79 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Anahtar Kelimeler
- Dokuma 5
- Weaving 5
- Cultural Heritage 4
- Kültürel Miras 4
- Osmanlı 4
Samsun Orta Mektebi̇ne İli̇şki̇n Bi̇r Arşi̇v Dosyası
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 93-113 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.205
Özet
Tam Metin
Tanzimat sonrası Osmanlı bürokratik sisteminde yapılan reformlar neticesinde eğitim sistemi ile ilgili radikal dönüşüm süreci de başlamıştır. Bu süreç yüzyılın ikinci yarısında çıkarılan kanunlar ve talimatnameler ile hukuki zemine de oturtulmuş ve imparatorluğun hemen her noktasına sirayet edecek biçimde uygulanması için çaba gösterilmiştir. Rüşdiye, İdadi, Sultani gibi farklı kademelerde açılan eğitim kurumlarının başta nüfus yoğunluğu büyük olan kentlerde açılmasının yanı sıra pek çok seyrek nüfuslu yerleşim alanlarında da mekteplerin açıldığı arşiv belgelerinden takip edilebilmektedir. Mektepler kimi zaman bağımsız bir yapı olarak inşa edilmekte, kimi zamansa başka bir kamu yapısının ya da kiralanan bir konağın kullanıldığı görülmektedir. İmparatorluğun son yıllarında eğitim kurumlarının hem nitelikli fiziki mekanlardan yoksun olduğu hem de nitelikli öğretmen ve personele yoğun bir şekilde ihtiyaç duyduğu bilinmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ise bu sorunların aşılması için ciddi bir mesainin harcandığı söylenebilir. Çıkartılan kanunlarla birlikte eğitim sisteminde değişime gidilmiş, ihtiyaç duyulan fiziki mekân ile ilgili girişimler yapılarak pek çok okul inşa edilmiştir. Bir yandan da İmparatorluktan miras kalan eğitim yapılarının işlevini sürdürdüğü görülür. Bu kapsamda Maarif Vekaleti tarafından eğitim yapılarının mevcut durumlarını öğrenmek üzere sual varakası olarak da adlandırabileceğimiz bir dosya hazırlanmıştır. Ayrıca dosya ekinde mektep binalarıyla ilgili görseller ve planlar da talep edilmiştir. Detaylı bilgisi istenen yapılar arasında Samsun Orta Mektebi de bulunmaktadır. Çalışmamız kapsamında Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi bünyesinde yer alan Samsun Orta Mektebi’ne ilişkin hazırlanan 1928 tarihli sual-cevap dosyası detaylarıyla incelenecek, plan şeması ve fotoğrafı eşliğinde yapının mimari kurgusu tartışılacaktır.
Türk El Dokumacılığı Terimleri: Uşak / Kışla Köyü Düz Dokuma Yaygılar Örneği
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 75-91 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.204
Özet
Tam Metin
Bir toplumun geçim kaynakları, o toplumun yaşam tarzını belirler. Toplumun yaşam tarzı ise kültürünü oluşturur ve o toplumun dilinde kendini gösterir. Türklerin çok eski zamandan beri hayvancılıkla uğraşmaları, onların hayvanların birçok yönünden yararlanmalarını beraberinde getirmiştir. Hayvanların yününden/kılından yararlanan Türkler; dokumacılık sanatını geliştirmiş, günümüze kadar taşımışlardır. Literatürde, dokumacılık terimleri üzerine yapılan çalışmaların daha çok güzel sanatlar, el sanatları, tarih vd. alanlarda olduğu görülmüştür. Türk dili alanında yapılan çalışmalar ise kısıtlı olup belli konular üzerine yoğunlaşmıştır. Bu durum; Türk dili araştırmacılarının, unutulmaya yüz tutan el dokumacılığı terimlerini kayıt altına almalarının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Dokumacılık konusunda tarihte de önemli bir yeri olan Uşak’ta dokumacılık, 21. yy. başlarına kadar günlük hayatın bir parçası olmuştur; fakat makineleşmenin ve köyden kente göçlerin artmasıyla birlikte el dokumacılığı, yerini sanayi tipi dokumacılığa bırakmıştır. Böylece günlük hayatın bir parçası olmaktan çıkan dokumacılığa ait söz varlığı unutulmaktadır. Uşak ağızları üzerine yapılan çalışmalarda, çoğunlukla Eşme ilçesine yoğunlaşıldığı görülmektedir; fakat Uşak ilinin yakın zamana kadar el dokumacılığını günlük hayatında sürdürmüş olan diğer yörelerinin de incelenmesi, bu kültürel mirasın etraflıca incelenebilmesi için gereklidir. Bu ihtiyaçlardan hareketle; bu çalışmada, Uşak ili Ulubey ilçesinin Kışla Köyü’ndeki düz dokuma yaygıların söz varlığı üzerinden, Türk el dokumacılığı terimlerinin kapsamlı bir şekilde incelenmesinin önemi vurgulanmış, el dokumacılığına ait ağız verilerinin kayda geçirilmesi ile Uşak iline ait el dokumacılığı kültürünü tanıtmak, el dokumacılığıyla ilgili söz varlığının kaybolmasını önlemek, Türk dili araştırmalarına söz varlığı bakımından katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Çalışmada elde edilen bulgular sonucunda; dokumacılık terimleri konusunda yapılacak olan çalışmalarda, dokumacılık terimlerinin 1. Dokuma çeşitleri, 2. Dokumacılıkta kullanılan araçlar, 3. Ana malzeme (ip) ile ilgili terimler, 4. Yanış adları ve 5. Dokumacılıkta kullanılan fiiller başlıkları altında tasnif edilebileceği önerisinde bulunulmuştur.
Kültürel Kimlik Bağlamında Zara İlçesi Halı Örneklerinin İncelenmesi
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 51-73 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.203
Özet
Tam Metin
Anadolu halı dokumaları, Türk kültürünün derin köklerini ve zengin geleneklerini yansıtan önemli bir sanat dalıdır. Hem estetik hem de kültürel açıdan zengin bir geçmişe sahip olan ve dünya sanat tarihinin bir parçasını oluşturan bu gelenekli sanat, Anadolu’nun kültürel ve sanatsal gelişimini yansıtan miras olarak varlığını sürdürmektedir. Araştırmada Zara halı dokumaları araştırılmıştır. Zara ilçesinin en çok dokuma yapılan köyleri seçilerek örneklem içerisine alınmıştır. Akören, Gümüşçevre, Ekinli ve Canova köylerinde bulunan 11 adet halı ile şehir merkezinde bulunan 4 adet eski halı örneğiyle birlikte toplam 15 adet halı örneği üzerinden ilçenin halı kültürü ve özellikleri açıklanmıştır. Araştırma esnasında oluşturulan bilgi formlarından, dokumaların nicel (kalite, iplik çeşidi, ebat, kullanılan teknik, desen) özelliklerinin yanında, nitel özellikleri de (motiflerin ve desenlerin taşıdığı anlamlar ve ilettikleri mesajlar) açıklanmaya çalışılmıştır. Fotoğraflama yöntemi ile kayıt altına alınan halıların, yeniden üretilebilmesi için, fotoğraftan dijital ortama desen aktarımı yapılarak, desenlerin sürdürülebilirliğine katkı sağlanmıştır. Ayrıca istatistik veriler ışığında, aidiyet ve kimlik oluşturulabilmesi için yorumlanmıştır.
Yöre halılarında; akrep, altıgen, baklava, bereket, bulut, canavar ayağı, çengel, çiçek, dal, demet çiçek, ejder, el-parmak-tarak, göz, gonca, goncagül, gül, hayat ağacı, im, karanfil, köşek (deve) boynu, kuş, kurtağzı, lale, leblebi, madalyon, muska, ok, pıtrak, sandık, sığır sidiği, stilize hayvan, su yolu (sığır sidiği), Türkmen gülü, testere dişi, yazı tasviri, yonca, yıldız, yaprak olmak üzere 38 farklı motif kullanılmıştır. Halılarda en yaygın olarak kullanılan renkler kırmızı ve mavi olup, bordo ve bej renkleri ise en az kullanılan renkler olarak belirlenmiştir. Çoğunluğu yöresel halı karakterine uygun olarak atkı ve çözgüsü yün iplikten dokunmuştur.
Sivas Yöresi Düz Dokuma Yastık Örnekleri
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 29-49 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.202
Özet
Tam Metin
Anadolu dokumaları içinde Sivas’ın özel bir yeri vardır. Sivas birçok halı ve kilim çeşidi ile isim yapmıştır. Bunlar arasında çok da fark edilmeyen cicim, zili ve sumak dokumaları görsel zenginliklerle oluşturulmuş eserlerdir. Cicim, zili ve sumak dokuma teknikleri ile oluşturulmuş perde, önlük, çuval, heybe, torba ve yastıklar da görülmektedir. Özellikle bu teknikle yapılmış perde ve yastıklar görsellikleri ile göz doldurmaktadır. Yastık yüzü, bir bütün halinde birbiri ile bağlantılı genellikle hiç boşluk bırakmaksızın motiflerle bezelidir. Bu dokuma yastıklar yoğun emek gerektiren, özenli bir teknikle yapılan dokumalardır. Dokuma tekniği kadar uyumlu renkleri ile de dikkat çekicidir. Yastıklar incelendiğinde ise kilim, cicim, zili ve sumak tekniğinin ya da cicim/zili, cicim/sumak tekniklerinin birlikte kullanıldığı örneklere rastlanmıştır. Bu tekniklerin kullanıldığı yastıkların Sivas’ın birçok yerinde dokundukları bilinmektedir. Yayınlar incelendiğinde benzer dokumalara İç Anadolu’nun diğer şehirlerinde ve Anadolu genelinde de rastlanmaktadır. İnce ve zarif yapıda olan bu dokumalar teknik olarak özel niteliklere sahiptir. Kilim başta olmak üzere cicim, zili ve sumak dokumalarının dayanıklılıkları oldukça azdır. Özellikle korunmaları sayesinde günümüze ulaşabilen dokumaların sayısı çok fazla değildir. Görüşmeler sırasında edinilen bilgiye göre neredeyse dokuma yastık olmayan ev yokken, günümüzde maalesef çok az örneğe rastlanmaktadır. Bu nedenle bu eserler tamamen kaybolmadan üzerinde çalışma yaparak kayıt altına almak amaçlanmıştır. Sivas’ta özel koleksiyonlar ve Sivas Arkeoloji Müzesi’nde bulunan yastık örnekleri üzerinde çalışma yapılmıştır. Dokuma yastıkların teknik özellikleri incelenmiş ve bunlar fotoğraflanmıştır. Dokuma yapmış kaynak kişilerle görüşülmüştür. Günümüzde yörede bu yastıklar hiç dokunmamaktadır. Var olan yastıkların içleri boşaltılarak depolandığı ve bir örneğin yaygı olarak kullanıldığı tespit edilmiştir.
İpek Halı Tasarım Ve Halı Sanatının Sürdürülmesinde Ödüllü Bir Tasarımcı; Nesrin Türedi
Arış · 2025, Sayı 26 · Sayfa: 9-27 · DOI: 10.32704/akmbaris.2025.201
Özet
Tam Metin
Geleneksel Türk sanatları içinde milli kültür varlığımız olan ipekli dokumaların önemli bir yeri vardır. İpek halılar ise Dünya’da “Hereke İpek Halı” olarak adlandırılan ve Türk markası olarak hala aynı görkemini ve varlığını sürdüren nadide eserlerdir. Hereke ipek halılar, el dokuma halılar içinde çok kıymetlidir. İnce ipek ve yün ipliklerle yüksek kalitede ve uzun emekler sonucu dokunan bu halılarda renk, motif, anlam zenginliği ve çeşitliliği muazzamdır. Santimetre karede 100-400 gibi düğüm bulunan dokumalar, tamamen el işçiliğidir. Büyük boyutlu dokumalardan minik dokumalara kadar farklı ebatlarda örnekler görmek mümkündür. Seccade tipinden, yer yaygısına kadar farklı amaçlarla üretilenleri vardır. Minyatür tarzı tasarlanan figürlü dokumalarda insan, hayvan ve doğa tasvirleri çok gerçekçidir.
Bu araştırmada günümüzde ipek halı dokuma sanatının sürdürülmesinde faaliyet gösteren ödüllü bir tasarımcı olan Nesrin Türedi’nin ve çalışmalarının tanıtılması amaçlanmıştır. İpek halıcılığın somut olmayan kültürel mirasımızın temel taşlarından olması sebebiyle bu mesleğe gönül veren kültürel miras taşıyıcılarının tespit edilmesi ve kayıt altına alınması önemlidir. Sanatçı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı İpek Halı Tasarımcısı” ünvanını almıştır. Çok sayıda tasarımı halen dokunmaktadır. Elde desen tasarımı öğrenip programlarla geliştirerek başladığı bu işte yıllar içinde büyük ve özgün çalışmalar yapmayı başarmıştır. Günümüzde de dokumaları yapılarak yurtdışına ihraç edilmektedir.
Abdülmü’min b. Safiyyüddîn’in Behcetü’r-Rûh Adlı Eserinde Usûller
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 81-104 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.081
Özet
Safevî devleti (1501-1736) döneminde yazıldığı tahmin edilen Behcetü’r-Rûh adlı eserle kendisinden önceki dönemlerde yazılan ve kendisiyle hemen hemen aynı dönemde (Anadolu coğrafyasında) yazılan mûsikî risâleleri karşılaştırıldığında bu risâlelerde ele alınan konuların farklı yöntemlerle îzâh edildiği görülmektedir. Safevî devletinin kurulması ve bölgede yeni siyasi sınırların çizilmesiyle birlikte İsfahan, Tebriz, Fars ve Herat ile Buhara, İstanbul ve Bağdat gibi önemli mûsikî merkezleri arasındaki iletişim gittikçe azalmıştır. Bu durum ilerleyen zamanlarda bu bölgelerde kaleme alınan mûsikî risâlelerinin birbirinden kısmen farklı özelliklerle ilerlemesine neden olmuştur. Bahsedilen dönemde Abdülmü’min b. Safiyyüddîn tarafından Farsça yazılan Behcetü’r-Rûh, sözü edilen bölgeler arasındaki iletişimin azalması meselesine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Zira bu eserde îkâ‘î devirler kavramı yerine usûl kavramı ve etânîn yöntemi ve tef‘ileler yerine tehecciü’ledvâr yöntemi kullanılmıştır. Bu araştırma, bahsedilen dönemde ve coğrafyada telif edilen Behcetü’r-Rûh’ta usûl kavramının nazarî olarak nasıl îzâh edildiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. Bu önem doğrultusunda araştırmanın amacı Behcetü’r-Rûh’ta hangi usûllere yer verildiğini ve bu usûllerin nasıl bir yöntemle tarif edildiğini tespit etmektir. Çalışma betimsel nitelikli bir araştırma olup ilgili veriler kaynak tarama ve müziksel analiz yöntemleri kullanılarak elde edilmiştir. Araştırmanın bulgularından hareketle Abdülmü’min b. Safiyyüddîn’in, Behcetü’r-Rûh adlı eserinde darp sayıları verilerek tehecciü’l-edvâr yöntemiyle izah edilen 20 tane usûlün yanı sıra sadece darp sayıları verilerek tarif edilen 19 tane usûl hakkında bilgi verildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç doğrultusunda: Darp sayıları verilerek tehecciü’l-edvâr yöntemiyle tarif edilen usûllerin, Fâhte Darp, Türk Darp, Berefşân, Muhammes, Çenber, Sakîl, Hafîf, Evfer, Devir, Nîm Sakîl, Hezec, Evset, Remel, Fer‘, Devr-i Revân, Semâ‘î, Darbü’l-Kadîm, Darbü’l-Mülûk, Nîm Devir ve Ekel usûlü olduğu; sadece darp sayıları verilerek tarif edilen usûllerin, Darbü’l-Feth, Çihâr Darp, Düyek, Mieteyn, Mukaddem ve Şâhnâme usûlü olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Behcetü’r-Rûh’ta Melik Şâh-ı Selçûkî’nin gulâmı’nın icadı olan Kalenderî, Münâsafe-i Şîrâzî, Münâsafe-i İhlâtî, Münâsafe-i Darbî, Harbî, Sakîl usûllerinin yanı sıra Gulâm Şâdî’ye atıfta bulunularak Darbü’l-Kadîm, Darbü’l Mülûk, Hezec-i Kebîr, Hezec-i Sağîr, Fâhte-i Kebîr, Fâhte-i Sağîr ve Şâhnâme usûllerinden de bahsedildiği görülmüştür.
Şehre Sığmayan Topraklar: İstanbul Bostanları
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 1-36 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.001
Özet
Tam Metin
İstanbul’un fethiyle birlikte, ülkenin çeşitli yerlerinden buraya getirilen halkla bir imar ve iskân politikası izlenir. Şehrin çoğalan nüfusuna bağlı olarak, artan gıda ihtiyacının bir bölümünü (günlük sebze ve meyveler) karşılamasının yanı sıra şehrin tarihi ve kültürel peyzajını tamamlayan alanlar olan bostanlar önemini son yıllara kadar korumuştur. Bostanlar yalnızca sur içi ve kara surlarının etrafında değil aynı zamanda Boğaz’ın her iki yakasında ve diğer mahallelerdeki dere ve ırmak havzalarında yer almaktaydı.
İstanbul’u gezen seyyahlar tarafından “Yeşil İstanbul” diye anılan şehir, yeşillikler içindeki mimari yapılarının yanı sıra bağ, bahçe ve bostanlarıyla da öne çıkmaktaydı. Bu özelliğini 20. yüzyılın başlarına kadar muhafaza eden şehirde, endüstrileşme ile birlikte göç hareketliliğine bağlı olarak artan konut ihtiyacını gidermek için ilk göz dikilen yerler bostanlar olmuştur.
Bir zamanlar İstanbul’la özdeşleşen bostanlar hem bir istihdam alanı olması hem de üretime doğrudan katkı sağlaması nedeniyle şehrin 19. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen haritalarında önemli bir yer bulurken, planlı şehircilik faaliyetlerinin başladığı 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren neredeyse yok sayılır olmuştur.
İstanbul’un planlanma çalışmaları kapsamında hazırlanan koruma amaçlı uygulama imar planlarında, önceleri tanımsız bırakılarak göz ardı edilen bostanlar, sonraki çalışmalarda da artan nüfus yoğunluğunun yeşil alan ihtiyacını giderecek yerler olarak görülmüş, çevre ve peyzaj düzenleme projeleri ile park ve kültürel park fonksiyonu verilerek asli fonksiyonundan uzaklaşmıştır.
Her dönem su sorunu yaşayan İstanbul’da bostanların sulanmasında da zorluklar yaşanır. Özellikle sur içinde ve sur dışında yer alan bostanların yakınında bir akar sunun olmaması, yeraltı sularının da yetersiz kalması nedeniyle bostan sahipleri bostanlarını lağım suları ile sulamaları sonucu artan bulaşıcı hastalıklar sorunu dönemin basınında oldukça geniş yer aldı. Belediye tarafından sıkı bir denetime tabi tutulan bostanlarla ilgili getirilen yasaklar ile şebeke suyunun kullanılması mecburiyeti de çözüm olmayınca bostanların şehrin dışına çıkarılması kararlaştırılır.
Önceleri plansızlık yüzünden düzensiz yapılaşmaya maruz kalan bostanlar, hazırlanan koruma amaçlı uygulama imar planlarında da hak ettiği yeri bulamaması bir yana bu planların da her dönem tadilata uğramasıyla bitip tükenmek bilmeyen yapılaşmaya teslim olmuştur.
Bu makalede; İstanbul’un kültürel ve tarihi geçmişinde önemli bir yeri olan bostanların şehre katkısı, arşiv kayıtları, tarihi harita, plan, kroki, yazılı ve görsel belgeler eşliğinde ele alınarak, tarihsel gelişim süreci içinde İstanbul’un planlama çalışmaları kapsamında geçirdiği evrim incelenmeye gayret edilmiştir.
Gerçeklikle Edebîlik Arasında “Öyküleşen Anlatılar” Üzerine Bazı Tespitler
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 153-176 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.153
Özet
Tam Metin
Edebîlik kavramı genellikle yazılı veya sözlü metinlerin estetik ve dilbilimsel özelliklerini ifade etmek için kullanılır. Bir metnin sanat değerini, dilin kullanımını, anlatım tarzını, duygu ve düşünceleri ifade etme biçimini, yapılandırmasını ve derinliğini belirleyen unsurları içeren edebîlik kavramı aynı zamanda edebî eserlerin estetik ve duygusal etkisini de ifade eder. Ancak bu kavrama yüklenen anlam, kültürler arasında ve dönemden döneme değişebilir ve farklı yazarlar, eleştirmenler veya okuyucular tarafından farklı yorumlanabilir. Sınırlarının çizilmesindeki değişkenlik ve belirsizlik nedeniyle edebîlik kavramı üzerine tartışmalar devam etmektedir. Anlatı türü, bir metnin nasıl organize edildiğini, anlatıldığı dil ve anlatım tarzını, içerdiği temaları ve anlatım amacını belirlemek için kullanılan bir kavramdır. Bir anlatı türünün gerçekliği yansıtması veya gerçeklikten uzaklaşıp edebîlik sınırlarına dahil olmasının yazarın niyeti, üslubu gibi farklı unsurlarla ilişkisi vardır. Bu unsurlar üzerine yapılacak tartışmalar edebîlikle gerçeklik arasında kalan, sınırları net olmayan anlatı türlerinin varlığını işaret ederken bu belirsizliğin nedenleri üzerine daha kapsamlı çalışmalara yol açabilir.
Bu makale edebiyatın sınırlarını ve türlerin tanımlanmasını sorgulayan bir yaklaşım sunuyor. Edebî veya öğretici her anlatının gerçeklik ve kurmaca ile ilişkisini incelemekle birlikte, farklı disiplinlerin bu konuya yaklaşımlarının altını çiziyor. Bununla birlikte özellikle, gazete haberlerinden edebî metinlere kadar çeşitli anlatı türlerini ele alırken, türlerin sınırlarının sabit olmadığına ve zamanla değişebileceklerine, dilin ve üslubun tür belirlemedeki önemine dikkat çekiyor. Edebî eserlerin diğer yazılı metinlerden hangi özellikleriyle ayrılabileceği gibi temel sorulara cevap arayan makalenin temel tezi, edebiyat ve gerçeklik arasındaki sınırların belirsiz olduğu ve türlerin bu açıdan değişkenlik gösterebileceği, tür adlandırmalarında bu hususa dikkat edilmesi gerektiği yönündedir. Makalede ayrıca, dilin ve üslubun tür belirlemedeki rolüne odaklanılır. Metinlerin içerdikleri öğelerin ve yapıların incelenmesiyle türlerin anlaşılmasının mümkün olabileceği; edebiyatın sadece klasik türlerle sınırlı olmadığı ve modern/postmodern yaklaşımların türlerin belirlenmesinde etkili olduğu, bazı metinlerin sadece belirli bir türün kesin özelliklerini taşımadıkları, çoğu zaman farklı türlerin öğelerini bir araya getirdikleri, bu özelliklere sahip metinlerin “melez/hibrit anlatılar” olarak adlandırılabileceği gibi iddialar, örnekler üzerinden açıklanır. Makale, dilin ve üslubun tür belirlemedeki önemi üzerine odaklanırken, metinlerin içerdikleri dil özelliklerinin türlerin belirlenmesinde kritik bir rol oynadığını; ayrıca, her dönemin dil ve ifade anlayışının kendine özgü normlarının olduğu ve bu normların zamanla değişebileceği üzerinde durur. Edebiyat incelemelerinde edebî metin türlerinden ayrı, öğretici metinler başlığı altında değerlendirilen gazete haberleri, röportajlar, edebî eleştiriler, anılar gibi anlatı türlerinin gazete kültürünün yaygınlaşmasıyla birlikte yaşadıkları türsel değişimlerin gerek Batı gerekse Türk edebiyatındaki örneklerine yer verilen makalede teorik olarak ileri sürülen iddialar seçili metinlerle desteklenmeye çalışılır.
20. Yüzyılda Çağının Kadınlarına Seslenen Bir Eser: Kadın Esrarı (Avanzâde Mehmet Süleyman)
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 37-59 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.037
Özet
Tam Metin
Avanzâde Mehmet Süleyman (1871-1922), yayımladığı telif-tercüme eserler ve dergi yayımcılığı ile Meşrutiyet devrinin önemli yazar ve aydınlarındandır. İlgi alanı çok geniş olan yazarın eserleri arasında kadınlara dair olanlar dikkat çeker. 1330’da yayımlanan Kadın Esrarı da bunlardan biridir. Eserin ön sözünde yazar; kadınların hayat tarzlarına, evlilik öncesi ve sonrası eşleriyle ilişkilerine, sağlık ve güzelliklerini korumaları için yapmaları gerekenlere değineceğini belirtir. Bu yönüyle eser, kadınlar için bir “sağlık ve güzellik rehberi” olma amacı taşımaktadır. Kadının toplumu dönüştürme gücüne de vurgu yapan yazar, bir milleti ancak ahlaken ve fikren yüksek kadınların ileriye taşıyacağı görüşündedir.
Avanzâde Mehmet Süleyman Kadın Esrarı’nı iki ana bölüme ayırmış; ilk bölümde ahlaki güzellik, ikinci bölümde fiziki güzellik üzerinde durmuştur. İffet, sadakat, tesettür vb. konularla ilgili açıklamalar yaptığı ilk kısımda, o dönemde dünyaya dalga dalga yayılan “feminizm” hakkında da bilgiler vermiştir. Eserin ikinci bölümü kadınların sağlık ve güzelliklerine ayrılmıştır. Burada Avanzâde Mehmet Süleyman “eczacı” kimliğiyle kadınlara sağlıklı yaşam önerileri ve son derece ayrıntılı güzellik reçeteleri sunmuştur.
Kadın Esrarı’nda bazı kısımlar Ebuzziya Tevfik’in Takvimü’n-Nisa ve Ebu’l-Muammer Fuad’ın Vezâif-i Aile adlı eserlerinden iktibas edilmiştir. Bu iktibaslar, belli konularda Avanzâde Mehmet Süleyman’ın görüşlerini öğrenmemizi engellemekle birlikte -eserine alması sebebiyle- yazarın az-çok bu görüşleri paylaştığını da düşündürmektedir. Eserinde kadınları ilgilendiren her konuda bilgi vermeye çalışan Avanzâde Mehmet Süleyman, yer yer geleneksel bir bakış açısıyla onun eş ve anne olarak görevlerini öne çıkarmıştır. Diğer yandan kadın hakları konusunda eşitlikçi ve özgürlükçü bir tutum sergilediği noktalar da olmuştur. Yazar, II. Meşrutiyet devrinin özgür ortamında eşitlik için mücadele veren Osmanlı kadınlarının taleplerine bigâne kalmamış, bilim insanı olması nedeniyle kadına “birey” olarak bakmıştır. Kızların küçük yaşta evlendirilmelerine karşı çıkması, evlilikte iki tarafın da sorumluluklarını hatırlatması, boşanmayı meşru görmesi, kızların millî mekteplerde eğitilmeleri gerektiğini savunması çağının ilerisinde görüşlerdir. Nesil yetiştirme konusunda -bugün modern tıbbın da benimsediği- anne sütünün önemi, belli bir yaşa gelene kadar çocuğa ahlak ve vicdan eğitiminin verilmesi konularında annelerin bilinçli olması gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre toplum; eğitilmiş, düşünen, ileri kadınlarla yükselecektir. Yazarın özellikle kitabının ikinci bölümünde kadın sağlığı ve güzelliği için verdiği öneri ve tarifler, kadına birey odaklı bakışının göstergeleridir. Bu makalede 20. yüzyılın başlarında Avanzâde Mehmet Süleyman’ın kadınlar için kaleme aldığı Kadın Esrarı’nda kadın algısı incelenmiş, yazarın -çağının koşullarında- kadın hak ve özgürlüklerini belli noktalarda ilerici bir görüşle savunduğu görülmüştür.
Servet-i Fünûn Edebiyatında Yeni İfade veya Kusursuz Dil Arayışları
Erdem · 2024, Sayı 87 · Sayfa: 61-80 · DOI: 10.32704/erdem.2024.87.061
Özet
Tam Metin
Servet-i Fünûn nesli edipleri, değişen ve dönüşen insanın düşünce ve duygularını yansıtmak için yeni bir ifade ve dile ihtiyaç olduğunu düşünmüşlerdir. Bu düşünce doğrultusunda, özellikle de şiirde kullandıkları ifadeler ve dil tercihleri, onları Türk edebiyatı tarihinde kritik bir noktaya taşımıştır. Birçok yenilik getirmekle birlikte, tartışmalara da sebep olmuşlardır. Bu anlamda Servet-i Fünûncular, başta Ahmet Midhat olmak üzere, dekadans olmakla, dilde yozlaşma yaratmakla suçlanırlar. Bu tarz ithamlara, cevap vermek ve yarattıkları yeni edebiyat dilinin mahiyetini açıklamak için teorik yazılar kaleme alırlar. Tartışmalar etrafında oluşan yazılardan başka onların edebî metinlerinde de bu yeni dili, ifadeyi açıklama niyeti taşıdıkları görülür. Bu niyetin zamanla tartışmaların dışına taşarak hem teorik yazılarda hem de edebî metinlerde görülen bir söylem biçimine dönüştüğü söylenebilir. Cenab Şahabeddin “Yeni Elfâz”, “Yeni Ta’birât” ve “Esâlib-i Ezmine” başlıklı teorik yazılarında dilde ne yaptıklarını anlatmakla kalmaz, onu aynı zamanda estetik bir endişe olarak şiirlerinde işler. Tevfik Fikret’in edebiyat yazılarında ve şiirlerinde de gördüğümüz bu durum; yine Halit Ziya’nın Mai ve Siyah romanında, Ahmet Cemil üzerinden kurmaca düzlemine taşınır. Böylece edebi eserlerde işlenen bir konu ve söylem hâline gelir.
Bu anlamda, Servet-i Fünûncular ürettikleri yeni ifade söylemini dil-insan, dil-düşünce arasındaki ilişkiden hareket ederek izah etme yoluna giderler. Günlük/standart dilin canlı, değişen ve dönüşen bir doğaya sahip olan insanı yansıtmada yetersiz kaldığını ve bu yüzden insanın varoluşunu tam olarak verebilecek yerli yerinde bir ifade arayışı içerisinde olduklarını açıklamaya çalışırlar. Dilin varlığı açığa çıkarıcı yönü üzerinde dururlar. Bu çerçevede bu makalenin amacı, Servet-i Fünûn nesli yazar, şair ve eleştirmenlerin yeni ifadeye ve dile (elfaz) dair izahatlarının zamanla bir söylem hâlini almasını ve bunun onların edebî metinlerinde estetik bir endişe olarak ortaya çıkmasını ele almaktır. Bu nesil ediplerinin teorik yazıları, eleştirileri ve tartışmalarında savundukları, yaratmak istedikleri “yeni ifade” tarzını ve kusursuz dil arayışlarını nasıl açıkladıklarına dikkat çekmek ve bunun ardında yatan niyete ve felsefeye ışık tutmaktır. Bu anlamda Cenab Şahabeddin, Tevfik Fikret, Halid Ziya, Hüseyin Cahit gibi topluluğun önde gelen simalarının yeni ifadeyi, yerli yerinde ve kusursuz bir ifade arayışının nasıl tezahür ettiğini onların bazı teorik yazıları, roman ve şiirleri üzerinden göstermeye çalışmaktır. Böylece konuyu edebiyatın özerkliği, dilin imkânları ve sınırları, düşünce ve duyguların ne kadar aktarılabilir olduğu dolayımında ele almaktır.