10 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Araştırma Merkezi
  • foreign policy
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

1947 Türkiye-Ürdün Dostluk Antlaşması ve Türkiye-Suriye İlişkilerine Etkileri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2022, Cilt XXXVIII, Sayı 106 · Sayfa: 699-730 · DOI: 10.33419/aamd.1195924
Tam Metin
Türkiye ve Ürdün arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla Kral Abdullah 1947 yılında Türkiye’ye gelerek Ankara ve İstanbul’u ziyaret etmiş, ziyaret sürecinde iki ülke arasında Ankara’da dostluk antlaşması imzalanmıştır. Hem Kral Abdullah hem de İsmet İnönü tarafından antlaşmanın büyük Suriye oluşumuyla ilgili olmadığı belirtilmiş ve Suriye’nin bu antlaşmaya dair olumsuz düşüncelerinin yok edilmesi adına, Birleşmiş Milletler (BM) vurgusu yapılarak antlaşmanın amacının bölge huzurunu sağlamak olduğundan bahsedilmiştir. Ancak antlaşmanın ardından, konunun basında yer almasıyla Suriye’deki Arap milliyetçileri, antlaşma üzerinden dış politikada Türkiye’ye olumsuz bir üslup kullanmaya başlamıştır. Aynı zamanda 1947 Türkiye-Ürdün Dostluk Antlaşması ve Kral Abdullah’ın antlaşma hakkındaki söylemleri Arap milliyetçilerinin ülkedeki özellikle Türk azınlıklarına karşı sert tutumunu arttırmıştır. Böyle bir kargaşa ortamında bulunmak istemeyen yatırımcı Ermenilerin, Sovyet Rusya yerine daha demokratik olan Türkiye’ye gitmeyi tercih etmeleri, ekonomisi iyice daralmış olan Suriye’yi çok rahatsız etmiştir. Bu nedenle Suriye bu kargaşa ortamının dışarıya aksettirilmesini önlemek için Lazkiye (özellikle, Bayır, Bucak ve Hazine nahiyelerindeki), Fırat ve Cezire’ye yabancıların girmesini yasaklamıştır. 1947’nin sonlarına gelindiğinde bu dostluk antlaşması sonrasında Sovyet Rusya’nın maddi desteğiyle Ermeni ve Kürt grupları Suriye’nin kuzeyinde ilk kez milis güç olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum zaman içerisinde Türkiye’nin güney sınırını hareketlendirmiştir. Çalışmada 1947 Türkiye-Ürdün Dostluk Antlaşması’nın imzalanması sonrasında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yaşanan krizin temellerinin ne zaman ve nasıl atıldığı tespit edilmiştir.

Hamdullah Suphi̇’ni̇n Romanya Büyükelçi̇li̇ği̇ Ve Gagauz Türkleri̇

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2002, Cilt XVIII, Sayı 54 · Sayfa: 815-828
Atatürk kurmuş olduğu Yeni Türkiye devletini, ulusal kimlik üzerine oturtmuştur. Millî sınırlar dışında kalan Türkler için de uluslar arası hukuka ve antlaşmalara bağlı kalarak kültür birliğini sürdürmeye çalışmıştır. Bu çerçeveye uygun olarak, dönemin önemli devlet ve fikir adamlarından biri olan Hamdullah Suphi Tanrıöver de, 1931 yılında Romanya'da Bükreş Büyükelçiliği'ne atanmıştır. Tanrıöver, geniş tarih bilgisi, kültürü, güzel konuşma yeteneği ile Rumen siyasi çevrelerin de güven ve sempati toplamıştır. Kazanmış olduğu bu nüfuzla Atatürk devrimine uygun olarak, bölgedeki Türklerin Türkiye ile kültürel bağlarının devamını sağlamak amacıyla çok önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Özellikle Gagauz Türkleriyle yakinen ilgilenerek, bunlar için Türkçe eğitim veren okullar açmıştır. Türkiye'den getirttiği kitapları bu okullarda okutarak Türklük bilincinin yükselmesini sağlamıştır.

Yurtta Barış Cihanda Barış

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 9-26
Sonuna yaklaşmakta olduğumuz XX. yüzyıl içinde iki dünya savaşının acısını yaşayan ve bugün çok daha büyük yıkıma yol açabilecek nükleer savaş tehlikesiyle her an karşı karşıya bulunan insanlık, barışın erdemine artan bir inanç duymaktadır. Uluslararası alanda, barışın önemini vurgulayan çabalar yoğunlaşmaktadır. Kitle haberleşme ağının yaygınlaşması ve toplumlararası ilişkiler çerçevesinin geniş boyutlara ulaşmasıyla, bugün dünyamız, insanlığın ortak değerlerinin barış içinde korunması gereğini daha iyi kavramaktadır. Hızlı nüfus hareketleri ve teknolojik gelişmelerle giderek küçülen dünyamızda, barış fikri yücelerek yaygınlaşmaktadır. "Yurtta barış, cihanda barış" ilkesi işte bu olguyu dile getirmektedir. Üstelik, dünyada barışın önemini belirtmenin ötesinde, bu hedefe varmanın yolunu da göstermektedir: Dünyada barış için, önce her ülkenin kendi içinde barış kurulmalıdır, Böylece, refah ve huzur, yani barış ortamında yaşayan milletlerden oluşan uluslararası toplum da barış ve sükûn içinde olacaktır. Ferdî sorumluluğa dayalı bir toplum düzeni anlayışını dile getirmektedir. İyi bir bütün, ancak teker teker iyi durumdaki parçalardan oluşabilecektir."Yurtta barış, cihanda barış" ilkesinin anlamı, bir başka ifadeyle şudur: "Dışarıdaki güvensizlik, içeride güvensizliği, içteki güvensizlik de dıştaki güvensizliği besler".

Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey'in İstifası Meselesi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 95-108
Ankara'da toplanan B.M.M. millî çıkarlarından ödün vermeyen, tam bağımsızlığı yaralamayan, millî hak ve çıkarlara dayalı, milletlerin eşitlik ilkesine saygılı bir dış politikayı benimsemiş ve uygulamıştır. Bu dış politika; sınırları belli olmayan bir ülkede, iki ayrı hükümetin varlıklarını sürdürüp otoritelerini kurmaya çalıştıkları çok cepheli bir harbin hâkim olduğu bir ortamda, tarihsel olayların hızlı ve yoğun akışı içerisinde sürdürülmüştür. Çok yönlü iç ve dış gelişmelerin söz konusu olduğu dönemde bu tür bir dış politikayı tutarlı bir şekilde sonuca ulaşana değin uygulamanın güçlüğü herhalde kolayca anlaşılır. Millî dış politikanın temelleri şüphesiz Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçişiyle atılmaya başlanmış, kongrelerde geliştirilmiş, B.M.M.'de de en belirgin bir şekle konulmuştur. Mustafa Kemal'in ifadesiyle, Türk milletinin takip etmesi gereken millî politikanın hedefleri Misak-ı Millî adı verilen belgede saptanmıştır . Hemen şunu ifade etmek gereklidir ki, bu belge, Millî Mücadele'de birleştirici bir unsur olmanın yanında, gerçekleştirme konusundaki yaklaşımların farklılığı, birbirinden ayrı görüşlerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Atatürk ve Dış Politika

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt VIII, Sayı 24 · Sayfa: 439-442
Atatürk, bir çok konularda olduğu gibi, izlemiş olduğu dış politikada da örnek bir davranış biçimi göstermiştir. Millî Mücadele sırasında savaşı diplomasi ile birlikte yürüterek ülkeye ve halka en az zarar vererek hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Millî Mücadeleyi izleyen yıllarda ise içeride ve dışarıda izlediği akılcı politikasıyla, ülkede ve dünyada barışın kurulmasına ve sürdürülmesine özel bir özen göstermiş ve bu yolda büyük başarılar elde etmiştir. Millî Mücadele dönemi, doğası gereği, barış dönemine göre kimi özellikler göstermekteydi. Burada amaç, yeni ulusal sınırların tespiti, bu sınırlar içinde "tam bağımsız" bir devletin kurulması ve yeni dünyaya kabul ettirilmesiydi. Bu yapılırken, Mustafa Kemal'in özenle üzerinde durduğu husus, ulaşılmak istenen bu hedeflere en az zararla varılabilmesini sağlamaktı. Millî Mücadele sonrası dönemin dış politikadaki ana teması İse barışın korunmasıydı. İç barışı sağlayacak önlemlere ancak dış barışın sürdürülmesiyle ulaşılabilecekti. Bu hususu böylece belirttikten sonra, Mustafa Kemal Atatürk'ün Millî Mücadele sırasında ve ondan sonraki dönemde izlediği dış politikanın amaç ve ilkeleri üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durmaya çalışalım.

9 Eylül 1922-24 Temmuz 1923 Tarihleri Arasında Türkiye'nin Uluslararası Alanda Hukuksal Yönden Kabulü ve İzlenen Dış Politikanın Genel Özellikleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1991, Cilt VIII, Sayı 22 · Sayfa: 105-116
9 Eylül 1922 ve 24 Temmuz 1923 tarihleri, yakın dönem Türkiye Tarihi açısından, büyük bir Önem taşır. Bu tarihlerin birincisi, yok olmanın eşiğine gelmiş olan Türk milletinin ve batılı devletlerce parçalanıp yutulmak istenen Türkiye'nin, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlattığı özgürlük ve bağımsızlık savaşı sonunda, fiilen kurtulduğu tarihtir, ikinci tarih ise, bilek gücüyle, fiilen kazanılan bu zaferin sonunda Türkiye'nin; Lozan'da imzalanan uluslararası bir antlaşma ile, hukukî alanda meşrû varlığını, dünya devletlerine tanıttığı tarihtir. Bir anlamda bu bir yıllık dönem, Türkiye'nin hukukî varlığının tescîl ettirilme uğraşılarının verildiği dönemdir, denilebilir. Bu dönem üzerinde durarak, barışa ulaşma ve Türk milletini bağımsızlığa kavuşturma çabalarını ele alan, hayli çalışma yapılmıştır . Türkiye'nin uluslararası alanda kabulüne kadar geçen süre içinde, Türk tarafının izlediği dış politikanın genel olarak özellikleri nelerdir? Daha başka bir deyişle; barışa giden önemli siyasal evrelerde, Türkiye'nin beklentileri, tutumu ve elde edilen sonuçlar yönünden; yaklaşık bir yıllık bu dönem nasıl değerlendirilebilir?

Foreign Policy of Atatürk

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1989, Cilt VI, Sayı 16 · Sayfa: 39-46
Turkish foreign policy during 1920-1938 was initiated, formulated, and directed by Atatürk. The period between 1920-1938 is the first three years of the Turkish Grand National Assembly and the first fifteen years of the Turkish Republic. So Turkish foreign policy of this period may be named the Foreign Policy of Atatürk. The great achievement of Atatürk was his ability to organize the in-tense nationalism of the twenties so that it became productive patriotism. His luck was the misjudgment, by the Allies of him and of forces, he put into action.

Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1987, Cilt III, Sayı 9 · Sayfa: 487-496
Atatürk'ün dış politika ilkeleri, onun dünya görüşü ile tam bir uyumluluk gösterir. Bu dünya görüşünü şu üç noktada toplamak mümkündür: 1. Tam bağımsızlık, 2. Millet egemenliği, 3. Kökten çağdaşlaşma.

Jeopolitik Tehditler Karşısında: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1986, Cilt II, Sayı 6 · Sayfa: 743-756
Türkiye'nin jeopolitik, durumuna bakıldığında; kara alanı bakımından Avrupa-Asya-Afrika kıtaları arasında olup bu kıtalarla bir çok noktalardan bağlantısı bulunmaktadır. Hava alanı bakımından da, yine bu üç kıta arasında, bir kavşak noktası halindedir. Deniz yönünden ise daha da büyük önem taşımaktadır. Türk boğazları, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlamaktadır; bu nedenle Karadeniz'e kıyısı bulunan devletler için Türkiye'nin çok büyük bir değeri vardır. Hele bir süper devlet durumunda bulunan Sovyetler için bu durum son derece önemlidir.

Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bir Bakış

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1985, Cilt I, Sayı 2 · Sayfa: 451-474
1919'da Atatürk, Türk Kurtuluş Savaşı'm oluşturmaya başlarken, dünya Birinci Cihan Savaşı ertesi döneme girmekteydi. Bu yeni dönemde uluslararası ilişkilerde, Avrupa'nın rolü azalmakla birlikte, yine de ağırlık merkezini oluşturmaktaydı. Dünya Savaşı, özellikle Avrupa'da büyük yıkıma yol açmıştı. Savaşı galip bitiren tarafın başında yer alan İngiltere ve Fransa da büyük problemlerle karşı karşıyaydı, özellikle Fransa, Savaş'ta uğradığı büyük zararlardan hızla kurtulmak zorundaydı. Yenik devletler, özellikle de Almanya daha da büyük sıkıntılar İçindeydi. Öte yandan, Savaş'ın son yılına kadar Antant tarafında yer almış olan Rusya'da da Sovyet îhtilâli'nin getirdiği sosyal çalkantılar ve iç savaşın acılı günleri yaşanmaktaydı.