497 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Dil Kurumu
  • Son 10 yıl
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

İstanbul Mektupları (1912, İstanbul, Balkan Savaşı)

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 117-152 · DOI: 10.24155/tdk.2020.143
XX. yüzyıl Tatar edebiyatının ve tiyatrosunun önde gelen yazarı Galiesgar Kamal'in Balkan Savaşı günlerinde İstanbul'dan, Kazan'a yazdığı bu mektuplar, Yoldız gazetesinde yayımlanmıştır. 1906-1918 yılları boyunca Kazan'da çıkan Yoldız gazetesinin yayımcısı E. Maksudi, Yazı İşleri Müdürü G. Kamal'dır. Gazetede Abdullah Tukay, Mecit Gafuri ve Camal Velidi gibi ünlü Tatar yazarlarının makaleleri basılır. Çağdaş Tatar edebiyatının kurucularından Galiesgar Kamal, 6 Ocak 1879 tarihinde Kazan'da doğmuştur. Birkaç yıl okuduğu Osmaniye ve Halidiye medreselerinden sonra 1893-1900 yılları arasında Kazan'daki ünlü Muhammediye medresesinde eğitim alır, ancak aynı zamanda Rus okuluna da devam eder. G. Kamal, medreseyi bitirince halka kültür yaymak amacıyla 1901 yılında Megarif Kütüphanesi adlı kitap şirketini kurar ve 1905 Meşrutiyeti'ne kadar bu şirketi yönetir. Rusya'daki 1905 Meşrutiyeti G. Kamal'ın kültür alanındaki faaliyetinin ve edebî yaratıcılığının genişlemesi yolunu açar. Yazarın bundan sonraki gazetecilik faaliyeti başlıca Yoldız gazetesi çevresindedir. Kısa ayrılıkları saymazsak, 1917 Ekim Devrimi'ne kadar burada çalışır. Bunun yanı sıra 1908-1909 yıllarında Abdullah Tukay ile birlikte, yenilikçi görüşleri savunan Yeşin (Şimşek) adlı mizah dergisini çıkarmıştır. 1912 sonu ile 1913 başlarında birkaç ay İstanbul'da kalan G. Kamal'ın Türkiye'yi ne kadar yakından izlediğini yansıtan bu mektupları, dönemin tarihi bakımından ilgi çekici gözlemler içermektedir. Mektuplar, Tatar tiyatrosunun kurucusu, A. Tukay'ın yakın arkadaşı G. Kamal'ın duygu ve düşünce yapısında Türkiye'nin nasıl bir yer tuttuğunu da göstermektedir. Nitekim Molière ve Gogol'dan çeviriler yapan G. Kamal, Namık Kemal'in Zavallı Çocuk ve Abdülhak Hamid'in Duhter-i Hindu başlıklı eserlerini de çevirip yayımlamıştır. Yazarın İstanbul Mektupları ise, hem devrin günlük yaşantısını hem savaş yıllarının cephe gerisini yansıtmaktadır. G. Kamal, şehirdeki gelişmeleri yakından izleyerek haberler vermektedir: "Çatalca'ya asker gönderilmesi durduruldu. Oraya giden trenler sadece erzak ve silah taşımakla meşguldürler. Bugün gelen askerlerin neredeyse tamamı Gelibolu'ya gönderiliyor. Gelibolu'ya askerî olmayan kişiyi sokmuyorlar. Yolcular ancak Çanakkale'ye gidebiliyorlar. Hemen her gün İstanbul'a hacılar geliyor. Oteller ve hanelerin hepsi hacılarla dolu. Odessa'ya giden vapurlar hacıları seçe seçe alıyorlar. Hacıların neredeyse tamamı Türkistan, Kaşgar, İran ve diğer yerlerden gelen kişilerden ibaret."

Karahanlı Dönemi Eserlerinde Esmȃ-i Hüsnȃnın Türkçe Karşılıkları

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 23-46 · DOI: 10.24155/tdk.2020.139
Türkler çoğunlukla 11. yüzyılda İslamiyeti benimsemişlerdir. İlk Müslüman Türk devleti bu dönemde hâkim olan Karahanlı Türk devletidir. Karahanlılar döneminde yazılmış eserler İslami Türk edebiyatının ilk eserleri sayılır. Satır arası Kur'an Tercümesi (Rylands nüshası), Dîvȃnu Lugȃti't-Türk, Kutadgu Bilig ve Atebetü'l-Hakȃyık adlı eserler Karahanlı Türkçesiyle yazılmış ve günümüze kadar gelmiş olan eserlerin başlıcalarıdır. Bu eserlerde İslamiyete ait terimler için genellikle Türkçe karşılıklar türetilmiştir. Daha önce Uygurlar döneminde bir gelenek hâlini alan başka dinlere ait kavram isimlerini ve terimleri Türkçeleştirme uygulamasının İslamiyetin kabul edildiği Karahanlılar döneminde de devam ettiği görülür. İslamiyeti yeni benimseyen bir toplumda, bu yeni inancı anlatmak, yaymak ve benimsetmek için onların bildiği bir dili kullanmanın gerekli olduğu anlayışıyla bu eserler kaleme alınmıştır. Bu dönemde türetilen terimlerin pek çoğu sonraki dönemlerde unutulmuş, bunların yerine Arapça terimler kullanılmıştır. Diğer dinȋ terimlerde olduğu gibi Tanrı'nın esmȃ-i hüsnȃ adı verilen güzel ad ve sıfatları da Karahanlı dönemi eserlerinde Türkçe ile karşılanmıştır. Karahanlılar döneminde türetilen bu adlar daha sonraki dönemlerde Türkçe ile yazılmış bir kısım eserlerde de kullanılmış, eserlerin bir kısmında da bu adlar başka Türkçe sözcüklerle karşılanmıştır. Bu çalışmada esmȃ-i hüsnâ kavramı kısaca tanıtılmış ve Karahanlı Türkçesi ile yazılmış eserlerde kullanılan esmâ-i hüsnânın Türkçe karşılıkları tespit edilmiştir. Taranan eserlerde, Tanrı'nın adı veya sıfatı olarak kullanılan sözcüklerin yer aldığı cümleler verilerek anlamları ve kullanım şekilleri örneklendirilmiştir. Sonuçta esmâ-i hüsnânın büyük bir kısmının Karahanlı Türkçesi ile yazılmış eserlerde çeşitli yollarla türetilen Türkçe sözcüklerle karşılandığı belirlenmiştir.

Hayvan ile İnsan Arasındaki “Başka”lık Açısından Bilge Karasu’nun “Korkusuz Kirpiye Övgü” ve “Bizim Denizimiz” Öyküleri

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 181-198 · DOI: 10.24155/tdk.2020.146
Felsefi düşüncenin tarihinde uzun bir süre doğaya ve insan dışındaki canlılara yaklaşımda çoğunlukla "insan-merkezli" düşünceler esas alınmıştır. Dolayısıyla "insan" düşüncesi kendisini ancak insan ile hayvan arasındaki farkta ifade edebilmiştir. Zamanla bu insan-merkezli yaklaşımlar yerini yeni fikirlere bırakmış, özellikle de hayvanların "öteki" oluşları üzerinden kimlik ve şiddet kavramları yeniden ele alınmış, "hayvan oluş" felsefenin başlı başına bir meselesi hâline gelmiş ve edebî metinlerdeki ekolojik görünürlük de daha çok dikkat çekmeye başlamıştır. Söz gelimi Derrida hayvan sorusu üzerine çalışmalarında "logosantrizm" kavramına, hayvanın sözden/akıldan yoksun görülmesine dikkat çeker. Dilden, sözden yoksun olmak; dilsiz ve sözsüz bırakılmak, yalnızca hayvanın değil, insanın "öteki" konumuna taşıyabileceği her tür topluluğa ait ortak bir özellik olmaya devam eder. Derrida, Heidegger, Agamben gibi isimlerin konuya dair düşüncelerinin kökeninde biyolog Jakob von Uexküll'ün tek bir dünya yerine mekân, zaman ve dünya algısının her bir canlının kendi algı dünyasına göre şekillendiği çoklu dünyalar fikri yer alır. Bilge Karasu da metinlerinde doğanın görünürlüğünü, insan ile hayvan arasındaki farkları ve kesişimi, "öteki" olma, yahut kendi deyimiyle birbirinden "başka" olma durumunu çeşitli bağlamlar içinde ele almış ve yazınsal poetikasının bir parçası hâline getirmiştir. Karasu, metinlerinde hayvanın var oluşunu ve kimliğini, "öteki/başka" olarak bulunduğu pozisyonu sorgulamış, insana dair pek çok sorunun cevabını da bu başkalık üzerinden vermiştir. Yazar, metinlerinde doğaya ve -onun bir parçası olarak- hayvanlara bakışını, insan-merkezli olmayacak şekilde şiddet ve tahakküm ilişkisinden arındırarak kurmak ister ve bunu sağlayacak yolları arar. Bu çalışmada Karasu'nun iki öyküsü esas alınarak, yazarın insan ve hayvan arasındaki dünya farklılığı, logosantrizme yaklaşımı ile canlılar arasında eşitliğe dair talebi irdelenecektir.

XX.Yüzyılın Başlarında Azerbaycan Basınına Yansıyan Türk-Alman İlişkilerinin Siyasi, İktisadi ve Kültürel Boyutu

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 153-168 · DOI: 10.24155/tdk.2020.144
Makalede Türk- Alman ilişkilerinin tarihine kısa bir bakışla bu ilişkilerin XX. yüzyılın başlarında Çarlık Rusya'sının yoğun baskısı altındaki Azerbaycan basına yansıması incelenmiştir. XX. yüzyılın başları hem Osmanlı'da hem de Rusya Müslümanlarında olduğu gibi Azerbaycan'da da siyasi fikir, düşünce, eğitim ve kültürel anlamda aydınlanma dönemidir. Bu dönem aynı zamanda Çarlık Rusya'sının baskı rejimine karşı Azerbaycan'da istiklal, hürriyet ve milli mücadelenin genişlediği bir dönemdir. Çalışmada bu dönemde yayınlanan dergi ve gazeteler incelenerek konuya en fazla değinen, durum değerlendirmesi ve yorumlar yapan yazarlar araştırma kapsamına alınmıştır. Dönem basınında Türk-Alman ilişkilerine eleştirel yaklaşım, II. Abdülhamit'in Alman emperyalizmi karşısındaki teslimiyetçi tavrı ve bu tavrın ciddi eleştirilere sebep olduğu araştırma sonucunda tespit edilmiştir. Aynı zamanda Almanya'nın Müslümanlar arasına nifak soktuğu serzenişleri de tespitler arasındadır. Türk-Alman ilişkilerinin siyasi boyutuyla birlikte bilimsel, kültürel ve edebî anlamda da dönem basınına konu olmuştur. Özellikle Ali Bey Hüseyinzade'nin "Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak" şiarındaki muasırlaşma gayesini açıkladığı yazılarında Türk-Alman ilişkilerinin bilimsel ve kültürel önemine dikkat çekmiştir. Hem kendi yazılarında hem de editörü olduğu Füyûzat dergisindeki diğer makalelerde Avrupa bilim, edebiyat, sanat ve sanayisini öğrenmenin ve millete bunu idrak ettirmenin önemi üzerinde ısrarla durmuştur. Ali Bey Hüseyinzade, gelişme ve uygarlaşma yolunda her bir milletin kendi millî yazar ve bilginlerinin eserleriyle yetinmekle çok da ileri gidemeyeceğini, mutlaka diğer milletlerden geri kalacağını her fırsatta dile getirmiştir. Avrupa'yı taklit değil takip etmenin önemini Avrupa'daki bilimsel, edebî, kültürel gelişmelerden verdiği örneklerle anlatmıştır.

Bağımsız Türk Cumhuriyetlerinde Dil Politikası (Azerbaycan Örneği)

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 99-116 · DOI: 10.24155/tdk.2020.142
Devlet dili uzun bir süredir gerçek bir sosyo-dil bilimsel fenomen olarak var olmasına rağmen, sosyo-dil bilimsel bir kavram olarak yenidir ve tarihsel olarak yaşadığımız yüzyılla daha çok bağlantılıdır. Tarih boyunca, dil politikası faktörü, devlet dilinin ulusal bir temelde olmasını gerektirmemiştir. Böylece Hun, Göktürk, Hazar, Uygur, Karahanlı devletlerinin devletlerinin resmî dili, ulusal dil ile örtüşmüş, yani devlet dili olmuştur. Dil politikası, toplumlarda farklı nedenlere bağlı olmuş, onun uygulanmasında birçok faktör kendisini göstermişti. Azerbaycan'da da dil politikasının uygulanmasında çok farklı nedenler olmuştur. Azerbaycan'daki alfabe değişikliklerinin farklı siyasal ve kültürel süreçlerde nasıl ve hangi savlar esasında gerçekleştirildiği ve bu değişikliklerin ulusal kimlik tartışmalarına ne şekilde yansıması gibi konuları bu yazımızda incelemeye çalışacağız. Bu inceleme, 1918- 2018 dönemini kapsayan tarihsel sürece atıfla, farklı çağdaşlaşma ve ilerleme söylemleri ile ulusal dil ve ulusal kimlik tanımlarının birbirlerine eklemlenmeleri çerçevesinde yapılacaktır. Bu açıdan Azerbaycan'da bir asırda üç defa alfabe değişikliğinin farklı politik ve kültürel paradigmalarda alfabe değişikliklerini farklı vurgularla bir önceki dönemin siyasal ve kültürel mirasını bir anlamda reddetmek, onların yeni dönüşüm süreçlerinde belirleyiciliklerini azaltmaya yönelik simgesel faaliyetler olarak değerlendirmek mümkündür. Çalışmamızın temelini Azerbaycan'da M. F. Ahundzade'nin XIX. yüzyılın sonlarında alfabe reformuyla başlattığı alfabe-dil politikası, XX. yüzyılda Azerbaycan'da yapılan alfabe değişiklikleri ve bu değişikliklerin ulusal kimlik, ilerleme ve modernleşme söylemlerine eklemlenmesi oluşturmaktadır.

Cengiz Aytmatov’un Eserlerine Bağlamsal Bir Bakış: Birinçi Mugalim Örneği

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 169-180 · DOI: 10.24155/tdk.2020.145
Cengiz Aytmatov, Türk ve dünya edebiyatının en önemli ve en büyük yazarlarından biridir. Eserlerinde millî unsurlarla birlikte evrensel unsurları görebileceğimiz Aytmatov'un eserleriyle ilgili Türkçe ve diğer dillerde çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Ancak, eserlerinde kullandığı sözcüklerin bağlamsal anlamlarını ve bu anlamların ortaya çıkardığı üslup özelliklerini dikkatlere sunan çalışmaların bugüne kadar ortaya konmadığı tespit edilmiştir. Bu eksikliğin giderilmesi ve Cengiz Aytmatov'un eserlerinin bütün yönleriyle daha iyi anlaşılması amacıyla, Birinçi Mugalim (İlk Öğretmen) adlı Kırgız Türkçesi ile yazmış olduğu eserinden yola çıkılarak, eserlerindeki söz varlığı hazinesinin ortaya koyduğu üslup özellikleri, eserin 'şekil özellikleri' ve Mehmet Kaplan'ın 'devir, şahsiyet, eser' bağlamından hareketle eserdeki 'içerik' hususiyetlerinin anlaşılmasına katkı sağlanması amaçlandı. Bu bağlamda iki inceleme yapıldı. Birinci olarak, bilgisayar tabanlı bir program olan ve TÜBİTAK projesiyle kullanıma sunulan, Kendi Kendine Derlem Programı (kkd.mersin.edu.tr) kullanılmak suretiyle, eserdeki bağlamsal anlamlar, eşdizimler, sözcük türleri, sözcüklerin köken bilgileri, tek ya da çok anlamlılıklar, sözcük sıklıkları, özolgusal kavramlar gibi verilerinden hareketle değerlendirmelerde bulunularak, eserin 'şekil' özelliklerinden hareket edilerek anlaşılmasına çalışıldı. İkinci olarak, eserin 'içerik' değerlendirmesini, 'devrin ruhu'ndan 'yazarın ruhu'na ve oradan 'eser'e teşmil olacak kurgu özellikleri ve metindeki diyaloglarla birlikte ele alarak, devrin, yazarın ve eserin daha doğru anlaşılması sağlanmaya çalışıldı. Çalışmada, Aytmatov'un ilk eserlerinden biri olan Birinçi Mugalim adlı eserinin 2008 yılında yapılan redaksiyonlu metni esas alındı.

Türkiye’de Yayımlanan Çalışmalar Işığında Kaşkay Türkçesinde İkilemeler

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 47-76 · DOI: 10.24155/tdk.2020.140
Bu çalışmada, Kaşkay Türkçesiyle yazılmış Kaşkay Atasözlerinde Ad Aktarmaları, Kaşkay Türklerinden Mansur Şah Muhammedi'nin Şiirleri, Kaşkay Türkçesi, Kaşkay Türklerinin Çocuk Edebiyatı Ürünleri ve Bu Ürünlerin Çocuk Gelişimi Üzerine Etkisi, Kaşkay Türkçesi Metinleri, Bir Kaşkay Türk Şiiri Antolojisi: Ḳaşḳā'i Şi'ri yā Āsār-i Şu'arā-yi Ḳaşḳā'î, Mazun Şiirler adlı eserlerde yer alan ikilemeler ele alınmıştır. Türkçe ve Farsça olmak üzere, iki dilli bir halk olan Kaşkay Türkleri, kendi yazı dillerini oluşturma yolunda ciddi çabalar sergilemektedirler. Kaşkay Türkçesindeki ikilemelerin tespit edilmesi, Kaşkay Türkçesi söz varlığının belirlenmesi ve Kaşkay Türkçesi ikilemelerinin özelliklerinin ortaya konması noktasında önem arz etmektedir. İkileme ile ilgili kuramsal açıklamaların yapıldığı "Giriş" bölümünde dil bilimcilerin bu kelime grubunu nasıl tanımladıklarına ve ikilemeler için kullanılan farklı terimlere değinilmiştir. Ayrıca ikilemelerin oluşturulma yolları ve nasıl tasnif edildikleri açıklanmaya çalışılmıştır. "İkilemeler" başlığı altında, Kaşkay Türkçesine ait bazı metinlerde tespit ettiğimiz en az bir ögesi Türkçe olan ikilemelerin alfabetik listesi, örnekleriyle birlikte verilmiştir. "İnceleme" bölümünde, metinlerde tespit edilen ikilemeler, kelimelerinin kökenine, ögeleri arasındaki anlam ilişkilerine ve ögeleri arasındaki ses benzerliklerine göre ele alınmıştır. Çalışmanın "Sonuç" bölümünde ise tespit edilen ikilemelerin tasnif edilmesi neticesinde ortaya çıkan sayısal veriler belirtilmiştir. Her bir inceleme başlığı için ayrı şekilde belirtilen sayısal verilerin yüzdelik oranlarına da yer verilmiştir. Ayrıca, elde edilen sayısal veriler ışığında çeşitli tespitler ve yorumlar yapılmıştır.

Modernitenin Sonuçları Bağlamında Nilgün Marmara Şiirinde Varoluşsal Sorunlar

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 199-228 · DOI: 10.24155/tdk.2020.147
Modernite, hayatı aklın ve bilimin ışığıyla aydınlatarak insanın refah düzeyini yükseltmeyi ve onu daha mutlu ve huzurlu kılmayı vaat eden bir projedir. Fakat sadece rasyonaliteye bağlı kalarak hayatı anlama ve yönlendirme çabasına dayanan bu anlayışın çok geçmeden olumsuz etkileri kırsaldan kente göç, modern kent yaşamı, işsizlik ve bireyin kalabalıklar içinde yalnızlığa sürüklenmesi gibi sorunlar olarak belirmiştir. Hayatı sorgulayarak anlamlandırmaya çabalayan bireyin kimlik arayışı ve toplum içinde kendine bir yer edinebilmek için gösterdiği olağanüstü çaba da dikkat çekicidir. Ayrıca, kendine ve hayata yabancılaşarak çoğu zaman içine kapanan birey, yönetim sistemlerine güvenmemekte, kapitalizm karşısında mücadele etme gücünü yitirmekte ve geleceğe ümitsiz bakmaktadır. Gittikçe artan psikolojik rahatsızlıkların tüm bu saydığımız etkenlerle ilişkisi bilimsel olarak kabul edilmektedir. Modern zamanlarda ismi duyulan Nilgün Marmara (1958-1987), yaşadığı devrin sosyal, kültürel ve siyasi olumsuzluklarını kabullenemeyip topluma yabancılaşan bir şairdir. Şiirlerinde, her ne kadar bireysel düşüncelerini ve hislerini ifade eder gibi görünse de aslında topluma dair duyduğu derin kaygı ve huzursuzluğu da yansıtır. "Varoluş ızdırabı"nı yazdığı hemen her dizede duyurması ve genç yaşta intiharı seçmesi ile bugün özellikle genç okurların ilgisini çekmektedir. Bu çalışmanın amacı, şiirlerinden hareketle Marmara'nın varoluşsal sorunlarını tespit ederek onu, sınır durumuna ve intihara götüren nedenleri açığa çıkarmaktır.

Türkmen Türkçesinde Çekim Edatları ve Zarf-Fiil Ekleriyle Kurulan Yapılardaki Sınırlandırma İşlevleri

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 77-98 · DOI: 10.24155/tdk.2020.141
Türkiye Türkçesinde çekim edatlarının cümlede müstakil bir rol oynamadığı ve buna bağlı olarak tek başına cümlenin bir ögesi olamayacağı söylenir. Gramercilerin bir kısmı ise edat gruplarını cümle içerisinde isim, sıfat ve zarf olarak değerlendirir. Kimi gramerciler de çekim edatlarını cümle içerisinde özne, tümleç ve yüklem görevleriyle incelemişlerdir. Yalın durumda bulunan ya da hâl eklerinden birini alarak oluşan edatlı tümleçler cümleye sınırlandırma, zaman, ölçü, miktar, yaklaşıklık gibi çeşitli anlamlar katar, kimi zaman yüklemin anlamını zaman bakımından sınırlar. Bu çalışmada bu yapıların Türkmen Türkçesinde kullanılan sınırlandırma işlevi ele alınmıştır. Çekim edatlarının ve zarf-fiil eklerinin bir kısmı cümle içerisinde aynı zamanda sınırlandırma işlevine de sahiptir. Türkçede bu yapıların sınırlandırma işlevini ayrıntılı olarak inceleyen çalışmaların sayısı oldukça azdır. Türkmen Türkçesindeki sınırlandırma yapıları; zamanı başlangıç noktası bakımından sınırlandıranlar, zamanı bitiş noktası bakımından sınırlandıranlar, işaret ettiği unsurları vurgulayarak veya karşılaştırarak sınırlandıranlar, zarf-fiil ekleri ile kurulan sınırlandırma yapıları şeklinde dört ana başlıkta incelenmiştir. Sınırlandırma yapıları belirli dil yapıları ile yapılabilmektedir. Dört farklı şekilde kurulan sınırlandırma işlevli yapılar durum ekleri, zarf-fiil ekleri, çekim edatları yardımıyla yapılmaktadır. Türkmen Türkçesinde başlangıç noktasının durum ekleriyle, bitiş noktasını ise çekim edatlarıyla sınırlandırılmasıyla kurulan yapılar diğerlerine göre daha sık kullanılmaktadır. Başlangıç noktası çoğunlukla zarf-fiil ekleri ve çekim edatları ile sınırlandırılır. Çekim edatlarında ise yapıların +dAn durum eki zamanı başlangıç noktası bakımından sınırlandıran tek durum ekidir.

Türkiye’de Genel Atasözü ve Deyim Sözlüklerinde Anlam Verme Çalışmalarına Toplu Bir Bakış

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2020, Sayı 50 · Sayfa: 257-296 · DOI: 10.24155/tdk.2020.149
Osmanlı döneminde, 1480'den itibaren günümüze intikal eden yazma eserlerde atalar sözü, "Oğuzname" genel başlığı altında atasözüdeyim karışık, anlamları verilmemiş, ancak divan şiirinde ya anlam karşılığı ya da yansıması beyitlerle desteklenmiş liste sözlükçülüğü evresi yaşanmıştır. 1819'da Turfetü'l-Emsâl'le atasözlerinin şerh edilmesi aşamasına geçilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında yazmalardaki gelenek basma eserlerde de geliştirilerek sürdürülmüş; manzum örneklere nesir parçaları da eklenmiş; halk ağzından derlemelerle (A. Vefik Paşa'nın eseri gibi) söz sayısı artırılmıştır. Liste sözlükçülüğü ve manzum örnekler kullanma, anlam vermeme basma eserlerin de temel özellikleridir. Cumhuriyet döneminin 1923-1950 yılları arasında M. Esat İleri, M. Halit Bayrı, Ömer Asım Aksoy, M. Nihat Özön ve M. Ali Ağakay'ın sözlük çalışmalarında atasözü deyim ayrımında önemli adımlar attıkları, anlam vermeyi gündeme getirdikleri görülmüştür. M. Esat İleri'nin 1924 tarihli Kinâyât'ında başlayan, mahallî atasözü deyim sözlüklerinde gelişen anlam verme girişimi, 1943'te Mustafa Nihat Özön'ün Türkçe Tâbirler Sözlüğü ve 1949'da Mehmet Ali Ağakay'ın Türkçede Mecazlar Sözlüğü ile ileri bir safhaya taşınmıştır. Özön ve Ağakay'ın sözlüklerinin basıldığı yıllarda TDK Kitaplığına Hüseyin Şevket Aydüz'ün hazırladığı Halk Tâbirleri ve Hulusi Sadullah Tirişoğlu'nun hazırladığı Türkçe Deyimler Sözlüğü eserleri girmiştir. Bu eserlerde de deyimlere anlam verilmiş, cümle içinde kullanılışları gösterilmiştir. TTK Kitaplığında da benzeri yayımlanmamış çalışmalar vardır. TDK'nin 1953-1959 yılları arasındaki atasözü ve deyim derlemeleri; geniş kapsamlı, genel, anlamları verilmiş, atasözü deyim ayrımı daha sağlam yapılmış sözlüklerin hazırlanmasına önemli katkıda bulunmuştur. Yine Müstecip Ülküsal ve A. Battal Taymas'ın Ankara'da basılan yurt dışı Türkleriyle ilgili sözlükleri de yararlı olmuştur. TDK'nin kurumsal çalışma olarak genel atasözü deyim sözlükçülüğünde Ömer Asım Aksoy vasıtasıyla 1971 ve 1976 yıllarında son aşamaya ulaştığı dönemde H. Fethi Gözler, Ali Doğanay ve Aydın Su (Yusuf Ziya Bahadınlı) da süreci hızlandıran sözlüklere imzalarını atmışlardır.