3 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Anahtar Kelimeler
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım ve Özne-İktidar İlişkisi
Erdem · 2020, Sayı 79 · Sayfa: 129-148 · DOI: 10.32704/erdem.838717
Özet
İnsanlar toplumları inşa ederken ortak bir yaşam düzeni kurmayı hedeflerler. Bu ortak yaşam düzeni belli bir süre sonra kendini kabul ettiren bir mekanizma haline gelmiştir. Bu süreçte öncelikle teolojik temelli bir ön kabul düzeni kurarken sonra aklın ön plana alındığı bir ön kabul düzeni inşa edilir. Her iki düzende de insanın birey olmasının engellendiği ortaya çıkar. Nitekim iki medeniyet de kendi istekleri doğrultusunda biçimlendirdiği bireyler yaratmayı hedefler. Bu durum karşısında kendi ontik yapısını inşa eden bireyler toplum tarafından yabancılaştırılır, bu yabancılaştırma sistematik düzeyde işletilerek bireyin ontik yapısı ehlileştirilmeye çalışılır. Bu durum istenen düzeyde gerçekleşirse toplum tekrar kabul mekanizmasını çalıştırır. Eğer istendik özne olunmazsa sıkıntı, bunalım hali ile yaşamaya mahkûm edilirler. Bu mahkûmiyet süreciyle birlikte kendiliğinin farkına varan birey bu süreçten sonra istese de istendik özne haline gelemez.Toplumla birey arasında oluşan bu çatlak belli bir süre sonra bireyi mücadele etmeye zorlar, bu mücadele önce pasif isyan biçiminde olsa da ontik serüven sayesinde isyana ve bireyin inşasına kendini bırakır. Kendini inşa etmeye başlayan birey öncelikle toplumsal normlar ve kendisi arasındaki uçurumu anlamaya çalışır. Uzun bir anlama serüveninden sonra bu durumun gerçekleşmeyeceğini anlar. Çünkü çağ itibariyle modernleşen toplumlar insanı bireysel yolculuktan alıkoymakta ve tekdüzeleştirmektedir. Bu durumun farkına varan birey akıl ile ruh arasında sıkışıp kalacak, her ikisinden de istediğini alamayacaktır. Modern toplumların yaratmaya çalıştığı bireyler, adeta bir makine gibi yaşamaya zorlanmakla birlikte isyan halinde deli yaftası adı altında akıl hastanelerine kapatılacaklardır. Nitekim akıl hastanelerinin de aslında bir tedavi merkezinden ziyade modern toplumların sosyolojik olarak oluşturduğu kurumlar olduğu burada ortaya çıkar.
Bu sosyolojik kurumun yegâne görevi modern toplumun kurallarına uymayan bireyleri bir uyum sürecine tabii tutarak normalleştirmedir. Normal yani doğduğu andan itibaren modern toplumun kurallarını ön kabulle hayatına katan bireylerin reddiyle oluşacak kaotik durum böylece engellenmiş olacaktır. Fakat engellenen ve tekdüzeleşen birey bu süreçle birlikte yaratıcılığını kaybederek insanoğlunun en önemli özelliği olan soru sorma ve cevap arayıp bulma dürtülerinden de olacaktır. Böylece kendi olamayan birey kendine ait olmayan aslında soyut olan kuralların var ettiği toplumda yaşamak zorunluluğu yaşar. İster istemez bu yapay toplum karşısında farkındalığı olan bireyler kendini bir acı içinde bulsa da asıl sıkıntının toplumlar içinde yalnız kalarak veya yalnızlaştırılarak yaşamak ile yüzleşmek zorunda kalınması fikrini içselleştirir. Bu çalışmada istendik özne yapılmak istenen yani gözlerini kapayıp vazifesini yapması beklenilen bireyin toplumsal, edebi izleri Haldun Taner’in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı eserinden hareketle sürülecektir.
Fratricide in Ottoman Law
Belleten · 2018, Cilt 82, Sayı 295 · Sayfa: 1013-1046 · DOI: 10.37879/belleten.2018.1013
Özet
Tam Metin
This paper considers fratricide in the Ottoman Empire from the Islamic/ Ottoman Law viewpoint. The established Turkish political tradition, which is based on the fact that the ruling power is a common patrimony of the members of the dynasty, gave rise to disastrous results in the early period of the Ottoman Empire. Since a strict succession system was not imposed during that early period of the Ottoman State, it would be the destiny of a shāhzādah (prince) which would determine his fate in becoming the next sultan. This resulted in infighting amongst the shāhzādahs. Revolting against the sultan or even planning to revolt are crimes according to Islamic/Ottoman law. The execution of those members of the dynasty who had not taken part in a revolt was legislated by the "Code of Sultan Mehmed the Conqueror," which was based on the sovereign right of the sultan accorded by Islamic Law (Orfi Hukuk). Relying on the principle of maslaha (common benefit) in Islamic law, some of the Ottoman scholars permitted fratricide as well. According to this principle, when facing two potential outcomes, the lesser of two evils is preferred. Some of the modern researchers consider this justification invalid. According to them, the execution of shāhzādahs who have not taken part in a revolt is politically correct, but contrary to Islamic law. The main contribution of this paper is to deal with the fratricide from the point of view of Islamic law by utilizing traditional legal texts and to addess to underlying Islamic legal principles behind fratricide application and what legal evidence the 'ulemā (Ottoman scholars) based their judgment on.
Mehmet Ali Paşa İsyanı’nın Antalya’ya Etkileri (1831-1833)
Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 289 · Sayfa: 857-884 · DOI: 10.37879/belleten.2016.857
Özet
Tam Metin
Antalya Güney Anadolu'nun en önemli çıkış kapılarından biridir. Anadolu ile Mısır arasındaki ilişkiler çoğunlukla Antalya vasıtasıyla sağlanmış, dolayısıyla Mısır'da meydana gelen herhangi bir gelişme Antalya'yı doğrudan etkilemiştir. Bu sebeple Antalya Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa İsyanı'ndan etkilenen bölgelerin başında gelmiştir. Mehmet Ali Paşa isyanı başladığında Antalya'ya denizden bir saldırı gelebileceği endişesi ile derhal güvenlik önlemleri alınmıştır. Antalya limanı Konya muharebesine kadar Osmanlı ordusunun iaşe, mühimmat ve asker sevkiyatında aktarma üssü olarak önemli bir rol oynamıştır. İbrahim Paşa, Konya muharebesinden sonra Antalya Muhafızı Yusuf Paşa'ya kendisine tâbi olmasını isteyen bir mektup göndermişse de Yusuf Paşa buna uymamış, İbrahim Paşa ise Antalya'ya doğrudan bir mütesellim tayin ederek şehre hâkim olmuştur. Antalya halkı da korkudan ve müdafaa yapacak durumları olmadığından Mütesellim İsmail Ağa'ya bağlılıklarını bildirmişlerdir. Böylece Antalya'da hâkimiyet ve yönetim İbrahim Paşa'ya geçmiştir. İbrahim Paşa'nın idaresi süresince Antalya, Mısır ile Mısır ordusu arasında köprü vazifesi görmüştür. 1833 Mayıs'ında Mehmet Ali Paşa ile Padişah II. Mahmut'un Avrupalı güçlerin arabuluculuğu ile uzlaşmaları sonucunda Antalya'da Mısır idaresi son bulmuştur. Hemen akabinde Bâbıâli tarafından yeni bir muhassıl atanmasıyla Antalya'da eski devlet düzeni yeniden tesis edilmiştir.