276 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • türkiye
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Bulgaristan Türklerinin Sosyo-Ekonomik Yapısı

Belleten · 1993, Cilt 57, Sayı 220 · Sayfa: 781-794
Tam Metin
Bulgaristan Türkleri, XIX. yüzyıl Türkiyesi'nin Tuna ve Edirne vilayetleri Türkleridir. Beşyüzyıl Türk toprağı olan bu iki önemli vilayette Türk nüfusu büyük bir yekün tutuyordu. 1876 yılında Tuna vilayetinin altı sancağında (Niş sancağı hariç) 1.130.000 Bulgar ve 1.120.000 Türk vardı. Berlin Andlaşması'yla Doğu Rumeli adını alan Filibe ve İslimye sancaklarında ise, yine 1876'da 483 bin Bulgara karşılık 681 bin Türk yaşıyordu.

Rus İmparatoriçesi Aleksandra Fedorovna'nın Mektuplarında I. Dünya Savaşı ve Türkiye

Belleten · 1993, Cilt 57, Sayı 219 · Sayfa: 581-588 · DOI: 10.37879/belleten.1993.581
Tam Metin
1884 yılında tahta geçen Çar Nikola II. 1895 yılında Kraliçe Viktorya'nın torunu, Alman asıllı Alis ile evlenmiştir. Ortodoks mezhebini kabul eden Çariçe, Aleksandra Fedorovna adını almıştır. 1905 Rus-Japon Savaşında yenilen Çar Nikola II. Meşrutiyet ilan etmek zorunda kalmıştır. Sırbistan'ın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından yutulmasını engellemek için de I. Dünya Savaşı'na girmiştir. Savaş süresince Aleksandra Fedorovna, Çara 400 kadar İngilizce mektup yazmıştır. Bu mektuplar, Çarın uzun süre saraydan ayrılmış olması nedeniyle, Haziran 1914 ile 17 Aralık 1916 tarihleri arasında yazılmıştır. Mektupların 17 Aralık 1916 tarihinde kesilmesi, o dönemde bir hayli etkinliği olan Grigoriy Rasputin'in öldürülmesi ve Çarın bunun üzerine acil olarak Tsarsko Selo'ya gelmesindendir. Şubat 1917 tarihinde Çar tekrar cepheye döner. Ancak bu sıralarda Petersburg'da devrim hareketleri başlamıştır. Aleksandra Fedorovna'nın bu mektupları, Çar ailesinin öldürülmesinden sonra Ekaterinburg'ta (Sverdlovsk) üzerinde N.A. harfleri olan oymalı kara sandıkta, Alman İmparatoru Wilhelm'in Çar Nikola II. ye yazdığı mektuplarla birlikte bulunmuştur. Bu mektupların hangi yolla Almanya'ya gittiği bilinmemektedir. Ancak 1922 yılında Berlin'de Rusçaya çevrilerek "İmparatoriçe Aleksandra Fedorovna'nın İmparator Nikola II ye Mektupları" adıyla yayınlanmıştır.

Türk İstiklal Harbinde Terfi veya Takdirname ile Taltif Edilen Subaylar

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt IX, Sayı 25 · Sayfa: 127-280
Türk İstiklal Harbinde, Terfi veya Takdirname ile taltif edilen Tümen veya daha üst kademedeki komutanlarının biyografileri adlı eserinden derlenmiştir.

Paris Konferansı'ndan Sevr'e Türkiye'nin Paylaşılma Meselesi

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1992, Cilt VIII, Sayı 23 · Sayfa: 381-396
I. Dünya Savaşı boyunca Müttefik ülkeler, birçok vesile ile Türkiye'ye veya merkezî güçlere ait bölgenin ilhakı yönünde herhangi bir istekleri bulunmadığını, amaçlarının bir yayılmadan çok Türk ve Almanların kötü yönetimindeki (!) halkların özgürlüğü olduğunu bildirdiler. A.B.D' lerinin savaşa girmesi bu düşünceye daha da önem kazandırdı . A.B.D.'leri Başkanı W. Wilson 8 Ocak 1918 yılında "Ondört Madde"sini ortaya attığında, savaş sonrası oluşacak dünyada nüfuz bölgeleri elde ederek Önemli bir güç haline gelmek istiyordu. Dünya savaşı sonuçlandığında üç önemli olayı da beraberinde getirdi. Bunlardan birincisi Amerika'daki gelişmiş endüstri ile aynı ayardaki îngilizler'in kurduğu petrol endüstrisinin geniş hesaplar içinde olmaları. İkincisi Amerika'nın kendi kaynaklarını kullanmayıp dış kaynaklara yönelmesi ve bunun sonucunda da Avrupa'daki güçleri uyandırması. Üçüncü olarak; savaş sonrasında Ortadoğu'da yeni politikalar oluştu. Böylece Güdümlü Sistemler ve Batılı güçlerin bu bölgede kullandıkları çeşitli oyunların gelişmesine ve çoğalmasına sebep oldu.

Türk Görüntüsünün Rönesans Dönemi İngiliz Edebiyatına Yansıması

Belleten · 1992, Cilt 56, Sayı 216 · Sayfa: 567-590
Tam Metin
İngilizlerin genelde Türklerle ilgili konulara ilgileri ancak on altıncı yüzyılın son yıllarında yani Türklerle Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerin başlamasından yüzyılı aşkın bir süre sonra önem kazanmaya başlamıştı. Bu tarih Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme sürecine başladığı zamana denk gelir. Bu gecikmenin kendine özgü nedenleri yok değildi. Elbette ki, en önemlisi coğrafi nedenlerdi: Her iki ülke de Avrupa'nın iki uç noktasında bulunuyordu. Yolculuklar bir çok zorluğu da beraberinde getiriyor ve çok uzun sürüyordu. Sanderson'ın 1584 yılındaki İngiltere'den İstanbul'a kadar süren ilk yolculuğu tam beş ay sürmüştü. 1591 yılında gerçekleştirdiği ikinci yolculuk ise hemen hemen altı ayını almıştı. Bu yüzden, ulaşım konusundaki zorluklar, Türkiye ve İngiltere'nin uzun süre birbrilerine yabancı kalmalarında önemli bir faktör sayılmalıdır. Aynı nedenden dolayı İngiltere Türk tehlikesi sınırının dışında kalıyordu. Ne Türklerin heybetli orduları, ne donanmaları ve hatta ne de Akdeniz korsanları, "hendekle korunma" ayrıcalığı içinde emniyette olan bu ada ulusu için bir tehlike oluşturmuyordu.

Yirmibirinci Yüzyıla Girerken Klasik Çağ Düşüncesi, Avrupa ve Türkiye

Belleten · 1992, Cilt 56, Sayı 216 · Sayfa: 513-530
Tam Metin
Avrupa'yı ortaçağdan çıkarıp onu yeni bir hayata kavuşturan, yeni çağı açan klasik çağ düşünürlerinin 21. yüzyıla girmeye hazırlanan Avrupa için ve Atatürk devrimi ile çağdaşlaşma yolunda büyük bir atılım yapan ülkemiz için anlamı ve önemi nedir? Bu soruyu cevaplandırmadan önce klasik filolojinin, klasik eğitimin, humanist düşüncenin Atatürk'ün yaratmak istediği yeni Türkiye için hayati önem taşıdığı fikrinin ilk olarak 1940'ta Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji kürsüsünde dile getirildiği belirtilmelidir. 1940 yılından beri de kürsü mensuplarının çalışmalarında ön planda tutulduğunu hatırlatmak gerekir. Daha sonra 1960'ta yayınlanan L'Humanisme a Venir'de sorun tarihi bir çerçeve içinde teorik açıdan incelendi. 1976 ve 1977 yıllarında, bilindiği gibi, Klasik Çağ Araştırmaları Kurumu düzenlediği iki simpozyumda sorunu değişik açılardan inceledi. Son olarak 1-2 Aralık 1991'de düzenlenen seminerin amacı 21. yüzyıla girerken klasik filoloji, klasik eğitim ve klasik düşüncenin Avrupa'daki ve Türkiye'deki yerini saptamaktı.

ŞEVKET BEYSANOĞLU, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, 1. cilt: Başlangıçtan Akkoyunlular'a kadar, Ankara 1987; 2. cilt: Akkoyunlular'dan Cumhuriyete kadar, Ankara 1990: Diyarbakır Belediyesi yayınları. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 1992, Cilt 56, Sayı 217 · Sayfa: 1111-1114
Tam Metin
Köklü bir tarihe sahip olan ve bir çok medeniyetlerin birleştiği bir konumu bulunan Diyarbakır'ın önemi inkar edilemez. Bu önemli şehir Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı Tarancı ve Ali Emiri gibi meşhur şair ve ilim adamlarını yetiştirdiği gibi Muslihiddin-i Lari, Bıyıklı Mehmed Paşa ve Özdemir oğlu Osman Paşa gibi tarihçi ve tarih yapanları da yetiştirmiş ve bağrına basmıştır. İşte bunları eserleriyle birlikte ilim alemine tanıtan kişi de Dr. Şevket Beysanoğlu'dur. Beysanoğlu'nun en büyük yapıtı da henüz iki cilt halinde yayınlanan Diyarbakır Tarihi'dir.

Günümüz Türkiyesi'nde Akrabalık Terimlerinin Kullanımı

Belleten · 1992, Cilt 56, Sayı 216 · Sayfa: 483-512 · DOI: 10.37879/belleten.1992.483
Tam Metin
Bir kültür ile o kültürün mensuplarının konuştukları dil arasında, iki yönlü, karmaşık türden bir ilişki olduğu görüşü benimsenmektedir. Kültürün oluştuğu fiziki ortam kadar o toplumdaki deneyimler birikiminin ortaya çıkardığı kültürel özellikler de, kullanılan dile yansıyarak, belirli terimlerin oluşmasına yol açar. Öte yandan, bizzat dilin kendisi, toplum üyelerinin kullanabilecekleri sözcüklerin sinirliliği nedeniyle, belirli bir gerçeğin de sınırlı bir biçimde idrak edilmesinde önemli bir rol oynar (D.Bates ve F.Plog, 1990: 275-277). Bir toplumda kullanılan dile, başka kültürlerle etkileşme sonucu, yeni kültür öğeleri ile birlikte yeni sözcüklerin katıldığı bilinmektedir. Bu arada, eski sözcüklerin bir kısmı da, yeni koşullara göre yeni anlamlar alarak yaşamaya devam ederler. Hatta, belirli bir zamanda tek bir görevi ya da anlamı olan terimlerin, yeni koşullar karşısında, birbirinin yerine kullanılmaya başlayan eşanlamlı sözcükler haline dönüştükleri de görülür (A.İnan, 1968:295). Bu gibi gelişmeler, yakın bir tarihe kadar, zoraki kültür değişmesine hedef olan sömürgeler dışındaki toplumlarda yavaş seyreden bir süreçti. Oysa,yüzyılımızın özellikle son çeyreğinde, kitle iletişim araçları oldukça yaygınlaşarak, insanların kendi kültürleri dışındaki kültürlere açılmalarını sağlamışlardır. İlk planda, diğer kültürlerden yapılan çeviri ve "görsel-işitsel" yayınlarla birlikte, toplumun sözcük dağarcığına, önemli ölçüde yeni terimler aktarılması söz konusudur.

9 Eylül 1922-24 Temmuz 1923 Tarihleri Arasında Türkiye'nin Uluslararası Alanda Hukuksal Yönden Kabulü ve İzlenen Dış Politikanın Genel Özellikleri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1991, Cilt VIII, Sayı 22 · Sayfa: 105-116
9 Eylül 1922 ve 24 Temmuz 1923 tarihleri, yakın dönem Türkiye Tarihi açısından, büyük bir Önem taşır. Bu tarihlerin birincisi, yok olmanın eşiğine gelmiş olan Türk milletinin ve batılı devletlerce parçalanıp yutulmak istenen Türkiye'nin, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlattığı özgürlük ve bağımsızlık savaşı sonunda, fiilen kurtulduğu tarihtir, ikinci tarih ise, bilek gücüyle, fiilen kazanılan bu zaferin sonunda Türkiye'nin; Lozan'da imzalanan uluslararası bir antlaşma ile, hukukî alanda meşrû varlığını, dünya devletlerine tanıttığı tarihtir. Bir anlamda bu bir yıllık dönem, Türkiye'nin hukukî varlığının tescîl ettirilme uğraşılarının verildiği dönemdir, denilebilir. Bu dönem üzerinde durarak, barışa ulaşma ve Türk milletini bağımsızlığa kavuşturma çabalarını ele alan, hayli çalışma yapılmıştır . Türkiye'nin uluslararası alanda kabulüne kadar geçen süre içinde, Türk tarafının izlediği dış politikanın genel olarak özellikleri nelerdir? Daha başka bir deyişle; barışa giden önemli siyasal evrelerde, Türkiye'nin beklentileri, tutumu ve elde edilen sonuçlar yönünden; yaklaşık bir yıllık bu dönem nasıl değerlendirilebilir?

1955 Bağdat Paktı

Belleten · 1991, Cilt 55, Sayı 212 · Sayfa: 179-238
Bağdat Paktı diye anılan "Karşılıklı İşbirliği Andlaşması" (Treaty of Mutual Cooperation) Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955'de Bağdat'ta imzalanmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliğinin Ortadoğu'da yaratabileceği tehlikeyi karşılamak üzere bir bölgesel savunma paktı yapılması için, 1947 yılından başlayarak, önce İngiltere kimi temaslar yapmıştı. Daha sonra İngiltere, ABD, Fransa ve Türkiye sorunu birlikte ele almışlardı. Böyle bir örgüte bu dört devletin yanı sıra, İran, Pakistan ve, başta Mısır olmak üzere, bölgedeki başlıca Arap devletlerinin de katılması öngörülüyordu. Ne var ki, Filistin'de 1948'de İsrail devleti ortaya çıkınca Arap devletleri asıl tehlikeyi orada görüyor, Israil'in kurulmasını destekleyen ABD ve eski mandater devletler İngiltere ile Fransa'ya güven duymuyordu. Ayrıca, Mısır Süveyş Kanalı bölgesindeki İngiliz kuvvetleri geri çekilmedikçe İngiltere ile herhangi bir siyasal işbirliğine girmek istemiyordu.