28 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Rusya
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Kırım'da ve İdil-Ural Bölgesinde Açlık ve Türkiye'den Giden Yardım (1921-1922)

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 881-952
Tam Metin
1921-1922 yıllarında Sovyet Rusya'da benzeri görülmemiş ölçüde tahripkar bir açlık yaşandı. Toplam yaklaşık 10 milyon insanın hayatına mal olan bu korkunç felaketin kurbanları arasında İdil-Ural bölgesinin ve Kırım'ın Türk halkları da bulunmaktaydı. Bu bölgelerden gelen âcil yardım çağrıları, o sırada bizzat kendisi son derece zor bir dönemden geçmekte olan Türkiye'de büyük yankı buldu. İstiklâl Harbi'nin en kritik aylarında Anadolu'da Kırım'a ve İdil-Ural bölgesine yardım maksatlı geniş çaplı bir kampanya düzenlendi. Ankara hükûmetinin Büyük Taarruz'u başlatmış olduğu günlerde Türkiye halkı Kırım ve İdil-Ural bölgesindeki aç kardeşlerine mütevâzi, ancak çok mânâlı yardım gönderdi.

XV. ve XVI. Yüzyıllarda Karadeniz'in Kuzeyinde Doğu Mallarına Dair

Belleten · 2011, Cilt 75, Sayı 274 · Sayfa: 719-744 · DOI: 10.37879/belleten.2011.719
Tam Metin
XVI. yüzyılda Akdeniz ticareti yeni keşiflerden ötürü zayıfladı. Özellikle yüzyılın ortalarında Avrupalı tüccarlar eski yollara nazaran yeni yolları kullanınayı tercih ettiler. Bundan ötürü Akdeniz devletleri, bu arada doğu bölgeleri, tedricen ticari etki ve güçlerini kaybettiler. Fakat bunun aksine kuzey ülkeleri, özellikle de Rusya, zaman içinde Doğuyla olan ticaretini artırdı. Pek çok doğu malı kervan ve deniz yollarıyla kuzey ülkelerine taşındı. Doğu kentleri pek çok malda tekel güçtü. Bundan ötürü kuzey bölgeleri doğuya mahkum durumdaydılar. Fakat zaman içinde bazı kuzey ülkeleri bu ticaretten önemli gelirler elde etmeye başladılar. Özellikle de Rusya bunda çok başarılıydı. Rusya, İngiltere ve diğer ülkelere doğu mallarını XVI. yüzyılın ortalarında satmaya başlamıştı. Rus tüccarlar ve doğal olarak da Moskova Büyük Knezliği bu ticaretten ötürü ekonomik durumlarını güçlendirdiler· Yine de bu kazanç Doğu'nun kazancından daha yüksek değildi. Bundan daha önemlisi bu ilişkiler, Akdeniz'deki ticaretin yeni durumu nedeniyle doğu kentleri için adeta taze kandı.

Trabzon’un Rus Donanmasınca Bombardımanı ve Bombardımanın Trabzon’a Etkileri (1914-1916)

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2011, Cilt XXVII, Sayı 81 · Sayfa: 545-576
Tam Metin
I. Dünya Savaşı sırasında, Trabzon'un stratejik bir konumda bulunması ve Rusların buradaki geçiş bölgelerini elde tutmak istemesi, Trabzon'u hedef haline getirmişti. Aynı zamanda bu bölge, Doğu Anadolu'nun kontrolü için büyük önem taşımıştı. Rus donanması bu nedenlerden ötürü bölge üzerinde yoğunlaşmaya karar verdi ve Trabzon'u yoğun şekilde vurdu. Civar bölgelere de büyük hasar veren bu olaylar, Rus kara ordusunun ilerlemesini sağladı. Eğer Rus donanması bombardımanda başarılı olamasaydı, Rus kara orduları o an bulundukları konumda olamayacaktı. Bombardımanın yıkıp geçtiği Trabzon, ekonomik ve sosyal açıdan geriledi. Burada yaşanan olaylar, Trabzon'un güncel yaşamında da kötü sonuçlar doğurdu. Halk, Trabzon'u terk ederek daha güvenli yerlere göç etmek zorunda kaldı.

Rus-Türk İlişkileri Perspektifinden Rusya’nın Doğu Anadolu Politikaları

Erdem · 2007, Sayı 45-46-47 · Sayfa: 1-18
Osmanlı ile Rusya arasında fiili olarak 1700 yılından itibaren başlayan gerginlik ve savaş dönemi genel bir bakış açısı ile dünyanın en uzun savaş dönemlerinden birisi olduğunu söylemek mümkündür. Bu savaş döneminde taraflar dönemin askeri-politik kuralları gereğince birbirlerine karşı çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir. Bunlar genellikle karşı tarafın askeri ve ekonomik yönlerini mahvetmeye yönelik fiziki saldırılar idi. Ancak xıx. yüzyılda politik anlayış çok daha ince bazı kurgular geliştirdi ve politikanın bir devamı olan askeri stratejiler de bundan etkilendi. Özellikle etnik yapılar üzerinden rakip devletin gücünü kırmaya, iç huzursuzluk çıkarmaya yönelik bu girişimler çok uluslu devletler için çok daha sıkıntılı bir süreç yarattı. Devletler bu politika sayesinde savaş yolu ile elde edecekleri bir bölgeyi isyan ettirme veya hâkimlerine sırt çevirme yolu ile ele geçirmek veya topraklarını rakip devletten ayırma sayesinde çok daha az maliyetli bir şekilde amaçlarına ulaşmaya başladılar. Rusya' da da bu politik anlayış xıx. yüzyılın hemen başlarında kendisini göstermiştir. Rusya bir yandan Balkanlarda Bulgarları, Sırpları, Hırvatları, Yunanları panslavist ideoloji yolu ile Osmanlı devletinden koparmayı hedeflerken Güney bölgelerindeki Ermenileri dini aynılık, Kürtleri de milliyetçi ideolojinin aşılanması yolu ile Osmanlı ülkesinde karışıklık çıkarmalarını ve hatta olabiliyor ise ayrılmalarını amaçlayan politikalar üretmişlerdir. Bunu yaparken Ruslar son derece dinamik bir bilim camiasına sahip olmalarının avantajını sonuna kadar kullandılar. Dünyaca isim yapmış bilim adamları bu politikalar merkezinde neşr yaparlarken bilimi manipüle etmekten de geri durmamışlardır. Onların çalışmaları da Osmanlı ülkesinde önemli politik hadiselerin yaşanmasına neden olmuştur. Böylelikle şunu diyebiliriz ki Moskova ve Petersburg'da ve diğer önemli kentlerde üniversitelerde üretilen teoriler, ajanlar ve konsoloslar sayesinde Osmanlı toprakları içinde pratiğe geçirilmiştir. Makalemizde Rusya'nın Ermeni ve Kürtlere yönelik politikalarını irdeleyerek özellikle xıx. yüzyılda tarihçilik yolu ile ortaya çıkarılan toplumsal ayrılık ve aykırılıkları inceleyerek üzerinde çokça söz söylenen önemli bir konuyu aydınlığa kavuşturmaya gayret edeceğiz.

Zülfikâr Paşa'nın Mükâleme Takrîrine Göre Osmanlı Elçilik Heyetinin Komorn ve Pottendorf'ta Hapsedilmesi ve İstanbul'a Dönme Çabaları

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 258 · Sayfa: 589-618
Tam Metin
II. Viyana muhasarasının (1683) Osmanlı Devleti açısından başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, daha kuşatma öncesi birbirleriyle ittifaka girmiş olan Avusturya ve Lehistan devletlerinin yanına 1684'de Venedik de katılmış, daha sonra Rusya da bu gruba dahil olmuştur. Dolayısıyla Osmanlı Devleti Macaristan'da Habsburglara, Ukrayna'da Polonya'ya, Dalmaçya'da Arnavutlara, Mora'da ve Ege'de Venedik'e ve 1695'ten itibaren de Rusya'ya karşı savaşmak zorunda kalmıştır. Bu cepheler içinde devleti en fazla zarara uğratan Avusturya savaşı idi.

A.N. GARKAVETS, G. SAPARGALIYEV, TÖRE BİTİĞİ. Kıpçaksko-Polskaya Versiya Armyanskogo Sudebnika i Armyano-Kıpçakskiy Protsessualnıy Kodeks. Lvov, Kamenets-Podolskiy, 1519-1594. Almatı, "Deşt-i Kıpçak", "Baur", 2003, 792 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2006, Cilt 70, Sayı 258 · Sayfa: 791-796
Rusya'da "Polovtsı", Orta Avrupa'da "Kumanlar" ve Doğuda "Kıpçaklar" olarak bilinen Türk boyunun adı, bin iki yüz seneden fazla bir zaman önce çeşitli dillerde yazılan eserlerde geçmeye başlamıştır. İslam tarihçileri ve coğrafyacıları ile Rus vakanüvisleri bu Kıpçak-Kumanları, Kara Deniz'in kuzeyindeki Bozkıra Deşt-i Kıpçak=Kıpçak Bozkırı adını veren çok kalabalık ve güçlü bir kavim olarak kaydetmişlerdir. X. yüzyılın ortalarında İrtiş boylarında yaşayan bazı Kıpçak boyları, diğer Türk boylarının tarihinde olduğu gibi, Doğuda meydana gelen bazı siyasi oluşumların etkisi ile Batı istikametinde yer değiştirmek zorunda kalmışlardır.

Bosna-Hersek Ayaklanması (1875)'nda Panslavizmin Etkisi ve Sırbistan ve Karadağ'ın Rolü

Belleten · 2005, Cilt 69, Sayı 256 · Sayfa: 913-936 · DOI: 10.37879/belleten.2005.913
Tam Metin
Panslavizm, 19. Yüzyılın başlarında Rusya dışındaki Slavlar arasında edebi-kültürel bir hareket olarak ortaya çıkmış, aynı kökten gelen Slav halkların kültürel ve siyasal birliğini ifade etmiştir. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren giderek siyasi bir içerik kazanan Panslavizm, 1870'lerde Avrupa kamuoyunda "bütün Slavların Rusya'nın öncülüğünde birleşmesi" olarak algılanmıştır. Panslavizm terimini ilk olarak 1826 yılında Slovak yazar J. Herkel kullanmıştır. Herkel, Panslavizmi edebi-ilmi mânâda bütün Slav kavimlerinin kültür sahasında karşılıklı etkileşimi olarak tanımlarken, siyasi alanda ise bütün Slav kavimlerinin büyük bir devlet halinde birleşmeleri olarak ifade etmiştir.

Brest-Li̇tovsk Barış Konferansında Sovyet Rusya'nın Ermeni̇ Poli̇ti̇kası

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2002, Cilt XVIII, Sayı 54 · Sayfa: 829-848
1917 Bolşevik İhtilâli, I. Dünya Savaşı'nın gidişatına tesir etmiş olup, Türkiye'nin Doğu Cephesi'ndeki olumsuz durumuna son vermişti. Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti arasında yapılan Brest-Litovsk Antlaşması ile I. Dünya Savaşı'nın ilk barışı akdedilmiştir. Fakat, bu durum bir şekilde sona ererken, antlaşmanın imzalanması ancak 3 Mart 1918'de mümkün olabilmiştir. Bu süreçte, Rus delegeleri sürekli olarak bir taraftan Bolşeviklik propagandası yaparken. Diğer taraftan da Ermeniler'i silâhlandırarak, Doğu Anadolu ve Kafkasya'da Türk-İslâm ahaliye mezalim uygulatmışlar. Amaçları, Elviye-i Selase'yi Türkiye'ye bırakmayacak Büyük Ermenistan Devleti'nİn teşkilini sağlamaktır. Ancak, Türkiye'nin lüzûmlu politik ve askeri teşebbüsleri temini ile amaçlarına nail olamamışlardır.

Küçük Kaynarca Antlaşması’nda ‘Dosografa’ Kilisesi

Belleten · 2000, Cilt 64, Sayı 239 · Sayfa: 213-222
Tam Metin
Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya tarafından feci bir yenilgi almasına sebep olan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'yla Ruslar İstanbul'da Galata semtinde bir kilise inşa etme hakkını elde ettiler. Ayrıca antlaşma, kilisenin Bab-ı Âlî'de temsilciliğini yapabilecek Rus elçinin himayesi altında olmasını da belirledi. Bu kilise ve Rusya'nın onu himaye etme ve temsilciliğini yapma hakkı, Rus hükümetlerinin sonraki yıllarda Rum Ortodoks kilisesini, hatta Sultan'ın hakimiyeti altındaki Rum Ortodoks halkını himaye etme hakkını dayandırdığı iddianın temelini oluşturdu. İddialar abartıldı, fakat İstanbul'daki kilise antlaşmanın 14. maddesinde yazıldığı gibi 'Rum âyin şeklini' kullanmaktaydı, bu yüzden bağlantı mantıkî gözükmekteydi. Ancak, antlaşmanın Türkçe metni, Cevdet Paşa tarihinde yeniden aktardığı gibi, 'Rum âyin şeklini' kullanan bir kiliseden bahsetmemektedir. Bunun yerine, 14. madde bu kiliseye Dusugrafa veya Dosografa Kilisesi denildiğini belirler.

Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Hindistan Üçgeninde İngiltere'nin Boğazlar Politikası

Belleten · 1999, Cilt 63, Sayı 237 · Sayfa: 559-596
Tam Metin
Ülkelerin çıkarları ve bu çıkarlarıyla ilgili hedefleri, onların diğer ülkelerle ilişkilerinde, özel birtakım politikaların geliştirilmesini gerekli kılar. Politikalar, bir ülkenin ulusal çıkarlarına ve içinde bulunduğu uluslararası ortama göre oluşturulur ve bu çerçevede yürütülür. Öyle ki, her politikanın bir doğuş sebebi, bir yaşam süresi, bir de sonu olduğu söylenebilir. Tarihçinin başlıca görevlerinden birisi de, belirli bir politikanın neden ve niçin doğduğunu tesbit etmek ve bu politika terk edilinceye, ya da başka bir politikaya dönüşünceye kadar gelişmesini takip etmektir. Bu görüşten hareketle, çalışmamızda belirlenen temel hedef, İngiltere'nin Türk Boğazlarına yönelik politikalarının, doğuşundan son bulduğu noktaya kadar geçen süredeki gelişmesini, -ki bu bütün bir ondokuzuncu yüzyılı ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğini kapsamaktadır- belirli etkenler ve değişkenler çerçevesinde incelemektir.