497 sonuç bulundu
Uygulanan Filtreler
  • Türk Dil Kurumu
  • Son 10 yıl
Yayınlayan Kurumlar
Yayın Yılı
Yazarlar
Anahtar Kelimeler

KÖKLERİN PEŞİNDE BİR TATAR YAZAR: NURİHAN FETTAH

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 139-156 · DOI: 10.24155/tdk.2019.114
XX. yüzyılın ortalarına doğru çağdaş Tatar edebiyatında Türk tarihine karşı bir ilgi uyanmıştır. Bu dönemin edebî eserlerinde Türk, özellikle de Tatar halkının gelenekleri, manevî hayatları ve harabeler altında kalan tarihleri öne çıkan konular arasında yer almaya başlamıştır. Tatar edebiyatında bu adımı ilk atanlar biri de Nurihan Fettah olmuştur. Çağdaş Tatar edebiyatının önemli isimleri arasında yer alan Nurihan Fettah, şiir, hikâye, povest (uzun hikâye), roman, tiyatro gibi farklı türlerde eserler kaleme almıştır. Yazarlık hayatını yaklaşık olarak 1950-1970 yılları arası ve sonrası olmak üzere iki dönemde inceleyebileceğimiz Nurihan Fettah, edebiyata küçük yaşlarda merak salmış ve kendisini bu alanda devamlı geliştirmiştir. İlk dönem eserlerini şiir, hikâye, tiyatro türlerinde kaleme alan Nurihan Yazar, 1970'li yıllardan sonra ise Tatar Türklerinin uzak geçmişine uzanmış ve ününe ün katacak olan tarihî romanlar yazmıştır. Çağdaş Tatar edebiyatında tarihî roman türüne öncülük eden Nurihan Fettah, kendisinden sonraki pek çok yazarı da bu bağlamda etkilemiştir. Nurihan Fettah, tarihî roman alanında yaptığı öncülük ve verdiği başarılı örneklerden ötürü 1994 yılında Abdullah Tukay ödülüne layık görülmüştür. Yazın hayatının olgunluk döneminde Türklerin derin köklerini araştıran Nurihan Fettah, ulaştığı sonuçlardan hareketle yazdığı romanlar dışında bilimsel eserler de vücuda getirmiştir. Bu çalışmada çağdaş Tatar edebiyatında önemli bir yere sahip Nurihan Fettah ve eserleri tanıtılmaya çalışılacaktır.

BALKANLARDA ÖĞRETİCİLERİN GÖZÜNDEN TÜRKÇE ÖĞRETİMİ

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 299-326 · DOI: 10.24155/tdk.2019.122
Ana dili, her toplum için önemlidir. Çünkü ana dili toplumların kültürünü, geçmişini içeren ve bireyin düşünce dünyasının şekillenmesini sağlayan temel unsurlardandır. Bu nedenle ana dili hâkimiyeti hem düşüncelerimizin şekillenmesinde hem de ait olduğumuz toplumla bütünleşmemizde etkili olmaktadır. Kimlik, kim olduğumuz ve hangi aileye, soya mensup olduğumuzu göstermesi bakımından önemli olduğu için kimliği oluşturan unsurlara karşı olumlu bir tutuma sahip olmak da önem kazanmaktadır. Bu unsurlarda biri, hatta en önemlisi ana dilidir. Ana dili farkındalığı ise, dilin kurallarına uygun şekilde kullanılmasının yanı sıra ana dilinin önemini bilip dilin yozlaşmasının ve unutulmasının önüne geçmek çabasında olmaktır. Tarih boyunca Balkan coğrafyasında farklı siyasi, dinî ve kültürel unsurların baskın olmasının etkisiyle farklı diller dolayısıyla farklı kimlikler ortaya çıkmıştır. Coğrafyadaki baskın unsurlar Balkan Türklerini de etkilemekte ve mensup oldukları kimlikten uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Bu uzaklaşmanın artması ile adı geçen coğrafyada Türklerin geçmişlerini, dillerini ve kültürlerini unutmaları; zamanla asimilasyonu doğuracaktır. Balkan Türkleri ile aramızdaki bağlar; ana dili, din, kültür ve örf-adet vb. unsurlardır. Bu unsurların devamı söz konusu coğrafyada varlığımızın devamı anlamına gelmektedir. Ancak Balkan coğrafyasında yaşayan ve azınlık durumunda olan Türklerin ana dillerinde eğitim alma, kültürlerini ve dinlerini yaşadıkları ülkede özgürce yaşama vb. konularda engellerle karşılaşmaları özellikle onların kimliklerinin oluşmasında önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçekten yola çıkarak araştırmamızda Makedonya, Kosova ve Romanya'da Türkçe derslerine giren öğretmenlerden seçkisiz örneklemle gözlem ve görüşme tekniği kullanarak Türkçe öğretiminde karşılaştıkları sorunları tespit edilmeye çalışılmış ve sorunlara yönelik önerilerde bulunulmuştur.

DERVİŞ VE ÖLÜM ROMANINDA VAROLUŞÇU UNSURLAR

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 213-234 · DOI: 10.24155/tdk.2019.117
İnsanın ontolojik sorunları neticesinde yapmış olduğu sorgulamalarla aslında ilk insandan beri görülen varoluş sorunsalı; özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa insanının yaşadığı buhranın neticesinde öncelikle Fransa'da olmak üzere tüm Avrupa'da ve zamanla dünyanın hemen her yerinde kuramsal değer kazanmış bir akım olarak anlam bulur. Savaş yıllarında kurşuna dizilerek öldürülen kardeşinin kendisi üzerinde yarattığı yıkıcı etkiyi yirmi yıllık olgunlaşma evresi sonunda yazarlığına ustaca yansıtan Meşa Selimoviç'in Derviş ve Ölüm romanı on altı bölümden oluşur. Her bölüm başında yer alan ve o bölümün genel özeti niteliği taşıyan epigramlar, romanın tümel çerçevesini yansıtır. Kahraman anlatıcıyla ele alınan olaylar düzleminde kendini âdeta Ahmet Nureddin ile bütünleştiren Selimoviç'in kurgusal kopukluklara imkân tanımayan bu epigrafik geçişleri aynı zamanda onun, olayı içselleştirdiğinin göstergesidir. Yaşanmış bir olayın kendisi üzerinde yarattığı değişimi, felsefi alt yapısıyla birleştirerek yazın dünyasına kazandırması; çalışmanın varoluş felsefesi etrafında biçimlenmesine imkân tanımıştır. Bu bağlamda, dünyaya bırakılmışlığını sorgulamalar neticesinde irdeleyen ve bu süreçte değişime uğrayarak hem ontolojik hem de konum/makam itibariyle değişen/ dönüşen başkişi etrafında seyir bulan anlatı; insanın kendi benini yaratabilmesinin önemini vurgulaması yönüyle de ayrı bir değer taşır. Tüm bu hususlar göz önünde bulundurularak çalışmada, Meşa Selimoviç'in Derviş ve Ölüm adlı romanı varoluşçu unsurlar bağlamında incelenmektedir.

ESKİ VE ORTA TÜRKÇE METİNLERİNDE AD AKTARMASINA DAYALI KIYAFET ADLARI

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 245-268 · DOI: 10.24155/tdk.2019.119
Nesneleri, kavramları, olayları ya da durumları adlandırmanın temelde iki yolu vardır. Bunlardan birincisi alıntı sözcükler kullanmak, diğeri ise dilde var olan sözcükleri kullanmaktır. Dilde var olan sözcükler; türetme, birleştirme ya da o sözcüklere yeni anlamlar yükleme yollarıyla herhangi bir varlığa ad olabilir. Sözcüklere yeni anlamlar yükleme söz konusu olduğunda ad aktarması ve deyim aktarması kavramları karşımıza çıkmaktadır. Türkiye dilcilik geleneğinde adaktarımı, düzdeğişmece, mecaz-ı mürsel, mürsel mecaz ya da metonimi terimleri ile karşılanan ad aktarması, "anlatılmak istenen kavram kullanılmadan, ilgili olduğu başka bir kavram aracılığıyla anlatılması" şeklinde tanımlanmaktadır. Türk dilinin söz varlığında aktarmaya dayalı hatırı sayılır miktarda adlandırma görülmektedir. Türkiye Türkçesinde bir organ adı olan boyun sözcüğünün "elbise yakası" anlamında kullanılması, Beştepe yer adının "Cumhurbaşkanlığı makamı" anlamında kullanılması akla gelen ilk örneklerdendir. Bu kapsamda kıyafet adlarında da önemli miktarda ad aktarması olayı görülmektedir. Türk dilinin değişik dönemlerinde kullanılan kıyafet adları leksik-semantik açıdan değerlendirildiğinde, bunların önemli bir kısmında ad aktarmasının etkili olduğu görülmektedir. Makalemizin konusunu, Eski ve Orta Türkçe dönemi metinlerindeki ad aktarmasına dayalı kıyafet adları oluşturmaktadır. Çalışmamız kapsamında Eski ve Orta Türkçe dönemlerine ait, içlerinde edebî ve öğretici nitelikte yazılmış metinlerle sözlükler bulunan yirmi dört metin taranmış; tarama sonucunda 41 kıyafet adında ad aktarması olayının etkili olduğu; aktarmanın gerçekleşmesinde kumaş-kıyafet, malzeme-ürün, nitelik-nesne, eylem-nesne, işlev-nesne ve parça-bütün ilgilerinin etkili olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır.

MAHTUMKULU’NUN ŞİİRLERİNİN ELEŞTİREL SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 235-244 · DOI: 10.24155/tdk.2019.118
"Firâkî" mahlasını kullanan Mahtumkulu, Türkmen yazılı edebiyatının kurucusu olarak kabul edilmektedir. Mahtumkulu, Türkmenler için olduğu kadar Türk dünyası için de ortak bir değer ve birleştirici bir unsurdur. Mahtumkulu'nun yaşadığı XVIII. yüzyılda Türkmenler, İran Şahlığı ve Hîve Hanlığı'nın ağır baskılarına maruz kalmıştır. Mahtumkulu, halkının başını dik tutmak ve öz güvenini sağlamak amacıyla Türkmenlerin ruhunu yücelten, millî hislerini canlı tutan etkileyici şiirler yazmıştır. Araştırmada; İran Şahlığı'nın ve Hîve Hanlığı'nın dayattığı egemenliğe dayalı kimlik karşısında, Türkmenlerin XVIII. yüzyılda geliştirmeye ve canlı tutmaya çalıştıkları öz-temsil hakkına dayanan tabii karar verme iradesinin oluşturduğu zıtlık ele alınmıştır. Mahtumkulu'nun şairliğinin ve bilge kişiliğinin bu direnişteki rolü irdelenmiş, şairin söz konusu şiirleri eleştirel söylem çözümlemesinin (critical discourse analysis) temel unsurları olan güç ve ideoloji bağlamında incelenmiştir. Bilindiği gibi, eleştirel söylem çözümlemesi, dil bilimsel analiz ve sosyal teori ile de yakından ilgilidir. Sosyal teoriyi başlangıç noktası olarak almak iddiasında olan eleştirel söylem çözümlemesi, sosyal teorideki güç ve ideoloji arasındaki ilişkileri gösterir. Söylem ve güç ilişkileri arasındaki ilişkilerin analizi için öncelikle söylemin özel formlarına ya da gücün kaynağına müracaat etmemiz gerekir. İkinci olarak da zihnimiz tarafından kontrol edilen davranışları analiz etmemiz gerekir. Araştırmanın sonucunda; Mahtumkulu'nun, yalnızca Türkmen yazılı edebiyatını kuran güçlü bir şair değil, aynı zamanda kitleleri etkileyen söyleme sahip bir ideolog ve aksiyoner olduğu kanaatine varılmıştır.

LAKAYLAR VE DİLLERİ

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 269-288 · DOI: 10.24155/tdk.2019.120
Lakaylar, Tacikistan Cumhuriyeti'nin merkezi ve güney bölgeleri ile Afganistan'ın kuzey bölgelerinde yaşayan bir Türk topluluğudur. Bunun dışında Pakistan ve İran'ın bazı bölglerinde de Lakay varlığından söz edilebilir. XVIII-XIX. asırlarda kendilerine büyük yaylalar tahsis edilen Lakaylar Maveraünnehir bölgesinde hayvancılıkla uğraşmışlardır. İsyana kadar Lakaylar Buhara Emirliğine bağlı olmuşlardır. 1920'li yıllarda Lakaylar da bağımsızlık hareketlerine katılmışlardır. Fakat diğer etnik gruplar gibi Lakaylar da sürgüne uğramışlardır. Enver Paşa'nın da içinde bulunduğu bu bağımsızlık hareketleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1991 yılında Tacikistan'ın Duşanbe şehri sınırına yakın Köktaş'ta Özbekçe yayımlanan Laqay Åvåzi isimli mecmuada verilen bilgilere göre günümüzde bu etnik grubun sayısı 500 bin kişiden fazladır ve dilleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bugüne kadar Lakayların kökeni ve dilleri hakkında bazı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda Lakayların bazen Kırgız, Kazak, Karakalpak ve Özbek gibi Türk topluluklarıyla bazen de Güney Sibirya'daki Türk topluluklarıyla akraba oldukları tezleri ile sürülmüştür. Bu tezlerde boy isimleri, yer ve su isimleri, atlar üzerindeki damgalar karşılaştırılarak çeşitli çıkarımlarda bulunulmuştur. Bazı araştırmalarda dillerinin Kazakçaya özgü özellikler taşıdığı bazı araştırmalarda ise Özbekçenin etkisinde olduğu belirtilmiştir. Söz varlığı üzerinde yapılan inceleme neticesinde Farsça ve Tacikçenin de etkisini görmek mümkündür. Ancak Lakayların dilleri üzerine ayrıntılı bir çalışma yapılmamıştır. Bu makalede Lakay diyalektinin karakteristik fonetik ve morfolojik özellikleri üzerinde durulmuş ve Lakay diyalektinin de içinde bulunduğu yeni bir dil tasnifi önerisinde bulunulmuştur.

AZERBAYCAN MİLLÎ İLİMLER AKADEMİSİ (AMEA) FOLKLOR ENSTİTÜSÜNÜN İKİ ÖNEMLİ YAYINI

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 327-334 · DOI: 10.24155/tdk.2019.123
Kitap, Enstitüce 18 Aralık 2017 tarihinde Bakü'de düzenlenen "Repressiya ve Folklor" konulu konferansta/kongrede sunulan bildirilerden oluşmaktadır. SSCB'de 1917-1991 yılları arasında özellikle de Stalin döneminde (1924-1953) bugünkü Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan; rejimin bilim, sanat anlayışını beğenmediği binlerce aydın, şair, yazar, bilim insanı, sanatçı ve din görevlisini sürdüğü, hapse attığı, öldürdüğü günler geride kaldı ama bir daha yaşanmaması için siyasi, kültürel tarihlere bütün ayrıntılarıyla geçmesi gerekiyordu. Söz konusu konferans, bu facianın folklor/halk bilimi alanındaki yönünü ortaya koymak, kaybedilen şahsiyetleri, değerleri anmak amacıyla düzenlenmişti.& & &AMEA Folklor Enstitüsünden Aynur Gazanferkızı'nın son yıllarda Kumuk folkloruyle ilgilenip sık sık Dağıstan'a gittiğini ve sempozyumlarda bu konuda bildiriler sunduğunu biliyorduk. 2018 yılı sonunda yayımladığı araştırması, her şeyden önce karşılaştırmalı folklor/halk bilimi çalışmaları bakımından dikkate değer bir örnek durumundadır.

NAZIM HİKMET’İN POLONYA VATANDAŞLIĞI MESELESİ

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 289-298 · DOI: 10.24155/tdk.2019.121
Nazım Hikmet 1950'de çıkan genel aftan yaralanarak hapishaneden çıkar ve Türkiye'den Sovyetler Birliği'ne kaçar. Bakanlar Kurulu 1951'de Türk vatandaşlığından çıkarınca vatansız durumuna düşer. Bunun üzerine Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne bağlı ülkelerden birinden vatandaşlık verilmesi gündeme gelir. En uygunu, anne tarafından büyük dedesi Konstanty Borzęcki'nin (Mustafa Celaleddin Paşa) Osmanlıya sığınmadan önce doğduğu ve büyüdüğü Polonya vatandaşlığının alınması kanaatine varılır. Bunun Sovyetler Birliği ile Türkiye'nin diplomatik ilişkilerine de pek zarar vermeyeceği düşünülür. Bugüne kadar Nazım Hikmet'in Polonya vatandaşlığı meselesi belgelere dayalı olarak açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu makale ile konu netlik kazanmakta ve belgelerle Nazım Hikmet'in Polonya vatandaşlığı ortaya konulmaktadır.

ABDUVALİ TUĞANBAYULI KAYDAROV

Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi · 2019, Sayı 48 · Sayfa: 335-342 · DOI: 10.24155/tdk.2019.124
Kazakistan'ın tanınmış bilim adamlarından olan A. T. Kaydarov, Altay dilleri, genel Türkoloji, Kazak ve Uygur dil bilimi alanlarına yönelik güncel meseleleri incelemiş ve dil tarihi, köken bilgisi, tarihsel sözlükçülük, deyimler, terim bilimi, kültür dil bilimi, lehçe bilimi, çok dillilik ve iki dillilik, toplum dil bilimi üzerine birçok eser ve makale kaleme almış, birçok ortak çalışmada yer almıştır.

ÇİNÇAVAT KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı - Belleten · 2019, Sayı 67 · Sayfa: 185-204
Çinçavat kelimesi Türkiye'nin özellikle Kars, Iğdır, Ardahan veArtvin bölgelerinde kullanılan "kötü huylu, cimri, bencil, kavgacı, mızıkçı,geçimsiz, yüzsüz, pasaklı, dedikoducu" gibi menfi birtakım anlamlarasahip bir sözdür. Kelime, sadece Türkiye ve Türkçede değil, Ermenicebaşta olmak üzere, Azerice ve Gürcücede de benzer anlamlardakullanılmaktadır. Çıldır-Iğdır hattında, yerleşik köy hayatı yaşayan,meyvecilik ve sebzecilik yapan halka, konargöçerlerin aşağılayıcı birtabir olarak Çinçavat dedikleri, XVII. yüzyıldan bu yana takip edilebilmektedir.Bu kelime, Türkiye'de Iğdır ve Çıldır'da, Ermenistan'da iseVedi bölgesinde köy adı olarak da karşımıza çıkmaktadır.Bölge tarihi hakkındaki iddialı çalışmalarıyla bilinen M. FahrettinKırzıoğlu, Çinçavatların 1071 öncesinde bölgeye yerleşen KıpçakTürkleri olduğunu iddia etmekte ve kelimeyi "Çin+Çavat" şeklindebölerek birinci unsuru malum Çin ülkesine bağlamaktadır. İkinci unsuruise Cavak (Cavax) ile birleştiren Kırzıoğlu, kelime bitimlerindeki -tve -k seslerinin çoğul eki olduğunu ileri sürmüştür. Kırzıoğlu, neticedekelimeyi "Çin-Çav-lar", yani "Çin'den gelen Çav'lar" olarak açıklamışve Çav adını "Çavuldur" ya da "Çavdar-Tatar" adlı Türk boylarınabağlamıştır. Kırzıoğlu'nun bu önerisi ekseri tarihçiler ve araştırmacılartarafından kabul görmüş ve bölgenin 1071 öncesi Türklüğü için argümanolarak kullanılmıştır. Ancak onun bu önerisi açıkça bir halk etimolojisidir.Çinçavat kelimesi Ermeni dilinden ödünçlenmiştir. Ermenicečʿnčʿahavat չնչահավատ "imansız, inançsız" anlamında olup, bu kelimeninyerel ağızlarda farklı telaffuzlarının yanında direkt čʿinčʿavat չինչավատ formu da mevcuttur. Bu Ermenice kelime čʿnčʿ- ve havatհավատ unsurlarından oluşmuştur (*čʿnčʿ-a-havat). čʿnčʿ- unsuru birtür privatif ön ekidir, havat ise "faith, belief, creed; trust, confidence;fidelity, faithfulness, good faith, sincerity; proof, testimony, evidence;creed" anlamına gelmektedir. Kelime anlamının "imansız"dan, Türkçeağız derleme çalışmalarında karşılaştığımız "cimri, bencil, geçimsiz,pasaklı" vs.ye doğru evirilmesinin sebebi, kelimenin aynı zamanda etnonimolarak da kullanılmasıdır.