Osmanlı Mütefekkirlerinden Hüsnü Hamid’in Matematik Felsefesi Çalışmaları: “Wroński’nin Riyaziyat Felsefesi”
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 239-262 · DOI: 10.32704/erdem.656903Euclides'in Elementler isimli kitabında ortaya koymuş olduğu Aksiyomatik yöntemle matematik 19. yüzyıla kadar mutlak doğruluğun temsilcisi olarak görülmüştür. Matematikçiler uzun süre Euclides'in söz konusu eserinde belirttiği beşinci postulatı ispatlamak için uğraşmışlardır. Matematik tarihinde problemli postulat olarak da adlandırılan beşinci postulatın uzun süre doğrulanamayışı, birtakım şüpheleri de beraberinde getirmiştir. İbn-i Heysem, Ömer Hayyam, Nasîruddîn-i Tûsî gibi İslam bilginleri beşinci postulatın ispatında oldukça fazla yol almışlar fakat çalışmalarını nihayete erdirememişlerdir. 18. yüzyılın sonlarında Giovanni Girolamo Saccheri ve Johann Lambert İslam matematikçilerinin ortaya koydukları çalışmaları ilerletmişler ve nihayet 19. yüzyılın başında Carl Friedrich Gauss, Janos Bolyai, Nikolai Ivanovich Lobachevsky ve Bernhard Riemann Euslides-dışı geometrileri formüle etmeyi başarmışlardır. Euclides-dışı geometrilerin ortaya çıkması matematiğin temellerinin sorgulanmasına sebep olmuş, matematiğin önermelerinin mutlak doğruluğu sorgulanır hale gelmiştir. Matematikte meydana gelen bu olağandışı gelişmeler matematik felsefesinin de çalışma alanını genişletmiştir. 19. yüzyılda matematiği yeniden temellendirmek için matematik felsefesinde Mantıkçılık, Formalizm ve Sezgicilik gibi ekoller ortaya çıkmıştır. Bu ekollerin dışında söz konusu problemle ilgili çalışmalar yapmış fakat bir ekole dönüşmemiş bazı isimler de mevcuttur. Bunlardan biri de Jósef Maria Hoene-Wroński'dir.
Osmanlı'nın son dönem aydınlarından biri olan Hüsnü Hamid, Jósef Maria Hoene-Wroński'nin matematik felsefesi anlayışını incelemiştir. Hüsnü Hamid konuyu, Dârü'l-Fünûn Fen Fakültesi Mecmuası'nda sırasıyla "Hoene Wroński'nin Tevabi-i Elfiyesi", "Hoene Wroński'nin Tevabi-i Elfiyesi (devam)"ve "Wroński'nin Riyaziyat Felsefesi"başlıklı yayımlamış olduğu üç makale ile ele almıştır. Hüsnü Hamid ilk iki makalesini, Wroński'nin matematik felsefesine dair yazmayı planladığı üçüncü makalesine zemin hazırlamak maksadı ile yazmıştır.
Wroński'nin matematik felsefesinde yapmak istediği şey, matematiğin tümünün türetilebileceği, "en yüksek kanun" olarak isimlendireceği bir matematiksel formülü ortaya koymaktır. Hüsnü Hamid makalelerinde Wroński'nin bu anlayışını vurgulamakla yetinmemiş, söz konusu formül arayışında Wroński'yi matematiksel açıdan doğrulamaya çalışmıştır. Hüsnü Hamid ilk iki makalesinde Wroński'nin yöntemine mesafeli yaklaşırken, son makalesinde 4. dereceden büyük denklemlerin çözümünde bu yöntemin çok yaklaşık sonuçlar verdiğini doğrulamıştır. Hüsnü Hamid'in, döneminin önemli matematikçilerinden olan Wroński'nin matematik felsefesi yaklaşımı ile ilgilenmiş olması ve bunun açığa çıkarılmış olması bilim tarihimiz açısından değerlidir.
İslam ve Bilim Tarihinde Sözlükçülük: Hubeyş Tiflîsî’nin Kânûnu’l-Edeb Adlı Arapça-Farsça Sözlüğü
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 151-178 · DOI: 10.32704/erdem.656902Sözlük çalışmaları MÖ XII. yüzyıla kadar geriye gider. Çinliler, Hintliler ve Yunanlılar, ilk sözlük çalışması yapan milletler arasında sayılır. Milattan sonra I. yüzyıldan itibaren artarak devam eden dil/philology ve sözlük/lexicography çalışmaları; Çin, Latin, Mısır, Mezopotamya ve Japon bölgelerinde gelişmesini sürdürerek devam etmiştir.
Sözlük çalışmaları, Doğu'da İslam'ın gelişiyle birlikte, daha çok MS VIII. yüzyılda Kur'an'ı doğru anlamak, ilahi mesajı mensuplarına iletmek ve Kur'an ayetlerinde ve hadislerde anlaşılması zor kelimeleri öğrenmek amacıyla başlamıştır. İslam dünyası bir taraftan fetihlerle hakimiyet alanını genişletirken bir taraftan da ilim merkezleri kurmuştur. Bu merkezlerde MS VII.-XII. yüzyılları arasında farklı medeniyetlerde yazılan eserler, Arapçaya tercüme edilmiştir.
Bilim tarihi açısından bakıldığında sözlük, çeviride vazgeçilmez bir başvuru kaynağıdır. Sözlük olmadan tercüme faaliyetlerini sürdürmek ve tamamlamak zordur. İslam dünyasında İbn Abbâs'ı ilk sözlük ça-lışması yapanların başında saymak gerekir. Mevcut kaynaklardan hareketle İslam dünyasında sözlük çalışmaları ilk olarak Halil b. Ahmed tarafından yazılan Kitâbü'l-ayn adlı eserle yazılı hâle gelmiştir. Arapça-Latince iki dilli ilk sözlük çalışmasının ise XII. yüzyılda İspanya'da yapıldığı tahmin edilmektedir.
Hubeyş Tiflîsî tarafından XII. yüzyılda yazılan Kânûnu'l-edeb (548/1153) adlı eserin üç yazma nüshasının olduğu bilinmektedir. Bunlardan biri İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Mehmed Hafîd Efendi numara 434'te, diğerleri ise Bodlein numara 157/3 ve Ethé numara 2276'da kayıtlıdır.
Kânûnu'l-edeb adlı Arapça-Farsça sözlük hem hazırlanış hem de yöntem açısından dönemin önemli kaynaklarından biridir. Kafiye sistemine göre soldan sağa doğru alfabetik olarak hazırlanan eserde 60.000'e yakın kelimeye anlam verilmiştir. Bu kelimeler içerisinde, eril-dişil, tekil-çoğul ve tamlama grupları ile künyeler ayrı başlıklar hâlinde düzenlenmiştir.
Eserin mukaddimesinde verilen bilgiler doğrultusunda müellif tarafından eklendiği belirtilen kadın ve erkek Arap şairler, mastarlar ve çoğul vezin bölümleri bu yazmada bulunmamaktadır. Yazmada bugünkü anlamda belki de adlar dizini diyebileceğimiz "kadın ve erkek Arap şairleri" bölümü ile diğer bölümlerin olmaması, nüshanın müellif tarafından yazılmadığı ihtimalini göstermektedir.
Eser, dönemin hem söz varlığı hem hazırlanış yöntemi hem de kaynakça bakımından önemli bir başvuru kaynağıdır. Bu nedenle eser üzerinde yapılacak bir çalışma İslam ve bilim tarihine büyük bir katkı sağlayacaktır.
Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Matematikçilerinden Ord. Prof. Ali Yar’ın Matematik Kitapları
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 217-238 · DOI: 10.32704/erdem.656940İlk Türkçe Mesâha Risâlemiz Risâle-i Misâha
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 179-216 · DOI: 10.32704/erdem.656892İslam medeniyetinde bilim tarihi üzerine yapılan çalışmalar neticesinde bu medeniyetin IX. ve XII. yüzyıllar arasında oluşturduğu bilim kültürü her yönden ortaya çıkarılmıştır. Ortaya çıkan sonuçlara göre, İslam medeniyetindeki bilimsel çalışmalar ibadetlerle alakalı pratik amaçlar gözetilerek başlamış ve sözü edilen çalışmalarda bilimin kuramsal yapısından vazgeçilmemiştir. İslam medeniyetinde, pratik amaçlara hizmet ederken kuramsal temelleri ile ortaya konan ilimlerin en başında matematik bilimlerinin bir dalı olan uygulamalı geometri gelmektedir. İslam medeniyetinde uygulamalı geometrinin adı olan misaha/mesaha arazi ölçümünden mimari yapıların inşa ve süsleme- sine kadar pek çok alanda kullanılan bir bilim dalıdır.
İslam medeniyetinin bilimsel mirasını devralan Osmanlılarda da me- saha bilimi rağbet gören bir bilim dalı olmuş ve bu bilimle ilgili bir literatür oluşturulmuştur. Sözünü ettiğimiz literatür incelendiğinde özellikle Osmanlı klasik döneminde yazılmış eserlerin dilinin Arapça olduğu fakat nadiren de olsa aynı dönemde Türkçe yazılan eserlere rastlamanın mümkün olduğu görülmüştür. İşte bu çalışmada, Osmanlı Devleti sınırlarında yazılmış mesaha bilimine yönelik ilk Türkçe eser olabileceği söylenen Risale-i Misâha isimli eser incelenecektir. Giriş bölümünü müteakip, iki bölümden oluşan çalışmamızın giriş kısmın- da, mesaha bilimi kısaca tanıtılacak arkasından birinci bölüme geçilecektir. Birinci bölümde; İslam medeniyetinde ve oradan hareketle Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde mesaha birikimi ile ilgili genel bilgiler verilecek bu bilgilerin ardından Risale-i Misâha'nın içeriğine geçilip içerikle ilgili açıklamaların nihayetinde yine eserle ilgili bir değerlendirme yapılacaktır. Risale-i Misâha'nın içeriği önce en genel hâli ile eserin tanıtımı, arkasından da eserin bölümlerinin açıklanması yolu ile sunulacaktır. Çalışmamızda Risale-i Misâha'nın bölümleri içerik ve nitelik açısından ifade edilecek ve ilgili bölümde eğer varsa matematiksel anlamda önem taşıyan problemler ile bu problemlerin çözümleri günümüz sembolizasyonuna uyarlanmış halleri ile paylaşılacaktır. Çalışmamıza dâhil ettiğimiz problemlerin çözümleri için eserde verilen çizimler çalışmamızda da esere bağlı kalınarak bilgisayar ortamında çizilmiş şekilleri ile yer alacak ve ilgili problemlerin çözümü bu çizimler üzerinden anlatılacaktır. Değerlendirme bölümünde de Risale-i Misâha'nın Osmanlı mesaha literatüründeki yerine ilişkin bir açıklama yapılacaktır. Çalışmamızın ikinci bölümünde ise Risale-i Misâha'nın, Arap harflerinden Latin harflerine basit transliterasyonu verilecektir.
İbn Kemmûne’nin Evren Tasavvuru
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 61-86 · DOI: 10.32704/erdem.656946Ortaçağda Aristoteles'in doğa felsefesi ve Batlamyus'un evren anlayışından yola çıkan filozoflar, fizik ve evren hakkında önemli gelişmeler kaydetmişlerdir. Batlamyus'un matematiksel modelleri ile Aristoteles'in fizik teorisinin birbiriyle tutarsız görünmesi, İbn Heysem'le (ö.1039) başlayan Yunan bilim geleneğine karşı eleştirel çalışmaları ortaya çıkarmıştır. Böylece 13. yüzyılda Bitrûcî (ö.1217), Müeyyedüddin el-Urdî (ö.1266), Nasîruddin et-Tûsî (ö.1274) ve Necmeddin el-Kâtibî el-Kazvînî (ö.1276) gibi bilim adamlarının sahip olduğu fiziksel ve matematiksel bakış açıları sayesinde alternatif evren modelleri oluşturulmuştur. Bu birikim de bir sonraki yüzyılda yetişen Kutbeddin eş-Şirâzî'yi (ö.1311) ve İbn Şâtır'ı (ö.1375) astronomi alanında önemli bir seviyeye ulaştırmıştır. Batı'da ise bu teorilerden yola çıkan Kopernik, Güneş merkezli evren modelini keşfederek bilimsel devrimin kapılarını açmıştır.
Çalışmamızın konusu olan Sad b. Mansur İbn Kemmûne (ö.1284) zikredilen bilim adamlarının çağdaşıdır. Onların eserlerine özetler yazmış, atıfta bulunmuş ve felsefi problemler hakkında mektuplaşmıştır. İslam felsefe tarihinin İbn Sînâ (ö.1037) ve Sühreverdî (ö.1191) gibi büyük filozoflarının eserlerine de şerhler yapmıştır. Böylece o, geçmiş dönemin ve çağının bilim ve felsefesini çok iyi takip ederek mantık, fizik, metafizik, astronomi, tıp ve kimya dallarında eserler kaleme almıştır. Aslen Yahudi bir aileye mensup olan filozof, yaşamının büyük bir bölümünü Bağdat'ta geçirmiştir. İslam felsefe geleneğinin özellikle şerhlerle devam ettiği bu dönemde, bilim adamlarının kendilerine tevarüs eden bilgiyi nasıl yorumlayıp aktardıklarını ve evrenin fiziki yorumu üzerinde nasıl tartıştıklarını bütüncül bir şekilde görmek için, disiplinler arası bireysel çalışmaların incelenmesine de ihtiyaç vardır. Nitekim bilimsel bilginin nasıl değerlendirildiği ve özgünlükleri ancak bu şekilde ortaya çıkacaktır. İşte bu sebeple çalışmamızda İbn Kemmûne'nin evren anlayışını ele alacağız. Onun evren teorisi metafizik ve kozmolojik içeriğe sahip olduğu kadar, astronomi biliminden de esintiler taşımaktadır. Bu minvalde filozofun düşüncelerinden yola çıkarak, öncelikle evrenin nasıl meydana geldiğini ele alacağız. Sonra ay- üstü ve ay-altı âlem ayrımına dayanarak gök akılları, gök cisimleri ve yeryüzünde oluş-bozuluşun etkisiyle meydana gelen olaylar hakkında bilgiler vereceğiz. Son olarak felsefe ve bilim tarihi açısından filozofun teorilerinin bir katkısının olup olmadığını tespit etmeye çalışacağız.
Gazzâlî ve İbn Rüşd’de Nedensellik Tartışması ve Bilim Tarihindeki Yansımaları
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 87-126 · DOI: 10.32704/erdem.656895İslam dünyasında Gazzâlî ile başlayan ve İbn Rüşd'de karşılığını bulan tehâfüt (tutarsızlık) tartışması, İslam ortaçağında, kelam (teoloji) ile felsefe geleneklerinin birbiriyle olan eleştirel diyaloglarını irdelemek bakımından bir başlangıç noktası sunar. Tartışma konularının hemen hepsi ilgi çekici olmakla birlikte, tehâfütteki hemen tüm tartışmaların düğüm noktasını nedensellik sorununun oluşturduğu söylenebilir. Bilindiği gibi, ortaçağ İslam düşüncesinin iki temel entelektüel akımı olan kelam ile felsefe arasında, nedensellik konusunda köklü bir ayrışma yaşanmıştır. Kelamdaki nedensellik tartışması, daha çok dinsel bildirilerde yer alan Tanrı'nın kudreti ile Tanrı-evren ilişkisine ait ifadelerin yorumlanmasına dayanır. Kelamcılar, antik atomcu gelenekten yola çıkarak, parçalı ve süreksiz bir evren modeli geliştirmişler ve İslam dinsel bildirilerini bu model ışığında yorumlamışlar, hem tanrısal hem de doğal düzeyde nedensel zorunluluğu inkâr etmişlerdir. Aristotelesçi anlamda, nesnelerin eylemlerini gerektiren bir doğalarının ve özlerinin olduğunu reddetmişlerdir. Oysa filozoflar, kendilerini Aristoteles'in akılcı ve bilimsel felsefesinin geliştiricisi olarak görmüşlerdir. Felsefi çevrelerde, Tanrı ilk neden olarak görülmüş, şeylerin tanrısal sudur yoluyla neden-sonuç ilişkisiyle zorunlu olarak varlığa geldiği savunulmuş, nesnelerin eylemlerini gerektiren bir doğalarının ve özlerinin bulunduğu ileri sürülmüştür. Filozoflara göre, bir şeyi bilmek demek, o şeyin nedenlerini bilmek demektir; dolayısıyla bir şeyin doğasının ve doğal nedenselliğin inkârı aynı zamanda bilginin inkârı demektir. Bu yüzden nedenselliğin onayı, filozoflar için epistemolojik ve ontolojik bakımdan yaşamsaldır. İşte Gazzâlî kelam geleneğini, İbn Rüşd ise felsefe geleneğini öncelemiş, bu ikisi arasında tehâfüt geleneğinde doğal nedenselliğin zorunlu olup olmadığı konusunda köklü bir tartışma yaşanmıştır. Bu çalışmada, önce Gazzâlî'nin doğal nedenselliğin zorunluluğu düşüncesine yönelttiği eleştiriler, ardından da bir filozof olarak İbn Rüşd'ün Gazzâlî karşısında nedensel zorunluluğu savunusu ele alınacak, tartışmaların dayandığı ontolojik ve epistemolojik zemin ana hatlarıyla gözler önüne serilmeye çalışılacaktır. Tartışma gerçekten önemlidir; zira pek çok modern doğulu ve batılı araştırmacı, Gazzâlî'nin nedenselliğin zorunluluğunu eleştirisini, nedenselliğin inkârı olarak yorumlamış ve nedensellik düşüncesi geçmişten günümüze bilimde güçlü bir işlev yüklendiği için Gazzâlî'yi İslam dünyasında yaşanan bilimsel duraklamanın ve gerilemenin baş müsebbibi ilan etmiştir. Dolayısıyla sağlıklı bir karara varabilmek için tartışmayı analiz etmek kaçınılmazdır.
Askeri Devrim ve Türk Modernleşmesine Etkisi
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 263-280 · DOI: 10.32704/erdem.656935Avrupa'da kabaca XV. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar geçen sürede askeri sahada gerçekleşen değişimleri Askeri Devrim tezleri ile açıklamaya çalışan araştırmacılar, bu dönemde gerçekleşen birtakım teknolojik, bilimsel, idari ve iktisadi gelişmeleri de söz konusu bu askeri yeniliklerle irtibatlandırmaktadırlar. Michael Roberts 1560-1660 tarihleri arasında Avrupa askeriyesinde görülen bir takım değişiklikleri Askeri Devrim olarak tanımlamıştır. Onun araştırmalarından sonra birçok tarihçi de bu konu hakkında kapsamlı araştırmalar yapmaya başlamıştır. Son yıllarda Osmanlı askeri tarihine olan ilginin giderek artması sonucunda Askeri Devrim'in hem Osmanlılara tesiri hem de Osmanlıların bu devrime katkıları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmamızda bu araştırmalara da değinilmiştir.
Avrupalı ve Rus rakipleri ile hem coğrafi yakınlığı hem çıkar ilişkileri bulunan Osmanlıların bu askeri yeniliklerden etkilenmemesi olanak- sızdı. Eğer Avrupa'da askeri bir devrim gerçekleşmişse Osmanlılar da bu devrimi bazı yönlerden yakalamışlardı. XVII. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak kaybedilen savaşlar ve topraklar askeri teknik ve teknolojilerin yanı sıra Askeri Devrim'in irtibatlı olduğu bilimsel-teknolojik, idari, iktisadi ve kurumsal yapıların da Batı'dan Osmanlılara doğru aktarılması mecburiyetini doğurmuştur. Bu gelişmeler XVIII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Osmanlı kültür hayatının ikili bir yapıya kavuşmasına neden olmuştur. Geleneksel eğitim kurumları olan medreselerde bilgi üretme faaliyetlerine devam eden ulema sınıfı eski gücünü kaybetmeye başlamıştır. Bunun karşısında çoğu askeri ve sivil bürokrat olan mütefenninler topluluğu güçlenmiştir. XVIII. yüzyılın son çeyreğinde bu yeni grubun üyeleri Avrupalı tarzda eğitim veren askeri okullar kurmaya başlamıştır. Daha sonra bunları sivil okullar takip etmiştir. Bu kurumlarda Avrupa'da gelişmekte olan yeni bilimler ve sanatlar okutulmaya başlanmıştır. Balistik, iktisat, mülkiye, inşaat, gemi yapımı ve matematik gibi disiplinler bu okullarda okutulan başlıca dersler olmuştur. Yukarıda verdiğimiz gelişmeler sonucunda Osmanlı-Türk modernleşmesinin temelleri inşa edilmiştir. Yeni bilimler ve teknoloji ile beraber askeri kurumlar da Askeri Devrim'in doğal bir sonucu olarak XVIII. yüzyıl sonlarında Osmanlı mütefenninlerini diğer bilginler karşısında ayrıcalıklı bir konuma getirmiş, hatta bu bilginler diğer epistemik toplulukları yavaşça yönetimden uzaklaştırarak XX. yüzyılda tarih sahnesinden dışarı itmişlerdir.
Orta Çağ İslam Düşünce Dünyası’nın Roger Bacon’un Varlık Anlayışına Etkileri
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 127-150 · DOI: 10.32704/erdem.656916On üçüncü yüzyıl Orta Çağ Avrupa Dünyası'nda başlayan tercüme faaliyetleri ile birlikte Yunanca ve Arapça çok sayıda eser Latinceye aktarılmış ve Batılı birçok düşünürü etkilemişti. Bu isimlerden biri de Roger Bacon'dur (1214/1292). Bacon'un, De multipliatione specierum (Species'lerin Çoğalımı) adlı eserinde temel problemi doğa dünyasında var olan şeylerin değişimi ve bu değişimin nedenlerini açıklamaktı. Bu amaçla species kavramına yeni bir anlam yükleyerek, doğadaki değişimi bu kavramla açıklamaya başlamıştı. Species'i "doğal bir failin ilk etkisi" olarak tanımlamış, doğal şeylerin hareket ilkesi olarak onun fiziksel/ maddi bir güç olduğunu öne sürmüştür. Böylelikle değişimin kendisini fiziksel bir güçle açıklayarak metafiziksel olmayan bir nedensellik kuramı ortaya koymuştur. Bacon'un species'lerin çoğalımında ortaya koyduğu fiziksel nedensellik kuramı temelde ışık metaforunu episte- molojik ve metafizik bakımdan kullanan felsefî ve dini geleneğe dayanmaktaydı. Bu bakımdan Plotinuscu yayılım doktrininin Bacon'un fiziksel kuramına ve yayılımın fiziksel ilkesi olan species'lerin çoğalımı düşüncesine dolaylı etkisi bulunmaktadır. Felsefesini etkileyen Plotinuscu kanallar Arapçadan Latinceye yapılan tercümeler aracılığıyla olmuştur. Özellikle Bacon ve hocası Robert Grosseteste'nin varlık düşüncesi konusunda etkilendiği düşünürler arasında Plotinus'un İslam Dünyası'nda temsili olan Kindî yer almaktadır. Kindî'nin "evrendeki her varlık, bir yayınım/ışıma kaynağı olup, evrenin kendisi çok geniş bir kuvvetler ağıdır" fikri Bacon'un fiziksel nedensellik kuramının temelini oluşturmaktadır. Kindî'nin yanı sıra İbn Cebirol, İbn Sînâ ve İbnü'l-Heysem'den etkilenen Bacon, onlardan farklı olarak yeni bir fiziksel nedensellik kuramı ortaya koymuş ve hatta İbnü'l-Heysem'in sadece optik alanına uyguladığı matematiksel/geometrik formülasyonu ondan bir adım daha ileri götürerek tüm doğa dünyasına uygulamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Bacon doğada bulunan değişimi sadece fiziksel olarak açıklamakla kalmamış, doğadaki değişimin geometrik analizini de ortaya koymaya çalışmıştır. Böylelikle modern bilimin yolunu açan doğa alanından her türlü metafizik unsurların sıyrılması fikri çerçevesince kendinden önce ve kendi döneminde bulunan düşünürlerden farklılaşmış, doğa dünyasıyla ruhani dünyayı birbirinden ayırmıştır. Bu amaçla makalemizde Orta Çağ İslam Düşünce Dünyası'nın Roger Bacon'a etkileri temele alınarak, Bacon'un kendinden önceki düşünürlerden hangi bakımlardan farklılaştığı ortaya konulmaya ve doğa dünyasındaki değişimin kaynağının metafiziksel ilkelerden fiziksel ilkelere dönüşümü sergilenmeye çalışılacaktır.
Tarihî Türkçe Tıp Metinlerinde Savaş Aletleri ve Savaş Yaralarının Tedavileri
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 281-306 · DOI: 10.32704/erdem.656913Tıp metinlerinde, savaş yaralarına neden olan silahlar, onların neden olduğu yara çeşitleri, bu yaralarda kullanılması gereken ilaçlar ve onların tedavileri de bulunabilmektedir. İlgili bölümler, savaş aletleri, yaraları ve tedavileri açısından dünya ve Türk savaş tarihi ile tıp tarihine, Türkçenin söz varlığına veriler sunabilecek özelliktedir. Bu çalışma da tıp metinlerindeki savaş araç gereçlerini ortaya çıkarmak, onların açmış olduğu yaraları ve tedavileri dile getirmek ve alanla ilgili söz var- lığına kazandırmak için hazırlanmak istenmiştir. Ayrıca konuyla ilgili yapılan alan yazını taramalarında da konunun özel olarak ele alınmadığının görülmesi de konunun incelenmesi yönünde motive edici bir güç olmuştur. Çalışmanın malzemeleri, 15. ve 19. yüzyıllar arasında Batı Türkçesiyle yazılmış tıp kitaplarından tarama yöntemiyle toplanmış, malzemeler, savaş aletleri esas alınarak alfabetik sırayla açıklanmış ve tanıklanmıştır.
Çalışmanın sonuçlarına göre ok, yay, bozdoğan, kılıç, mızrak, top, tüfek/tüfenk, çomak, gönder, bıçak, zemberek ve temrenler, tıp metinle- rinde geçen savaş aletleridir. Bunların özellikleri ayrı ayrı açıklanarak, yaraları, tedavileri ve hangi milletler tarafından kullanılacağı hekim tarafından diğer hekimlere öğretilmeye çalışılmıştır. Ancak bu milletlerin kim oldukları hakkında bilgi verilmemiştir. Temren çeşitleri, tıp metinlerinde savaş aletlerinin en zengin çeşidini oluşturmaktadır.
Yaralar, cerahatli yaralar, kırıklar (ufak kırıntılara sahip olan kırık (hurd/ hurde sınuk; mevatat sınuk), parça parça kırık (pare pare sınuk), yarık kırık (yaruk sınuk; kırığın uzamış olanı), geniş kırık (giñ sınuk), dar kırık, ucu geniş kırık, ucu dar kırık (aya sınuk), kopmuş kırık (üzük sınuk), uzu- nuna kopmuş kırık (uzununa üzük), kıkırdaktan ve etten temizlenemez [kırık]; enli yerde ve kıkırdaklı (geyreklü) yerde olan kırık (hatâlu sınuk); ufak kemiklerde olan kırık (sınug-ı hicab); tarak kemiği kırığı, çene kırığı, burun kırığı, köprücük kemiği kırığı, el, kol, uyluk ve bel kemiği kırıkları), çıkıklar (omuz, kalça, köprücük kemiği çıkıkları gibi), deşikler, bağırsak çıkmaları savaş yaraları olarak tespit edilmiştir. Bunların bitkiler ve hayvansal droglarla, dağlama, dikme, ustalıkla yerleştirme, sarma, yakı uygulama, özel bir şekilde besleme gibi yöntemlerle iyileştirilebileceği tarifler verilmiştir.