18 sonuç bulundu
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- kültür 10
- Kültür 8
- Culture 7
- culture 6
- El Sanatları 2
- Hakkâri 2
- Türk 2
- acculturation 1
- Adorno 1
- Ahilik 1
Tarihî ve Kültürel Mirasın Korunmasında Millî Saraylar Yaklaşımı
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 201-230 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.201
Özet
Tam Metin
Türkiye’nin tarihî ve kültürel mirasının özgün örneklerinden ve medeniyet tarihimizin anıtsal yapılarından olan Osmanlı sarayları; temsili, simgesel ve sanatsal değeri yüksek yapıtlardır. Günümüze büyük oranda muhafaza edilmiş halde ulaşan Osmanlı sarayları, yapıları, bahçeleri ve barındırdıkları koleksiyonları ile temsil ettikleri medeniyetin mimarî ve estetik anlayışını yansıtan son derece önemli eserlerdir. Zira tarihî ve kültürel miras sadece yapıları veya eşyaları değil, o eserlerin yaşattığı kültürel ve tarihî birikimin izdüşümlerini de kapsamaktadır. Bu nedenle tarihî mirasımızı oluşturan eserlerin korunması, yaşatılması ve bunun sürdürülebilir kılınması, toplumsal kimliğin korunmasına eşsiz bir katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda, ülkemizdeki tarihî mirasın saraylar bölümünden sorumlu bir kurum olan Millî Sarayların, emanetçisi olduğu bu eserlerin muhafazası ve yaşatılması kapsamında yürüttüğü restorasyon ve konservasyon uygulamaları dikkate değer bir araştırma alanı olarak öne çıkmaktadır. Başkanlık, bünyesinde bulunan tüm taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının muhafazası, bakımı ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için önemli çalışmalar yürütmektedir. Bu nadide yapılar her ne kadar günümüze büyük ölçüde ulaşabilmiş olsa da inşa edildikleri tarihten günümüze kadar geçen süreç içerisinde zaman ve çevresel faktörler başta olmak üzere çeşitli sebeplerden kaynaklı hasarlar ve bozulmalar meydana gelmiştir. Restorasyon süreçlerinin ilk aşamasında bu hasar ve bozulmalara neden olan etkenler, alanlarında uzman restoratörler tarafından değerlendirilmekte, ardından restorasyon öncesinde yapılması gereken çalışmalar başlatılmaktadır. Tüm bu çalışmalar ehemmiyeti sebebiyle titizlikle yürütülmektedir. Milli Sarayların yürüttüğü restorasyon ve konservasyon çalışmalarının bilimsel açıdan değerlendirilmesi ve düzenlenmesi, her biri alanında uzman bilim insanlarından oluşan Millî Saraylar Bilim ve Değerlendirme Kurulu tarafından yerine getirilmektedir. Karar aşamasında uzmanlık gerektiren spesifik konularda Millî Saraylar Danışmanlık Komitesi üyelerinin görüşlerine de başvurulmaktadır. Millî Saraylar restorasyon uygulamalarında, yapının hâlihazırdaki durumu izin verdiği ölçüde, restorasyon sonrası kullanımı ile ilgili fonksiyon önerileri de belirlenmektedir. Bu aşamada ana prensip, yapının tarihî kimliğinin ve belge değerinin mümkün olabildiğince korunabilmesidir. Millî Saraylar, emanetçisi olduğu kültürel miras niteliğindeki saray, kasır ve köşk gibi yapılara dair müdahale biçimlerini ve bunların uygulanma prensiplerini uluslararası çağdaş koruma yöntemlerini kullanarak belirlemekte ve çalışmalarını sürdürülebilirlik ilkesine dayanarak yürütmektedir. Bu çalışmada, yüz yıllık bir geçmişe sahip olan Millî Saraylar Başkanlığının restorasyon alanındaki deneyimi, güncel kapasitesi ve uygulamalarının muhtelif örnekler üzerinden somutlaştırılarak irdelenmesi hedeflenmektedir.
ANADOLU KEÇEÇİLİĞİNDE USTALAR VE ATÖLYELERİ
Arış · 2022, Sayı 20-21 · Sayfa: 97-114 · DOI: 10.32704/akmbaris.2022.165
Özet
Tam Metin
İnsanoğlu tarihsel sürecin başlangıcından itibaren hayatta kalabilmek için gerekli ihtiyaçlarını karşılamada önceleri kendisi daha sonra çevresindeki bireyler ve toplumsal yaşamın gelişmesiyle ehil kişilerin üretimlerinden yararlanmıştır. İhtiyaçların çeşitlenmesiyle birlikte toplumda görev paylaşımı birçok alanda uzmanlaşmaya gidilmesini gerektirmiştir. Böylece birçok ihtiyacı karşılamaya dayalı meslekler oluşmuş ve ürünler usta kişiler marifetiyle uygun mekanlarda yapılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Türkler de küçük topluluklar halinde yaşadıkları dönemde kendi ihtiyaçlarını karşılamak için keçe ürünler yaparken, toplumsal yaşam ve iktisadi hayatın gelişmesiyle keçe, ekonomik bir değere dönüşmüş ve üretenlerin geçimlerini sağlayan bir meslek dalı haline gelmiştir. Bu gelişmeye bağlı olarak her meslek gibi keçecilik de kendi ihtiyaçlarını karşılayan atölyelerini (işlik) oluşturmuştur. Keçe, koyun ve kuzu yününün nemli bir ortamda sıcak su ve sabun yardımıyla sıkıştırılarak yapılan atkısız ve çözgüsüz tekstil ürünü olup yapımı el becerisine dayanan rutin tekrarlarla gerçekleştirilir. Zaman içerisinde atölyeler kasaba ve kentlerin ticari merkezlerinde toplu halde çarşı içlerinde bir sokakta veya bir bedesten içinde faaliyet göstermiştir. Atölyeler, kültürel zenginliklerin üretilerek yaşatıldığı ve sonraki kuşaklara aktarılarak sürdürülmesine aracılık eden geleneksel birikim mekânları olmuştur.
Türkler kültürel birikimlerini Orta Asya’dan göç yoluyla Anadolu’ya taşımışlar ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için geleneksel üretimlerini burada da sürdürmüşlerdir. Kendi alanlarında yetkinleşen ustalar kent ve kasaba merkezlerinde açtıkları atölyelerde mesleklerini icra etmişlerdir. Keçe atölyeleri, Anadolu Selçuklu döneminden itibaren teşkilatlanan ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de devam eden süreçte Ahilik kurumunun çatısı altında yapılaşmıştır. Geleneksel öğreti yöntemine göre yamaklık, çıraklık, kalfalık ve ustalık şeklinde yetiştirme evreleri oluşturulmuştur. Bu sistemde öğrenilen geleneksel bilgi ve becerileri el emeğine dayalı küçük ölçekli ve sipariş üzerine sınırlı üretimlerin gerçekleştirildiği atölye ortamında sürdürülmüştür. Günümüzde Anadolu’da az sayıda da olsa keçe atölyeleri ustalarının çabalarıyla faaliyetlerine devam etmektedir. Atölyeler, aynı zamanda sergileme, pazarlama ve depolama gibi birçok işlevi yerine getiren mekânlardır. Çalışmada, Anadolu coğrafyasında az sayıda da olsa üretimlerini sürdüren geleneksel keçe ustaları ve atölyeleri hakkında tespit ve değerlendirmeler yapılacaktır.
TATAR LİNGVO KÜLTÜRÜNDE HALI ve KİLİM
Arış · 2022, Sayı 20-21 · Sayfa: 74-92 · DOI: 10.32704/akmbaris.2022.163
Özet
Tam Metin
Türk halklarının kültüründe halının çok önemli rol oynadığı malumdur. Halının ve halıcılı- ğın tarihi, gelişimi, gelenekleri, halıların türleri vs. üzerine yapılmış pek çok araştırma da bunu göstermektedir. Tatar halkının bu geleneğine bakıldığında ise durumun farklı olduğu görülmekte- dir. Halıcılığın Tatar halkında gelişimine dair bilgilere sadece tarih, etnografi, ağız araştırmaları vb. konulara yazılmış hizmetlerde rastlanabilir. Özellikle yapılan araştırmalar bulunmadı. Halının bilimsel araştırma konusu olmamasının objektif nedenleri, Tatar halkında bu geleneğin Anadolu, Azerbaycan, Türkmenistan, Dağıstan’da ve başka Türk bölgelerinde olduğu gibi sanat yüksekliği- ne ermemesinde olabilir. Tatar halkında eskide halıcılık olduğu malumdur. Sonraki devirlerde bu gelenek büyük bir tranformasyon geçirmiş, tekniği, malzemeleri, aletleri v.s. değişmiş, daha çok gündelik kullanım için basit eşya üretme işine dönüşmüş, ama önemini hiçbir zaman yetirmemiştir. Halı hayatın önemli unsuru olmuş ve doğal olarak onunla ilgili bilgi dilde yansımıştır. Dilin söz varlığını, frazeoloji, deyim ve atasözleri, halk edebiyatının türlü janrlarını inceleme halının hayatta oynadığı rolü anlamak için bol bilgi veriyor. Tatar yazı dilinde ve ağızlarda ‘halı’, ‘kilim’, ‘yaygı’ kavramlarını adlandırmak için birçok sözcük kullanılmaktadır. Yaptığımız araştırmadan anlaşıldığı üzere, onların semantikleri bazen yakın ya da eşit olabilir, ama lingvo kültür açısından farklılık gösterir. Örneğin, келәм ‘halı’ kelimesinin somut anlamlarının dışında dilde ‘düz yüzey’, ‘temiz yüzey’, ‘yumuşak yüzey’, ‘bir şeyin kalın katmanı’ vb. anlamları oluşmuştur. Zaten halı Tatar kültüründe türlü dönemlerde iktidar, yüksek sosyal statü, zenginlik, ev, rahatlık ve başka birçok kavramın sim- gesi olmuştur. ‘Halı’ anlamında bazen kullanılan палас sözcüğünde bu anlamlar yok. Tatar dilinin bu alanına ve başka el sanatlarına ait söz varlığını toplama, sistemleştirme, lingvo kültür açısından inceleme ve değerlendirme işlerine devam edilmelidir.
Bir Dil Üç Alfabe: 20. Yüzyılın Başından Günümüze Uygur Türklerinin Kullandığı Alfabeler
Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2021, Sayı 51 · Sayfa: 11-34 · DOI: 10.24155/tdk.2021.155
Özet
20. yüzyılda Türkistan coğrafyasında alfabe; siyasal otorite tarafından yön verilmiş, modernleşme ve ilerleme söylemleriyle sunulmuş, değiştirilmiş ancak kültürel asimilasyon sisteminin önemli bir aracı olarak kullanılmış bir olgudur. Batı Türkistan'da varlığını sürdüren ve hatırı sayılır nüfusa sahip olan Uygur Türkleri, SSCB'nin istila ettiği Türk halklarına uyguladığı alfabe politikası ve sonuçları bağlamında, genel olarak diğer Türk kökenli soydaşlarıyla aynı kaderi paylaşmışlardır. Doğu Türkistan'daki Uygur Türkleri ise bağlı bulunduğu ülke olan Çin'in siyasi ve sosyal koşulları çerçevesinde alfabe kullanmıştır. 20. yüzyılda Uygur Türkleri Uygur-Arap, Uygur-Kiril ve Uygur- Latin alfabesi kullanmıştır. Uygur Türklerinin Çağdaş Uygur Türkçesi için, aynı zaman diliminde farklı alfabeler kullanmasında ve sıklıkla alfabe değiştirmesinde, Uygur Türklerini idare eden devletlerin izlediği politikalar etkili olmuştur. Günümüzde Doğu Türkistan'daki Uygur Türkleri Uygur-Arap alfabesinin yanı sıra gayriresmî olarak Uygur- Latin alfabesini de kullanmaktadır. Batı Türkistan'daki Uygur Türkleri, Uygur-Kiril alfabesi ile beraber gayriresmî olarak Uygur-Arap alfabesi kullanmaktadır. Türkiye başta olmak üzere Müslüman coğrafyasında ve Batı'da yaşayan Uygur Türklerinin ise yaygın olarak Uygur-Arap alfabesi kullanırken Uygur-Latin alfabesini de kullandığı bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, 20. yüzyılın başından günümüze kadar olan süreçte Uygur Türklerinin kullandığı alfabeleri nitel araştırma yöntemiyle irdeleyerek, sıklıkla alfabe değiştir(t)menin sürecini ve nedenlerini ortaya koymaktır. Ayrıca Uygur Türklerinin günümüzde çözüm bekleyen sorunlarından biri olan alfabe meselesine dikkat çekmektir.
Kazak Kültüründe Selamlaşma
Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2021, Sayı 51 · Sayfa: 117-134 · DOI: 10.24155/tdk.2021.160
Özet
Kazaklar arasında "selam sözün atası" sözü meşhurdur. Her millet gibi Kazakların selamlaşma gelenekleri yüzyıllar içerisinde, toplumsal ve kültürel davranışlarla yoğrularak ortaya çıkmıştır. Her milletin selamlaşma tarzı, o milletin iç dünyasıyla kaynaşıp geleneksel bilinciyle örtüşerek millî değerlere saygı ve iyilikler dileme çerçevesinde kendini göstermektedir. Bunun için de her millet selamlaşma kültürüne kendince ayrı bir değer vererek, bu kültürü kendiliğinden ortaya çıkarır. Birçok kültür bilimci bireysel ve toplumsal davranış teorilerinde selamlaşma davranışlarının önemli bir kültürel olgu olduğunu ileri sürerler. Bazı araştırmacılar bu davranışların iletişimle veya eğitimle kazanıldığını savunurken bazıları da bu kültürün günlük hayatta gerçekleştirilen eylemlerle ortaya çıktığını ve kültürün bir buz dağı gibi sadece görünen tarafına değil görünmeyen alt tabakasına da bakılması gerektiğini vurgulamışlardır. Toplumları bir arada tutan değerler bütününün önemli sacayaklarından biri olan selamlaşma eylemlerinin toplumsal millî davranışlar hâline gelmesi, yüzyıllar gibi uzun bir sürecin neticesinde gerçekleşir. Kazaklarda halk arasında altmış çeşit selamlaşma türünün olduğu söylenir. Bu gelenek, eski Türklerin konargöçer hayat tarzının da bir parçasıdır. Sadece selam vermek adına düzenlenen görüşme günleri ve Kazaklar arasında köklü bir gelenek olan gelinlerin kayın yurdu ahalisini eğilerek selamlama âdeti, millî değerleri günümüze kadar yaşatarak devam ettirilen eski Türk kültürünün izleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kentin Kültürel Aktarım Mekânları Muğla Kent Merkezi Örneği
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 1-28 · DOI: 10.32704/erdem.948836
Özet
Gündelik yaşam deneyimleri her koşulda bir mekânda geçmekte; olaylara fon oluşturan mekânlar, insanlar için kimi zaman gerçekte olduğundan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Bu noktada toplum bireylerinin kent mekânlarını algılama biçimleri farklılık gösterebilir. Nitekim her bir birey mekâna kendi yaşanmışlıkları üzerinden bakmakta ve bu doğrultuda bir anlam yüklemektedir. Ne var ki, kent mekânları, bireysel deneyimlerin yanı sıra toplumsal ilişkilerin birebir yaşandığı yerler olarak da öne çıkmakta ve bu yönüyle gerek toplum hafızasının gerekse kent kimliğinin oluşmasına önemli bir katkı sunmaktadır. Bu çalışma, kültürlerin üretildiği ve aktarıldığı kent mekânlarının insanların aidiyet duygularının gelişmesinde ve sosyalleşmelerinde önemli bir etkiye sahip olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Zira kent sakinleri çeşitli mekânlarda bir araya gelmektedir ve bunu sağlayan, o mekânların işlevsel özelliklerinden çok insanlara sundukları bütünleştirici fakat bir o kadar da ayrıştırıcı sosyalliktir. Nitekim kentte bulunan her bir mekân yaşamı kolaylaştırıcı bir takım özelliklerinin yanı sıra aslında bünyesinde barındırdığı yerellik ve semboller sayesinde gerek kentlere gerekse sakinlerine bir kimlik üretmektedir. Çalışmada mekân ve insan arasındaki etkileşim Muğla kent merkezi örneği üzerinden vurgulanmıştır. Metot olarak belgelerin eksik bıraktıklarını tamamlama ya da bildirdiklerinin sağlamasını yapabilme noktasında önemli veriler sunan sözlü tarih kullanılmıştır. Bu doğrultuda gerçekleştirilen sözlü görüşmeler kentteki buluşma mekânlarının kent sakinleri tarafından nasıl algılandığı, onların hafızalarına nasıl kazındığı, toplumsal ilişkilerin gelişmesine herhangi bir katkı sunup sunmadığı gibi konularda oldukça aydınlatıcı olmuştur. Kent sakinlerinin geçmişe duydukları özlemle birlikte anlattıklarına kulak verince ilk dikkat çeken, bir zamanlar Muğla’sında insanların günümüze nispeten daha samimi ve içten bir komşuluk ilişkisi yaşadığıdır. Mahalle başta olmak üzere pazar, kahvehane, sinema ve park gibi mekânlar kültürel aktarım mekânları olarak kent tarihindeki yerini almış durumdadır. Ne var ki, zaman içinde gerek mekânlarda gerekse insan ilişkilerinde bir değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Çalışmada kentin kültür tarihi mekân-insan ilişkisi üzerinden aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Bir Kent İmgesi Olarak Bafra Nokulu
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 93-120 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.093
Özet
Tam Metin
Toplumsal bellek ürünü olan imgeler, doğal veya işlenmiş olarak bir milletin özgünlüğünü yansıtırlar. Küreselleşen dünyada daha çok anlam kazanan imgeler, günümüzde kültürel mirasın geleceğe taşınması yanında kendisinden farklı alanlarda istifade etmeyi zorunlu kılmıştır. Dünyadaki tek tipleşme, yöresel ve özgün ürünlere olan ilgiyi ve farkındalığı artırmış; bu yolla toplumsal refah, istihdam, ekonomik fayda gibi amaçlarla kültüre dayalı üretim faaliyetleri önem kazanmıştır. Yerel ve bölgesel şekilde başlayan uygulamalar öncelikle ait olduğu bölgenin imgeleri olarak değer kazanmış, bunlar bazen ülkelerin mirasları olarak UNESCO tarafından dünya kültür mirasına dâhil edilmiştir.
Samsun ilinin en büyük ilçelerinden biri olan Bafra, verimli toprakları, zengin tarımsal faaliyetleri ve canlı ticaret hayatıyla öne çıkmaktadır. Samsun’a çok yakın konumda bulunan, modern bir kent havasının hakim olduğu ilçede geçmişten günümüze zengin bir toplumsal belleğin hâkim olduğu görülür. Pidesi, nokulu, kaymaklı lokumu, dondurması, şenlikleri ve festivalleri, tarihî ve mimarî eserleri ile zengin bir kültürel mirasa sahiptir. Her biri Bafra’nın imgesi olabilecek bu ürünlerin hak ettiği değeri bulamadığı görülür.
Çalışmamızda mutfak kültürünün bir unsuru olarak yörede “şerbetsiz tatlı” olarak adlandırılan Bafra nokulu mevzu edilmiştir. Kelimenin kökeni araştırıldıktan sonra yörede geleneksel nokulu tespit edip bunu yaygınlaştıran kişilerin bilgileri doğrultusunda tarif verilmiştir. Geleneksel üründe hamurun ince açılması, margarin kullanılmaması, iç malzeme olarak ceviz ve üzüm kullanılması ve yerken ağızda dağılması gibi temel nitelikler nokulun öne çıkan özellikleridir. Nokulun Bafra kent merkezi ve köylerde eskiden beri bilindiği, yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişi olabileceği öngörülmüştür. Eskiden bayramların vazgeçilmez ürünü iken günümüzde buna ilave olarak misafir ağırlama, belirli günlerde ikram ve hediyeleşme geleneğinin bir parçası olarak Bafra’nın sosyo-kültürel hayatında önemli bir yer kazanmıştır. Yakın zamanda kaymaklı lokum ve nokul üretim tesislerinin açılması ve bu alanda kadın istihdamı ile kültür ekonomisinde kendine yer bulmuştur. Çeşitli kurumların çalışmaları ve bireysel çabalarla nokul, Bafra kent imgesi olma yolunda ilerlemektedir. Yerelde Bafra imgesi olmak, aynı zamanda Samsun imgesi olma anlamı taşır. Bu anlamda ilin çeşitli çabaları da mevcuttur.
Nokulun yaşatılması ve yöresel bağlamda yaygınlaşmasında yapılan çalışmalar etkili olmuşsa da ulusallaşma ve markalaşma sürecinde çeşitli projelere ve atılımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda ilçe içerisinde ve yörede gerçekleştirilen bazı etkinliklerde ve festivallerde nokulun tanıtımı yapılmalı, daha sonra ülke çapında yapılacak çalışmalarla bu yöresel ürüne bir kimlik ve aidiyet kazandırılmalıdır. Nokul gibi ortak bellek ürünlerinin kültür endüstrisi alanına taşınması, yöreselin tanınması ve küreselleşen dünyada özgünlükleri geleceğe taşıma bağlamında büyük bir işlevi yerine getirecektir
DOĞAL ÇEVRE BAĞLANTILI KÜLTÜRÜN HAKKÂRİ GELENEKSEL DOKUMA VE ÖRGÜLERİNE YANSIMALARI*
Arış · 2021, Sayı 19 · Sayfa: 44-67 · DOI: 10.34242/akmbaris.2021.154
Özet
Tam Metin
Doğal çevre, içinde yaşadığımız coğrafyada insan müdahalesinin olmadığı canlı ve cansız bütün varlıkları kapsar. Bu varlıklar sahip olduğu olağan üstü güzelliğiyle, ihtişamıyla, heybetiyle, gücüyle, hızıyla, çekiciliğiyle veya ürkütücülüğüyle üzerimizde farklı etkiler bırakır. Bu etkileşimi Anadolu’nun farklı yerlerinde olduğu gibi Hakkâri yöresi bilhassa dokuma ve örgü eserler üzerinde yaygın olarak görmekteyiz. Etnografik eserlerle bağlantılı Hakkâri’nin otuz iki yerleşim yerinde yapılan saha çalışması neticesinde elde edilen eserler üzerinde farklı bitki ve hayvan motifine sıkça rastlanılması ile doğal çevrenin bu yöre halkı ve sanatı üzerindeki etkisini açıkça ortaya koymaktadır. Yün çoraplar üzerinde genellikle bir hayvan veya böcek motifine yer verilirken, bazı kilimler üzerinde adeta kuşlara veya farklı hayvanlara ait bir dünyanın tasvir edildiğini görmekteyiz. Bu bağlamda, sadakati, hürmeti ve vefayı simgeleyen hüthüt kuşunu; temizliğin sembolü suna kuşunu; talih ve uğurun simgesi olan uğur böceğini; derin sevgiyi simgeleyen muhabbet kuşunu ve kutsal sayılan güvercini bunlara sadece birkaç örnek olarak gösterebiliriz.
Bu çalışmada; çeşitli hayvan, böcek ve bitki motifinin üzerinde yer aldığı Hakkâri dokuma ve örgü eserlerine yer vererek kültürel mirasımızın korunması ve tanıtılması yanında bu alanda yapılacak bilimsel çalışmalara katkı sunulması amaçlanmıştır.
Şor Türkleri Atasözlerinde Hayvan Kültü
Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 319-346 · DOI: 10.24155/tdk.2020.151
Özet
Atasözleri toplumu doğrudan etkileyen sözlü kültürün bir türü olup, ait olduğu halkın, asırlara dayanan yaşanmış olaylar sonucunda kazanmış olduğu doğru hüküm cümleleridir. Hayatın her alanına ışık tutan atasözleri halkın kültürü, iktisadi yapısı, dünya görüşü, toplumun sosyal ilişkileri ve daha birçok alana dair önemli bilgiler taşırlar. Atasözleriyle kuşaktan kuşağa aktarılan kültür kodları halk kültürünün yaşamasını temin etmektedir. Yetişkinler genç kuşakları hayata hazırlarken, onlara eğitim verirlerken atasözlerinden maksimum seviyede faydalanırlar. Bu çalışmada Şor Türklerinin yaşantısında büyük öneme sahip ve kült hâline gelmiş hayvanların varlığı incelenmiştir. Rusya Federasyonu sınırları içinde Kemerovo Bölgesinde yaşayan Şor Türkleri resmiyette Hıristiyan Ortodoks olmalarına rağmen özünde Şamanizme bağlı bir Türk boyudur. Şamanizm inancına ait birçok unsur, özellikle avcılıkta yansımasını bulmuştur. Tarih boyunca yaşamlarını avcılık, balıkçılık, bitki toplayıcılığı, tarım ve cüzi oranda madencilik-demircilikle sürdürmüş oldukları tarihi kaynaklarda yer almaktadır. Avcılık dinî bakış açısından çok önemlidir, hatta Şor Türkleri için "Avcılık din, din de avcılıktır" denilmektedir. Bunun için de avcılar av öncesinde ve av sonrasında birtakım dini ritüeller icra etmişlerdir. Şor Türkleri sürekli olarak yakın şekilde ilişki içinde oldukları at, köpek, koyun, keçi gibi evcil, geyik, ayı, kurt, tilki vb. gibi yabani hayvanlar ve kuşlardan azami düzeyde istifade etmişlerdir. Bahse konu hayvanların olumlu ve olumsuz özelliklerinden faydalanmışlardır. Tayga - bozkır kültüründe iktisadi ve dinî bakımdan kült olmuş bazı hayvanların o halk için her bakımdan ne kadar önemli olduğu Şor Türklerinin atasözlerinde açık şekilde görülmektedir. Özellikle at, kurt, kuş ve geyik Türk mitolojisi ve sosyo-kültürel hayatının merkezinde bulunmaktadır. Hayvan kültü Şor Türklerinin sözlü kültürünü, özellikle de atasözlerini çok zenginleştirmektedir. Şor Türklerinin atasözlerinin incelenmesi neticesinde birçok atasözünün hiç değişmeden Anadolu'da Türk kültüründe de var olduğu görülmektedir.
Hangi İslam?
Erdem · 2020, Sayı 79 · Sayfa: 199-224 · DOI: 10.32704/erdem.838785
Özet
Jacques Berque
İslam terimi hem jeopolitik konuşlanmayı hem de en büyük üç tek Tanrılı dinin en gencinin sosyal ve manevi içeriklerini kapsar. Yedinci yüzyılın ilk yarısında Arabistan’da ortaya çıkan İslam, ihtida, kültürel cazibe ve fetih yoluyla yayıldı. Bazıları tarafından hala bilinmiyor olsa da, günümüzde dünyanın en canlı sistemlerinden biridir. Bu makale, 20. yüzyılın ünlü Fransız sosyal bilimcisi Jacques Berque’in ölümünden bir hafta önce Avrupa ve Arap Dünyası ile İslâm ve Batı ilişkileri hakkında yapmış olduğu tarihî ve sosyolojik bir tahlildir. Berque burada yoğun ve özlü bir anlatımla İslam’ın coğrafî ve beşerî konumuna, kültürel farklılıklarına, diğer bir ifadeyle bu köklü medeniyetin çağımızda farklılaşmış uzantılarına dikkat çekiyor. İslam ülkeleri arasında gerçekleştirilen uluslararası toplantılarda, İslam medeniyetinin temel sorunlarının tartışılmasından daha çok yerel ve geçici bazı meseleler üzerinde durulmakla yetinildiğini vurgulayan Berque, çağımızda İslam’ın asıl meselelerini küresel kapsamda ele alıyor. Ona göre, Ortaçağda İslam Batı tarafından, mesela bir Pierre Abélard (1079-1142), bir Ramon Lull (1235-1315) tarafından daha iyi anlaşılmıştı. Batı’nın İslam ve Çin gibi oluşumlara karşı tutumu, Sanayi Devrimi’nden sonra değişti. Kibir ve egemenlik mantığı hâkim oldu. Emperyalizm ya da “sanayi devriminin genişlemesi”, halklar ve kültürler arasındaki değişim mekanizmasını bozdu. İslam, iki veya üç asırdan bu yana, geçmişte kendisinin de kullandığı Batı rasyonalitesini işletmeyi sürdüremedi. İbn Rüşt ya da İbn Haldun’un çok verimli düşünceleri takipçilerini bulamadı. Bu büyük medeniyet mekanik performanslardan mahrum kaldı. “Takip hastalığına” tutuldu, taklitten başı döndü. Batı ile ilişkileri, “burukluk ve ötekilik” temeli üzerine oturdu. Batı bugün İslam’a tamamen olumsuz yaklaşıyor. Japonya’yı ayıplamıyor, ondan korkuyor. Ona göre, Çin kullanılacak harika bir müşteri... Hindistan’ın “metafizik eğilimi” bu devi “zararsız” kılıyor. Müslüman’a gelince, o “ebedi bir Sarazen’dir. En kötü bir modernlikle daha tehlikeli olabilir. Batı, İslam’ı üç konuda suçluyor: “Bazen terörizme varan bir saldırganlık; din görevlisini siyasette kullanma eğilimi; İnsan haklarına saygı konusunda isteksizlik... Bugün kadın hakları bunun en kesin ölçütüdür”. Berque, bunların sebeplerini anlatarak cevaplarını veriyor. İslam’da bu sorunları gözlemlemenin, Batı tarihinin yıkımlarını unutturamayacağını belirtiyor ve “örosantrizmden/Avrupa merkezciliğinden” sakınılmasını tavsiye ediyor. Berque’e göre, İslam, maneviyatının bir kısmını kaybetmeye başlamıştır. Müslümanların çoğu, İslam’ı yabancı kumpaslara, rejimlerin başarısızlığına ve insanların kötülüğüne karşı bir sığınak olarak görüyor. Bu rol, manevî rolün önüne geçmiştir. Demokrasi mahkûm edilmiştir. Bazı grupların bu tutumu, Müslüman toplumların tümünün bağnazlık ve hoşgörüsüzlükle suçlanmalarına sebep olmuştur. Bu toptancı suçlamalar tamamen «haksız”dır. Ancak bugünün İslam’ı kitleleri tatmin etmiyor. Özgünlüğünü koruyan ve dünyanın gidişatına ayak uyduran bir “gelişme İslam’ı”, dinamik bir İslam inşa etmek gerekiyor.