1321 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Atatürk Kültür Merkezi
Dergiler
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

Antik Dönem Tıbbının Müntahab-ı Şifa’da Tezahürü

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 1-22 · DOI: 10.32704/erdem.749007
Hacı Paşa ismiyle de bilinen Hekim Celâlüddin Hızır'ın yazmış olduğu Müntahab-ı Şifâ adlı eser, Anadolu'da yazılmış ilk Türkçe tıp kitapları arasında yer almaktadır. Yaptığı çalışmalar ve yazdığı kitaplarla tıp bilimine büyük katkıları olan Hacı Paşa, Müntahab-ı Şifâ'yı, Arapça yazdığı Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm isimli tıp kitabını özetleyip, Türkçe'ye çevirerek oluşturmuştur. Müntahab-ı Şifâ'nın temelini teşkil eden Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm'ın, Hacı Paşa'nın bizzat kendi el yazısıyla yazdığı nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndedir. Hacı Paşa bu eseri Aydınoğlu İsâ Bey adına Arapça olarak 14. yüzyılda kaleme almıştır. Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm temelde; teorik ve pratik tıp bilgileri, yiyecekler- içecekler ve ilaçlar, organların ve tüm vücudun hastalıkları ile tedavileri olmak üzere dört bölümden meydana gelmiştir. Hacı Paşa, Müntahab-ı Şifâ'yı takdim ederken, bu kitabı hekimin bulunmadığı bir yerde halkın da kitabı anlayıp, gerekli tedavilere kısmen de olsa başvurabilmeleri için sade bir şekilde hazırladığını belirtmiştir. Bunun için de kitapta karmaşık tıbbi anlatımlardan kaçınmıştır. Şifâü'l-Eskâm ve Devâü'l-Âlâm'ın özeti olan Müntahab-ı Şifâ adlı eser üç ana bölümden (bahs) oluşmaktadır. Birinci bölüm; tıp bilgileri ve tıbbın amacının detaylı bir şekilde anlatıldığı iki alt bölüme (teorik ve pratik kısımları) ayrılmıştır. İkinci bölümde; tedavi amaçlı kullanılacak gıdalar, şerbetler ve ilaçlar listelenmiştir. Üçüncü ve son bölümde; hastalık sebepleri, belirtileri ve bu hastalıkların tedavisinde kullanılacak ilaçların terkipleri detaylıca açıklanmıştır. Müntahab-ı Şifâ vasıtasıyla, temelinde Antik Dönem düşünürlerinin prima materialarının yer aldığı ve zamanla geliştirilerek Antik Dönem tıbbının hastalık, iyileşme ve sağlık halinin dengede olma ölçütü olan Humoral Patoloji Teorisi'nin Hacı Paşa tarafından da baz alındığı görülmektedir. Hacı Paşa, ekseriyetle kendi tıbbi uygulamalarını aktararak yazdığı Müntahab-ı Şifâ'yı oluştururken, yararlandığı Antik Dönem'in batılı ve Ortaçağ'ın doğulu seçkin hekim ve bilginlerinin isimlerini bilhassa açıklamıştır. Aristoteles, Hippokrates, Ephesoslu Rufus, Galenos, bu eserde alıntı yaptığını belirttiği Antik Dönem batı tıbbının ünlü hekimlerinden bazılarıdır. Hacı Paşa, bu hekim ve bilginlerden birtakım hastalıkların tedavi yöntemleriyle ilgili alıntılar yaptığını ve bu özel tedavi metotlarını önermeden önce hastalar üzerinde uyguladığını üstünde durarak açıklamıştır. Hacı Paşa, bu tedavi yöntemlerini aktarırken de öncelikli olarak formülünü hangi hekimden aldığını söylediği basit ve karmaşık ilaçların terkiplerini, bunların hangi hastalıkların tedavisinde ve nasıl tatbik edileceklerini detaylı olarak belirtmiştir. Bu çalışmada, Müntahâb-ı Şifâ'nın içeriğindeki teorik ve pratik bilgiler, Antik Dönem batı tıbbının bilgileriyle karşılaştırılarak dönemin tıp literatürü incelenmeye çalışılacaktır.

Ignácz Kúnos’un Macar Bilimler Akademisi'ne Sunduğu Raporlar ve Türkoloji Çalışmaları

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 103-126 · DOI: 10.32704/erdem.749081
I. Dünya Savaşı sırasında Rus hâkimiyeti altında bulunan Müslüman Türkler (Kazan Tatarları, Kırım Tatarları, Başkurtlar, Mişerler, Nogaylar, Kumuklar, Türkmenler), Rus ordusunda savaşmak zorunda kaldılar. Avusturya-Macaristan ordusuna esir düşen Rus ordusundaki bu Türk kökenli askerler için Avusturya-Macaristan topraklarında iki esir kampı kuruldu. I. Dünya Savaşı yıllarında Avusturya-Macaristan topraklarında bulunan esir kampları Macar bilim adamlarına dil bilimi, antropoloji, folklor gibi alanlarda araştırma yapmaları için imkânlar sunmuştur. Esir Tatar askerlerin yerleştirildiği iki kamp özellikle Macar bilim adamları ve doğulu milletlerin Macarlarla olan akrabalığının araştırılmasını ve onlarla ilişkilerin sıklaştırılmasını amaç edinen Macar Turan Derneği açısından çok önemli idi. Bu derneğin, esir kamplarında araştırma yapılması yönündeki teklifini Macar Bilimler Akademisi kabul etti. Gerekli araştırmayı yapmak üzere bazı bilim adamlarını görevlendirdi. Bu bilim adamlarından biri Macar Türkolog Ignácz Kúnos idi. Kúnos savaş yıllarında esirler arasında folklor malzemeleri topladı. Bu verileri ve düşüncelerini 3 Ocak 1916 tarihinde yapılan Macar Bilimler Akademisinin toplantısında rapor olarak sundu. Jelentés a mohamedan fogolytáborokban végzett tanulmányokról (Müslüman Esir Kamplarında Yapılan İncelemeler Hakkında Rapor)" adı altında Akademiye sunduğu bu rapor aynı yıl Budapesti Szemle adlı dergide "Tatar foglyok táborában (Tatar Esirlerin Kampında)" adıyla yayımlandı. Kúnos tekrar gözden geçirdiği raporlarını 1918 yılında Magyar Figyelő'de tekrar yayımladı. Kúnos raporunda Kırım Tatarlarından Kazan Tatarlarına, Başkurtlardan Mişerlere, Nogaylardan Türkmenlere kadar esirlerin duygu ve düşünce dünyasına tanık olmuş, bunları dile getirmiş, onlardan örnekler sunmuştur. Onun raporları Türkoloji, antropoloji, tarih gibi disiplinlere önemli kaynak oluşturduğu gibi, esir kamplarının araştırmacılar açısından bir okul görevini gördüğünü göstermekte, Macar Türkolojisinin önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca esir kamplarındaki sosyokültürel yaşam hakkında bilgiler verilmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında kurulan esir kampları sosyokültürel bakımdan yeterince araştırılmamış bir konudur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında kurulan esir kampları bu bağlamda incelenmeye muhtaçtır. Kúnos'un bu döneme ışık tutan raporları ülkemizde hemen hemen hiç araştırma konusu olmamıştır. Bu çalışmada Kúnos'un Macar Bilimler Akademisi'ne sunduğu raporlarının ışığında, adı geçen esir kamplarında yaşayan Müslüman Türk esirlerin sosyokültürel durumları, kültür tarihine katkı amacıyla, dönemin Türk-Macar ilişkileri çerçevesinde ortaya konulacaktır. Ayrıca, Macar Bilimler Akademisi'ne Kúnos, tarafından sunulan raporlar ile esir kamplarına giriş süreciyle ilgili Macar Bilimler Akademisi Arşivi (Magyar Tudományos Akadémia Levéltára) ve Macar Etnografya Müzesi Arşivi'nde (Magyar Néprajzi Múzeum Levéltára) bulunan Kúnos'a ait şahsi mektuplar, giriş süreci ile ilgili resmi yazışmaları oluşturan arşiv malzemesinden yararlanılarak, bu alanda yeni belgeler bilim dünyasına sunulacaktır.

Ramazan Dikmen'in Hikâyeleri ve Modern Dünyanın Öğütücülüğüne İtiraz

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 61-78 · DOI: 10.32704/erdem.749069
Yaşamın temel eğilimlerinden biri, insanın kendini, muhitini ve yerküreyi anlamlandırma girişimidir. Bazı zümreler ise tanıyı koymakla yetinmeyerek kendi bulgularını kamuyla veya okurla paylaşmayı tercih eder. Bu bağlamda her özgün görüş, hali hazırdaki tezlere antitez olma potansiyeli taşımaktadır. Moderniteye muhalif bir çizgide ve eleştirel yaklaşımlarla hikâye kaleme alan Ramazan Dikmen, geleneksel doktrinlerden ve kadim bilinçten yana bir yaklaşım içindedir. O, ülke ve dünya ölçeğinde yaşanmakta olan medeniyet krizini tüm çıplaklığıyla metinlerine yansıtmaya gayret ederken sahip olduğu duygu yüklü söylemle bireyin salt rasyonel akılla ve faydacı tavırla yaratılış melekelerinden yoksun kalacağını düşünmektedir. Akıl, ancak sezgi, bilinç, hassasiyet ve merhametle insan yaşamına değer katabilir. Aksi takdirde modernizm ve sermaye, çağdaş insanı alenen tehdit eden bir urdan farksızdır. Dolayısıyla tahakkuk etmekte olan zamanın kötücül ve netameli ruhuna getirilecek itiraz, kaçınılmaz olacaktır. Ramazan Dikmen'in hikâyeleri bu yönüyle birer hesaplaşma metnidir. Bu hesaplaşmalar bireyselliğe de toplumsallığa da açıktır. Dikmen, ihtiyaca göre ironik üsluba başvurabildiği gibi dolaysız anlatma ve gösterme becerilerinden de yararlanmıştır. Kahramanların hatrı sayılır bir miktarı isimsizdir. Nitekim kimlik ve duruş, isimden önce gelir. Yazar, farklı yapısal denemelerde ve teşebbüslerde bulunur. Bilindik, standart ölçülerin yanında yeni ve alternatif biçim modelleri sunar. Ramazan Dikmen'in hikâyelerinde yüklü miktarda ve çaresiz bir karamsarlık hâli olmadığı gibi romantik olgularla bezeli bir dünya tasavvuru da mevcut değildir. İnsanoğlu ve yeryüzü, farklı kanallarla mütemadiyen istila halindedir. Çekilen ve çekilmekte olan acı ve ıstıraplar ötelenir fakat unutturulmaz, bilhassa hatırlatılır. Bu doğrultuda kişiye dayanak olan insani normlar devreye girer. Yanyana ve temas halindeki iki insan birbirini çürütebildiği gibi diriltebilir de. Dostlukları inşa eden husus, mezkûr dirilişler ve çıkarsız etkileşim halleridir. Yapıcı ve ıslah edici müşterek temenniler, Ramazan Dikmen'in hikâyelerindeki olay örgüsüne yön verir. Ramazan Dikmen'e göre performans toplumu, kanaatin geri planda kalmasına zemin hazırlar. İlaveten kargaşa ve kaos ânında insanı teskin eden, özel uğraş ve ihtimamla müşahhas bir karaktere bürünen "yuva"ların apartlara evrimi kaygı verici boyutlardadır. Ancak yeryüzündeki ideal ve ilkeli tiplemelerin varlığı, eşya ve mekânın yitirilmesine set çekecektir. Bu çalışma, Ramazan Dikmen'in hikâyelerindeki insani ve kültürel yozlaşmanın farklı boyutlarına değinmeyi hedeflemektedir. Ayrıca kolektif hafızanın unutma tehlikesi yaşadığı, kuşatıcı niteliğiyle daima evrenselleşme temayülü gösteren ulvi değerler de irdelenecektir.

Necip Fazıl’ın ‘Ruh’unda Hakikatin Göstergeleri: Göstergebilim Açısından Bir Şiir Değerlendirmesi

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 79-102 · DOI: 10.32704/erdem.749076
Her şeyin anlamlama sorununa dayandığı göstergebilimde şiirin asıl anlamına karşıtlık ve çelişiklik yaratan noktalar ortaya çıkarıldığında ulaşılabilir. Şiiri, göstergebilimsel olarak çözümleyebilmenin ön- koşulu metni birimlere ayırarak birimler arasındaki anlam bağını çözmek ve göstergenin kendi içinde kazandığı anlamı bulmaktır. Çağlar boyunca hem filozoflar hem bilim adamları, sözcükler ve göstergeler üzerinde düşünürken göstergelerin hakiki gerçekliği bulmadaki temel işlevi üzerinde durmuştur. Eflatun, hakiki gerçekliği bulmada göstergelerin eksik kalacağını, bu göstergelerin algıların bir ürünü olduğu için bizi yanıltacağını söylerken Pierce, göstergeler olmadan düşünme ve algı olamayacağını söylemekte, hakiki gerçeğe göstergeler üzerinden gidilebileceğini ifade etmektedir. Necip Fazıl da hakiki gerçekliğin Eflatun'daki gibi Tanrı olduğunu, maddî göstergelerin arkasındaki manaya ve hakikate ulaşmaya çalışmanın gerekli olduğunu düşünür. Bu tavrı, "Ruh" şiirinde de sürdüren şairin şiirin bütün göndergesel anlamlarını varoluş gerçeği ile yok oluş hayalinden kaynaklanan bir çatışma üzerine kurduğu söylenebilir. Necip Fazıl Kısakürek şiirinin anlamsal zenginliği ve derinliği, insanın iç dünyasına yapılan uzun, zorlu bir yolculuğu ele almasından kaynaklanmaktadır. Okurun varlık üzerine düşünmesini sağlayan bu yolculuk, yaşamı anlamlandırma çabasının bir ürünüdür. Varoluşu anlamlandırma sırasında şair; ölümü düşüncelerinden ve şiirlerinden ayrı görmediği için varlığı onun zıddı olan yoklukla açıklamaya çalışır. Bir başka deyişle Necip Fazıl için ölüm, varoluşun en önemli gerçeğidir ve hakiki gerçekliği arayışta özellikle insanoğlunun idrakinde önemli bir basamaktır, denilebilir. Bu çalışma, Necip Fazıl Kısakürek'in "Ruh" adlı şiirinin göstergebilimsel açıdan çözümleme denemesidir. Psikolojik, metafizik bir derinliğe sahip olan ve çok katmanlı bir yapı özelliği gösteren bu şiirde ilk bakışta birbirinden ayrılması zor olan duygu ve düşüncenin içine gizlenmiş hakikati ortaya çıkarmak hedeflenmektedir. Çalışmada ilk olarak şiirin yüzey yapısını görebilmek için şiirin biçimsel incelemesi yapılmıştır. İkinci aşamada ise şiirin derin yapısını ortaya çıkarmak amacıyla gösterge dizgeleri çözümlenerek göstergelerin birbiriyle kurdukları anlam ilişkileri tespit edilmiştir. Böylelikle şiirin anlam dünyasını zenginleştiren "karşıtlıklar ve çelişkiler" belirlenerek şiir çözümlenmeye çalışılmıştır. Şiirde ruhun dünyaya (bilinenene) gelişi, şehirdeki fani insanların başka bir dünyadan habersiz olması (sonsuzluk, bilinmeyen), ruhun kendini fark ettirmeye çalışması ve şehirdeki insanların bilinçsizliği şiirdeki karşıtlığı oluşturan başlıca ögelerdir. Bütün sözcüklerin ve göstergelerin okuyucuyu varoluş gerçeği üzerine düşündürdüğü şiirde temel ileti, "varoluşun yok oluş üzerinden idraki ve maddi hayatın geçiciliği" olduğu söylenebilir.

Bilim Tarihi Perspektifinden ‘Yedi İklim’ Nazariyesi ve Kültür ve Edebiyatımızdaki Yansımaları

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 127-150 · DOI: 10.32704/erdem.749088
Aristoteles'in Fizik, Kosmos ve Meteorologica gibi eserleri defalarca tercüme edilmiş olması Yunan felsefe ve bilim okulunun İslam dünyasındaki etkisini gösterir. Bununla beraber astronomi, dünya ve coğrafya bilgisinin oluşum ve gelişimi İskenderiye ekolüne ve Batlamyus (Ptolemaios ö. 168? ) kuramlarının çevirileriyle şekillenmiştir.Batlamyus'un ikonografik eserleri "Almagest" ve "Coğrafya Kılavuzu" dünya merkezli evren tasarımını esas alır. Bu eserler, kozmogoni, yıldız ve gezegen hareketleri gibi astronomik bilgiler ile yeryüzü topografyasını ve harita referanslarını sunan zengin kaynaklardır. El- Mecistî adıyla çevrilen Almagest, İslam dünyasında, bilhassa Halife Me'mun zamanından itibaren, coğrafyanın temel kaynağı olarak benimsenmiştir. Eserin, İbn-i Hurdazbih, Ferganî, Muhammed b. Musa el-Harizmî, Ebûl- Fidâ gibi büyük coğrafya âlimleri tarafından yeniden değerlendirilip, yer yer değiştirilerek tercüme edildiği görülür. Yeryüzünün meskûn ve gayr-i meskûn bölgelerine dair çıkarımlar bu çalışmanın ürünüdür. Bir coğrafi terim olarak "yedi iklim" bu temeller üzerine kurgulanmış dünya tasarımıdır. Bu kuram, dünyanın meskûn kısımlarının yedi iklim bölgesine ayrılmasına ve yedi büyük deniz tarafından çevrilmiş olmasına işaret eder.Söz konusu görüşün kültürel etkileri ise edebiyatımızın coğrafya algısını şekillendirmiştir. Edebiyat, "mekân" unsuru olmadan düşünülemeyeceği için, onun coğrafya ile doğrudan ilişkisi vardır. Edebiyatta coğrafya, "géo-littéraire", insanın yaşadığı dünyayı anlamlandırmak istemesinin doğal sonucu olarak günümüzde de konuşulan bir edebiyat kuramıdır. Bu çalışmada, bilim tarihi açısından önemli olan söz konusu astronomik ve coğrafî kuramların kültür ve edebiyatımızdaki yeri ele alınacaktır. Klasik edebî metinlerin çok katmanlı yapısında bazen gerçek değer, bazen de sembolik- alegorik bir kalıp olarak değerlendirilen unsurlar, kavram sözlükleriyle açıklanmaktadır. Son derece zengin kültürel verileri toplayan bu çalışmaların klavuzluğu şüphesiz çok önemlidir. Bununla beraber, metinlerin kültürel örüntüsünde yakalanan kavram, terim ve çeşitli sembolik unsurların pek çoğu, derinde karmaşık köklere sahiptir. Bu gibi unsurların kökenini multi-disipliner bir okumayla aramak ve değerlendirmek edebi metinlerin yorumuna boyut katacaktır. Bu çalışmada, bu çeşit bir okumaya örnek olarak, kültür ve edebiyatımızda sıkça karşılaşılan bir coğrafi terimin kökenini, gelişim ve dönüşümlerini izlemek hedeflenmiştir. Bir astro-coğrafya terimi olan ve gök cisimlerinin yeryüzünün bölümleriyle ilişkilerini açıklayan "yedi iklim" nazariyesinin kullanımları edebi metinlerde aranacaktır. Klasik edebi metinlerde "yedi iklim", çeşitli bağlamlarda bazen bir terim, bazen sembol, bazen de bir motif olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmada, "yedi iklim" kavramı etrafında teşekkül eden dünya tasarımının kültür ve edebiyatımıza yansıma biçimleri mesnevi ve divanlardan hareketle ele alınacaktır.

SUNUŞ

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 1 · DOI: 10.32704/erdem.749179
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun bir bağlı kuruluşu olan Atatürk Kültür Merkezimizin dergisi "ERDEM" ilk sayısı ile bilim ve kültür yayın ailemizin bir üyesi olarak faaliyetine başlamış oluyor. En geniş anlamıyla Türk kültürünü, millî kültürümüzü temsil etmeyi benimsemek suretiyle, ERDEM, hiç şüphesiz, büyük bir ülküyü, çok şerefli bir görevi üzerine almış olmaktadır. Hatta şerefli olmak ötesinde, burada aynı zamanda, kutsal bir görevin de üstlenilmesi söz konusudur. Çünkü Atatürk Kültür Merkezinin dergisi olmak, Atatürk'e lâyık bir dergi olmayı amaçlamak demektir.

Türkçe Dersi ve Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Öğretmen Adaylarının Sahip Olması Gereken Erdemler ve Yeterlilikler

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 269-288 · DOI: 10.32704/erdem.755185
Eğitim, bireysel ve toplumsal değişimin istendik şekilde olmasını sağlamaktadır. Bireyin sosyal yaşamında sahip olduğu değerler önce ailede sonra da eğitim sürecinde şekillenmektedir. Öğrenenin eğitim sürecinde kendi kültürünü evrensel değerlerle yoğurarak yaşamına yansıtması erdemli bir yaşam içinde bulunmasını sağlayacaktır. Öğretmenlerin kişisel yaşamları ile mesleki yaşamları arasında kuvvetli bir bağ vardır. Değerlerini yeterlikleriyle birleştiren öğretmenler, toplumsal yaşamın temel kaideler üzerinde yükselmesine en büyük katkıyı sağlayacak kişiler olacaktır. Milli benliğin oluşması, milli kültürün devamı, sosyal dayanışma için öğretmenlerin duygusal, teknolojik yeterliklerin yanı sıra kendi benliklerine duyacakları öz yeterlikleri de etkili olmaktadır. Değişen sosyal, ekonomik ve toplumsal koşullar toplumsal yapıyı etkileyerek, çok kültürlü bir toplumun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Tüm bu değişimler eğitim sistemini de etkilemektedir. Eğitim sisteminin temel taşı, okullar ve öğretmenlerdir. Öğretmenlerin kendi alanlarıyla ilgili yeterlikler üstünde uzmanlaşması, mesleğin profesyonelleşmesini de sağlayacaktır. Özellikle Türkçe ve Edebiyat öğretmenleri sınıf içi akademik başarının artırılmasında, gelecek nesillerin kendi öz kültürleri ile yetiştirilmesinde ve hem milli hem evrensel eğitim hedeflerine ulaşılmasında önemli etkiler yaratmaktadır. Öğretmenlerin sahip olması gereken bilgi, beceri ve davranış özellikleri yeniden değerlendirilmelidir. Bu araştırma, Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinin sahip olması gereken yeterlikleri, alan yazın taraması ile ele alarak teorik bir çerçeve sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Araştırmanın öğretmenlere, akademisyenlere ve uygulayıcılara farklı bir perspektif geliştirmesi beklenmektedir. Literatür taraması, öz yeterlik, duygusal zekâ yeterliği, çok kültürlüğü yönetme yeterliği, teknolojik yeterlik ve özel alanyeterliği başlıkları altında yapılan bu araştırmada, araştırmanın temel alanlarına ilişkin bilimsel araştırma sonuçlarına yer verilmiştir. Elde edilen bulgular üzerinden analize gidilerek değerlendirme ve sonuçlara ulaşılmıştır. Araştırma sonuçları göstermektedir ki öğretmen erdem ve yeterlilikleri için ilk sıralarda yer alan öz yeterlik, duygusal zekâ yeterliği, çok kültürlülüğü yönetme yeterliği, teknolojik yeterlik ve özel alan yeterliği gibi unsurlar öğretmenlik mesleğinin temel bileşenleri arasında yer almaktadır. Bu yeterlikler içinde alan yazında en çok çalışılanyeterlilikler öz yeterlik ve teknolojik yeterlik becerileri olarak görülmüştür. Duygusal zekâ yeterliği, çok kültürlülüğü yönetme yeterliği ve özel alan yeterliği üzerine göreli olarak daha az çalışmaya rastlanmıştır. Türkçe öğretimi ve Edebiyat öğretimi alanlarında, örnek bir rol model olarak öğretmen adaylarının Türk kültürünün en önemli değerleri olan duygudaşlık, hoşgörü içinde olma ve her bir bireyi bu hoşgörü içinde değerlendirme erdemine sahip olması önemli ve gereklidir. Araştırmanın bilimsel araştırma sonuçlarına dayanılarak ele alınan bu beş erdem ve yeterlilikler; eğitim hedeflerinin gerçekleştirilmesi, MEB' nın 2023 Vizyon Belgesinde yer alan tasarım beceri atölyelerinin amacına uygun tasarlanması ve kullanılması için oldukça önemli ve gereklidir.

Farsça-Türkçe ve Osmanlı Türkçesi Sözlüklerinde Karşılaşılan Çeviri Yazı ve İmla Meseleleri Üzerine Bazı Tespit ve Değerlendirmeler

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 241-268 · DOI: 10.32704/erdem.749167

Batılıların Doğuya olan ilgi ve alakalarıyla ortaya çıkan çeviri yazı, Latin alfabesinin 3 Kasım 1928'de kabulüyle birlikte gündemimize giren önemli konulardan biridir. Asırlarca kullanılan bir alfabenin başka bir yazı sistemi ile kullanılması elbette bazı sorunları da beraberinde getirecektir. Çeviri yazı da bu sorunlardan biridir. Batılılar, bu konuyu XVII. yüzyılda Meninski tarafından telif edilip Arapça, Farsça ve Türkçe sözcüklerin Latince karşılıklarını içeren Thesaurus Linguarum Orientalium adlı lügatle başlatır ve Londra'da kurulan The Royal Asiatic Society'nin Sanskrit ve Arap alfabesi için bir komisyona hazırlattığı transkripsiyon sisteminin 1894'te yayımlanmasıyla belli bir ölçüde sonuçlandırır. Osmanlılarda özellikle Tanzimat dönemiyle birlikte alfabenin yetersizlikleri ve eksiklikleri olduğu konuşulmuş ve buradan hareketle değiştirilmesi ya da ıslah edilmesi gündeme gelmiştir. Bu konuda bilim adamları tarafından araştırma ve çalışmalar yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nde Arap ve Latin alfabesi meselesini gündeme taşıyan ilk eserlerden biri, 1925 yılında Avram Galanti tarafından yazılan Türkçede Arabî ve Latin Harfleri ve İmlâ Meseleleri adlı eserdir. Tanzimat'la birlikte konuşulmaya başlayan Latin alfabeye geçiş konusu Cumhuriyetin kurulmasıyla hızlanmış ve 1928'de Latin alfabesinin kabulüyle noktalanmıştır. Batıda yapılan çalışmalardan hareketle çeviri yazının Türkçe ses uyumuna uygun yazım simgeleri/harfleri, ister transkripsiyon ister transliterasyon açısından olsun belirlenmiştir. Bu itibarla Türkiye'de Osmanlı Türkçesi ile yapılan akademik çalışmalarda, günümüz Türkçesine aktarma işlemi, biri Millî Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, diğeri Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi olmak üzere iki temel eser dikkate alınarak uygulanmıştır. Bunun yanı sıra bazı kamu kurumları, örgütler ve üniversiteler bu iki eserden hareketle kendi yazım kurallarını da belirlemişlerdir. Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda genel olarak bir bütünlük bulunsa da bazı karakterler farklı yazılmıştır. Bunlar, "ñ, ŋ, ā, â, ū, û, į, î" karakterleri ile dilimizde kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerle oluşan özel isimler, bileşik kelimeler, coğrafya adları, kitap isimleri vb. kelimelerdir. Belirlenen harflerde küçük farklılıklar olsa da bunlar üzerinde birçok çalışma yapılmış ve epey mesafe alınmıştır. Bu farklılıklar nedeniyle, Osmanlı Türkçesi ile yazılan sözlüklerin yanı sıra, Farsça Türkçe yazılan sözlüklerin bugünkü alfabeye aktarılması sırasında, Türkçede kullanılan Arapça ve Farsça kökenli bazı kelimeler ile bu kelimelerin açıklanmalarının çeviri yazıya aktarımında bütünlük görülmemektedir. Bu makalede, belirlenen sözlüklerde tespit edilen yazım farklılıkları gösterilerek bilimsel çalışmalar ile kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan yayınlarda çeviri yazı ve yazım birliğinin sağlanmasının önemine vurgu yapılacaktır.


İlk Osmanlı Ansi̇klopedi̇si̇ Mehmetşah Fenâri̇’ni̇n Unmûzec Eseri̇nde Müzi̇k Bi̇li̇mi̇ Teri̇mleri̇

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 213-240 · DOI: 10.32704/erdem.749162
Türk müziği tarihi kaynaklarının günümüz müzikologları tarafından Türkçeye kazandırılmasına devam edilmektedir. Son yıllarda Türk müziği tarihi yazmak için kaynaklar üzerinde çok sayıda incelemeye büyük oranda ihtiyaç vardır. Müzik tarihi kaynaklarından biri de Osmanlının müzik kültürü gelişimine katkıda bulunan zamanın ansiklopedik eserleri olmuştur. Bu makalede ele alınan müzik tarihi kaynağı, içinde müzik ilmi bölümü de bulunan Osmanlıların kuruluşunda yüz ilimden bahseden Arapça bir eserdir. Mehmetşah Fenari tarafından yazılmış olan eser Unmûzecu'l-ulûm (: ilimlerin örnekleri) adını taşımaktadır. Bu makalede yazarın hayatı hakkında bazı tarihler ve bilgiler ilk defa dile getirilmiştir. Bu tespitler sadece Türk kültürü değil aynı zamanda Dünya bilim tarihi için de önemlidir. Makalede, yazar Mehmedşah Fenari'nin biyografisi ile ilgili yeni tespitler de yapılmıştır, şunlardır: 1380 tarihinde doğdu, 1397 tarihinde müderris oldu, 1402 tarihinde Bursa'dan Karaman'a gitti, 1419 tarihinde babası ile Şam, Mısır, ve Mekke-Medine yolculuk yaptı, 1421 tarihinde Mısır'dan Karaman'a döndü, 1432 yılında Karaman'dan Bursa'ya geçti. Ölüm tarihinin 1435'te olduğu bütün kaynaklarda yazar. Mehmedşah Fenari'nin ailesi hakkında bazı bilgiler de yine bu makalede ilk defa tespit edilenlerdendir. Esleme adında bir kızı, Hasan Çelebi (ö.1486) adında bir oğlu vardı. Oğlu ve onun da oğlu Ahmed Fenari'nin (ö.1490 sonrası) müderris oldukları yeni tespittir. Unmûzecu'l-ulûm (: ilimlerin örnekleri) adlı eser, İkinci Murat zamanında Konya Karaman'da 1426 yılında yazılmıştır. Eserin müzik ilmi bölümü, yedi başlık altında ele alınmıştır. Konular müziğin ortaya çıkışından nazariyatın temel terimlerine kadar bilgileri özetler. Her ansiklopedide olduğu gibi bu bölümün amacı okuyucuya müzik ilmi hakkında genel bilgi vermektir. Bu makalede Mehmetşah Fenâri'nin kısaca hayatı, ansiklopedik eserinin yazmaları, müzik ilminin tercümesi, eserinin kaynağı, tercüme hakkında açıklamalar ve müzik terimleri, eserin yazıldığı zaman Osmanlı'da müzik nazariyatı tartışmaları ve ekolleri, eserin Osmanlılarda etkisi veya müzik tarihi içindeki yeri ayrı ayrı başlıklarla ele alınmıştır. Kaynak olarak filozof F. Razi'nin eserini kullanmış olduğu anlaşılmaktadır. Makalenin bulgularından biri bu ansiklopedide yer alan müzik terimleri İbn Sina'nın kitaplarından aktarılmış müzik teorisi terimleridir ve bu terimler uyumlu seslerin çıkması için telin oranlarıyla ilgilidir. Müziğin icadı ile ilgili hikaye Pisagor'la ilgilidir. Bu hikaye aslında Isfahan'dan Anadoluya taşınan bir hikayedir and Anadolu'da bulunan hristiyan halkla müslüman halkın kültürel kaynaşmasına yardımcı olmuştur. Bu hikaye uzun yıllar Osmanlının entellektüel kitaplarında XIX.yüzyıla kadar aktarılmıştır. Makalenin bilgi sunumunda sistematik müzikoloji yöntemi kullanılmıştır.

Karadeniz Kemençesinin Yunanistan’daki İcra Geleneği

Erdem · 2020, Sayı 78 · Sayfa: 189-212 · DOI: 10.32704/erdem.749159
Yaylı çalgılar ailesine mensup olan Karadeniz kemençesi, şekil ve çalım özellikleri itibariyle Türkiye sınırları içerisindeki Kuzey Doğu Anadolu (Doğu Karadeniz) bölgesine özgü bir çalgıdır ve bu bölgedeki müzik geleneğinin en önemli temsilcisidir. Karadeniz kemençesi diğer yaylı enstrümanlardan ayırılan özgün bir çalım tarzına ve repertuara sahiptir. Bugün, Karadeniz kemençesi sadece Türkiye'nin Karadeniz bölgesinde değil, 20. yüzyılın başlarında nüfus mübadelesi nedeniyle Yunanistan'a göç eden Karadenizli Rumlar tarafından da icra edilmektedir. Bu bağlamda Karadeniz kemençesi hem Türkiye'de hem de Yunanistan'da Karadenizli halkların en önemli ve sembolik çalgısı olarak karşımızı çıkmaktadır. Her ne kadar aynı ortak kültürel coğrafyadan geliyor olsalar ve birçok benzerliği hala barındırıyor olsalar da, aradan geçen neredeyse yüz yıllık bir zaman zarfından sonra, iki toplum arasında, gerek müzik, gerek dans, gerek diğer kültürel olgular açısından bir takım farklılıklar kaçınılmaz olarak ortaya çıkmıştır. Bu farklılıkların, özellikle mübadele ile birlikte farklı bir sosyo-kültürel ve politik çevreye yerleşmiş olan Karadenizli Rumların kemençe icra geleneklerine önemli ölçüde yansıdığı gözlemlenmektedir. Özellikle son 10-15 yıllık bir süreç içinde önemli bir popülerlik kazanan Karadeniz müziği, ana akım medya ve sosyal medya üzerinden daha geniş kitlelere ulaşmaktadır. Bu durum Karadeniz müziği icracılarında da bir artışa neden olmuş ve Karadeniz kemençesi icrası gençler arasında önemli düzeyde yaygınlaşmıştır. Buna ek olarak, kitle iletişim araçlarının ve internetin gelişmesiyle birlikte, Yunanistan'a göç eden Karadenizli Rumlar ve Türkiye'deki kemençe icracıları arasındaki iletişim ve etkileşim artmış, doğal olarak aynı kültürel geçmişten gelen bu insanların etkileşimi kemençe icralarına da yansımış, özellikle Türkiye'deki kemençe icracıları arasında, Yunanistan'daki Karadeniz göçmeni Rumlar arasındaki geleneksel icraya ilgi artmıştır. Yukarıda belirtilen etkenlere dayalı olarak Türkiye'deki kemençe icracıları arasında tanımlanan bir "Rum tavrı" söz konusu olmuştur. Bu makale, 2016-2018 yılları arasında Yunanistan'da gerçekleştirilen alan araştırmasının sağladığı veriler ışığında ve "Rum tavrı nedir?" sorusu bağlamında Yunanistan''daki geleneksel kemençe icra pratiğinin gelişim ve değişim sürecini, çalım tekniği ve repertuar açısından ele alıp analiz etmeyi amaçlamaktadır.