198 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Osmanlı devleti
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Stratford Canning’in Raporlarına Göre Sultan Abdülmecid ve Ona İngiltere Tarafından Verilen Dizbağı Nişanı (Knight of the Garter)

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 157-176 · DOI: 10.37879/belleten.2016.157
Tam Metin
Sultan Abdülmecid Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini korumak, Rus müdahalesini en aza indirmek ve devleti yeniden yapılandırarak, kendi kendine yetebilecek duruma gelebilmek için, İngiltere gibi güçlü bir devletin desteği ve yardımının önemine inanıyordu. Bundan dolayı, on dokuzuncu yüzyılın en yetenekli diplomatlardan biri olarak kabul edilen İngiltere'nin İstanbul'daki Büyükelçisi StratfordCanningile yakın bir diyalog ve dostluk kurmuştu. Onun Avrupa diplomasisi alanındaki tecrübelerinden istifade etmek istiyordu. İngiltere ise, Avrupa'nın siyasal statüsü ve güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasına kayıtsız kalmasının bedelinin ağır olacağının farkındaydı. Bu karşılıklı beklentiler ikili ilişkileri geliştirdi ve Kırım savaşıyla birlikte en üst seviyeye çıkardı. Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin gelişmesinde kilit isim ise StratfordCanning oldu. Canning'in Osmanlı Devleti'nin dâhili ve harici birçok sorunuyla ilgilenmesi ve zaman zaman neticelerine tesir etmiş olması, onu sıradan bir diplomatlığın ötesine geçirmiştir. İngiltere'nin Osmanlı Sultanı üzerindeki nüfuzunu güçlendirmek için Dizbağı Nişanı iyi bir fırsattı. Nitekim Osmanlı-İngiliz ilişkileri 1856'da Sultan Abdülmecid'e Büyük Britanya asalet rütbelerinin en büyüğü sayılan Knight of the Garter (Dizbağı Nişanı) verilmesiyle doruk noktasına ulaştı. Dizbağı Nişanı İstanbul'da Kraliçe adına Büyükelçisi StratfordCanning tarafından takdim edildi. Bu alışılmışın dışında bir uygulamaydı. İlk kez bir Müslüman hükümdara ve aynı zamanda Müslümanların halifesine İngiltere'nin en büyük nişanı veriliyordu.

Berlin Antlaşmasından Sonra Müslümanların Karadağ’da Kalan Arazileri Meselesi

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 177-200 · DOI: 10.37879/belleten.2016.177
Tam Metin
Balkanlar XIX. yüzyılın getirdiği yeni fikirler ve siyasi akımların sonucunda Osmanlı hâkimiyetindeki milletler bağımsızlık için faaliyete başlamışlardır. Başta Rusya olmak üzere Osmanlı Devleti'ni paylaşmak isteyen Avrupalı devletler bu arzu ve istekleri desteklemişlerdir. Bu destek ve faaliyetler önce Yunanlıların Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Yunanlıları Bulgarlar, Sırplar ve nihayet Karadağlılar izlemiştir. Ancak bu faaliyetlerin getirdiği en önemli sorun bu bölgelerde yaşayan Müslüman nüfustu. Hıristiyan devletlerin ilk önceliği bölgelerindeki Müslüman nüfusu azaltmak olacaktır. Bu da büyük bir Müslüman nüfusun göç ettirilmesine sebep olmuştur. Fakat uygulanan bu politika göçmenler için sadece göç ettikleri bölgelerde verdikleri yaşam mücadelesi değil aynı zamanda geride bıraktıkları malları sorununu ortaya çıkarmıştır. Berlin Antlaşması bu anlamda büyük bir değişimi ortaya koymuş, göçmenlerin geride bıraktıkları malları garanti altına almıştır. Buradan hareketle makalede amacım Karadağ'ın Berlin Antlaşması ile bağımsız bir devlet olarak ilan edilmesinden sonra Karadağ topraklarında kalan bölgelerde yaşayan Müslümanların malları meselesini ele almak olacaktır. Karadağ Devleti'nin hâkimiyetinde yaşamak istemeyen ve çeşitli sebeplerle göç etmek zorunda bırakılan Müslümanlar Berlin Antlaşması gereği malları üzerindeki haklarını en azından gelirlerinde yararlanmak üzere devam ettirmeye çalışmaları ve yaşanan sorunlar makalenin temelini oluşturmaktadır.

Akıncı Ocağına Dair Önemli Bir Kaynak: 625 Numaralı Akıncı Defteri Üzerine Bazı Düşünceler

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 285 · Sayfa: 473-500 · DOI: 10.37879/belleten.2015.473
Tam Metin
Osmanlı öncü kuvvetleri içerisinde önemli bir yere sahip olan Akıncılar, sınır boylarını düşmandan korudukları gibi yaptığı akınlarla söz konusu kuvvetlerin etkisiz hâle getirilmesinde, Rumeli'nin Türkleşmesi, İslâmlaşması ve dolayısıyla iskân sürecinde önemli katkılarda bulunmuşlardır. Akıncı Ocağına ait bilgi veren en önemli kaynak gruplarından biri, Akıncı defterleridir. Şu ana kadar bu kaynak grubundan üç adet defter hakkında malumat vardır. Bu defterlerden ikisi (1472 ve 1560 tarihli) Sofya Milli Kütüphanesi'nde, bir diğeri ise (1586 tarihli) İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde muhafaza edilmektedir. Bu makalede, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Tapu Tahrir Defterleri Kataloğunda 625 numarayla muhafaza edilen ve üçüncü defter olan H.994/M.1586 tarihli defter ele alınmıştır. Söz konusu defter içerisindeki veriler, yapılan incelemeler neticesinde sorgulanmış ve Akıncı Ocağı hakkında önemli bilgilere ulaşılmıştır. Defterin tahlili neticesinde Rumeli Eyâletine bağlı Niğbolu, Silistre, Kırkkilise, Çirmen, Paşa (Sofya), Köstendil, Vidin ve Üsküb sancaklarında akıncıların bulunduğu yerleşim birimleri tespit edilebildiği gibi, Ocağın teşkilâtlanmasında etkili Ocak görevlilerine ve akıncıların sosyo-ekonomik hayatlarına (isimleri, meslekleri, nerden geldikleri vs.) dair önemli bilgilere de ulaşılmıştır. Bu yönüyle makale, şu ana kadar Akıncı Ocağı hakkında yapılan çalışmalara katkı sağlamayı hedeflemektedir.

Osmanlı Devleti’nin Polonya Asıllı Esirlere Yaklaşımı Ve Türkiye’de Ölen Polonyalı Savaş Esirleri (1915- 1918)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2015, Cilt XXXI, Sayı 92 · Sayfa: 1-30
Tam Metin
Birinci Dünya Savaşı'nın üzerinde yeterince durulmayan dramatik gerçeklerinden birisi de şüphesiz "esirler" konusudur. Bu savaşta binlerce Osmanlı askeri İtilaf Devletlerince esir alınırken, Türkiye'de de İtilaf Devletlerine mensup çok sayıda esir bulunmakta idi. Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı'nın esir aldığı Rus ordusu mensupları içerisinde Leh asıllılar da vardı. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, diğer İtilaf Devletleri esirleriyle birlikte, Leh asıllı askerlerin de, dönemin imkânları çerçevesinde, -dışarıdaki Türk esirlerinin şartlarıyla mukayese edilemeyecek düzeyde- iyi şartlarda tutulmaya çalışıldığı görülmüştür. Özellikle, tarihî Türk- Leh dostluğu çerçevesinde Polonya kökenli esirlere -mevcut hukuk ve müttefik politikaları da dikkate alınarak- toleranslı davranma yolları aranmıştır. Tabii ki, savaş şartlarının acı gerçeklerinden olarak, esirler arasında hayatını kaybedenler de bulunuyordu. Araştırmamızda Nisan 1918 itibarıyla, hayatını kaybeden 213 Polonyalının ayrıntılı künyesi tespit edilmiştir. Mevcut belgeler ışığında bizim ulaşabildiğimiz bu sayının ileride ortaya çıkacak yeni bazı bilgi ve belgelerle artması muhtemeldir. Künyeleri tespit edilebilen söz konusu Polonyalı askerlerin, daha ziyade o dönemin yaygın hastalıklarından dolayı vefat ettikleri görülmüştür.

Polonezköy (Adampol) (1842-1922) - Kuruluş, Tabiyet Meselesi, İmar Faaliyetleri ve Sosyal Hayat -

Belleten · 2015, Cilt 79, Sayı 284 · Sayfa: 293-318 · DOI: 10.37879/belleten.2015.293
Polonezköy (Adampol) günümüzde Beykoz'un güzide mekânlarındandır. Bu makale buraya adını veren Lehlerin geçmişine dair bazı ilginç noktaları içermekte ve Polonezköy tarihiyle ilgili bilinmeyen bazı mevzuları gün yüzüne çıkarmayı ve dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Osmanlı Devleti'ne sığınan Leh mültecilerin göç sonrası yaşamları ve karşılaştıkları sorunlar, merkezi idare ile yaşanan problemler, uluslararası hadiselerden ne derece etkilendikleri Polonezköy tarihinden kesitler olarak sunulmuştur. Ayrıca ZofiaRyzy Hatıra Evi'nden gelip geçen misafirlere dair bazı notlar da köyün tarihini zenginleşmesi açısından çalışmaya dahil edilmiştir.

Yunanistan’a Geçiş Sürecinde Tesalya Müslümanlarının Durumu

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 283 · Sayfa: 1075-1098 · DOI: 10.37879/belleten.2014.1075
Tam Metin
Yunanistan'ın bağımsızlığı Balkan coğrafyasında yeni bir dönemin başlangıcıydı. Bu dönem Balkan milletlerinin ulus-devletleşmesi olarak adlandırılabilir. Balkan ulus-devletleri kuruldukları andan itibaren topraklarını genişletme ve egemenlik sahalarında homojen bir kültür oluşturmaya çalıştılar. Bu süreç Balkan Türklerinin asimilasyon, şiddet ve göçlerle karşı karşıya kalmasına neden oldu. Tesalya Müslümanları da 1881'den itibaren topraklarının Yunanistan'a bırakılmasıyla bu sürece dâhil oldular. Verimli arazileri ellerinden alındı. Dini ve kültürel değerlerini yansıtan yapıları tahrip edildi. Yunan idaresine geçtiklerinde sayıları 40.000 civarında olan Müslümanlar aradan geçen kırk yılda birkaç hane kalmıştı.

Osmanlı Devleti’nde Tekâlif-i İmdâdiye Vergisine İlginç Bir Örnek: H. 1044/M.1634 Yılında Uygulanan Bedel-i Yapağı Vergisi

Belleten · 2014, Cilt 78, Sayı 281 · Sayfa: 123-148 · DOI: 10.37879/belleten.2014.123
Tam Metin
Savaş halindeki her devletin uyguladığı gibi, Osmanlı Devleti de tebaasından olağandışı taleplerde bulunmuştu. Osmanlı Devleti savaş sırasında zuhur eden bu tür talepleri temelde tekâlif-i örfiye prensiplerine göre tarh edilen vergilerle sağlamıştı. Osmanlı Devleti bu yöntemle -başta zahire olmak üzere- genelde ordunun temel ihtiyaç maddelerini temin etmişti. Öte yandan aynı prensiplere dayanılarak -örneklerine sık karşılaşılmamakla beraber- bir savaş esnasında acil ihtiyaç duyulan özel bir maddenin temini de sağlanmaya çalışılabiliyordu. Nitekim bu çalışmada Osmanlı seferlerinde kullanım örneğine pek rastlanmayan bir maddenin, yapağının (yünün), tekâlif-i örfiye prensiplerine dayanarak, tebaadan nasıl temin edilmeye çalışıldığı ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Bu sayede hem olağanüstü bu verginin işleyiş tarzı, hem de sefer esnasında karşılaşılan bir sorunun -savaşın planlayıcıları tarafından- pratik ve hızlı bir biçimde nasıl çözüldüğü ortaya konulmuştur.

CİZRELİZÂDE RÂİF EFENDİ’NİN KÜRT-ERMENİ OLAYLARI HAKKINDA SADÂRETE İLETTİĞİ LÂYİHA

Belgeler · 2014, Cilt XXXV, Sayı 39 · Sayfa: 167-186
Tam Metin
Millet-i sadıka olarak nitelendirilen Ermeniler, uzun yıllar boyunca Osmanlı Devleti hâkimiyet sahasında huzur içerisinde hayatlarını devam ettirmişlerdir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren ise başta Rusya ve İngiltere’nin teşviki ve girişimleri ile “vilâyât-ı sitte” olarak bilinen Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis vilayetlerinde bir Ermeni devletinin teşkili için çeşitli faaliyetlerin olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda Ermeniler, pek çok alanda propaganda faaliyetlerine girişmişlerdir. 1908 senesinde gerçekleştirilen genel seçimlerde İstanbul mebusu olarak Meclis-i Mebûsâna giren Avukat Kirkor (Krikor) Zohrap da propaganda faaliyetlerinde bulunanlar arasındadır. Doğu vilayetlerinde Ermeni vatandaşlara çeşitli baskı ve zulümler yapıldığına dair iddialar onun girişimleri ile Meclis-i Mebûsâna taşınmıştır. Söz konusu şikâyetler üzerine Devlet, bölgeye müfettişler göndererek malumat alma yoluna gitmiştir. Bunun yanında bölgenin ileri gelenlerinin de bu asılsız Ermeni iddialarına karşı layihalar kaleme aldığı görülmektedir. Mülkiye Kaymakamlığımdan emekli olan Cizrelizâde Raif Efendi de bunlardan biridir. Bu çalışmada Cizrelizâde Raif Efendi’nin Ermeni iddialarına karşı Sadâret makamına ilettiği lâyiha ele alınmıştır.

Halk Hekimliğinden Diş Hekimliğine: 19. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Dişçilik Mesleği (Erbab-ı Esnan)

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 279 · Sayfa: 671-712 · DOI: 10.37879/belleten.2013.671
Tam Metin
Dişçilik mesleği Osmanlı devletinde tıbbın bir parçası olarak görülmemiş bu nedenle de genelde halk hekimleri tarafından yapılmıştır. 20. yüzyıl başlarında dişçilik mektebinin kurulmasıyla profesyonel ilk diş hekimleri yetiştirilmiştir. Ancak yetiştirilen dişçilerin sayılarının az olması nedeniyle ülkenin diş hekimi ihtiyacı tam olarak karşılanamamıştır. Bu nedenle de devlet tarafından halk hekimlerine geçici olarak, ''vekaleten diploma'' verilerek dişçilik mesleği hem yasal denetim altına alınmış hem de meslekten tam olarak anlamayan kişilerin dişçilik yapmasına engel olunarak toplum sağlığı korunmaya çalışılmıştır.

Arvad; Doğu Akdeniz'de Bir Osmanlı Adası ve I. Dünya Savaşı'ndaki Fonksiyonları

Belleten · 2013, Cilt 77, Sayı 278 · Sayfa: 219-238
Osmanlı Devleti'nin Doğu Akdeniz hinterlandında bulunan Arvad (Ervad-Ruad) Adası oldukça küçük, su kaynaklarından yoksun ve tarıma uygun olmayan bir yapıya sahiptir. Arvad, I. Dünya Savaşı'nın devam ettiği günlerde Fransız birliklerince 1915 yılı Eylül ayında işgal edilmiştir. Osmanlı idaresindeyken halkının büyük çoğunluğu balıkçılıkla geçinen bu küçük ada Fransızlar tarafından Osmanlı ana karasına olan yakınlığı nedeniyle istihbarat toplanması için casusların gönderilip alındığı bir merkez konumuna gelmiştir. Adada bu amaçla kurulan istihbarat merkezinde bölgenin yerlisi casuslar vasıtasıyla Fransız birlikleri önemli bilgiler edinebilmişlerdir. Ayrıca Arvad Adası'nın Osmanlı idaresinden koparılmasından sonra Fransızlar birtakım Osmanlı gemilerini yağmalamış ve adada yiyecek maddelerinin temininde sıkıntılar yaşanmıştır. Arvad Adası Fransa'nın Suriye hâkimiyetini sağlamak için işgal ettiği stratejik bir noktadır.