11 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • toplum
Yayın Yılı
Anahtar Kelimeler

Jews of Sarajevo and Their Place in the Ottoman Society of Bosnia

Belleten · 2020, Cilt 84, Sayı 301 · Sayfa: 1097-1114 · DOI: 10.37879/belleten.2020.1097
Tam Metin
The first reports about presence of Jews in Sarajevo are dated to the middle of 16th century since when they started gradually to integrate into economic and social streams in Sarajevo and Bosnia. It is very probable that they initially were settling on individual basis as merchants and just only from the beginning of 17th century they start to settle with families and organize as residential community. Choosing of Sarajevo was also a result of pressure that was imposed upon Jews in Dubrovnik, Venice and other merchant places of the West. Since then reports about Jews in Bosnia and their activities are more frequent, and in 17th century they constituted a distinguished economic community in Sarajevo with significant investment in business connection to Dubrovnik and Venice. Their primary occupation in relations with the West was trade followed by banking business. Research results show that at least 22% of Jews in Sarajevo performed some kind of trade, what is very high percentage if we take into account size of the community. This enabled Jews to position themselves in the most elite part of Sarajevo and they are the only social community that as a whole has lived in the most elite economic and professional area of the city. Towards the end of Ottoman rule, Jews of Sarajevo have been transformed into very respectable community that had 9% of share in the whole population of the city. Analysing some sources we see that they used 30% of storerooms and 16% of shops in the biggest trading buildings what additionally shows how important was their share in the economy of the city.

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım ve Özne-İktidar İlişkisi

Erdem · 2020, Sayı 79 · Sayfa: 129-148 · DOI: 10.32704/erdem.838717
İnsanlar toplumları inşa ederken ortak bir yaşam düzeni kurmayı hedeflerler. Bu ortak yaşam düzeni belli bir süre sonra kendini kabul ettiren bir mekanizma haline gelmiştir. Bu süreçte öncelikle teolojik temelli bir ön kabul düzeni kurarken sonra aklın ön plana alındığı bir ön kabul düzeni inşa edilir. Her iki düzende de insanın birey olmasının engellendiği ortaya çıkar. Nitekim iki medeniyet de kendi istekleri doğrultusunda biçimlendirdiği bireyler yaratmayı hedefler. Bu durum karşısında kendi ontik yapısını inşa eden bireyler toplum tarafından yabancılaştırılır, bu yabancılaştırma sistematik düzeyde işletilerek bireyin ontik yapısı ehlileştirilmeye çalışılır. Bu durum istenen düzeyde gerçekleşirse toplum tekrar kabul mekanizmasını çalıştırır. Eğer istendik özne olunmazsa sıkıntı, bunalım hali ile yaşamaya mahkûm edilirler. Bu mahkûmiyet süreciyle birlikte kendiliğinin farkına varan birey bu süreçten sonra istese de istendik özne haline gelemez.Toplumla birey arasında oluşan bu çatlak belli bir süre sonra bireyi mücadele etmeye zorlar, bu mücadele önce pasif isyan biçiminde olsa da ontik serüven sayesinde isyana ve bireyin inşasına kendini bırakır. Kendini inşa etmeye başlayan birey öncelikle toplumsal normlar ve kendisi arasındaki uçurumu anlamaya çalışır. Uzun bir anlama serüveninden sonra bu durumun gerçekleşmeyeceğini anlar. Çünkü çağ itibariyle modernleşen toplumlar insanı bireysel yolculuktan alıkoymakta ve tekdüzeleştirmektedir. Bu durumun farkına varan birey akıl ile ruh arasında sıkışıp kalacak, her ikisinden de istediğini alamayacaktır. Modern toplumların yaratmaya çalıştığı bireyler, adeta bir makine gibi yaşamaya zorlanmakla birlikte isyan halinde deli yaftası adı altında akıl hastanelerine kapatılacaklardır. Nitekim akıl hastanelerinin de aslında bir tedavi merkezinden ziyade modern toplumların sosyolojik olarak oluşturduğu kurumlar olduğu burada ortaya çıkar. Bu sosyolojik kurumun yegâne görevi modern toplumun kurallarına uymayan bireyleri bir uyum sürecine tabii tutarak normalleştirmedir. Normal yani doğduğu andan itibaren modern toplumun kurallarını ön kabulle hayatına katan bireylerin reddiyle oluşacak kaotik durum böylece engellenmiş olacaktır. Fakat engellenen ve tekdüzeleşen birey bu süreçle birlikte yaratıcılığını kaybederek insanoğlunun en önemli özelliği olan soru sorma ve cevap arayıp bulma dürtülerinden de olacaktır. Böylece kendi olamayan birey kendine ait olmayan aslında soyut olan kuralların var ettiği toplumda yaşamak zorunluluğu yaşar. İster istemez bu yapay toplum karşısında farkındalığı olan bireyler kendini bir acı içinde bulsa da asıl sıkıntının toplumlar içinde yalnız kalarak veya yalnızlaştırılarak yaşamak ile yüzleşmek zorunda kalınması fikrini içselleştirir. Bu çalışmada istendik özne yapılmak istenen yani gözlerini kapayıp vazifesini yapması beklenilen bireyin toplumsal, edebi izleri Haldun Taner’in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı eserinden hareketle sürülecektir.

GÜLTEKİN YILDIZ, Neferin Adı Yok: Zorunlu Askerliğe Geçiş Sürecinde Osmanlı Devleti’nde Siyaset, Ordu ve Toplum (1826-1839), Kitabevi, İstanbul 2009, XX+524 s. [Kitap Tanıtımı]

Belleten · 2016, Cilt 80, Sayı 287 · Sayfa: 329-332 · DOI: 10.37879/belleten.2016.329
Neferin Adı Yok: Zorunlu Askerliğe Geçiş Sürecinde Osmanlı Devleti'nde Siyaset, Ordu ve Toplum (1826-1839) adlı çalışma, Yeniçeri ocağının kaldırılması ve yeni bir ordunun inşası gibi II. Mahmud dönemi kritik tercihlerinin Osmanlı askeri, siyasal ve toplumsal ilişkileri üzerindeki etkilerine eğilen bir doktora çalışmasının kitaplaştırılmış halidir. Bu kitap tanıtım yazısının amacı öncelikle şudur: eser, zikredilen dönemde orduya dair bazı politikaların ve uygulamaların etkilerinin sadece o dönemle sınırlı kalmayıp, Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyet Türkiye'sinde de izlerinin görüldüğünü okuyucuya düşündürmesi yönüyle önem taşımaktadır. Diğer yandan Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi literatüründe yeterince askeri tarih çalışmasının bulunmaması nedeniyle bu çalışma, alanındaki literatüre önemli bir katkı sağlamaktadır. Ayrıca eser okuyucuya askeri teşkilat yanında siyasi teşkilat yapısındaki değişimleri de izleme imkanı sunmaktadır. Son olarak yazarın eleştirel bakışı, yerli ve yabancı kaynaklar ışığında ve disiplinler arası okumalar ve yaklaşımların da etkisiyle, Osmanlı örneğinin değerlendirilmesi hem kendi içinde hem de dünyadaki gelişmeler ışığında hedef kitleye mukayese imkânı vermekte ve kitabın neden okunması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Değişimin Öncüleri: Model Şahıslar Ve Türk Edebiyatına Yansımaları

Erdem · 2007, Sayı 45-46-47 · Sayfa: 129-154
Türk milletinin farklı bir tarihî macerası ve bu maceraya bağlı olarak ortaya çıkan bir de edebiyatı vardır. Bunları dikkate almadan yapılan tasnifler her zaman tartışmaya açıktır. Diğer edebiyatlar için de böyledir. Modern edebiyatlarda olduğu gibi, topluma örnek olacak kahramanlar bizim edebiyatımızda da anlatılmıştır. Bu kahramanlar millî oldukları kadar modern kimliğe de sahiptirler. Çağdaş toplumların gelişmeleri bu kahramanlara da bağlıdır.

Atatürk’ün Hukuk İnkılâbının 21. Yüzyılda Türkiye’de Yönetim ve Toplum Yaşamındaki Etkileri

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2003, Cilt XIX, Sayı 56 · Sayfa: 609-666
Bu çalışmada Atatürk'ün gerçekleştirdiği büyük hukuk inkılâbının Atatürk'ün evrensel yönü göz önünde bulundurularak 21. yüzyılda Türkiye'mizde yönetimde ve toplum yaşamındaki etkileri incelenecektir. O halde amacımız; Türk hukuk inkılâbını anlatmak veya Atatürkçülük diye ifade ettiğimiz Atatürk ilkelerinin, 21. yüzyılda niçin evrenselleştiğini açıklamak değil, fakat her iki konuyu üçüncü bir boyutta birleştirerek; yönetimde ve toplum yaşamı üzerinde o tarihlerde nasıl bir etki yaptığını ve esasen günümüzdeki gelişimini, yansımalarını incelemektir.

Türk Bedai’iyini Koruma Derneği ve Cumhuriyet Döneminde Türk Güzelliğini Geliştirme Çabaları

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 2001, Cilt XVII, Sayı 49 · Sayfa: 159-170
Cumhuriyet'in ilanından önce kurulan Türk Bedaii'yini Koruma Derneği (Türk Güzelliğini Koruma Derneği), batılılaşma sürecinde doğu ve batı değerleri arasında kalan Türk toplumunu yönlendirmek amacıyla kurulmuştur. Yenilik hareketleri ve değişim toplumun bütün kesitlerine aynı hızla ya- yılmamakta ve benimsenememektedir. Mimariden, güzel sanatlara, ev deko-rasyonuna, kılık kıyafete kadar her alanda bir kargaşa ve yozlaşma yaşan-maktadır. Bunu önlemek ve batılılaşma sürecindeki toplumu yönlendirmek amacıyla çalışmalar yapmayı amaçlayan demek, kılık ve kıyafetle ilgili çalışmalar yapmıştır. Topluma yeni ve batılı bir anlayışla yeniden şekil vermek, ortak değer yargıları etrafında batıcı bir çizgide beğeniye dayalı yenileşme sağlamak gayretiyle çalışmalar yapmayı gaye edinen dernek, özellikle kadının dış görünüşünü, dış giysi şeklini değiştirmeyi hedeflemiştir. Belli bir çarşaf şekli belirleme, yeni bir dış giysi oluşturma çalışmalarında bulunan demek, bu çalışmalarında başarıya ulaşamamış ve kısa bir süre sonra dağılmıştır. Cumhuriyet'in ilanından sonra kılık kıyafet alanında yenileşme hareketleri yeni¬den ele alınarak bu alanda inkılâp gerçekleştirilmiştir.

Işığa Doğru

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi · 1999, Cilt XV, Sayı 44 · Sayfa: 711-716
Bir milleti ayakta tutan, hür kılan, gelişip yükselmesini sağlayan üç temel unsur vardır. Bunlar; Dil, Eğitim ve Ekonomik Kalkınmadır.Bir toplumun bel kemiği niteliğindeki bu üç öğeyi gerçekten uygulayabilen bir devlet, daimi olarak ayakta kalır.Dil nedir, Dil "millet' dediğimiz insan topluluğunun oluşmasında ve kaynaşmasında en büyük etkendir.

İnsanın Tarih Yapma Rolü ve Eğitim Geleneğinin Tarihi Temelleri

Belleten · 1994, Cilt 58, Sayı 221 · Sayfa: 211-230
Tam Metin
İnsanın tabii gerçeklik hakkındaki bilgi düzeyi ve insan-tabiat ilişkilerinde ulaşılan akılcı çizgi, beşeri gerçeklik için düşünüldüğünde henüz emekleme çağındadır. Aynı evrenin parçası olmak hasebiyle, beşeri gerçekliği objeleştiremeyen insanoğlu, gerek kendisini, gerekse kendi türünden olanların teşkil etmiş olduğu toplum denen beşeri ortaklığı, bilimsel anlamda yeni yeni inceleme olgunluğuna erişmiştir. Yoğunlaşan bir tempoyla XX. yüzyılda insan ve toplum gerçeğine çevirilen araştırıcı bakışlar, bu gerçeklik alanının yapı ve işleyiş sırlarına ulaşma çabası içinde, sosyal ve kültürel varlıkların oluşum ve gelişim boyutlarını kadrosuna alan tarih disiplini ve tarihi bilgi ihtiyacını önemli hale getirmiştir.

Günümüz Türkiyesi'nde Akrabalık Terimlerinin Kullanımı

Belleten · 1992, Cilt 56, Sayı 216 · Sayfa: 483-512 · DOI: 10.37879/belleten.1992.483
Tam Metin
Bir kültür ile o kültürün mensuplarının konuştukları dil arasında, iki yönlü, karmaşık türden bir ilişki olduğu görüşü benimsenmektedir. Kültürün oluştuğu fiziki ortam kadar o toplumdaki deneyimler birikiminin ortaya çıkardığı kültürel özellikler de, kullanılan dile yansıyarak, belirli terimlerin oluşmasına yol açar. Öte yandan, bizzat dilin kendisi, toplum üyelerinin kullanabilecekleri sözcüklerin sinirliliği nedeniyle, belirli bir gerçeğin de sınırlı bir biçimde idrak edilmesinde önemli bir rol oynar (D.Bates ve F.Plog, 1990: 275-277). Bir toplumda kullanılan dile, başka kültürlerle etkileşme sonucu, yeni kültür öğeleri ile birlikte yeni sözcüklerin katıldığı bilinmektedir. Bu arada, eski sözcüklerin bir kısmı da, yeni koşullara göre yeni anlamlar alarak yaşamaya devam ederler. Hatta, belirli bir zamanda tek bir görevi ya da anlamı olan terimlerin, yeni koşullar karşısında, birbirinin yerine kullanılmaya başlayan eşanlamlı sözcükler haline dönüştükleri de görülür (A.İnan, 1968:295). Bu gibi gelişmeler, yakın bir tarihe kadar, zoraki kültür değişmesine hedef olan sömürgeler dışındaki toplumlarda yavaş seyreden bir süreçti. Oysa,yüzyılımızın özellikle son çeyreğinde, kitle iletişim araçları oldukça yaygınlaşarak, insanların kendi kültürleri dışındaki kültürlere açılmalarını sağlamışlardır. İlk planda, diğer kültürlerden yapılan çeviri ve "görsel-işitsel" yayınlarla birlikte, toplumun sözcük dağarcığına, önemli ölçüde yeni terimler aktarılması söz konusudur.

Tarih Nedir?

Belleten · 1991, Cilt 55, Sayı 213 · Sayfa: 579-588
Bugünkü dünyanın hâli, tarihin belki ...tarihinin bir dönemecinde bulunduğu bir hâldir. Şüphesiz içinde yaşadığımız, hareket ettiğimiz ve düşündüğümüz toplumların tarihi diye ilan edilmiş olduklarını artık biliyoruz. Bir oluş şuuru içine köksalmış olduğumuzu hissediyoruz. Bu noktai nazardan, "bunalım'ın sarstığı çağdaş zihniyet, bizi yalanlamıyor. Bu zihniyet, bir sonun çileli bekleyişiyle sürekli biçimde ihtimal dahilinde bulunmayan rabıtalar kurduğundan, daima şunları itiraf etmek zorunda kalmıştır: "Herşey değişiyor" veya: "uyum sağlamak gerekir". Hiçbir şey devamlı değildir, sonsuz bir şekilde verilmemiştir, herşey istihâle ediyor. En azından bir şey kesindir: eğer bu kökleşmenin tertibatı altüst olursa, karanlık bir gecenin sessizliğine gömülmüş intibaına kapılabiliriz. Bununla birlikte, yeni meselelerin ortaya çıktığını iyiden iyiye hissediyoruz. Eskiden tarihin geçmiş çağlar arasında muzafferâne bir tekâmülünün bakış açılarını, bir hürriyete kavuşma yörüngesinin temaşasını tanzim ettiği yerlere kısmen ortak tecrübeler yerleşiyor, bir vaadedilmiş toprak haberleri kayboluyor. Şaşırtıcı bir biçimde, biyografiler, nokta incelemeler ve hadiselerin veya nutukların sınırlı tahlilleri lehine, evrensel tarihler bir yana bırakılmıştır. Sanki beşerî eylemlerin, onların ölümlerinin ve sanatlarının kitabını sekanslar, ağlar hâlinde çözmeye gayret etmek, onları evrensel ve erek-bilimsel bir akış fikri altında tahlil etmekten daha değerliymiş gibi. Öyleyse, tarihin bu yeniden dökümünde ve çağdaş yönlere ve şuura yepyeni biçimler kazandırılmasında rol oynayan kimdir?