- Aydın Sayılı 16
- Erdem Dergi̇si̇ 14
- Müjgan Cunbur 12
- Ömer ÇAKIR 12
- Mübahat Türker Küyel 11
- Dokuma 35
- Halı 32
- Mustafa Necati Sepetçioğlu 24
- Weaving 23
- Kilim 20
- Peyami Safa 20
- Osmanlı 19
- Motif 17
- roman 16
- novel 15
Bilginin Serüveni / The Adventure of Knowledge
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 325-328 · DOI: 10.32704/erdem.657049Ord. Prof. Dr. Aydın SAYILI Külliyatı Cilt V- Bilim ve Öğretim Dili Olarak Türkçe
Erdem · 2019, Sayı 77 (Bilim Tarihi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin Özel Sayısı) · Sayfa: 321-324 · DOI: 10.32704/erdem.6570601892 ve 1893’te Basılmış Bir Türk Edebiyatı Antolojisi: Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 65-88 · DOI: 10.32704/erdem.572860 ÖZ
Seçilmiş mensur yazı veya şiirlerin bir araya getirilmesiyle hazırlanan eserlere "antoloji" adı verilir. Antolojiler, ders kitabı olarak tertip edilenler, hikâyeleri içine alanlar, başka milletlerin edebiyatına ait olanlar, seçme şiirlerden meydana gelenler gibi çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. 1892'de ilk baskısı, bir yıl sonra da ikinci baskısı yapılan Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye, Eski ve Yeni Türk Edebiyatına ait bazı seçme parçaları ihtiva eden bir antolojidir. Markar A. Kaprielyan tarafından hazırlanan ve Osmanlı memleketlerinde orta dereceli mekteplerde okuyan Ermeni öğrenciler için yayınlandığı anlaşılan bu kitapta, mensur, manzum kırk beş metin yer almaktadır. Adı geçen antolojiye Fuzuli, Bağdatlı Ruhi, Nabi, Sünbülzade Vehbi gibi divan şairlerinin eserlerinden seçme beyit, parça veya manzumeler de alınmakla birlikte daha çok Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci, Nabizade Nazım, Ahmet Hamdi, Nigâr Hanım, Ahmet Rasim, Sadık Vicdani gibi 19. asrın ikinci yarısında yaşamış edebî şahsiyetlerin eserlerinden örnekler konmuştur.
Seçkiye alınan parçaların on sekizi mensur, yirmi yedisi manzum olup şiirlerin çoğu aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Antolojide yer verilen Türk Edebiyatı örneklerinden üçte ikisi telifi, üçte biri ise Batı Edebiyatından tercüme edilmiştir. Recaizade M. Ekrem'den diğer edebî şahsiyetlere oranla daha çok metin alındığı görülmekte; bu durum 1890'lı yıllarda edebiyat dünyasında onun itibarlı bir yer tuttuğunu düşündürmektedir. Metinler kronoloji, tür, devir gibi her hangi bir yola uyulmadan sıralanmış; onların alındıkları yerler kaydedilmediği gibi şair, yazar veya mütercimleri hakkında her hangi bir bilgi de verilmemiştir. Antolojiyi hazırlayanın edebî metinleri seçerken orta dereceli okul öğrencilerini hedeflediği; parçaların onların seviyesi ve kültürel durumuna uygun, ilgisini çekebilecek türden olmasını, ayrıca ortak bazı insani, dinî ve ahlaki değerleri telkin edici vasıfta bulunmasını istediği söylenebilir. Seçilen örnekler asıllarıyla karşılaştırıldığında bunlarda başlık değiştirme, kısaltma, mahzurlu sayılabilecek kısımları almama vb. bazı tasarruflarda bulunulduğu da anlaşılmakta; belirtilen değişikliklerden bir kısmının basılacak eserleri inceleyen ve onlara baskı izni veren resmî makamca yapılmış olması da muhtemel görünmektedir.
Tercüme veya telif metinlerde Allah inancı ve sevgisi, anne, babaya, yaşlılara saygı, çocuklara şefkat, huy güzelliği, çalışma ve bilgi edinmenin gerekliliği, yalan söylemekten, dedikodu ve kibirden sakınmak, küçük yahut genç yaşta ölümler karşısında duyulan acı ve üzüntüler, kuzu, kırlangıç misali hayvanlara muhabbet gibi konular öne çıkmaktadır. Çalışmada adı geçen antoloji tanıtıldıktan sonra bu eserden seçilen bazı parçalara da yer verilmiştir.
Modern Bireyin Tereddütleri: "Çıplaklık" Düşüncesi ve "Bir Tereddüdün Romanı"
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 7-22 · DOI: 10.32704/erdem.572815ÖZ
Modern birey, yaşadığı yüzyılların doğası gereği teknolojik olarak ilerleme kaydedildiği ölçüde sıkışmışlık duygusu ile yüz yüze gelir. Bu duygu fiziksel veya psikolojik olarak bazı marazlara neden olabileceği gibi farklı düşünme biçimleriyle de kendini ortaya koyabilir. Bireyin merkezi unsur haline geldiği modern toplum yapısı, bu durumların açığa çıkış biçimlerini de çeşitlendirmiştir. Bu noktada "çıplaklık" düşüncesi de kendini gösterebilir. Peyami Safa'nın "Bir Tereddüdün Romanı" adlı eserinde öne çıkarılan bu düşünce birçok farklı anlam alanına açılmaktadır. Bu çalışmada, "giyinme" düşüncesiyle birlikte ortaya çıkan "çıplaklık" kavramı diyalektik bir bakış açısıyla değerlendirilmesi ve bu doğrultuda modern bireyin var oluş sancılarının bir boyutuyla ele alınması amaçlanmıştır. Bu bağlamda, "çıplaklık" düşüncesinin hem metaforik hem de gerçek anlamı üzerinde durularak modern bireyin yaşamında kapladığı alan tartışılmış, "çıplaklık" düşüncesinin açtığı anlam alanları doğrultusunda modern insanın yaşamdaki konumlanışı üzerinden değerlendirilmiştir.
Çalışmanın ana teması özelinde, özellikle eserin iki ana karakteri olan Vildan ve Muharrir karakterleri etrafında oluşturulan ana gövde üzerinden bu iki karakterin birbirleriyle ve diğer karakterlerle kurdukları ilişkinin temaya olan katkısı üzerinde durulmuştur. Söz konusu ilişkiler ağının, özellikle, Vildan ve Muharririn benzer bakış açılarına sahip olmaları nedeniyle giderek daralan bir yapıya sahip olduğu görülmüş, toplumsallıktan bireyselliğe doğru ilerleyen helezonik bir görüntü ortaya çıkmıştır. Bu görüntünün çokkatmanlı yapısının arkasında modern bireyin kendini var etme gayretlerinin etkilendiği unsurların bulunduğu düşünülebilir. Zira, modern çağ ile birlikte insanoğlu birçok etkenin etkisi altına girmiş ve kendini var etme yolculuğunda öncelikle bu etkenlerden kurtulma çabasını göstermek zorunda kalmıştır. Vildan ve Muharrir karakterlerinin bu etkenlerden kurtularak kendi özlerine yönelik birtakım arayışlar içine girdiği tespit edilmiştir. Öyle ki çağrışımsal yükü oldukça fazla olan "çıplaklık" düşüncesi etrafında felsefi anlamı yüksek bir diyaloglar silsilesi açığa çıkmıştır. İnsanın özüne dönüşü ile özdeşleştirebileceğimiz "çıplaklık" düşüncesi, kendinden uzaklaşan insana yönelik bir uyarı niteliğindedir.
Bu çalışmada da amaçlanan söz konusu iki karakter özelinde "çıplaklık" ve "giyinme" düşüncelerinin altında yatan felsefi derinliği, modernite sonrası düşünceler ve düşünürler ışığında tartışmak ve öne atılan argümanları mümkün olduğunca bir yere oturtma gayesi taşımaktadır.
Kimlik Arayışından Bireyselleşmeye: Cihan Aktaş'ın Seni Dinleyen Biri Romanında Çiftsesli Söylem
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 47-64 · DOI: 10.32704/erdem.572847ÖZ
Roman ve öykü kitaplarının yanı sıra kamusallık, sanat ve siyaset etrafında araştırma ve denemeleriyle bilinen bir yazar olarak Cihan Aktaş, "kadın" konusuna özel bir ilgi gösterir. Kamuoyunda İslamî kimliği ile tanınan yazarın eserlerinde, geleneksel veya kolektif rollerinden ziyade birey olarak kadının varoluşunu anlamlandırma ve konumunu sorgulama deneyimlerini merkeze alan bir yaklaşım dikkat çekicidir. Nitekim Seni Dinleyen Biri adlı romanında Aktaş, söz konusu türden bir sorgulama sürecini deneyimleyen Meral karakteri ekseninde, 1980'li yıllarda İslamî kimlik arayışı sürecindeki bir grup üniversiteli genç kızın yaşadığı bireysel değişim ve dönüşümlere odaklanır.
Romanın teknik bakımdan önemli yönü ise, başkişi Meral'in bireysel deneyimindeki sorgulayıcı tutumunu yansıtmak ve gerçekliğin farklı cephelerine ışık tutmak üzere metnin çiftsesli olarak yapılandırılmış olmasıdır. Bu bağlamda çalışmada Mihail Bahtin'in kuramsal terminolojisinden hareketle eserdeki söz konusu çiftsesliliği sağlayan unsurların incelenmesi hedeflenmektedir. Daha ziyade gizli polemik, gizli diyalog ve polemik vurgu taşıyan itiraf ifadeleriyle gerçekleşen çiftsesliliğin, romanın içeriğini şekillendirdiği ve aynı zamanda Meral'in çiftdeğerli bakış açısına sahip bir karakter olarak kurgulandığı görülmektedir. Ayrıca romanda birbirine karşıt söylemlere yer verilmesinin yanında bu türden söylemlerin birbirlerine ilişkin eleştirilerine imkân tanınmış olması da dikkat çekicidir. Böylelikle Seni Dinleyen Biri, monolojik bir yapı ve söylemle sınırlandırılmaksızın farklı gerçeklikleri okuyucuya duyurabilecek tekniklerle inşa edilen kurgusuyla benzer romanlardan farklı bir nitelik taşır.
Bu çalışmada romanın, Türkiye'deki İslamî kadın bireyin sorgulama sürecini temsil eden dikkat çekici kurgusundaki farklı yaklaşımların açığa çıkarılması hedeflenmektedir. Bunun yanında geleneksel ya da modern kollektif kadın kimliklerinden bireyselleşmeye evrilen bir dönüşüm sürecinde deneyimlenen çiftdeğerliliğe işaret eden çiftsesli söylemin de irdelenmesi amaçlanmaktadır. Söz konusu hedefe yönelik olarak Mihail Bahtin'in yaklaşım ve terminolojisi esas alınacaktır.
Çalışmanın sonucunda Meral'in sorgulama ve itirazları ile eş zamanlı olarak süregiden bir kimlik arayışının, bireyselleşme ve kendini gerçekleştirmeye dönüşmüş olduğuna ilişkin bir değerlendirme hedeflenmektedir.Turkophobia and Islamophobia in the Nineteenth Century Western/American Popular Fiction: An Orientalist Reading of Her Rescue from the Turks (1896)
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 23-46 · DOI: 10.32704/erdem.572790Abstract
Turkophobia and Islamophobia in the Nineteenth Century Western/ American Popular Fiction: An Orienttalist Reading of Her Rescue from the Turks (1896)
This article will be an examination of the images and representations, catalyst in perpetuation of both Islamophobia and Turkophobia, maintained in American popular culture at the end of the nineteenth century, by a close study of St. George Rathborne's (1854-1938) popular dime novel Her Rescue from the Turks (1896). Even though the narrative in the format of romance in this study is a clear example of a poor literary taste, given the popularity of cheap chauvinistic, erotic and exotic romances with the general populace and therefore its wide readership, bringing these now-lesser-known nineteenth century cultural texts to attention is important in terms of forming a better picture about the West's stance against a foreign culture and a people, namely the Turks and Turkish culture at that point of history. By identifying the stereotypical conception of the Turkish other in a nineteenth century text, it will surely be a meaningful observation to see where the modern Hollywood's cinematic codes about the East (e.g. in character development, plot and setting) are based and how they are sustained. The paper concludes the following: The popular romance of Rathborne's, due to its Orientalist perceptions, becomes a jingoistic and chauvinistic celebration of the American patriotism; an unrelentingly demeaning portrayal of Islam as inferior to Christianity; a misinformed representation of Oriental women and the harem only serving to the creation of a false sense of superiority for their Western counterparts; and a view of irredeemably backward and primitive Ottoman Turkish culture in opposition to an advanced and rational American West.
Mu‘izz'î: 11. Yüzyıl “Farsça Gazelin Öncüsü”
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 117-138 · DOI: 10.32704/erdem.572917ÖZ
Büyük Selçuklu Devleti sarayında meliküşşü'arâ unvanıyla yarım asrı aşkın bir süre bulunan Emîr Mu'izzî (öl. 518-521/1124-1127), methiye konulu şiir yazma özelliğiyle esas kimliğini kazanmış Büyük Selçuklu saray şairidir. Büyük Selçuklu Devleti'nin sultanları, emîrleri, vezirleri ve önemli tarihî şahsiyetleri için şiirler söyleyen Mu'izzî'nin şairlikteki başarısı, eski ve yeni bütün şahsiyetler tarafından kabul görmüştür. Gerek eski edebiyatçılar gerekse son dönem edebiyatçıların eserlerinde Mu'izzî'nin yer alması, şairliği hususunda özellikli oluşunu göstermektedir. Ayrıca birçok edebiyat tarihçisi tarafından Farsça gazelin öncüleri arasında zikredilen Mu'izzî, Fars edebiyatında gazel nazım şeklinin temelini atmış şairlerden sayılmaktadır. Mu'izzî'nin bazı gazellerine bakıldığında ise kendisinden önceki şairlere göre onun yeni mazmunlar üretmede ve gazeli olgunlaştırmada ilk şairlerden olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Mu'izzî, gazel nazım şekline getirdiği yenilik ve anlayışla, diğer gazel şairlerinden ayrılır. Fars edebiyatının en önde gelen gazel şairlerinden olan Hâfız, Mu'izzî'nin birçok mazmununu incelemiş ve gazellerinden istifade etmiştir. Bunun yanı sıra Senâ'î-i Gaznevî'nin de gazelde Mu'izzî'yi takip ettiği, aynı şekilde Enverî, Zahîreddîn-i Fâryâbî ve Attâr-i Nîşâbûrî gibi meşhur gazel söyleyen şairlerin de Mu'izzî'yi örnek aldığı bilinmektedir. Ancak gazel, Mu'izzî'nin devrinde bir şekilde kendi bağını tegazzül ile birlikte kasideden ayırmış ve müstakil bir nazım türü olma yolunda ilerlemiştir. Mu'izzî'nin dönemi de bu bağlamda gazel kalıplarının henüz tomurcuklanmaya başladığı ve olgunluğun ilk evrelerine geçildiği bir dönem olarak düşünülmekteydi. Gazel söylemenin aslının, sevgiliyi övmek olduğu ancak Mu'izzî'nin bu bahis haricinde tarihî ve hikemî konulara da gazellerinde yer vermesi, gazeli, klasik gazel kurallarına uygun olarak kullanmasının yanı sıra gazel tarzının, Mu'izzî'nin methiyeci yönü ve üslubuyla bütünleştiğini de göstermektedir. Çünkü Mu'izzî, esas ününü kasideciliğiyle kazanmıştır. Hâfız gibi en büyük gazel şairinin ve çağdaşı birçok şairin gazelde Mu'izzî'nin kullandığı teşbih ve betimlemelerden yola çıkarak onun gazelleri ile üslubunu örnek alması, kendi döneminin gazel nazım şeklinde inisiyatif sahibi bir şair olarak önemli bir rol oynadığını açıkça göstermektedir. Dîvânındaki bütün şiirleri incelendiğinde, Mu'izzî'nin gazelcilik yönünün ve gazeldeki ustalığının, aslında Mu'izzî'nin methiye söylemedeki başarısından kaynaklandığı yadsınamaz bir gerçektir. Ayrıca Mu'izzî'nin klasik şiirde kaside ve gazeli birleştiren, tabiri caizse kasideyi gazele ilhak eden bir şair olduğunu da söylememiz mümkündür. Zaten o zamanlar gazel, yenilik arayışlarının da etkisiyle şeklen gazel biçiminde yazılmış, manası geleneksel kasideleri andıran methiyelerden ibaret sayılmıştır. Bunun neticesinde Mu'izzî de çoğu zaman gazele kasidenin görevini ve özelliklerini yüklemiştir, ancak bu yola başvururken şairliğinden ve şiirinden taviz vermemiştir. Fars edebiyatçıları ve edebiyat tarihçileri de Mu'izzî'nin, Farsça gazel nazım şeklinin temelini atan ve gelişmesinde en büyük katkısı olan şairlerden biri olduğunu savunmuşlardır. Bu beyanlar doğrultusunda Mu'izzî'nin, Fars edebiyatının ve özellikle kendi döneminin ilk dönemlerinde meşhur gazel şairleri zümresinden sayıldığı anlaşılmaktadır.
Geç Dönem Anadolu Kalemişi Süslemelerine Yeni Bir Örnek: Kemaliye Orta Cami
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 185-204 · DOI: 10.32704/erdem.572898ÖZ
Erzincan'a bağlı Kemaliye ilçesi merkeze 144 km. uzaklıktadır. İlçe, Türklerin Anadolu'yu fethinden sonra Osmanlı hâkimiyetine kadar Anadolu Selçuklularının, İlhanlıların ve Akkoyunlulara bağlı kalmıştır. Fırat vadisinin batı kıyısında nehre paralel yerleşim gösteren ilçe, Osmanlı Döneminin 19. yüzyıl fiziki dokusunu yansıtmaktadır. Orta Cami, ilçede Kadı Gölü'nün yanında kuzeyden güneye doğru eğimli arazi üzerinde bulunmaktadır.
Orta Cami, dikdörtgen plana sahip kubbe ile örtülü orta bölüm, içten düz ahşap tavan dıştan kırma çatı ile örtülü doğu ve batıdaki mekânlar ve kuzeyde yer alan son cemaat yerinden oluşmaktadır. Güney cephede mihrap nişi dışa taşıntı yapmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1985 tarihli belgesinde caminin inşa malzemesi kaba yonu taş olarak geçmektedir. Günümüzde kesme taşın kaplama malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir. Cephelerde yer alan pencereler sivri kemer alınlıklıdır. Caminin inşa kitabesi yoktur. Orta Cami olarak bilinen yapı, arşiv kayıtlarına göre Kiremitçi Mustafa Ağa tarafından yaptırılmış olmalıdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde caminin ismi "Selatin, Kurşunlu, Orta Cami" olarak da geçmektedir. Arşiv kayıtları, caminin mimari özellikleri dikkate alınarak yapıyı 17. yüzyıla tarihlemek doğru olacaktır.
Bu çalışmada Vakıflar Genel Müdürlüğünün arşiv fotoğraflarından caminin kalem işi süslemeleri üslup özellikleri bakımından incelenerek teknik ve kompozisyon açısından değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ele alınan caminin süslemeleri daha önce bir yayına konu olmamıştır. Amacımız kalemişi süslemeleri detaylı bir şekilde tanıtarak Anadolu duvar resmi içinde yerini belirlemektir. Cami, Batılaşma Dönemi etkilerinin görüldüğü sıva üzerine uygulanan kalem işi süslemelere sahipti. Ancak zamanında yapılan yanlış onarımlar bu süslemelerin günümüze kadar gelmesine engel olmuştur. Servi ve meyve ağaçları, kıvrımlı dallara bağlı kır çiçekleri, tomurcuk gül demetleri, madalyonlar, püsküller, C ve S kıvrımları bunlara ek olarak kandil, sütun, ay-yıldız süslemede uygulanan tasvirlerdir. Hardal sarısı, mavi, yeşil, kırmızı, turuncu, siyah gibi renkler kullanılmıştır.
Bu camide görülen süslemeler anlayış olarak olmasa da üslup olarak İstanbul'daki örneklerden farklı süslemelere sahiptir. Anadolu'nun diğer yörelerinde görülen natürmort veya manzara resimleri bu camide uygulanmamıştır. Süslemelerin nitelik bakımından zayıf olması ve oranlardaki bozukluklar burada çalışan ustaların yerel olduğuna işaret etmektedir. Erzincan'ın bu küçük ilçesinde sanatın halka indirgenmiş olması ve halk sanatı içinde kendine has bir yer alması da ayrıca önemlidir. Bu süslemeleri, harimde geçen 1884-86 tarihli kitabe göz önüne alınarak ve üslup özellikleri bakımından 19.yüzyılın son çeyreğine tarihleyebiliriz.
Anadolu Kırsalında Göçün Dünkü (XVI-XX. Yüzyıl) Yapısı: Manisa ve Konya Çevresi Üzerinden Bir Göç Okuma Denemesi
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 205-244 · DOI: 10.32704/erdem.572906ÖZ
Göçler, tarihin hemen her döneminde toplumları siyasi, sosyal ve ekonomik açılardan etkileyen önemli faktörler arasında yer almaktadır. Öyle ki geçmiş dönemlerde göçler bir siyasi organizasyonun çökmesine neden olurken, başka bir siyasi organizasyonun hayat bulmasına yol açabilmiştir. Böylesine önemli etkileri olan göç olgusuna ilişkin ülkemizde yapılan çalışmalarda daha çok çağdaş dönem kapsamındakilere odaklanıldığı görülmektedir. Ancak bugünün doğru okunmasında ve geleceğe dair sağlıklı projeksiyonların yapılmasında tarihi göçlerin de ele alınması bir zorunluluktur. Özellikle yakın geçmişimiz olan Osmanlı Anadolu'sunun göç yapısının araştırılması, hem göçün tarihi arka planının ortaya çıkarılmasında hem de çağdaş göçleri bu tarihi tecrübe bağlamında değerlendirilmesinde ciddi katkılar sağlayabilecektir. Bu çalışma ile göç tarihine ilişkin literatüre, zaman olarak XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla kadarki, mekan olarak ise Manisa ve Konya örnekleri üzerinden, Anadolu kırsalındaki göçlerin yapısı araştırılarak katkı yapılması hedeflenmiştir. Araştırmada temel olarak Osmanlı kırsalında meydana gelen göçlerin sebepleri nelerdir? sorusuna cevap aranmıştır. Bunun için arşiv vesikalarından, arazi araştırmalarından ve saha literatüründen elde edilen bilgi ve bulgulardan yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda, çalışılan zaman dilimi ve örneklem sahaları dahilinde kırsalda yaşanan göçlerin doğal afetler, salgın hastalıklar, eşkıyalık faaliyetleri, vergi baskısı, ana ulaşım ağı üzerinde bulunmaya bağlı olarak ortaya çıkan huzursuzluklar gibi itici faktörler nedeniyle ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Bazen bu itici faktörler bireysel göçlere neden olabildiği gibi toplu göçlere ya da kırsal iskan merkezlerinin yer değiştirmesine yol açabilmiştir. Yaşanan göçlerin kırdan şehre olabildiği gibi belki bundan daha fazla bir kısmı kırsalın kendi içerisinde cereyan ettiği anlaşılmaktadır. Arşiv vesikaları ve arazi araştırmalarından elde edilen bilgiler bu duruma dair önemli ipuçları olarak değerlendirilebilir. Çeşitli sebeplerle kırsalda meydana gelen göç hareketi şehirlerin yanı sıra merkezi, güvenli ve kalabalık köylere doğru gerçekleşmiştir. Başta ekonomik ve güvenlik faktörlerinin etkisiyle gerçekleşen kırsal alandaki göçler neticesinde kırsal iskan merkezleri yer yer toplulaşmıştır. Meydana gelen toplu göçler, bir taraftan bazı köylerin ortadan kalkmasına yol açarken diğer taraftan da mevcut köylerin devamlılığına önemli katkılar sağlamıştır.
Zübdetü’t-Tevârîh Müellifi Mustafa Sâfî’nin Bir Başka Eseri: Tercüme-i Celâl ü Cemâl
Erdem · 2019, Sayı 76 · Sayfa: 89-116 · DOI: 10.32704/erdem.572907Klasik Türk edebiyatı sahasında mesnevi oldukça rağbet görmüş türler arasında yer alır. Türk edebiyatı tarihine bakıldığında gerek telif gerek tercüme yoluyla birçok mesnevinin kaleme alındığı görülmektedir. Türk ve Fars edebiyatlarının etkileşimine yeni bir örnek sayılabilecek Tercüme-i Celâl ü Cemâl, 17. yüzyılın başlarında yapılmış tercüme mesneviler arasında yer almaktadır. Bu eser, yine Mustafa Sâfî'nin bir başka mühim eseri Zübdetü'-Tevârîh'ten öğrenildiği kadarıyla Sultan I. Ahmed'in telkini ve teklifi; Hafız Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Mustafa Sâfî tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Mustafa Sâfî, tercümesinin "Sebeb-i Telif" kısmında, eserin Farsçasını Mevlânâ Âsafî'ye isnat etmiştir. Buna karşın Uppsala Üniversitesi'nden temin edilen Celâl ü Cemâl'in Farsça asıl metni incelendiğinde, eserin Emîr Emînüddîn Nezlâbâdî adında bir müellife ait olduğu görülmüştür. Bu eserin Şukûfe Kabbâdî tarafından İran'da yayımlanan tenkitli metni de incelenmiş olup bu bilgi teyit edilmiştir. Araştırma ve taramalar neticesinde, Türkiye'de üzerinde herhangi bir çalışmanın yapılmamış olduğunu tespit edilmiş ve Tercüme-i Celâl ü Cemâl'in tam metni tarafımızca okunmuş olup bu makalede eserin Türk edebiyatı araştırmacılarına tanıtılması amaçlanmıştır. Alegorik bir aşk hikâyesi olan Tercüme-i Celâl ü Cemâl, iki kahraman arasındaki vuslat yolculuğunun yanı sıra tasavufî örüntüsüyle de dikkat çekicidir. Eserin Farsça aslında ve tercümesinde şahıs kadrosu, mekân ve olayların akışı tamamıyla uyumludur. Bu yönüyle asıl ve tercüme eser arasında farklılıklardan ziyade benzerliklerden söz edilebilir. Ancak mütercim Mustafa Sâfî'nin eserin kimi kısımlarına, özellikle Sultan I. Ahmed'e methiyeler içeren telif metinler eklediğini belirtmek gerekir. Tercüme metni asıl metinden ayıran en belirgin özelliğin ise mensur ve manzum karışık olarak kaleme alınmış olması gösterilebilir. Bu durumu mütercim yazma nüsha içerisinde dile getirmiş olup mensur kısımların şahın (Sultan I. Ahmed) övgülerini, manzum kısımların Celâl ve Cemâl kıssasını içerdiğini vurgulamıştır. Bu makalede sırasıyla mütercim Mustafa Sâfî'nin hayatı, edebî şahsiyeti ve eserleri hakkında genel bilgiler verilecek, ardından Tercüme-i Celâl ü Cemâl şekil ve muhteva özellikleri yönünden ele alınacaktır.