1321 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
- Aydın Sayılı 16
- Erdem Dergi̇si̇ 14
- Müjgan Cunbur 12
- Ömer ÇAKIR 12
- Mübahat Türker Küyel 11
Anahtar Kelimeler
- Dokuma 35
- Halı 32
- Mustafa Necati Sepetçioğlu 24
- Weaving 23
- Kilim 20
- Peyami Safa 20
- Osmanlı 19
- Motif 17
- roman 16
- novel 15
Osmanlı Sarayında At
Erdem · 2021, Sayı 80 · Sayfa: 225-228
Özet
Dumlupınar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Dingeç tarafından hazırlanan sekiz yıllık bir çalışmanın ürünü olan eserde, Osmanlı İmparatorluğu sarayında at ile ilgili bütün bilinmeyenlerin cevabı detaylı bir şekilde okuyucuya sunulmaktadır. Kitap “Ön Söz’’, “Giriş’’, “Sonuç, “Kaynakça’’, “Ek’’ ,“Sözlük’’ ve “Dizin’’ dışında dört ana bölümden oluşmaktadır. Görsel malzemeyle zenginleştirilen eserde atın Osmanlı sarayındaki konumu bütün yönleri ile ortaya konulmaya çalışılmaktadır.
Kahramanmaraş Kentinde Tarihsel Konutlar ve Turizm
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 63-92 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.063
Özet
Tam Metin
Belirli bir topluluğa ait olan ve o toplumun değer yargılarını taşıyan maddi ve manevi ögeler kültürü oluşturmaktadır. Bu kültür ögeleri önceki nesillerden günümüz nesline somut ve soyut miras olarak aktarılır. Somut kültürel mirasın en önemlilerinden birisi de tarihi yapılardır. Günümüzde kültürel mirasın önemsenip, korunması ve tanıtılması konusu büyük önem taşımaktadır. Çünkü kültürel değerlere gerekli özen gösterilmediğinde yerel halkın sahip olduğu tüm ögeler de değersiz bir hale gelecektir. Ayrıca kültürel ögeler bölgesel olduğu kadar ülke ve dünya bazında da sosyo-ekonomik anlamda çok büyük potansiyele sahiptir. Kültürel miras değerleri ile şehirler kendi özgün kimliklerini koruyabilmekte, gençler geçmişten günümüze bir bağ kurabilmekte ve sahiplenme duygusunu yaşayabilmektedir. Bu nedenle bir yörenin kültürel miras değerlerinin zenginliği o yörenin hem ekonomik hem sosyal yapısını değiştirecek hem de bu bağlamda turizmi geliştirecektir. Kahramanmaraş gibi kadim bir şehrin bu mirası iyi değerlendirmesi kaçınılmaz olmalıdır.
Kahramanmaraş’ta şehrin geleneksel mimarisini oluşturan ve günümüze kadar ulaşan tarihi konutların önemli bir bölümü özellikle Osmanlı’nın son döneminde, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılmaya başlanmıştır. Bu konutlar yarı kâgir- yarı ahşap ve karma sistem olarak inşa edilmiştir. Şehirdeki tarihi konutlar eski yerleşmeler olan Onikişubat ilçesi Mağralı ve Yörükselim mahalleleri ile Dulkadiroğlu ilçesine bağlı Kayabaşı, Kurtuluş, Ekmekçi, Gazipaşa, Divanlı, İsa Divanlı, Turan ve Fevzi Paşa mahallelerinde yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışma üç bölgenin kavşak noktasında gerek tarihi gerekse coğrafi anlamda birçok medeniyete ev sahipliği yapmış tarihi kent dokusu içindeki Kahramanmaraş’ta yürütülmüştür. Kentte yer alan tarihi konutların geçmişi ve mimari yapısı ile turizme sunulması ve çekici bir öge olarak kullanılması kentin turizm cazibesini arttıracaktır. Dolayısıyla çalışma kentteki tarihi konutların kültür turizmi anlamında günümüzdeki mevcut durumlarını ortaya koymak ve tarihi konutların kültürel miras turizmi açısından yerel halkın algı ve tutumları çerçevesinde değerlendirilmesi üzerine bir bakış açısı oluşturmak amacıyla yapılmıştır. Çalışmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından geliştirilen bir anket uygulaması gerçekleştirilmiştir. Bölgedeki kültürel değerlere bağlı olarak Kahramanmaraş’ta yer alan belli başlı konutların belirgin özellikleri incelenmiştir. Yerel halkla birebir mülakatlar yapılmıştır.
Çalışmaya katılan yerel halk tarihi konutların turizm amaçlı tanıtılmasının gerekliliği konusunda olumlu görüşe sahiptir. Konutların restorasyon yapılarak kullanılması, özellikle de konut şeklinde değil otel, kafe ya da müze tarzında kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla hem kültürel değerlerin korunması hem de bu değerlerden ekonomik girdi sağlanması konusuna önem verilmektedir. Kahramanmaraş’ın çok eski bir yerleşim olması vasfıyla birçok tarihi konutun bulunduğu ve yerel halkın tarihi konutların turizm amaçlı kullanılabilmesi konusunda oldukça duyarlı oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Kentte tarihi konutlar örnekleminden diğer kültürel ögelerin korunup turizme kazandırılması konusunda önerilerde bulunulmuştur.
Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Ritüeli “Sapere Aude!” Aforizmasıyla Okumak
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 1-22 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.001
Özet
Tam Metin
Aydınlanma; bilim ve düşünceye karşı olan Orta Çağ’ın negatif, yıkıcı, batıl inanç içeren irrasyonel yapısını rasyonelliğe dönüştürmeye çalışan bir yönelimdir. Edebiyat, felsefe, sanat ve bilimsel faaliyetler vasıtasıyla yayılan aydınlanma; insan aklının başkasının rehberliğinden kurtarılması ve insanın kendi yargılama yetisini kullanması şeklinde anlaşılır. Akılla açıklanamayan her türlü etkinlik de pozitivist anlayışa aykırı olarak değerlendirilir ve bu nedenle ritüele uzun süre mesafeli yaklaşılır. Oysa toplumun belleğinde, kültüre dayalı duygularla açıklanamayan türlü imgeler kayıtlıdır. Bu imgeler, toplumun gereksinimlerine verilen yanıtlarla görünür hâle gelir. Bireysel ve toplumsal bir varlık olan insan, din ve din dışı olmak üzere her türlü kutsal karşısında bir davranış geliştirmeye ihtiyaç duyar. Simgesel katılım ile icra edilen bu davranış biçimi, toplumun kutsal olarak tanımladığı ritlerdir. Kollektif bilincin bir tezahürü olan ritler; insana aidiyet duygusu yaşatan, insanın kutsal olanla ilişkilerini tayin eden ve belirli bir disiplin içinde gerçekleştirilen eylemlerdir. Aydınlanma öncesi dönemde doğanın ve her şeyin üstünde düşünülen kutsal, pozitivist düşünceye paralel biçimde zamanla genel olarak doğada ve özel olarak varlığın doğasında katışık hâlde tasavvur edilir. İnsanın ve toplumun zaman içinde geçirdiği düşünsel evrim, “kutsal” algısında da değişim meydana getirir. Değişen “kutsal” algısı, ritlerin yeniden tanımlanmasını zarurî kılar. İnsanın metafiziği anlama ve kavramadaki çaresizliği ile aşkınlığa teslimiyeti, ritlerin ortaya çıkış nedenlerindendir. Bu olgu, her dönemde insanın aşkın varlık ya da düşünce karşısında belirli davranış kalıpları geliştirmesi sonucunu doğurur. İnsanın kültürel ve düşünsel evrim aşamaları, şuurlu bir canlı olan insanın ritüelsiz kalamadığını, ritüelin işlevsel olarak görevini yerine getirmeye devam ettiğini ortaya koyar.
Türk edebiyatında batılılaşma ile birlikte modernleşmenin bir tezahürü olarak ortaya çıkan roman, bireyin/toplumun yeniden düzenlenmesine ve yapılandırılmasına yönelik önemli bir başlangıçtır. Reşat Nuri Güntekin, romanlarında aydınlanma düşüncesinin inşa edici programını roman kurgusuna yerleştirir. Yazar, kahramanlarını ergin olmayış durumundan kurtarma, aklın ve bilimin ışığında bir aydın tipi oluşturma gayesi güder. Aydınlanma fikrini Anadolu’nun her köşesine duyurmayı ve insanları eğitmeyi vazife edinmiş gezgin öğretmen idealiyle hareket eder. İstanbul’da gittikçe kuvvetlenen ve etkisini artıran zihnî değişim, taşraya yabancıdır. Anadolu’da ise halk, eskinin yerini dolduracak yeninin ne olduğunu tam olarak bilemediği için eski zihniyeti devam ettirir. Güntekin’in değiştirmek istediği; aklı, bilimi, düşünceyi, felsefeyi dışlayan bunların yerine bağnazlığı ve cehaleti yaşatan zihniyettir. Ancak zihniyet değiştirme amacı güdülürken toplumun kendine has kültünün göz ardı edilmemesi gerektiği ya da bunun bir zorunluluk olduğu gerçeğine Güntekin’in romanlarında rastlanır. Türk halk kültürünü romanlarında kullanan Güntekin, insanı; toplumun bir ögesi olarak işler ve yaşamın vazgeçilmez bir aracı olan ritüelle iç içe gösterir.
Bir Kent İmgesi Olarak Bafra Nokulu
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 93-120 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.093
Özet
Tam Metin
Toplumsal bellek ürünü olan imgeler, doğal veya işlenmiş olarak bir milletin özgünlüğünü yansıtırlar. Küreselleşen dünyada daha çok anlam kazanan imgeler, günümüzde kültürel mirasın geleceğe taşınması yanında kendisinden farklı alanlarda istifade etmeyi zorunlu kılmıştır. Dünyadaki tek tipleşme, yöresel ve özgün ürünlere olan ilgiyi ve farkındalığı artırmış; bu yolla toplumsal refah, istihdam, ekonomik fayda gibi amaçlarla kültüre dayalı üretim faaliyetleri önem kazanmıştır. Yerel ve bölgesel şekilde başlayan uygulamalar öncelikle ait olduğu bölgenin imgeleri olarak değer kazanmış, bunlar bazen ülkelerin mirasları olarak UNESCO tarafından dünya kültür mirasına dâhil edilmiştir.
Samsun ilinin en büyük ilçelerinden biri olan Bafra, verimli toprakları, zengin tarımsal faaliyetleri ve canlı ticaret hayatıyla öne çıkmaktadır. Samsun’a çok yakın konumda bulunan, modern bir kent havasının hakim olduğu ilçede geçmişten günümüze zengin bir toplumsal belleğin hâkim olduğu görülür. Pidesi, nokulu, kaymaklı lokumu, dondurması, şenlikleri ve festivalleri, tarihî ve mimarî eserleri ile zengin bir kültürel mirasa sahiptir. Her biri Bafra’nın imgesi olabilecek bu ürünlerin hak ettiği değeri bulamadığı görülür.
Çalışmamızda mutfak kültürünün bir unsuru olarak yörede “şerbetsiz tatlı” olarak adlandırılan Bafra nokulu mevzu edilmiştir. Kelimenin kökeni araştırıldıktan sonra yörede geleneksel nokulu tespit edip bunu yaygınlaştıran kişilerin bilgileri doğrultusunda tarif verilmiştir. Geleneksel üründe hamurun ince açılması, margarin kullanılmaması, iç malzeme olarak ceviz ve üzüm kullanılması ve yerken ağızda dağılması gibi temel nitelikler nokulun öne çıkan özellikleridir. Nokulun Bafra kent merkezi ve köylerde eskiden beri bilindiği, yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişi olabileceği öngörülmüştür. Eskiden bayramların vazgeçilmez ürünü iken günümüzde buna ilave olarak misafir ağırlama, belirli günlerde ikram ve hediyeleşme geleneğinin bir parçası olarak Bafra’nın sosyo-kültürel hayatında önemli bir yer kazanmıştır. Yakın zamanda kaymaklı lokum ve nokul üretim tesislerinin açılması ve bu alanda kadın istihdamı ile kültür ekonomisinde kendine yer bulmuştur. Çeşitli kurumların çalışmaları ve bireysel çabalarla nokul, Bafra kent imgesi olma yolunda ilerlemektedir. Yerelde Bafra imgesi olmak, aynı zamanda Samsun imgesi olma anlamı taşır. Bu anlamda ilin çeşitli çabaları da mevcuttur.
Nokulun yaşatılması ve yöresel bağlamda yaygınlaşmasında yapılan çalışmalar etkili olmuşsa da ulusallaşma ve markalaşma sürecinde çeşitli projelere ve atılımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda ilçe içerisinde ve yörede gerçekleştirilen bazı etkinliklerde ve festivallerde nokulun tanıtımı yapılmalı, daha sonra ülke çapında yapılacak çalışmalarla bu yöresel ürüne bir kimlik ve aidiyet kazandırılmalıdır. Nokul gibi ortak bellek ürünlerinin kültür endüstrisi alanına taşınması, yöreselin tanınması ve küreselleşen dünyada özgünlükleri geleceğe taşıma bağlamında büyük bir işlevi yerine getirecektir
Postmodern Yazında “Diyalektik Duyuş”: Şule Gürbüz’ün “Kambur”u
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 23-40 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.023
Özet
Tam Metin
Postmodern dünya içinde bulunduğu kaotik yapının doğası gereği birçok unsurun birleşiminden oluşur. Bu çoklu yapı içerisinde görülen parçalılığın yol açtığı uyumsuzluk durumu insan yaşantısına doğrudan etki eder. Teknolojiden mimariye, bilimden sanata insan üretkenliğini esas alan tüm alanlarda kendini gösteren bu durum, üretimde bulunan kişi açısından karmaşık bir görüntünün biçimlendirilmesini zorunlu kılar. Sanatçı da bu etkinin kendisi açısından doğurduğu sonuçları çeşitli biçimlerde ürünler vererek/bu görüntüyü kendisine göre düzenleyerek ortaya koyar. Roman türü açısındansa böylesi bir ürün/ tepki ancak dil üzerinden mümkündür. Dilin kullanımına bağlı olarak geliştirilen söylem evreni postmodern dünyanın karmaşasını hem içeriğe hem de biçime yansıtma gayesindedir.
1980 sonrası Türk romanında yaşanan çoksesliliğin neden olduğu çeşitlilik ve karmaşanın romanımızı dönüştürme noktasında önemli bir rol üstlendiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu dönemde eser veren roman yazarlarından biri olan Şule Gürbüz hem üslup hem de içerik bağlamında roman türünü farklı bir yere taşımıştır. Yazar, bu çalışmada ele alınacak olan 1992 tarihli ilk eseri Kambur’da kendi söylem evreninin yansımalarına dair ilk ipuçlarını ortaya koymuştur. Daha sonraki dönemlerde roman, hikâye ve deneme türünde verdiği eserlerde de Kambur’da kurulmaya çalışan söylemi destekleyen Gürbüz’ün klasik yazın üslubunu çeşitli biçimlerde yıkma/parçalama gayesinde olduğu düşünülmektedir. Yazar, söylemini kimi zaman taban tabana zıt iki durum üzerinden “diyalektik duyuş” esasına bağlı olarak inşa ederken, kimi zamansa bu diyalektik duyuş yaklaşımını besleyen söylemlerin dolaylı bağlantılar üzerinden kurulduğu görülmektedir. Bu bağlamda, Gürbüz’ün postmodern bir roman yazarı olarak böylesi bir söylem biçimini benimsemesi üzerinden nasıl bir dil oluşturmaya çalıştığı üzerine odaklanılacak ve eserin anlatmak istedikleri noktasında “diyalektik duyuş” yaklaşımının postmodern romanın var oluşu noktasında sağladığı imkânlar üzerinde durulacaktır. Söz konusu romanın açtığı anlam alanları “okur merkezli” yorumlama tekniğiyle ele alınacak, özellikle roman kahramanı olarak seçilen “kambur” tipinin arka planında yer alan düşünsel evrene yönelik değerlendirmelere yer verilecektir. Böylelikle yazarın kurmaya çalıştığı roman evreninde diyalektiğin ne ölçüde görünür kılındığı belirlenecek, postmodern söylemin izleri roman söylemine yansıdığı ölçüde tespit edilmeye çalışılacaktır. Bunu yaparken de romanda yer alan ifadelere yer verilerek söylemin doğrudan yorumlanmasına dayanan bir değerlendirme süreci işletilecektir.
Günümüze Ulaşmayan Bir Osmanlı Sağlık Yapısı: Isparta / Hamidabad Gurebā Hastanesi
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 149-174 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.149
Özet
Tam Metin
Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında, sağlık hizmetlerinde modernleşmenin bir yansıması olarak sivil hastaneler inşa edilmeye başlanmıştır. İlk örneğini, 19.yüzyılın ortalarında İstanbul’da inşa edilen Bezmialem Vakıf Gurebâ Hastanesi’nin oluşturduğu bu sivil hastaneler, özelleşmiş bir tanımlamayla “gurebâ” hastanesi olarak isimlendirilmişlerdir. Tanzimat Dönemi ile başlayan gureba hastanelerinin inşası, özellikle Sultan II. Abdülhamid’in saltanatı döneminde Osmanlı coğrafyasının her tarafında, eyalet ve sancak merkezlerinde yaygınlaşmıştır. Padişahın ismine atfen “Hamidiye Gurebâ Hastanesi” olarak da tevsim edilen/isimlendirilen bu hastanelerin bir örneği de Konya Vilayeti’ne bağlı sancak olan Hamidabad /Isparta’da inşa edilmiştir.
Isparta Gurebâ Hastanesi’nin inşası, dönemin mutasarrıfı Hüseyin Hüsnü Bey’in girişimleriyle 1903 yılında başlatılmıştır. Resmi açılışı 1904 yılında, padişahın cülusuna denk gelen günde yapılan hastaneye, dönemin diğer yapı örneklerinde olduğu gibi padişahın ismi verilmiştir. Dönemin diğer gureba hastanelerinde olduğu gibi yardımlarla inşa edilen Isparta Gureba Hastanesinin daimi masrafları için de tahsisler yapılmıştır. Yaklaşık on yıl gibi bir süre hizmet veren hastane 1914 yılında yaşanan büyük depremde zarar görmüş ve yeniden yaptırılmak üzere yıktırılmıştır. Isparta’nın ilk hastanesi olan bu binanın yerine yeni bir hastanenin yapılması uzun yıllar almıştır.
Günümüze ulaşmayan ve yayınlarda hakkında çok sınırlı bilgi bulunan Isparta Gureba Hastanesi, Osmanlı Arşivi’nde bulunan 1903 tarihli keşif defteri ile ekindeki plân ve cephe çizimleri ve fotoğrafı üzerinden incelenmiştir. İki katlı, neoklasik üsluptaki kargir yapı, orjinal plânında tanımlanan şekliyle “avlu” mekânına göre şekillenen dikdörtgen bir plân şemasına sahiptir. Mekânlar avlu olarak tanımlanan ve plânda dar kenarların orta alanında uzanan bu koridorun iki yanına yerleştirilmiştir. Dönemin diğer hastane örneklerinde görülen mekân dağılımı, burada da yer almaktadır. Kadın ve erkeklere mahsus koğuşlar, eczahane, doktor odası, muayene odası ve diğer hizmet mekânları avlu / koridor iki yanında yer almaktadır.
Isparta Gureba Hastanesi cephe düzeni ile dikkati çekmektedir. Neoklasik üsluptaki cephede, orjinal çiziminde “medhal” olarak tanımlanan girişin iki yanında, cepheyi aşan çokgen kesitli kulelere yer verilmiştir. Bu şekliye abidevi giriş düzeninin kullanıldığı yapı, aynı vilayet dahilinde Konya Vilayeti merkezinde, birkaç yıl önce, yüzyılın hemen başında tamamlanan sanayi mektebi ile çok benzer bir görünüm sunmaktadır. Gureba hastanesi binası, Konya Sanayi Mektebi’nin Birinci Ulusal Mimarlık üslubunun erken bir örneğini oluşturduğu, ayrıca bu üslupta başka yapı örneklerinin de olduğu bilinmekle birlikte Isparta Gureba Hastanesi, neoklasik üsluptaki kuleli giriş düzeniyle nadir uygulamalardan biridir. Bununla birlikte cephe köşelerine yerleştirilen kuleler dönem mimarlığında, farklı üsluplarda uygulanmıştır.
1903 tarihli keşif defteri ile çizimler üzerindeki isim ve mühürden hastanenin, “Mühendis Kalfaoğlu Yanko” tarafından tasarlandığı anlaşılmaktadır. Sancağın nafia mühendisi olan bu isim Isparta’da yeni baştan kargir olarak inşa edilen Kutlu Bey / Ulu Cami’nin de inşasını yürütmüştür. Mühendis Yanko’nun bu dönemde başka mimari eserlerde de çalışmış olması muhtemeldir. Isparta Gureba Hastanesi’nin tasarımcısının biliniyor olması dönemin gureba hastanelerinin kimler tarafından tasarlandığını örneklemesi açısından önemlidir.
Nâyî Osman Dede, Tahrîr-i Musikî veya Nota-yi Türkî’yi̇ Ne Zaman Yazdi?
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 121-148 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.121
Özet
Tam Metin
Nâyî Osman Dede, Klasik Türk Mûsikisi döneminin önemli isimlerinden biridir. Onun önemi müzik tarihine ve teorisine kazandırdıkları yanında, kendisinden sonrakileri etkileyen bir müzik yazısı icat etmesiyle pekişmiştir. Ancak araştırmacılar Nota-yi Türkî veya Tahrîr-i Musikî adı verilen müzik yazısını ne zaman icat ettiğine dair bir tarih verememiştir. Nitel araştırma yöntemiyle yapılan bu araştırma, E. Popescu-judetz’in “nota sistemini tam olarak hangi tarihte oluşturduğunu belirleyemiyoruz” ifadesi bir sonuç mudur yoksa üzerinde yeterince incelemesi yapılmamış bir olgu mudur? sorusuna cevap bulmak için yapılmıştır. Bu soruya cevap aranırken Osman Dede’nin biyografisinde aydınlatılması gereken bazı problemlere de rastlanmıştır. Bunlar arasında şu sorular vardı: Osman Dede ne zaman doğdu? Biyografi kaynakları ne zaman yazıldı? Kaynakların Osman Dede’nin biyografisi açısından değerleri nedir? Bu sorularla kendi çağında yazılmış üç biyografi kaynağı eleştirildi. Bu eleştiri sonucunda kaynaklar arasında Sâkıb Dede’nin eseri diğerlerine göre daha önemli bir kaynak olduğu anlaşıldı. Makalede cevapları aranan diğer sorular: Osman Dede, ne zaman Galata Mevlevîhânesi’nde müzik eğitimine başladı? Ne zaman neyzenbaşı oldu ve müzik nazariyatına ilgi duydu? Makam canlandırma ile uğraştı mı? Yeni makamlar icat etti mi? Ne zaman işittiği müziği yazmaya başlamış olabilir? Kutb-i Nâyî olarak ne zaman tanınmış olabilir? “Nota-yi Türkî” olarak bilinen eserini, Kantemiroğlu’nun 1691’de yazımını bitirdiği eserden önce mi, sonra mı yazmıştır? Osman Dede Mirâciye ve Mevlevî ayin bestelerini ne zaman besteledi? Bütün bu sorulara makalede bulunan tespitler şöyledir: 1675’te Edirne’ye gitti ve sonra makam nazariyatı ile ilgilenmeye başladı, 1680’de neyzenbaşı oldu ve müziğin yazısıyla ilgilenmeye başladı, 1685-87 çile sonrası evlendi. 1680 sonrası, daha önce adları görülmeyen “gülizar, musikar, şiraz, huzibuselik, nevaacem, nevauşşak”ı icat etti; sümbüle, bahrinazik, hicazbuselik, muhalifek, rahatülervah gibi makamları yeniden-canlandırdı. 1688-89 yılında Nota-yi Türkî’nin önemli bir kısmını bitirdi, 1691 sonrasında ilaveler yaptı. 1699-1707 yılları arasında çargâh ve rast, 1710-15 arasında hicaz ve uşşak Mevlevî ayinlerini, 1718 yılında Mirâciye’yi besteledi. Osman Dede müzik yazısıyla Kantemiroğlu’nu etkilemiş, yazdıklarıyla öncülük etmiştir. Osman Dede hakkındaki nitel yöntemle yapılan bu müzikolojik araştırma Kantemiroğlu’nun eserinin yazıldığı tarihin 1691-92 yılı olduğunu pekiştirmektedir. Bu tarih Nâyî Osman Dede’nin verilerini Kantemir’in en iyi değerlendirdiği ve Boğdan’a atanmak için eserini II.Ahmed’e sunulduğu tarih olarak kabul gören bir tarihtir. Araştırma Nâyî Osman Dede’nin Tahrîr-i Mûsiki yani müziğin yazımı eseriyle, Türk müziği tarihi ile ilgili olduğu kadar Dünya müzik tarihinin bir parçası olmayı hak ettiğini göstermektedir.
Osmanlı Dönemi Bir Sanayi İşletmesi Olarak Değirmenler: Tosya Nahiyesi Örneği (1578/1579)
Erdem · 2021, Sayı 81 · Sayfa: 175-200 · DOI: 10.32704/erdem.2021.81.175
Özet
Tam Metin
Değirmen, özellikle Endüstri Devrimi öncesi toplumlarda tarımsal faaliyetlerin tamamlayıcısı ve birer sanayi işletmesi olarak önemli bir yere sahip olmuştur. Bu çalışmada da Osmanlı Devleti’nde sanayi işletmeleri olarak faaliyet gören değirmenler tarihi coğrafya perspektifiyle ele alınarak, XVI. yüzyıl Tosya nahiyesindeki dağılışı, yoğunluğu, işletim şekilleri, işletim süreleri ve harap olma durumları ortaya konmaya çalışılmıştır. Çalışma kapsamında 1579 Tarihli Çankırı Mufassal Tahrir Defteri isimli eserden sahaya ait olduğu tespit edilen değirmen ve yerleşme verileri tablolara aktarılmıştır. Söz konusu yerleşme ve değirmenlerin lokalizasyonu 1/200.000 ölçekli topografya haritasından yararlanılarak yapılmıştır. Ayrıca Tosya şehri ve köylerinde arazi araştırması gerçekleştirilmiş olup yerel halkla yapılan mülakatlar ile değirmenlerin işletim şekillerine, sürelerine ve yok olmalarına dair önemli bilgiler elde edilmiştir. Daha sonra arşiv kaynağı ve arazi araştırmasından elde edilen bilgiler literatür de göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir. Bu bilgiler ışığında, 1578/1579 tarihinde Tosya nahiyesinde 49 değirmenin mevcudiyeti tespit edilmiştir. İlgili tarihte Tahrir defterinde yer alan değirmenlerin 40’ı aktif olarak işletilirken 9’unun harap olduğu görülmektedir. Ayrıca yapılan harita üzerinde değirmenlerin dağılışına bakıldığında yerleşmelere yakın yerlerde bulunan akarsu boylarında ve yükselti bakımından elverişli olan sahalarda değirmenlerin yoğunlaştığı anlaşılmaktadır