3 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Anahtar Kelimeler
Karşıt İkili Kahramanlar Bağlamında Cıbaş Kainçin’in Ol Carattañ (Öte Yakadan) Adlı Uzun Hikâyesi
Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2024, Sayı 57 · Sayfa: 1-30 · DOI: 10.24155/tdk.2024.230
Özet
Tam Metin
Cıbaş (Semen) Börükoviç Kainçin (1938-2012), modern Altay edebiyatının önemli edebî şahsiyetlerinden biridir ve 20. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak 21. yüzyılın başlangıç yıllarına kadar eserler vermiştir. Kitaplarını hem Sovyet döneminde hem de sonrasında yazmış olması nedeniyle onun sanat hayatı, SSCB’de (sonrasında RF) değişen sosyokültürel yapının özelde Kainçin’in sanatına genelde ise Altay edebiyatına yansımalarını izlemek bakımından da önemlidir. Kainçin, daha çok hikâye (özellikle uzun hikâye) tarzında yazdığı eserlerle tanınmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında ilk verimleri ortaya çıkan modern Altay edebiyatına konu ve üslup bakımından birçok yenilikler getirmiş, bu edebiyatın -genel özelliği olan- didaktik anlayıştan kurtulmasını sağlamıştır. Eserlerinde yarattığı karakterler yoluyla çağın bireysel ve toplumsal sorunlarına yeni bakış açıları kazandırmıştır. Yazar, 1980 yılında kaleme aldığı Ol Carattañ (Öte Yakadan) adlı hikâyesinde, 1920-1930’lu yıllarda bölgede yaşanan Altay-Rus karşıtlığını işlemiştir. Daha doğrusu bölgenin ana sakinleri olan Altay Türkleri ile bölgeye sonradan yerleşmiş olan Rus göçmenler arasındaki ilişki ve her iki toplumun Altay coğrafyasında var olma mücadelesi, hikâyenin ana konusunu oluşturur. Hikâyede Küreñdey, Altay Türkü bir kadın; Kallistrat ise bölgeye sonradan yerleşen Rus bir erkek göçmendir. Küreñdey, bir yandan Kallistrat’ın yanında çalışan oğlu Uçar’ı Ruslaşarak yabancılaşmaktan kurtarmaya çalışırken diğer yandan Ruslara karşı ayakta kalabilecek bir toplumun inşası için mücadele eder. Bu yönüyle hikâye, Altay-Rus ilişkisini farklı bir yönden ele alması bakımından dikkate değerdir. Makalede Ol Carattañ hikâyesi, karşıt ikili kahramanlar ve temsil ettikleri değerler bakımından incelenmiştir.
Hitit Tanrılar Topluluğunda Bir Tanrıça: Kappariyamu
Belleten · 2021, Cilt 85, Sayı 303 · Sayfa: 361-382 · DOI: 10.37879/belleten.2021.361
Özet
Eski Anadolu’nun en önemli uygarlıklarından biri olan Hitit uygarlığı tarih boyunca çok sayıda önemli uygarlığa beşiklik etmiş olan ve uygarlıklar tarihinde birçok ilklere tanıklık eden Anadolu’nun verimli toprakları üzerinde MÖ. II. bin yıllarında kurulmuştur. Hint Avrupalı kavimlerden olan Hititler, “Hatti Ülkesi” olarak adlandırdıkları Anadolu’da, siyasi birliği kurduktan sonra yayılmacı bir politika benimsemişlerdir. Bu politika sonucunda Hitit Devleti, Güney ve Güneydoğu Anadolu, Mezopotamya ve Kuzey Suriye’de etki alanı oldukça geniş bir imparatorluk haline gelmişlerdir. Boğazköy’de yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda bulgulanan Hitit dilinde yazılmış olan çiviyazılı kil tabletlerden Hititler’in dine dayalı bir yönetim sistemi benimsedikleri öğrenilmektedir. Bu çalışma, politeist (çok tanrılı) bir inanç sistemine sahip olan Hititlerin resmi dininde ve pantheonunda yer alan Tanrıça Kappariḭamu’nun kökenini, adının anlamını, tanrıçanın ne zaman ve nasıl kutsandığını Hitit çiviyazılı belgelerden elde edilen veriler doğrultusunda filolojik değerlendirmelerle ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Hangi İslam?
Erdem · 2020, Sayı 79 · Sayfa: 199-224 · DOI: 10.32704/erdem.838785
Özet
Jacques Berque
İslam terimi hem jeopolitik konuşlanmayı hem de en büyük üç tek Tanrılı dinin en gencinin sosyal ve manevi içeriklerini kapsar. Yedinci yüzyılın ilk yarısında Arabistan’da ortaya çıkan İslam, ihtida, kültürel cazibe ve fetih yoluyla yayıldı. Bazıları tarafından hala bilinmiyor olsa da, günümüzde dünyanın en canlı sistemlerinden biridir. Bu makale, 20. yüzyılın ünlü Fransız sosyal bilimcisi Jacques Berque’in ölümünden bir hafta önce Avrupa ve Arap Dünyası ile İslâm ve Batı ilişkileri hakkında yapmış olduğu tarihî ve sosyolojik bir tahlildir. Berque burada yoğun ve özlü bir anlatımla İslam’ın coğrafî ve beşerî konumuna, kültürel farklılıklarına, diğer bir ifadeyle bu köklü medeniyetin çağımızda farklılaşmış uzantılarına dikkat çekiyor. İslam ülkeleri arasında gerçekleştirilen uluslararası toplantılarda, İslam medeniyetinin temel sorunlarının tartışılmasından daha çok yerel ve geçici bazı meseleler üzerinde durulmakla yetinildiğini vurgulayan Berque, çağımızda İslam’ın asıl meselelerini küresel kapsamda ele alıyor. Ona göre, Ortaçağda İslam Batı tarafından, mesela bir Pierre Abélard (1079-1142), bir Ramon Lull (1235-1315) tarafından daha iyi anlaşılmıştı. Batı’nın İslam ve Çin gibi oluşumlara karşı tutumu, Sanayi Devrimi’nden sonra değişti. Kibir ve egemenlik mantığı hâkim oldu. Emperyalizm ya da “sanayi devriminin genişlemesi”, halklar ve kültürler arasındaki değişim mekanizmasını bozdu. İslam, iki veya üç asırdan bu yana, geçmişte kendisinin de kullandığı Batı rasyonalitesini işletmeyi sürdüremedi. İbn Rüşt ya da İbn Haldun’un çok verimli düşünceleri takipçilerini bulamadı. Bu büyük medeniyet mekanik performanslardan mahrum kaldı. “Takip hastalığına” tutuldu, taklitten başı döndü. Batı ile ilişkileri, “burukluk ve ötekilik” temeli üzerine oturdu. Batı bugün İslam’a tamamen olumsuz yaklaşıyor. Japonya’yı ayıplamıyor, ondan korkuyor. Ona göre, Çin kullanılacak harika bir müşteri... Hindistan’ın “metafizik eğilimi” bu devi “zararsız” kılıyor. Müslüman’a gelince, o “ebedi bir Sarazen’dir. En kötü bir modernlikle daha tehlikeli olabilir. Batı, İslam’ı üç konuda suçluyor: “Bazen terörizme varan bir saldırganlık; din görevlisini siyasette kullanma eğilimi; İnsan haklarına saygı konusunda isteksizlik... Bugün kadın hakları bunun en kesin ölçütüdür”. Berque, bunların sebeplerini anlatarak cevaplarını veriyor. İslam’da bu sorunları gözlemlemenin, Batı tarihinin yıkımlarını unutturamayacağını belirtiyor ve “örosantrizmden/Avrupa merkezciliğinden” sakınılmasını tavsiye ediyor. Berque’e göre, İslam, maneviyatının bir kısmını kaybetmeye başlamıştır. Müslümanların çoğu, İslam’ı yabancı kumpaslara, rejimlerin başarısızlığına ve insanların kötülüğüne karşı bir sığınak olarak görüyor. Bu rol, manevî rolün önüne geçmiştir. Demokrasi mahkûm edilmiştir. Bazı grupların bu tutumu, Müslüman toplumların tümünün bağnazlık ve hoşgörüsüzlükle suçlanmalarına sebep olmuştur. Bu toptancı suçlamalar tamamen «haksız”dır. Ancak bugünün İslam’ı kitleleri tatmin etmiyor. Özgünlüğünü koruyan ve dünyanın gidişatına ayak uyduran bir “gelişme İslam’ı”, dinamik bir İslam inşa etmek gerekiyor.