1321 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
- Aydın Sayılı 16
- Erdem Dergi̇si̇ 14
- Müjgan Cunbur 12
- Ömer ÇAKIR 12
- Mübahat Türker Küyel 11
Anahtar Kelimeler
- Dokuma 35
- Halı 32
- Mustafa Necati Sepetçioğlu 24
- Weaving 23
- Kilim 20
- Peyami Safa 20
- Osmanlı 19
- Motif 17
- roman 16
- novel 15
Kentin Kültürel Aktarım Mekânları Muğla Kent Merkezi Örneği
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 1-28 · DOI: 10.32704/erdem.948836
Özet
Gündelik yaşam deneyimleri her koşulda bir mekânda geçmekte; olaylara fon oluşturan mekânlar, insanlar için kimi zaman gerçekte olduğundan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Bu noktada toplum bireylerinin kent mekânlarını algılama biçimleri farklılık gösterebilir. Nitekim her bir birey mekâna kendi yaşanmışlıkları üzerinden bakmakta ve bu doğrultuda bir anlam yüklemektedir. Ne var ki, kent mekânları, bireysel deneyimlerin yanı sıra toplumsal ilişkilerin birebir yaşandığı yerler olarak da öne çıkmakta ve bu yönüyle gerek toplum hafızasının gerekse kent kimliğinin oluşmasına önemli bir katkı sunmaktadır. Bu çalışma, kültürlerin üretildiği ve aktarıldığı kent mekânlarının insanların aidiyet duygularının gelişmesinde ve sosyalleşmelerinde önemli bir etkiye sahip olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Zira kent sakinleri çeşitli mekânlarda bir araya gelmektedir ve bunu sağlayan, o mekânların işlevsel özelliklerinden çok insanlara sundukları bütünleştirici fakat bir o kadar da ayrıştırıcı sosyalliktir. Nitekim kentte bulunan her bir mekân yaşamı kolaylaştırıcı bir takım özelliklerinin yanı sıra aslında bünyesinde barındırdığı yerellik ve semboller sayesinde gerek kentlere gerekse sakinlerine bir kimlik üretmektedir. Çalışmada mekân ve insan arasındaki etkileşim Muğla kent merkezi örneği üzerinden vurgulanmıştır. Metot olarak belgelerin eksik bıraktıklarını tamamlama ya da bildirdiklerinin sağlamasını yapabilme noktasında önemli veriler sunan sözlü tarih kullanılmıştır. Bu doğrultuda gerçekleştirilen sözlü görüşmeler kentteki buluşma mekânlarının kent sakinleri tarafından nasıl algılandığı, onların hafızalarına nasıl kazındığı, toplumsal ilişkilerin gelişmesine herhangi bir katkı sunup sunmadığı gibi konularda oldukça aydınlatıcı olmuştur. Kent sakinlerinin geçmişe duydukları özlemle birlikte anlattıklarına kulak verince ilk dikkat çeken, bir zamanlar Muğla’sında insanların günümüze nispeten daha samimi ve içten bir komşuluk ilişkisi yaşadığıdır. Mahalle başta olmak üzere pazar, kahvehane, sinema ve park gibi mekânlar kültürel aktarım mekânları olarak kent tarihindeki yerini almış durumdadır. Ne var ki, zaman içinde gerek mekânlarda gerekse insan ilişkilerinde bir değişim ve dönüşüm yaşanmıştır. Çalışmada kentin kültür tarihi mekân-insan ilişkisi üzerinden aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Şiirle Gerçeklik Arasına Sıkışmış Bir Şair: Nîmâ Yûşic
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 67-88 · DOI: 10.32704/erdem.948846
Özet
Modern İran şiirinin kurucusu olan Nîmâ Yûşic, şiirinin oluşum aşamasında birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Buna rağmen doğru bulduğu şiir anlayışını şekillendirmekte tereddüt etmemiş, hayatı boyunca bu uğurda mücadele etmiştir. Kendisine karşı sergilenen olumsuz tavırlar onun içine kapalı karamsar bir havaya bürünmesinde etkili olmuştur. İnsanlardan uzakta köy hayatında huzuru bulan Nîmâ Yûşic, çocukluk anılarına sığınmıştır. Nîmâ Yûşic, şairliğinin ilk yıllarında romantik şiire meyletmiştir. Onun ilk şiir deneyimlerini yayımladığı Rıza Şah Dönemi’nde, İran edebiyatında romantizm akımına ilgi olduğu görülmektedir. Burada kastedilen romantizm tam olarak batılı anlamda bir romantizm değil, Nîmâ Yûşic ile başlayan ve tarihi süreç içerisinde şekillenen bir romantik anlayıştır. 1921 yılında darbe ile gücü ele geçiren ve bütün muhalif sesleri susturan Rıza Han, 1925’te askeri rejimle yönetime el koymuştur. Bu dönemde yayın organları, gözetim altına alındığı için hükümete ve ülkenin durumuna ilişkin her türlü eleştiri ve ima kısıtlanmıştır. Meşrutiyet inkılabından sonra en gelişmiş tarz olan siyasi şiir silikleşmiştir. Böylece Nîmâ Yûşic’in Fransız romantiklerinin etkisiyle şekil verdiği İran romantik şiiri kendine özgü bir hal almıştır. Nîmâ’nın romantik şiirlerinde görülen eğilimleri, toplumsal sorunlardan ötürü ümitsizliğe kapılma, içine kapanma, yalnızlığa ve tabiata sığınma, dönemin diğer şairlerinde de görmek mümkündür. Özellikle şairin ruhsal ve düşünsel boyutuyla örtüşen bu özellikler “Efsane” adlı şiirinde gün yüzüne çıkmıştır. “Efsane” âdeta bu dönemde romantik şairlerin manifestosu mahiyetindedir. 1941 yılından itibaren Nîmâ Yûşic, romantik şiiri bir tarafa bırakarak toplumsal ve siyasi içerikli şiirlere yönelmiştir. O bu şiirlerinde sembolik bir dil kullanmıştır. Sembolik şiire geçiş aşamasında Nîmâ, önce klasik İran şiirlerinde nasihat içerikli, ahlaki mesajlar veren, kinayeli bir anlatımın olduğu şiirlere öykünmüştür. 1940’lı yıllarda yazdığı bu şiirler genellikle fabl türündedir. Daha sonra oluşturduğu sembolik şiirlerinde dolaylı bir anlatımla toplumun gerçeklerini ifade etmeye çalışmıştır. Hikâyemsi bir boyuta sahip sembolik şiirlerinde doğrudan eleştirel bir dil kullanmayan şair, toplumsal ve siyasi olayların sonucunda oluşan ortamları tasvir ederek var olan durumu ortaya koymuştur. Bu şekilde İran edebiyatında toplumsal meselelerde sembolik bir dil kullanılması Nîmâ’nın şiiriyle başlamıştır. Nîmâ Fransız sembolik şiirinin etkisi altında, hayvanların farklı özelliklerinden faydalanarak onları insanın şahsiyetini ve ruhi durumunu ifade edecek, farklı özelliklerini şiirlerine yansıtmıştır. Halkın çektiği sıkıntıları dert edinen Nîmâ, şiirlerinde onların fakirliklerini, mahrumiyetlerini ve uğradıkları haksızlıkları dile getirmiştir. Gerçek şiirin yaşadığı toplumu yansıtması gerektiğini düşünen şair, şiirleriyle halkta bir farkındalık yaratmayı istemiştir.
Türk Halk Müslümanlığında Miraç Algısı
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 89-110 · DOI: 10.32704/erdem.948901
Özet
Türklerin İslamiyet öncesi döneme ait inançları ile İslamiyet sonrası inançlarının harmanlanmasından oluşan halk Müslümanlığından söz edilmektedir. Halk Müslümanlığının sosyal tarihi bütün milletlerde benzer şekilde olagelir. Miraç ise, İslam dünyasının kutsal gecelerinden biri olarak kabul edilir. Miraç Kur’an’da ana hatlarıyla verilir. Tefsir, hadis ve siyerlerin yanı sıra edebiyata ve sanata yansıyan miraçla ilgili çok zengin bir külliyat mevcuttur. Miracı sadece bir rüyaya bağlayan ilahiyatçılar olduğu gibi, Peygamberin bedenen ve kısa bir zaman içinde olağanüstü bir mucize gerçekleştirdiği yönünde farklı kabulleri olan bilim insanları vardır. Burada farklı görüşler bir yana bırakılmış, Türklerin miraç içine dâhil ettikleri olağanüstülükler ele alınmıştır. Miraç gibi muhteşem bir olay Türk Müslümanlığını derinden etkilemiştir. Eski inançlar, miraç aşamaları içine yerleştirilir. Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve Hz. Ali gibi dini; Satuk Buğra Han gibi devletli şahsiyetler aracı kişiler olur. Bu isimlerin kültür tarihindeki saygın yerleri, miraç anlatılarına da taşınır. Bu aracı kişiler hakkında anlatılanlar çoğu zaman sorgulanmaz. İslam inancı içinde varmış gibi kabul edilir. Hz. Muhammed miraç yolunda cenneti, cehennemi görür, yedi kat gök çıkar ve her bir gök katında bir peygamberle görüşür. En sonunda Allah’la olan buluşmaları anlatılır. Bu çıkış aşamalarının içinde hiçbir dini kaynakta yer almayan görüşmelerin yapıldığına şahit olunur. Bunlar arasında sırayla Mevlâna, Satuk Buğra Han, Hacı Bektaş-ı Veli’nin “Besmele Şerhi,” adlı eseri ve Alevi kültüründeki “Kırklar Cemi”nin kutsal öyküsü sayılabilir. Biri mutasavvıf, biri hükümdar, biri Hz. Ali olmak üzere miraçta Peygamberin gördüğü şahsiyetlerdir. “Besmele Şerhi”nde Hacı Bektaş-ı Veli, Peygamber ile yaratan arasındaki buluşmaların ve konuşmaların ayrıntılarını verir. Bu görüşmeler dini olmanın yanında mitolojik kökenlerle içi içe girmiştir. Ruhu dünyaya inmeden önce miraçta, Peygamber Ebubekir soyundan bir gelecek olan Mevlâna’yı görür. Onun dış görünüşü ve adı ayrıntıları ile anlatılır. Dokuzuncu gök katı İslam öncesi inançları ile örtüşür. Satuk Buğra Han, atlı ve savaşçı görünümüyle miraçta boy gösterir. 330 yıl sonra dünyaya gelecek olan ruhun Türkistan diyarına İslamiyet’in yayılacağı anlamına gelir. Türklerin İslam’a yönelmelerinde ve geçişlerinde efsanevî tarihin önemli bir yeri bulunur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin pedagojik bir tavırla anlattığı eserinde, Peygamberin ağzından farklı renkte çıkan üç kuştan söz edilir. Kuşlar Peygamberin ağzından sırayla çıkar, büyür, denize dalar, su sıçratır; damlalarındaki nurlardan melekler yaratılır. Besmelenin önemi anlatılırken bir yandan da halkın anlayacağı örnek ama mitik evrenden yararlanılır. Kırklar Cemi Alevi kültürünün en önemli ayin-i cem öyküsüdür. Miraçta Peygamber bir aslan görür. Bu aslana yol vermesi için fırlattığı yüzüğü, kırklar ceminde Ali’nin parmağındadır. Sünni kültürdeki gibi, Alevi kültürünün efsanevî tarihi mitik unsurlarla bezenir.
Panorama Romanına “Büyük İnkılâp ve Küçük Politika” Çerçevesinden Bakmak
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 197-220 · DOI: 10.32704/erdem.948944
Özet
Türk edebiyatının önde gelen kalemlerinden biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, edebiyatçı kimliğinin yanı sıra gazeteciliği, milletvekilliği ve diplomatlığı ile Tanzimat Dönemi’nden beri görülen aydın/bürokrat/politikacı bileşiminin tipik bir örneğidir. Çağdaş Türk düşüncesinin ortaya çıktığı Tanzimat yıllarından beri Türkiye’de edebiyat ve düşünce birbiriyle iç içe geçtiğinden o da toplum ve siyaset üzerine eğilen yazarlar çizgisinden gelmektedir. Romandan anı kitaplarına ve gazete yazılarına kadar çeşitli türlerde eserler veren yazar, II. Abdülhamit döneminden Meşrutiyet’e, Milli Mücadele yıllarından Cumhuriyet’in kuruluşuna, çok partili siyasi hayata geçişten 27 Mayıs’a kadar tanıklık ettiği devirleri çalışmalarına da bir biçimde aktarmıştır. Bu çerçevede Yakup Kadri’nin 1930’lu yıllardan 1950’lere kadar olan dönemi işleyen Panorama romanının yazarın Atatürk devrimlerinin halk üzerindeki etkisi, toplumda yer edinip edinemediği üzerine yaptığı eleştirel değerlendirmeleri bakımından ayrı bir yer tutar. Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Atatürk’ün yakın çevresinde yer alan Yakup Kadri, Cumhuriyet’in ve Atatürk devrimlerinin düşünce ve edebiyat hayatında önde gelen savunucularından biridir. Ancak yazarın, Cumhuriyet’e ve devrimlere yaklaşımı sorgusuz bir övme edebiyatı şeklinde olmamıştır. Atatürk’ü ayrı bir yerde tutmakla birlikte Yakup Kadri, devrimlerin uygulanışını, halka yansımalarını daha 1930’ların başından itibaren eleştirir görünmektedir. Nitekim o tarihlerde yayımlanan Ankara (1934) romanının ikinci bölümü Panorama’nın öncüsü gibidir. Cumhuriyet’in onuncu yılı vesilesiyle yazdığı, ancak yayımlamadığı “Büyük İnkılâp ve Küçük Politika” başlıklı makalesi de yazarın dönemin siyasi ve toplumsal gelişmelerine karşı eleştirel yaklaşımının başka bir ifadesidir. Panorama romanıyla, Cumhuriyet’in ve Atatürk devrimlerinin kurduğu yeni Türkiye’ye ve Türk toplumuna eğilen Yakup Kadri, 1930’lu yıllarda Atatürk’ün henüz hayatta olduğu yıllardan 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara geçişine kadar olan dönemi işlemektedir. Atatürk’ün “büyük inkılâp”ının Cumhuriyet Halk Partisi ve devlet bürokrasisi içindeki birtakım “küçük politika”lara kurban edildiği şeklinde özetlenebilecek düşüncelerinin yer aldığı makalesi ise Panorama romanının alt metni gibidir. Yazar, yayımlayamadığı bu çalışmasında dile getirdiği meseleleri, kurgusal bir metin üzerinden ifade etmek istemiş görünmektedir. Bu çalışma, Panorama romanını “Büyük İnkılap ve Küçük Politika” metnine dayanarak tahlil etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede Yakup Kadri’nin romanda dile getirdiği devrimlere, çok partili siyasi hayata ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi yönetimine dair eleştirileri söz konusu makaleyle birlikte değerlendirilmeye çalışılacaktır. Söz konusu tahlil çabasında dayanılan temel metin anılan makale olmakla birlikte, Yakup Kadri’nin işlediği konulara ışık tutabilecek Politikada 45 Yıl, Zoraki Diplomat gibi anı çalışmaları ile Yaban ve Ankara romanlarından da mümkün olduğunca yararlanılmıştır.
Müzik Tarihine Ve Kültürel Müzikolojiye Sunduğu Katkılar Açısından Bahaeddin Ögel
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 43-66 · DOI: 10.32704/erdem.948843
Özet
Genel Türk Tarihi alanının en önemli biliminsanlarından olan Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, kültürel tarih açısından son derece kıymetli eserlere imza atmıştır. Onun kapsamlı eserleri, tarihin yardımcı olduğu diğer alanlara da veri sunmaya devam etmektedir. Bahaeddin Ögel’in eserlerinin en fazla ışık tuttuğu yan disiplinler, folklor ve müziktir. Genel Türk tarihi veya mitoloji konulu yapıtlarında çok sayıda müzikolojik veriye rastlamak mümkündür. Öyle ki onun eserlerine başvurulmadan yazılmış Türk müzik tarihi çalışmaları, yetersiz kabul edilir. Bunların yanı sıra Ögel’in müstakil olarak müzikoloji konulu kitapları ve tebliğleri vardır. O, tarih biliminden getirdiği disiplinle, vesikalara dayalı metodolojik müzikoloji yazımına da katkılar sunmuştur. Müzik tarihi, organoloji (çalgı bilim), kültürel müzikoloji gibi pek çok alt branşa veri sunan eserleri, bu eserlerin içeriği, ne gibi yenilikler ve öneriler getirdiği, hangi kapıları açtığı, Bahaeddin Ögel’in müzikle olan ilişkisinin temeli, bu makalenin odaklandığı hususlardır. Betimsel karakterli bu çalışmada literatür taraması ile birlikte, Ögel’in öğrencisi olmuş kıymetli biliminsanlarının görüşlerine de başvurulmuş; yarı yapılandırılmış görüşme tekniğine dayalı olarak kendilerinden konu ile ilgili bilgiler edinilmiştir. Çalışmada Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in müzikoloji alanında veriler içeren eserleri saptanmış; bu çalışmaların hangi alt dallara ışık tuttuğu incelenmiştir. Ögel’in müzikolojiye veri sunan eserlerini genel olarak ikiye ayırmak mümkündür. İlki, temelde Genel Türk Tarihi veya mitoloji konulu olan ama içerisinde çeşitli alt başlıklar içinde müzikolojik veriler barındıran eserler; diğeri ise Türk Kültür Tarihine Giriş serisinin sekizincisi olan “Mehter” ve dokuzuncusu olan “Türk Halk Musikisi Aletleri” gibi doğrudan müzikolojiyi ilgilendiren eserlerdir. Çalışmanın sonunda Ögel’in müzikolojik bilgiler barındıran kitapları, makaleleri ve tebliğleri listelenmiştir. En son olarak Ögel’in müzikoloji alanına sunduğu katkılar tablolaştırılmıştır. Bu katkılar ana başlıklar halinde şu şekilde tespit edilmiştir: Türk müzik tarihine ilişkin veriler (kronolojik gelişim ve değişimler), Türk müzik türlerine ilişkin bilgiler, Türklerde askeri müzik (tuğ, nevbet, mehter teşkilatları, görevleri, çalgıları), Organolojik bilgiler (çalgıların kökenleri konusunda bilgiler, çalgıların sınıflandırılması vb.), Müzik ve mitoloji konulu bilgiler (efsanelerde müzik, müzisyen ve çalgılar; çalgıların yaradılış efsaneleri vb.), Müzik ile ilişkili kelimelere yönelik bilgiler (üzerinde tartışma bulunan müzikal kelimeler hakkında tanımlama ve tartışmalar; Türk dünyasında karşılığı olan ancak Anadolu Türklerince pek fazla bilinmeyen müzikal kelimelerin tanıtımı; aynı isimli bir çalgının farklı Türk topluluklarında aldığı isimsel ya da biçimsel farklılıkların tespiti vb.)
Şeyhülislam Kemalpaşazâde’nin Cinler Hakkında Manzum Fetvâsı Ve Ahlât-ı Erbaa Açısından Tahlili
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 29-42 · DOI: 10.32704/erdem.948839
Özet
Osmanlı’da ilgi çekici kalem mahsullerinden birisi de manzum fetvâlardır. Osmanlı fetvâlarının çok büyük bir kısmı mensur olarak verilmiş, ancak içlerinde ciddî sayıda da manzum olarak verilenler bulunmuştur. Hiç şüphesiz fetvâların bu şekilde verilmesi Türk edebiyatının yeni bir nazım türü kazanmasına zemin hazırladığı gibi, ulema arasında da renkli bir edebî ortamın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Osmanlı’da verilen ve yazılan manzum fetvâların şeyhülislâm veya müftülere sualin nazmen yöneltilmesi sebebiyle verildiği gözlenmektedir. Yani bu fetvâlar resen manzum biçimde verilmemiş, daha çok herhangi bir konuda şair birisi veya şairliği bulunan bir devlet adamının bir müftü veya şeyhülislama suali manzum biçimde yöneltmesinden dolayı verilmiştir. Osmanlı’da manzum fetvâ vermiş şu ana kadar tespit edilen müftü ve şeyhülislamların sayısı ile manzum fetvâların beyit adedinin yüksek bir sayıya ulaştığı görülmektedir. Tabiî ki daha tespit edilmeyenlerin de bulunması yüksek bir ihtimal olduğundan hepsi bir araya getirildiğinde hacimli bir kitapla tanıtılacak kadar geniş bir manzum fetvâ hazinesi ortaya çıkacaktır. Osmanlı’da şu ana kadar tespit edilen manzum fetvâ sayısı 60 civarında olup bunların beyit sayıları yaklaşık 500’dür. Bu fetvâlar içinde sadece tek mısradan ibaret olanları bulunduğu gibi, 64 beyitten oluşanları da bulunmaktadır. Hatta müstakil bir risale sayılabilecek olanlar da vardır. Yaklaşık 1520’li tarihlerde başladığı tahmin edilen Osmanlı manzum fetvâlarının içinde Arapça ve Farsça olarak verilmiş olanlar da bulunmaktadır. Osmanlı’da manzum fetvâların ilk örneklerinin ünlü Şeyhülislâm Kemalpaşazâde Ahmed tarafından verildiği söylenebilir. Osmanlı manzum fetvâ geleneğinin öncü isimlerinden birisi olan Kemalpaşazâde çok yönlü bir âlim olup filolojik çalışmaları da vardır. Osmanlı’nın zirve yüzyılına damga vurmuş birkaç büyük şeyhülislâmdan birisi olan bu zat birçok konuda fetvâ vermiş ve bunlar arasında dil ve edebiyat konuları da yer almıştır. Mürettep bir divanı da olan bu mühim sima esrar, şarap, afyon, raks, devran gibi, o devrin hassas ve tartışmalı birçok konusunda fetvâ vermiştir. Bu fetvâlar bazı aykırı ve çelişkili görüşler taşıdığından başka şeyhülislâmlarca düzeltilip açıklamalar yapılmıştır. Özellikle esrar hakkında verdiği manzum fetvâ çok tartışılmış ve Ebussuud Efendi tarafından yorumlanmıştır. Onun manzum fetvâları arasında bir de cinler hakkında verdiği fetvâ vardır ki şekil, muhteva ve cinlerin tanımı bakımından oldukça ilgi çekicidir. Bu fetvâ, eski tıp anlayışındaki ahlât-ı erbaa teorisi ile de yakından ilişkili olup ins ile cin münasebetlerini vücut kimyası bağlamında açıklamaktadır. Bu çalışmada bu manzum fetvâ analitik biçimde incelenip tanıtılmaktadır.
Bitlis Kalesi’nde Bulunan Sinan Bey (Kale) Hamamı Ve Rölöve Çalışmaları Üzerine Bir Değerlendirme
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 161-196 · DOI: 10.32704/erdem.948934
Özet
2004-2005 yılı arkeolojik kazıları sonucunda gün yüzüne çıkarılan Sinan Bey (Kale) Hamamı, Bitlis Kalesi’nde merkeze yakın bir konumda yer almaktadır. Ortaya çıkarıldığı günden bu yana hamama koruma amaçlı bazı basit müdahaleler yapılmış, ancak tam anlamıyla tahribatın önüne geçilememiştir. Özellikle örtü öğeleri ile su depolarının duvarlarındaki çökme tehlikesi her geçen gün artmaktadır. Bu nedenle 2019 yılı kazı çalışmaları kapsamında restitüsyon ve restorasyon öncesi rölöve çizimlerinin yapılmasına karar verilmiştir. Bunun için yapı ilk olarak yerinde incelenmiştir. Devamında Cors ve Total Station aletleri ile referans noktalar alınarak yapının harita üzerindeki konumu işaretlenmiştir. Mekânların zemin seviyeleri farklı olduğundan çizgi lazer aleti yardımıyla 0.00 kot seviyesi belirlenmiş olup plan ölçümleri aynı kot üzerinden alınmıştır. Krokiler üzerinde gerekli ölçüler alındıktan sonra bilgisayar ortamına aktarılmıştır. Total Station ile plan, kesit, görünüş için bütün noktaların ölçümü yapılmıştır. Yapı bütünüyle fotoğraflanmış, kesit ve cephelerdeki malzeme ve hasar detaylarının ayrıntıları için Agisoft Photoscane, Adobe Photoshop ve Autocad gibi programlardan faydalanılmıştır. Elde edilen ölçü ve verilerle bu programlar kullanılarak, rölöve projesinin çizimleri hazırlanmıştır. Hazırlanan rölöve çalışması daha sonra ilgili kurul tarafından onaylanmıştır. Soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşan hamam arşiv belgelerine göre 1534 ile 1540 yılları arasında Bitlis Sancak Beyi Sinan Bey tarafından yaptırılmış bir vakıf eseridir. Osmanlı arşivinde ulaşılan yeni belgelerde, 1540 yılına ait Tapu Tahrir Defteri ve diğer arşiv kayıtlarında, hamamın kale içerisindeki Sinan Bey tarafından inşa edilen mescide gelir getirmek üzere inşa edilmiştir. Sinan Bey Mescidi’nin yıllık geliri 4900 akçe olarak kayıtlara geçmiştir. Bu 4900 akçenin de 3600 akçesi kalede bulunan hamamdan, 580 akçesi ise hamam ile mektebin yakınında bulunan iki göz mahzenden elde edildiği yazılıdır. Hamam, sıcaklık mekânına göre iki köşe halvet hücreli olup Klasik Türk Hamam mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadır. Duvarlarda taş, kubbe ve kubbeye geçişlerde tuğla malzeme kullanılan yapıda süsleme öğelerine rastlanmaz. Sıcaklık, hela ve halvet hücreleri kubbe ile diğer kısımlar ise tonoz örtülüdür. Soyunmalık kısmında sadece beden duvarları ve kapı açıklığı günümüze ulaşırken, asıl hamam kısmının örtü öğeleri olan kubbe ve tonoz yüzlerine açılan fil gözleri ile iç mekân aydınlatılmaktadır. Bu çalışmada, yeni belgeler ışığında, hamamın banisi ve yapım yılının ortaya çıkarılmasının yanında yapılan rölöve çalışmaları hakkında bilgi verilmesi amaçlanmaktadır.
Hz. Muhammed ve Diğer Peygamberlere Yönelik Fazahat Girişimleri ve Alınan Tedbirler: Arşiv Belgelerine Dayalı Bir İnceleme
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 111-160 · DOI: 10.32704/erdem.948925
Özet
Makale, Osmanlı Devleti’nin son 70 yılına tarihlenen ve konu ile ilgili olarak seçilmiş olan arşiv belgelerinin Hz. Muhammed’e yönelik iftira, itham hatta küfre varan hakaret girişimlerinin “fazahat” başlığı altında değerlendirilip transkribe edilerek, konuyla ilgili literatür ile desteklenerek irdelenmesine dayanmaktadır. Arşiv belgelerinin kanıtlayıcı ve bilgi verici değerinin yanı sıra Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arşiv fonlarındaki konu ve kapsam çeşitliliğini de yansıtan araştırmada fazahat teşebbüsleri, münferit hezeyanlar, basın-yayın ve görsel faaliyetlere karşı devletin tepkisi, kovuşturması ve tedbirleri ortaya konulmaktadır. Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin dinî alandaki bürokratik mücadelesi, geçmişten günümüze kadar uzanan İslam dinini Hz. Muhammed üzerinden yıpratma girişimlerini önleme başarısı da örnek belgeler üzerinden anlaşılabilecektir. Ayrıca bu çalışma, İslamiyet’e yönelik fazahat girişimlerinin hangi yöntemler uygulanarak hayata geçirildiğini, hangi boyutlara ulaştığını idrak ederek bugün de bu konuda uyanık ve tedbirli davranmamız gerektiği noktasında arşiv belgelerine dayalı olarak aydınlatıcı bilgiler içermektedir. Zira bu faaliyetlerin geçmişi İslamiyet’in ilk yıllarına kadar uzanmakta ve sistemli olarak tekrarlanarak günümüze kadar devam etmektedir. Çalışmada T. C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı ve Cumhuriyet Arşivi fonlarından belirlenen belgeler kullanılmış olup, söz konusu belgeler fazahata konu olan eylemlere göre gruplandırılarak kendi içerisinde kronolojik bir sıraya konulmuştur. Söz konusu belgeler yanlış anlaşılmalara mahal verilmemesi için mümkün olduğu kadar aslına uygun şekilde konuyla ilgili yayınlanmış çalışmalarla da desteklenerek özetlenmiştir. Bu bağlamda çalışmanın temel amacı, araştırmacılara her türlü siyasi, toplumsal, sosyolojik, kültürel vb. olayın açıklanması ve belgelendirilmesinin arşivlerimizdeki zengin fonlar aracılığıyla yapılabileceğinin göstergesidir.
Cumhuriyet Dönemi Türk Halıcılığı Kitabı
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 221-224
Özet
Türk sanatları içerisinde önemli bir yere sahip olan halı, kilim ve işleme sanatlarımız Türklerin semboller dünyasını, estetik duyarlılığını, gelenek ve göreneklerini kısacası kültürünü yansıtmaktadır. Bu sebeple, geleneksel halı, kilim ve işleme sanatı örneklerimiz bir yandan ülkemizin tanıtımı ve ekonomisindeki yerini muhafaza ederken, diğer yandan da geçmiş nesillerin duygu, düşünce ve tecrübelerinin bize ulaşmasında köprü görevi görmektedir. Bu bahisle, Türk halıcılığı kültür mirası olarak en önemli konulardan birisidir. Günümüzde bilinen en eski örnekleri Orta Asya’da Türklerin yaşadığı bölgelerde ortaya çıkan düğümlü halı, Türklerin bulup geliştirdiği ve tüm dünyaya armağan ettiği halı sanatı, Türk sanatları içinde maddi kültür değerlerinin aynası denilebilecek en önemli halk sanatlarımızdandır. Arkeolojik buluntular ve çeşitli alan araştırmaları da göz önüne alındığında bir süs eşyası olmanın ötesinde yansıttığı motif ve tekniklerle kültürel derinliği, zenginliği kanıtlamak açısından da önemlidir.