198 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Osmanlı devleti
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Trablusgarp Savaşı’nda Alman Kızılhaç (Salib-i Ahmer) Cemiyeti’nin Çalışmaları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2019, Cilt XXXV, Sayı 100 · Sayfa: 325-352 · DOI: 10.33419/aamd.642317
Tam Metin
Cenevre Sözleşmesi'yle (1864) birlikte savaş meydanlarında yaralanan veya esir düşen askerlerin din, dil ve milliyetine bakılmaksızın korunması düsturu benimsenmiş ve bunun için uluslararası düzeyde tanınan kızılhaç/kızılay toplulukları kurulmaya başlanmıştı. Alman Kızılhaç Topluluğu da bunlardan birisidir ve Osmanlı Devleti'nin İtalya ile yaptığı Trablusgarp Savaşı'nda (1911-1912) Osmanlı cephesinde sağlık hizmeti vermiştir. Savaşın patlak vermesiyle Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin yardım çağrısına olumlu cevap veren Alman Kızılhaç'ı 1912 yılının Şubat-Haziran ayları arasında, yaklaşık beş ay süreyle Aziziye yakınlarında yer alan Garyan Kasabası'nda bir askerî hastane kurarak sağlık çalışması yürütmüştür.
Bu çalışmada, evvelâ Trablusgarp Savaşı'nın nedenleri kısaca açıklanacak, daha sonra Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin yaptığı yardım çağrısı neticesinde Alman Kızılhaç Merkez Komitesinin bu çağrı karşısındaki tutumu hakkında bilgi verilecektir. Ayrıca, Trablusgarp'a gönderilen sağlık ekibinin kimlerden teşekkül ettiği, personelin ve bölgeye gönderilecek malzemelerin hangi vasıtalarla Trablusgarp'a ulaştırıldığı detaylı bir şekilde ortaya konacaktır. Sağlık ekibinin Garyan Alman Askerî Hastanesi'ni kurduktan sonra yürüttüğü çalışmalar ve karşılaşılan güçlükler ayrı ayrı değerlendirilecek; doktorların tutuğu kayıtlar ışığında, bölgenin sağlık haritası ve hastalıklara göre tedavi edilenlerin sayısı tablolar halinde verilecektir. Son olarak yaralanan (mermi veya şarapnel parçasıyla) Türk askerleri ve bunların tedavileri ile ilgili örnekler verilecek; Alman sağlık ekibinin Garyan'dan ayrılışıyla bölgedeki çalışmaların hangi kuruluş tarafından yürütüldüğü izah edilecektir.

YASEMİN DEMİRCAN, Osmanlı İdaresinde Limni Adası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2014, s. 359 sayfa. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 295 · Sayfa: 1183-1190 · DOI: 10.37879/belleten.2018.1183
Tam Metin
Lemnos ya da Limnos adıyla bilinen ada, Pers, Atina, Sparta, Roma, Bizans, Venedik-Ceneviz egemenliklerinin ardından 1479 yılında Osmanlı idaresine girmiş ve 453 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Bu kitap, adanın Osmanlı yapılanmasına eklemlenmesini ve Osmanlı sisteminin bir parçası olarak yer alması sürecini, sosyal, ekonomik, idari, askeri ve siyasi açılardan ele alan çok yönlü bir değerlendirmedir. Arşiv kaynaklarına dayalı derin analizler içeren bu eser, Prof. Dr. Yasemin Demircan tarafından literatüre kazandırılmış, uzun bir emeğin ve özverinin ürünü olan bilimsel bir çalışmadır

Nüfus Defterleri’ne Göre Boynuincelü Aşireti (1830-1845)

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 295 · Sayfa: 899-956 · DOI: 10.37879/belleten.2018.899
Tam Metin
Boynuincelü Aşireti, günümüzdeki idarî ayrıma göre Kızılırmak'ın her iki tarafında, Seyfe Gölü ile Tuz Gölü arasındaki sahada meskûn konar-göçer menşeli bir aşirettir. Aşiret, 18 farklı cemaatin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Bu araştırmada büyük oranda Aksaray ve Kırşehir, daha sınırlı olmak üzere Nevşehir ve Koçhisar coğrafyasına yayılmış Boynuincelü Aşireti'nin tarihi süreçteki tekâmülü, aşiret yapısı ve idaresi, devlet ile olan ilişkileri, aşirete mensup olan halkın idarecileriyle olan münasebetleri üzerinde durulmuş, aşiretin kaza statüsünü alması ve devamında bu statünün lağvedilmesinin sebepleri ortaya konulmuştur. Araştırmanın ortaya çıkışı II. Mahmud'un hâkimiyeti zamanında, 1830'da başlanılan ve 1845'e kadar düzenli şekilde sürdürülen nüfus sayımları ve yoklamalarını içeren Nüfus Defterleri'dir. Bu defterler serisinin yanı sıra Osmanlı Arşivi'nde yer alan muhtelif arşiv kayıtlarından da istifade edilmiştir. Aşiret ele alınırken, araştırmaya Aksaray Sancağı tarafından bakıldığı bilhassa belirtilmelidir. Araştırmaya bir de Kırşehir Sancağı tarafından bakılması zarureti olduğu ve ileride bu açığın kapatılmasıyla birlikte araştırmanın kâmil bir hâl alacağı düşünülmektedir. Yine de bu araştırma, gerek Boynuincelü ve gerekse Orta Anadolu'nun konar-göçer toplulukları hakkında şimdiye kadar bilinmeyen pek çok konuya temas ediyor olmasıyla önem taşımakta, yeni ve farklı araştırmalara kaynaklık edebilecek hususiyetlere sahip bulunmaktadır.

Birinci Dünya Savaşında 12. Osmanlı Otomobil Kolu’na Ait “Efrad Künye Defteri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2018, Cilt XXXIV, Sayı 98 · Sayfa: 41-126

Aradan bir asır geçmiş olmasına rağmen Birinci Dünya Savaşı yeterince incelenmiş değildir. Bu araştırmada Haziran 1333 (1917) tarihinden savaş sonuna kadar Musul bölgesinde faaliyet gösteren 12. Osmanlı Otomobil Kolu'na ait Efrad Künye Defteri'nin transkiripsiyonu yapılarak buradaki bilgiler analiz edilecektir. Zabit Vekili Hasan Necib oğlu Bahaeddin tarafından tutulan Efrad Künye Defteri'nin orijinali özel kütüphanemizdedir. Avusturya-Osmanlı Otomobil Kolları bünyesinde faaliyet gösteren 12. Osmanlı Otomobil Kolu'nda zaman zaman değişiklik göstermekle birlikte şoför ve muâvin olmak üzere 40 civarında asker bulunmaktadır. Künyelerinden anlaşıldığı üzere bu askerler arasında gayr-i müslimler çoktur.

Künye Defteri ve içindeki diğer kayıt ve perakende notlardan;

1- Askerin; memleketi, yaşı, etnik durumu bilgileri,

2- Askere verilen malzeme,

3- Otomobil kolunun hareket alanı ve faaliyetleri,

4- Disiplin durumu, bazı suç ve cezalar,

5- Osmanlı kuvvetlerinin Musul bölgesindeki askeri durumu gibi pek çok alanda bazı yeni bilgiler elde etmek mümkün olmuştur.

YUSUF ALPEREN AYDIN, Müteşebbis ve Devlet: 18. Yüzyılda Peksimetçibaşı Nureddin Ağa’nın Yükselişi, Kitabevi, İstanbul 2016. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 755-758 · DOI: 10.37879/belleten.2018.755
Sanayi devrimi öncesi yüzyıllarda orduyu savaş alanına götürmek ve ordunun ihtiyaçlarını karşılayarak disiplin altında tutabilmek hükümdarlar ve komutanlar için savaşın kendisinden daha büyük çaba gerektiriyordu. 18. yüzyıla gelindiğinde orduların büyümesiyle karşılaşılan engeller de büyüdü. Bu yüzyılda özellikle Avrupa devletleri büyüyen orduları finanse edebilmek için bütçelerinin bazen tamamını harcıyor ve zaman zaman bütçelerini aşarak iç veya dış borç alımına gidebiliyorlardı.Bu noktada, devletler özellikle iki konuda büyük sorun yaşıyorlardı: taşradaki vergi kaynaklarından gelirlerin maksimum oranda toplanması ve ordunun yiyecek, mühimmat ve yem ihtiyaçlarının karşılanması. Dönemin Avrupa devletleri ilk sorunu çözebilmek için literatürde tax farming adı verilen sistemden sıklıkla yararlanırken, Osmanlı Devleti bunun benzeri olan iltizam ve malikane sistemlerini kullanmayı tercih etti.

The Lloyd George Government of the UK: Balfour Declaration the Promise for a National Home to Jews (1916-1920)

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 727-759 · DOI: 10.37879/belleten.2018.727
Tam Metin
Palestine, throughout modern known history has been geographically called "the least of all lands". Meanwhile because hosted holy shrines of three monotheistic religions, it was/is one of the most praised/precious small piece of land on the globe. Palestine came under Ottoman rule after Sultan Selim's Egyptian Campaign in 1517 and until the year of 1917 was an Ottoman land during 400 years. Before Ottomans, following old Roman experience, small colonies or administrations had been planted in Palestine with the express intention of preventing the political regeneration of the Jews. Under Ottoman rule, Jews and other two religions have been peacefully living in Palestine. In 1897 at Basel Congress, World Zionist Organization decided to establish a Jewish State in Palestine. They asked Ottoman Sultan Abdulhamid II for a national home in Palestine but could not achieve what they desired. Abdulhamid II also restricted Jewish pilgrimage to Palestine to prevent any possible de facto unpermitted foreign settlement of Jews. But, due to corruption and bribery of local rulers that rule could not be implemented properly. Nowadays addressing their future plans Zionists were asking to send high number of Jews to Palestine and the progress taken by bribery was not enough such kind of stream. The opportunity Zionists looking for emerged during WWI while British search of support for unsustainable war economy. In the year of 1916, a Zionist sympathizer Lloyd George became British Prime Minister and Foreign Minister of his Cabinet Arthur Balfour proclaimed his famous publication promising a national home hence Israeli State for Jews. To realize that aim Palestine had to be occupied and become a British colony. This paper will search archive documents and related second hand publications to shed light on Zionist activities and establishment process of Israel, special focus will be put on the role of Lloyd George Government. Arab reactions, especially the attitude of Sheriff Hussein and his son Faisal to the developments also will be discussed.

İspanya Elçilik Raporlarında 1875 Hersek İsyanı

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 294 · Sayfa: 627-673 · DOI: 10.37879/belleten.2018.627
Tam Metin
1875 yılında, Hersek'in Nevesin kazasında başlayan küçük isyan, Osmanlı Hükümeti'nin zafi yeti nedeniyle, kısa sürede Bosna ve Hersek'in neredeyse tamamına yayılmıştır. Osmanlı Hükümeti, isyanın yayılmaya başladığı süreçte de Sırbistan ve Karadağ'ın isyana dâhil olmasından çekinerek ve büyük Avrupa devletlerini endişelendirmekten imtina ederek, isyanı bastırmak için büyük bir güç kullanmamış ve bu politikanın sonucunda isyan uluslararası bir boyut kazanmıştır. İspanya'nın İstanbul, Viyana, Berlin ve St. Petersburg elçileri, isyanın başlangıcından itibaren, hazırladıkları raporlar aracılığıyla hükümetlerini yaşanan gelişmelerle bilgilendirmişlerdi. Bu çalışmada, ilgili elçilik raporlarında, tarafsız bir ülkenin temsilcilerinin gözünden olayların nasıl anlatıldığı ve yorumlandığı ortaya konulacaktır. Bu çerçevede, İspanya Dışişleri Bakanlığı Arşivi'nde Hersek isyanıyla ilgili oldukları tespit edilen 32 rapor incelenecektir.

1853-1856 Kırım Harbi’nde Osmanlı - Avusturya İlişkileri

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 241-264 · DOI: 10.37879/belleten.2018.241
Tam Metin
1853-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Harbi, başlangıçta Osmanlı Devleti ile Rusya arasında başlayan ancak ilerleyen yıllarda İngiltere, Fransa ve Piyomente'nin de Osmanlı lehine dâhil olduğu bir savaş haline bürünmüştür. Bu süreçte Avrupa'nın diğer önemli güçleri olan Avusturya ve Prusya'nın Osmanlı Devleti ile birlikte savaşa girmemekle birlikte siyaseten Osmanlı Devleti'ne yakın durduklarını söylemek mümkündür. Bilhassa Avusturya, savaş müddetince Rusya'nın barış masasına oturtulması ve makul mütareke şartlarının sağlanabilmesi için girişimlerde bulunmuş, bununla da yetinmeyerek Osmanlı Devleti'nin hâkimiyet alanı içerisinde yer alan ancak savaşın başından itibaren Rus işgali altında bulunan Eflak-Boğdan topraklarının işgalden kurtarılması adına Osmanlı Devleti ile bir ittifak anlaşması imzalayarak Tuna'nın kuzeyindeki mücadeleye dâhil olmuştur. Savaş yıllarında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında kurulan bu yakın siyasi ilişki sayesinde Rusya'nın savaşı devam ettirmek için Avrupa'da müttefik bulma imkânı ortadan kalkmış ve Rusya neredeyse tüm Avrupa ile ya savaş meydanında ya da diplomasi masasında mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca iki ülke arasında imzalanan 14 Haziran 1854 tarihli antlaşma ile savaşın ilk gününden itibaren Rus işgali altına giren Osmanlı Devleti'ne bağlı özerk Eflak ve Boğdan prenslikleri, Rus askerlerinin çekilmesinin ardından Avusturya birlikleri tarafından savaşın sonuna kadar denetim altına alınmıştır. İlaveten Viyana, Kırım Harbi müddetince taraflar arasında yapılan müzakerelerde diplomasi masasının merkezi olmuş, gerek 1853 yılı Temmuz ayında gerekse 1855 yılı Mart ayında mütareke görüşmeleri düzenlenmiştir. Nitekim çatışmalara son verilen 1 Şubat 1856 tarihli protokol de Viyana'da imza edilmiştir. Tüm bu gelişmeler Kırım Harbi süresince Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki açıktan veya dolaylı siyasi birlikteliğin ana hatları olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu çalışma Kırım Harbi yıllarında Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki ilişkileri ele almaktadır. Bu kapsamda Avusturya yönetiminin Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması karşısında takınmış olduğu tutum, savaşın sona erdirilmesi adına yapılan girişimler ve Viyana'daki diplomatik temaslar, Tuna'nın kuzeyinde Rus işgaline uğrayan Rumen prensliklerinin kurtarılması adına imzalanan 13 Haziran 1854 tarihli Osmanlı-Avusturya Antlaşması ve bu antlaşmaya bağlı olarak yaşanan gelişmelere değinilmektedir.

Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Grev Hakkı ve Ta’tîl-i Eşgâl Kanunu

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 265-294 · DOI: 10.37879/belleten.2018.265
Tam Metin
Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren her alanda geçirdiği değişim ve dönüşümle bağlantılı olarak iş, işçi ve işveren gibi kavramların da iş hayatında ortaya çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda modern çağın getirdiği ihtiyaçlar neticesinde oluşan icraatlar, işçilerin hak taleplerinde bulunmasına ve bazı karışıklıkların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Devletin ortaya çıkan yeni durumlar karşısında, nasihat yolu, kuvvet kullanma ve hukuki düzenlemeler ortaya koyarak kamu düzenini ve asayişi sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Nitekim işçilerin grev ve sendikal talepleri ile artan iş bırakma eylemleri ve devlet otoritesini bozacak çapta meydana gelen gelişmeler karşısında Osmanlı Hükümeti, II. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte daha somut adımlar atma yoluna gitmiştir. Meselenin halledilebilmesi adına meseleye hukuki mecrada bir çözüm aranmıştır. Bu kapsamda işçilerin sorunlarına çözüm bulma ve taleplerini karşılama gayesiyle 9 Ağustos 1909'da Ta'tîl-i Eşgâl Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanunun çıkmasına zemin hazırlayan süreçte şüphesiz, işçilerin ayaklanma girişimleri, grev ve çalışma şartlarına ilişkin artan seviyedeki talepleri önemli bir pay sahibidir. Makalemizde gerek 1909 öncesi ve gerekse 1909 Kanunu sonrası bu konuda vuku bulan gelişmeler, talep edilen grev ve sendikal haklar ile çıkartılan kararlar, dönemin arşiv belgeleri ışığında ele alınmıştır. Günümüzle karşılaştırılması bakımından Osmanlı döneminde geçerli hukuk metinleri ekseninde, konuya ilişkin önemli ölçüde istifade edilen bu belgeler tahlil edilmiştir. İşçilerin grev girişim ve isteklerine ilişkin çok ayrıntılı malumatın da verildiği bu makalede, araştırma eserlerinden de istifade edilmiştir.

Alman Misyonerliğinin Yakın Doğu’daki En Büyük Müessesesi: Suriye Yetimhanesi (1860-1917)

Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 293 · Sayfa: 325-356 · DOI: 10.37879/belleten.2018.325
Tam Metin
19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk çeyreği, Osmanlı Devleti'nde Batılı misyonerlerin en faal olduğu zaman dilimini ifade etmektedir. Osmanlı sınırları içerisinde misyonerlerin en fazla önem verdiği bölgelerden birisi de, üç semavî din 368 TÜRKÇE ÖZETLER mensuplarınca kutsal kabul edilen Kudüs ve çevresidir. Alman misyoneri Johann Ludwig Schneller tarafından Kudüs'te kurulan Suriye Yetimhanesi, bölgede yürüttüğü misyon çalışmaları, bakımı üstlenilen çocuklara verilen eğitim ve kurumun bünyesinde oluşturulan akademik birimler, atölyeler ve tarımsal işletmeleri ile bölgenin en büyük misyon kuruluşu olmuştur. Yetimhane kurulduğunda sadece erkek çocukların bakımı sağlanırken kısa bir süre sonra yetimhaneye kızlar ile gözleri görmeyen çocuklar da alınmaya başlanmış ve bu çocukların temel eğitimden mesleki eğitimlerine kadar bütün ihtiyaçları burada karşılanmıştır. Yetimhaneye her din ve milletten çocuk alınmış, ancak Kudüs'te bir "Protestan Arap orta sınıfı" oluşturmayı hedefl eyen Schneller ailesi, yetimhanede kalan çocukların büyük bir kısmını Protestan yapmışlardı. Üstelik yetimhaneye ait atölye ve tarımsal birimler zamanla öylesine büyümüştü ki, bir hayır kurumu olarak tesis edilen Suriye Yetimhanesi, 20. yüzyılın başlarında pek çok alanda üretim yapan bir ticarî işletme haline dönüşmüş ve bölgede Alman nüfuzunun yer edinmesinde önemli bir rol oynamıştı.