198 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Osmanlı devleti
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Bosna-Hersek'te Toprak Rejimi: Eshâb-ı Alâka ve Çiftçiler Arasındaki İlişkiler (1840-1875)

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 259 · Sayfa: 867-902
Tam Metin
Tüm dönemler itibariyle tarımsal yapıların egemen olduğu Osmanlı Devleti'nde, toprak sahipliği ve dolayısıyla toprak sahipleriyle toprak üzerinde çalışanlar arasındaki ilişkiler her zaman önemini korumuş bir meseleydi. Devletin geleneksel politikası, toprakların belirli kişilerin elinde birikmesini engelleme anlayışına dayalıydı. Nitekim uzun yıllar tımar sisteminin başarıyla uygulanması, toprağa dayalı soylu bir sınıfın veya Batılı anlamda bir feodal yapının ortaya çıkmasına mani olmuştu. Ancak bazen tımar düzenine referans yapılarak, siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkilerin bölgesel yönüyle ve bölgesel ilişkilerin siyasal, ekonomik ve sosyal yönleriyle tanımlanabilecek bir feodalizmin Osmanlı Devletinde de var olduğu iddia edilse bile, Osmanlı tımarının ortaçağ feodalitesinden çok farklı yönlere sahip olduğu aşikardır.

BÜLENT ÖZDEMİR, Ottoman Reforms and Social Life: Reflections from Salonica 1830-1850, The Isıs Press, İstanbul 2003, Birinci Baskı, 267 sahife. (Ek A: 239-245; Ek B: 246-253; Sözlük: 254-255; Kaynakça 256-267) [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 259 · Sayfa: 1001-1004
Birmingham Üniversitesi'nde Prof. Dr. Rhoads Murphey danışmanlığında hazırlanan ve 2000 yılında kabul edilen doktora tezinin kitap haline getirilmesiyle ortaya çıkan eser, üç ana kısım içinde yer alan on bölümden oluşmaktadır. Eserde kullanılan kaynakların tanıtımının yapıldığı Giriş kısmında, temel olarak iki kaynak grubunun esas alındığı görülmektedir. İlki Osmanlı Devleti'nin merkezi ve taşrasında yaşayan insanların askeri, idari, ekonomik, sosyal vb. yapısının ortaya konulmasında en önemli arşiv kaynaklarından olan Şer'iye Sicilleridir. Diğeri 1835-1850 yıllarında İngiltere'nin Selanik konsolosu olan Charles Blunt'ın hükümetine gönderdiği raporlardır. Osmanlı ve İngiltere Devleti'nin resmi arşiv belgelerinden oluşan bu iki ana kaynağın dışında, Tanzimat dönemiyle ilgili E. Engelhart ve M. A. Ubucini gibi çağdaş gözlemcilerden, Tarih-i Cevdet ve Tarih-i Lütfi gibi 19. yüzyıl vakanüvis eserlerine ve Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Musa Çadırcı gibi günümüz modern tarihçilerinin kitap ve makalelerinden genişçe istifade edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık Müessesesi

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 257 · Sayfa: 167-264 · DOI: 10.37879/belleten.2006.167
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nde ve hususiyle sarayda bulunan müneccimlerin başında bulunan kişiye "müneccimbaşı" denilmektedir. Müneccimbaşılık, arşiv belgeleri ve kaynaklardaki bilgilere göre, XV. asrın sonları ile XVI. asrın başlarında ortaya çıkmış bir müessesedir. Osmanlı sarayında bîrun erkânından olan müneccimbaşılar, aslen ilmiye sınıfına mensup, medrese mezunu kişiler arasından seçilmekteydi. XVI. yüzyılda Seydî İbrahim b. Seyyid, İshak Sadi Çelebi, Yusuf b. Ömer, Mustafa b. Ali, Takiyüddin-i Râsıd gibi kimseler müneccimbaşılık görevinde bulunmuşlardır. Mustafa b. Ali de astronomi ve coğrafya sahasında mühim bazı eserler telif etmiştir. Takiyüddin-i Râsıd da astronomi ve matematik sahasında çok sayıda önemli eser vermenin yanında İstanbul'da bir de rasathane açmış ve bazı gözlemlerde bulunmuştur. XVI. asırda müneccimbaşıların astronomi ve astroloji alanında saraya ait bir kısım görevleri bulunmaktaydı. Müneccimbaşılar XVI. yüzyıldan itibaren saray ve ileri gelen devlet adamları için takvim, imsakiye ve zayiçe gibi işler yapmaya başlamışlardır. Müneccimbaşıların en önemli vazifesi takvim hazırlamaktır. Takvimler 1800 senesine kadar Uluğ Bey Zîci'ne göre bu tarihten sonra da Jacques Cassini Zîci'ne göre hesap edilmiştir. Ayrıca her Ramazan ayından önce imsakiye hazırlanması ve zayiçe hazırlamak da müneccimbaşıların vazifeleri arasında bulunmaktaydı. Başta cülûs olmak üzere savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi, has atların çayıra salınması, padişahın yazlık ve kışlığına gitmesi gibi konularda müneccimbaşılar ve bazen müneccim-i sâniler uğurlu saat tespit ederlerdi. Başta padişahlar olmak üzere pek çok devlet adamı müneccimbaşıları zayiçelerine göre değerlendirmiş ve zayiçelerinin isabetli çıkması üzerine onlara ihsanlarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte Sultan I. Abdülhamid ve III. Selim gibi uğurlu saate ve zayiçeye itimat etmeyen padişahlar da bulunmaktaydı. Ancak uğurlu saat uygulaması adet haline geldiği için bu padişahlar tasvip etmedikleri bu işin devam etmesine kerhen izin vermişlerdir. Diğer taraftan kuyruklu yıldızların geçişi, zelzele, yangın, Güneş ve Ay tutulmaları gibi önemli astronomi olaylarıyla fevkalade olayları da müneccimbaşılar takip eder ve yorumlarıyla birlikte saraya bildirirdi. Muvakkıthaneler gibi kurumların idaresi de bir bakıma müneccimbaşılara ait idi, bunun yanında Takiyüddin-i Râsıd rasathanesinin, Müneccimbaşı Hüseyin Hüsnü ve Müneccimbaşı Sadullah Efendi de Mekteb-i Fenn-i Nücum'un idaresiyle meşgul olmuşlardır. Ulema sınıfına mensup saray memurlarından olan müneccimbaşılar, Silahtar ağaya bağlı olan hekimbaşının maiyetinde bulunduklarından tayin ve azilleri de onun tarafından yürütülürdü. Tespit edildiği kadarıyla Osmanlı Devleti'nde otuz yedi kişi müneccimbaşılıkta bulunmuştur. Müneccimbaşılar ilmiye mensubu olduklarından dolayı müderrislik ve kadılık gibi vazifelerde bulunmuşlardır. XVI. yüzyıldan sonra belirli bir sisteme göre devam eden müneccim-başılık Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar devam etmiştir. Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi'nin vefatına kadar gelen bu müessese, onun 1924 yılında vefatıyla yerine tekrar müneccimbaşı tayin edilmeyerek lağvedilmiş ve yerine 1927 senesinde baş muvakkıtlık makamı tesis edilmiştir.

Cumhuriyet Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2005, Cilt XXI, Sayı 61 · Sayfa: 259-280
Padişahların bir lütfü olarak açılmaya başlayan yabancı ve Gayri-Müs- lim okulların İmparatorluğun gerileme dönemi, I. Dünya Savaşı ve Kurtu¬luş Savaşı yıllarında nasıl yıkıcı ve bölücü faaliyet yuvaları haline geldiği¬ni çok iyi bilen Atatürk ve ona inanmış arkadaşları, daha Lozan'da bu okulların ancak Türk kanun ve yönetmeliklerine uydukları takdirde varlık¬larını sürdürebilecekleri kararını aldırtabilmişlerdir. Cumhuriyet dönemin¬de çıkartılan yeni kanun ve yönetmeliklerle ve uygulanan sıkı denetimlerle yabancı okulların büyük çoğunluğunun Türk okulları gibi yalnız eğitim amaçlı faaliyetlerde bulunmaları sağlanmıştır. Ancak çıkartılan kanun ve yönetmeliklere uymama konusunda direnen yabancı okullar da çok kı¬sa bir sürede, artık Osmanlı İmparatorluğu 'nun son döneminde olduğu gibi istedikleri şekilde faaliyetlerde bulunamayacaklarını ve varlıklarım sürdürebilmeleri için çıkartılan kanun ve yönetmeliklere uymaları gerektik¬lerini kavramışlardır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Emperyalizme Karşı Türklerin Yanında Yer Alan Darfur Hakimi Ali Dinar (1898-1916)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2005, Cilt XXI, Sayı 61 · Sayfa: 367-363
Bugünkü Sudan'ın Kızıldeniz Sahili 1821 yılı Öncesinde Osmanlı Dev- leti'nin Habeşistan Eyaleti'ne dahil olarak İstanbul'dan yönetilirdi. Su- ian'm iç kısımları ise Osmanlı Devleti'nin Merkezi Yönetimi dışında ol¬makla beraber yine Osmanlı hakimiyetinde bulunuyordu. Bu dönemde Os¬manlI Hakimiyetini kabul eden yerel sultanlıkların sayısı üç tane idi. Bun¬lardan birisi de Fur Sultanlığı'dır. Bu çalışmada; Birinci Dünya Savaşı'nda Emperyalizme karşı Türklerin yanında yer alan Darfur Hakimi Ali Dinar'ın faaliyetleri İncelenmektedir.

Türk-Alman İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı (1878-1914)

Belleten · 2005, Cilt 69, Sayı 254 · Sayfa: 217-266
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin çöküş süreci dikkate alındığında, her yüzyıla damgasını vuran bir antlaşma ile karşılaşırız. Osmanlı, on yedinci yüzyılın sonunda imzalanan Karlofça Antlaşması (1699) ile Macaristan'ı ve Transilvanya'nın büyük bir kısmını, Mora ve Dalmaçya kıyılarını, Podolya ve Ukrayna'yı "Kutsal İttifak" güçlerine bıraktı. Bu durum, basit bir toprak kaybının ötesinde, Osmanlı'nın Avrupa kıtasındaki egemenliğini kaybetmesinin de ilk işaretiydi. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) Devlet-i Âli-i Osmanî için tam bir yıkımın başlangıcı oldu. Bu antlaşma ile Osmanlı'nın nüfuz sahası üzerinde Rusya Çarlığı'nın etkisi artmaya başladı.

Tokat Voyvodalığı (1774-1842)

Belleten · 2005, Cilt 69, Sayı 254 · Sayfa: 161-216 · DOI: 10.37879/belleten.2005.161
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin ilk yüzyılında genelde bütün Anadolu toprakları, özelde ise Amasya, Tokat ve Sivas bölgeleri için Rum tabiri kullanılmıştır. 1413 yılında Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği'nin yanı sıra üçüncü bir idari birim olarak Rum Beylerbeyliği kurulmuştur. İlk zamanlarda Tokat, Sivas ve Amasya bölgelerinin birleşmesinden meydana gelen Rum Eyaleti'ne II. Murad'ın son zamanlarında Canik ve Çorum, daha sonra da Karahisar-ı Şarkî bölgesi katılmıştır. Aynı dönemde Rum Eyaleti'nin merkez toprakları olan Amasya, Tokat ve Sivas, önemlerine binaen "Eyâlet-i Rûmiyye-i Suğra" olarak adlandırılmışlardır.

Mondros Mütarekesi Sonrasında Osmanlı Devleti’nde Bulunan Alman ve Avusturya Vatandaşlarının Ülkelerine Gönderilmesi Meselesi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2004, Cilt XX, Sayı 60 · Sayfa: 705-726 · DOI: 10.33419/aamd.703238
I. Dünya .Savaşı'nı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren Mondros Mütarekesi, yalnızca doğrudan doğruya Türkiye'ye yönelik askerî ve siyasî uygulamalarla değil, savaş boyunca Türk askerî ve sivil teşkilâtlarında önemli görevlerde bulunan Alman ve Avusturya vatandaşlarının durumlarını ilgilendirmesi bakımından da önem arzetmektedir. Zira mütarekenin 19. maddesi Türkiye'de bulunan Almanya ve Avusturya'ya mensup askerî ve sivil şahısların en kısa zamanda ülkeyi terk etmeleri ile ilgili hükümler içermekteydi. Nitekim Mütareke hükümlerinin uygulanması ile beraber Osmanlı Devleti'nde bulunan Alman ve Avusturya vatandaşlarının memleketlerine gönderilme çalışmalarına da başlandı. Ancak sayılarının çok oluşu ve vasıta yetersizliği, Alman ve Avusturya vatandaşlarının İstanbul'un, özellikle Haydarpaşa, Kadıköy ve Adalar olmak üzere çeşitli semtlerinde yığılmalarına neden olmuştu. Bu durum hem Alman kumandanlar hem de İstanbul hükümetleri açısından büyük serzenişlere ve şikayetlere yol açmıştı. Ancak bu şikayetlere rağmen uygulamalarda herhangi bir düzelme olmamış, özellikle İngilizlerin baskısı üzerine Alman ve Avusturya vatandaşlarının memleketlerine şevki süratli bir şekilde devam etmiş ve Mart 1919'da tamamlanmıştır.

Mütareke Döneminde İtilâf devletlerinin Hapishanelere Müdahaleleri ve Gayrimüslim Mahkûmları Tahliye Etmeleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2004, Cilt XX, Sayı 60 · Sayfa: 727-744 · DOI: 10.33419/aamd.702699
I. Dünya Savaşı'nın sona erip, Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından (30 Ekim 1918) kısa bir süre sonra İstanbul'u işgal eden İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti'nin neredeyse tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirerek her şeye müdahalede bulunmuşlardır. İtilâf Devletlerinin müdahalede bulunduğu kurumlardan birisi de hapishanelerdir. Adlî bir kurum olarak hapishanelere karşı yapılan bu müdahaleler, Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığını kaybettiğinin bir bakıma tescili idi. Bu çalışmada, İtilâf Devletlerinin, işgal ortamının da etkisiyle, hapishanelere gelerek cinayet, hırsızlık, gasp gibi sebeplerden dolayı mahkûmiyetleri çok önceden kesinleşmiş olan gayrimüslim mahkûmları, hükümet ve hapishâne yetkililerinin itirazlarına rağmen hapishâneden zorla ve tehditle alıp götürmeleri ele alınmıştır.

The Ottomans and the Balkans: A Discussion of Historiography (Osmanlılar ve Balkanlar: Bir Tarih Yazımı Münakaşası), ed. Fikret Adanır and Suraiya Faroqhi, Leiden-Boston-Köln 2002, VI+445. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2004, Cilt 68, Sayı 252 · Sayfa: 585-590
Balkanlar'da, daha önce Osmanlı Devleti'ne bağlı topraklarda XIX. yüzyılın başından itibaren yeni devletlerin oluşmaya başlaması, Osmanlı tarihinin yazım problemini beraberinde getirmiştir. Bu dönemin tarih yazımında bazen aynı konular taban tabana zıt görüşlerle incelenerek farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bunun gerçekleşmesindeki temel nedenlerden birisi, Balkanlar'da ulusal devlet oluşturma sürecine giren milletlerin nasyonalist yaklaşımlarla kendi tarihlerinin yazımında anakronizm unsurlarına sıklıkla yer vermesi olmuştur.