atatürk'ün "Ne Mutlu Türküm Diyene" özdeyişinde simgelenen ulusal gururumuzun kaynağı aziz milletimizin insanlık tarihinin derinliklerine uzanan köklü bir tarih geleneği vardır. Tarihî belgelere göre, çağlar boyunca gelip geçen bütün Türk devletleri, çevrelerinde; bazıları ise, evrensel çapta etkili olmuşlardır. Örneğin; kuruluşu, tanınmış bir Fransız tarihçi Fernand Grenard, tarafından, "...insanlık tarihinin en büyük ve en hayrete değer olaylarından biri..." olarak nitelenen Osmanlı Devleti (1299-1922), 600 yılı aşkın yaşamının uzun bir döneminde, üç kıtaya damgasını vurmuş olan, bugünkü terimi ile, bir "süper güç" olmuştur. Bu gerçeği, bir batılı tarihçi, 1878'de yazılmış olan "Osmanlı Türklerinin Tarihi" adlı İngilizce bir eserde şöyle tanımlıyor. "

Atatürk ve Türk Kurtuluş Savaşı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 37-66
Bu yazıda, Kurtuluş Savaşımızdaki, bu arada İstiklâl Harbi'ndeki çeşitli askerî harekâtın dile getirilmesinden çok, savaşın nedenleri, evreleri, sonuçları ve önemi ile Atatürk'ün bu savaştaki rolü, hizmetleri üzerinde durulacaktır.

Alman Belgelerinde Atatürk ve Kurtuluş Savaşı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 85-94
Bu çalışmamızda, Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi'nde bulunan bazı belgelerde 1920-1922 yıllan arasında İstanbul ve Anadolu'nun "Alman" gözüyle nasıl değerlendirildiğini ortaya koymak istiyoruz. Belgelerde, esas itibariyle Almanya'nın İstanbul'daki, kısmen de Avrupa'nın önemli başkentlerindeki temsilcileri, aldıkları istihbarata, gözlemlerine ve yerel basında çıkan haberlere dayanarak, Kurtuluş Savaşı' nın geleceğini sezinlemeye çalışmakta ve çeşitli yorumlar yapmaktadırlar.

Atatürk'ün Okuduğu Kitaplar ve Kitaplığı

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 73-84
Atatürk'ün boş vakitlerini okuyarak değerlendirdiğini çevresindekilerin beyanlarından ve anılarından biliyoruz. Söylev ve demeçlerinde ve Meclis tutanaklarında değindiği konulardan O'nun birçok bilimsel yayınları incelediği de anlaşılmaktadır.

Atatürk ve Laiklik

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt VIII, Sayı 24 · Sayfa: 429-438
Lâiklik, Prof. Feyzioğlu'nun yerinde deyimiyle, "Türk İnkılâbının temel taşı" dır. Gerçekten lâiklik, Atatürkçü düşünce sisteminin özünü oluşturan akılcı ve bilimci tutumun ayrılmaz bir parçasıdır; onun zorunlu sonucudur. Lâiklik, Türk İnkılâbının temel hedefi olan çağdaşlaşmanın vazgeçilmez şartıdır. Lâiklik olmadan ne akılcı yaklaşımın varlığından söz edilebilir, ne de çağdaşlaşma hedefine ulaşılabilmesi mümkün olur. Çağdaş toplum, lâik toplumdur. Lâiklik, Türk İnkılâbı ve Atatürkçü düşünce sistemi açısından niçin bu kadar büyük önem taşır? Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, bütün diğer İslâm devletleri gibi, "teokratik" (din kurallarına bağlı) bir devletti. Batı dünyası, Rönesans ve Reform hareketlerinden itibaren din ve dünya işlerini birbirinden ayırmaya başlamış, düşünce ve bilim hayatını din kurallarının baskısından kurtarmış, devlet yönetimine akılcı ilkeleri hâkim kılmıştır. Bu değişmelerin etkisiyle Batı toplumları Yeniçağda büyük bir hızla gelişip güçlenirken, bir zamanların görkemli devleti Osmanlı İmparatorluğu, bu gelişme ayak uyduramadığı için her alanda gitgide geri kalmış, nihayet ondokuzuncu yüzyılda varlığını koruyabilmek için bile büyük Batı devletlerinin kendi aralarındaki denge hesaplarından ve menfaat çatışmalarından medet umar hale gelmiştir.

Atatürk ve Dış Politika

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt VIII, Sayı 24 · Sayfa: 439-442
Atatürk, bir çok konularda olduğu gibi, izlemiş olduğu dış politikada da örnek bir davranış biçimi göstermiştir. Millî Mücadele sırasında savaşı diplomasi ile birlikte yürüterek ülkeye ve halka en az zarar vererek hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Millî Mücadeleyi izleyen yıllarda ise içeride ve dışarıda izlediği akılcı politikasıyla, ülkede ve dünyada barışın kurulmasına ve sürdürülmesine özel bir özen göstermiş ve bu yolda büyük başarılar elde etmiştir. Millî Mücadele dönemi, doğası gereği, barış dönemine göre kimi özellikler göstermekteydi. Burada amaç, yeni ulusal sınırların tespiti, bu sınırlar içinde "tam bağımsız" bir devletin kurulması ve yeni dünyaya kabul ettirilmesiydi. Bu yapılırken, Mustafa Kemal'in özenle üzerinde durduğu husus, ulaşılmak istenen bu hedeflere en az zararla varılabilmesini sağlamaktı. Millî Mücadele sonrası dönemin dış politikadaki ana teması İse barışın korunmasıydı. İç barışı sağlayacak önlemlere ancak dış barışın sürdürülmesiyle ulaşılabilecekti. Bu hususu böylece belirttikten sonra, Mustafa Kemal Atatürk'ün Millî Mücadele sırasında ve ondan sonraki dönemde izlediği dış politikanın amaç ve ilkeleri üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durmaya çalışalım.

Atatürk'ün Almanya Gezisi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt VIII, Sayı 24 · Sayfa: 561-600
Türk - Alman ilişkilerinin tarihi, en azından sekizyüz yıl öncesine uzanır. XII. Yüzyıl ortalarında, Kutsal Roma - Germen İmparatoru von Hohenstaufen Konrad III., İkinci Haçlı Seferi sırasında Anadolu'ya geldiği zaman (1147), Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı Mes'ud I. ile çatışmış olmasına karşın, onunla dostça ilişkiler de kurmuştu. Ardından Konrad III, ın yeğeni İmparator Friedrich Barbarossa I., Üçüncü Haçlı Seferine katılmış, ordusunun başında Başkent Konya'ya kadar gelmişti. Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan II. ile Friedrich Barbarossa I. arasında bir anlaşma yapılmış, bu anlaşmaya göre, Türkler, Alman ordusunun Kilikya'ya geçmesine izin vermişlerdi. Ne var ki İmparator Friedrich Barbarossa I., 1190 yılı Haziran ayında Tarsus çayında (Göksu) yıkanırken boğulmuş, bu olaydan sonra başsız kalan Alman ordusu tümüyle dağılmıştı. Ardı ardına iki Alman imparatorunun Kudüs'e ulaşmak amacıyla Anadolu'ya gelmiş olma¬ları, hele birinin Anadolu'da ölümü, birçok Alman tarihçilerinin dikkatini "Kleinasien" dedikleri Anadolu üzerinde toplamıştı.