288 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
19. YÜZYILDAN KALMA KRİSTAL BİR CAM TABAK
Arış · 2024, Sayı 24 · Sayfa: 18-37 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.190
Özet
Tam Metin
Çalışmaya konu olan kristal cam tabak 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerde yıkılan Kahramanmaraş Ulu Cami minaresinden elde edilmiştir.6 Şubat 2023’teGüneydoğu Anadolu bölgesindeki on ili (Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep, Adana, Osmaniye, Kilis, Diyarbakır, Malatya) kapsayan geniş bir alanda art arda gerçekleşen ve büyük yıkımlara neden olan iki büyük deprem yaşanmıştır. Kahramanmaraş merkezli bu depremlerde Kahramanmaraş Ulu Cami ağır hasar almış ve minaresi yıkılmıştır. Caminin minaresinde bacini olarak kullanılmış kristal bir cam tabak ve beraberindeki Willow Pattern seramik tabaklar, depremden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan “Deprem Enkaz Kazı Çalışmaları” sırasında bağlı bulundukları kesme taşlarla birlikte yıkılan molozlar arasında tespit edilmiştir. Bu tabaklar araştırmacıların genelde üzerinde durmadığı ancak oldukça önemli eserlerdir. Anadolu’da bacini süslemeli eserler arasında ilk defa cam tabak kullanımına rastladığımız söz konusu eser, günümüze kadar hiç dikkate alınmamış ve araştırılmamıştır. Çalışmanın amacı 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremlerde yıkılan minareden koparak düşen ve incelenebilir duruma gelen bu tabağı bilimsel bir şekilde ele almak, belgelemek, tarihlendirmek ve ayrıntılı olarak açıklamaktır. Kristal cam tabak üzerinden cam endüstrisinde gerçekleşen gelişmelerin ortaya konulması ve toplumsal beğenilerin irdelenerek çeşitli alanlarda fikir edinilmesini sağlamaktır. Ayrıca bu tabağın menşeini, üretim yeri ve uygulama teknikleriyle Osmanlı Devleti ve Avrupalı Devletler arasındaki ticari faaliyetleri aydınlatmaktır.
FOLKLORİK SERAMİK BİBLOLAR
Arış · 2024, Sayı 24 · Sayfa: 106-127 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.194
Özet
Tam Metin
Anadolu kültürünün en köklü unsurlarından birisi olan giyim kuşam kültürü büyük zenginliğe sahiptir. Bu zenginlik yedi coğrafi bölgenin yanı sıra illerde, bağlı bulunduğu ilçelerde ve hatta köylerde bile benzer ve farklı yönleriyle göze çarpmaktadır. Söz konusu zenginlik bağlı bulunduğu yerin yaşamı, inançları ve gelenekleriyle şekillenmektedir. Ancak içinde bulunduğumuz çağın etkileriyle geleneklerin değişmesi, buna bağlı olarak modanın da evrimleşmesiyle giyim kuşam kültürü zamanla değişmektedir. Çoğu giyim geleneği yok olmuş veya yok olmaya yüz tutmuştur. Tamamen yok olan giyim kültürüne ait bilgilere kayıtlar üzerinden ulaşılmaktadır. Bu makalede kaybolmaya yüz tutmuş olan Anadolu folklorik giyim kuşam kültürünün seramik biblolar üzerinden izi sürülmektedir.
Anadolu’da seramik sanatının tarihi incelendiğinde figürlü objeler olarak ilk örneklerin Ana Tanrıça heykelcikleri ile başladığı görülmektedir. Sonraki dönemlerde mezar hediyesi, oyuncak ve biblo gibi figürlerle devam etmiştir. Bu çalışmada tarihsel süreçte üretilen figürlü objeler ele alınarak 12. yüzyıldan itibaren üretilen seramik biblolar Anadolu folklorik giysileri açısından incelenmiştir. Çalışma kapsamında özellikle kadın folklorik giysilerinin ele alındığı Türkiye’deki dört coğrafi bölgeden Ankara, Ardahan, Bursa, Çanakkale, Tokat ve Yozgat illerine ait folklorik giysili biblolar seçilmiştir. Çalışmanın amacı ve buna bağlı önemi, kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel kültüre dikkat çekmek, gelecek nesillere farklı sanat disiplini aracılığı ile ilgili kültürün tanıtımını sağlamak ve Türkiye’de üretilen biblo geleneğinin mevcut durumunu ortaya koymaktır.
Sonuç olarak Avrupa’da çeşitli fabrikaların üretimi olan Anadolu’ya özgü ilk bibloların, kaliteli ve ince işçilikleriyle porselenden yapıldıkları görülmüştür. Biblolarda Osmanlı Dönemi’nin giyim kuşam kültürü ile saray halkının betimlendiği anlaşılmıştır. 12. yüzyıldan başlamak üzere Anadolu’da üretilen örneklerin çoğunlukla çini ve seramik olarak düşük dereceli bünyeler olduğu, yine o dönemin geleneksel unsurlarının biblolar üzerinde sergilendiği bilgisine ulaşılmıştır. Günümüz örnekleri arasından seçilen altı farklı ilin folklorik biblo figürlerinde; her bir figürün üzerinde ayırt edici giysi özelliklerinin betimlenmiş olduğu gerek kumaşlardaki ayrıntıdan gerekse aksesuarlar açısından ince işçilik örneklerinin dikkat çektiği görülmüştür.
KAYSERİ SELÇUKLU UYGARLIĞI MÜZESİ'NDE BULUNAN FİGÜRLÜ MADENİ MAŞRAPA
Arış · 2024, Sayı 24 · Sayfa: 86-105 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.193
Özet
Tam Metin
Çalışmanın konusunu Kayseri Selçuklu Uygarlığı Müzesi’nde bulunan figürlü, madeni maşrapa oluşturmaktadır. Satın alma yoluyla müze koleksiyonuna dahil edilen eser, gövdesi üstünde bulunan figürlü süslemeleri ile ünik özelliktedir. Bakır alaşımlı tunç malzemeden döküm tekniği ile yapılmış olan eser, konik kısa halka kaideli, armudi gövdelidir. Ağıza doğru hafifçe dışarıya açılan konik bir boyuna sahip eserin gövdesi, sekizgen formda olup her bir köşe, balık sırtı motifi ile süslenmiştir. Bu sekiz kenar içerisinde bağdaş kurup oturan insan figürleri ve çeşitli süslemelere sahip rozetler bulunmaktadır. Eserin boyun kısmı üstünde ise nesih hatlı, sahibine iyi dilekler içeren bir yazı şeridi yer almaktadır. Eser, içte ve dışta yoğun korozyonlu olup restorasyon geçirmiştir.
Çalışmamızın amacı, eseri form ve süsleme özellikleri ile ayrıntılı bir şekilde ele alıp tanıtmak ve bu özelliklerine göre benzer örneklerle ilişkilendirerek tarihlendirme önerisinde bulunmaktır. Eser, gövdesinde bulunan süslemeleriyle ünik özellikte olup, yapılan araştırmalarda birebir aynı örnek bulunamamakla birlikte, yurtdışı müzelerinde süsleme ve form açısından benzer nitelikte az sayıda eserle karşılaşılmıştır. Çalışmamızda ele aldığımız maşrapa, malzeme, form, çokgen gövdenin köşelerindeki balık sırtı motifli süslemeleri, figürlerin yüz, kıyafet ve başlık detayları ve gövdenin alt kısmında bulunan rozetler gibi unsurlarla benzer örneklerle ilişkilendirilerek değerlendirilmiştir. Satın alma yolu ile Kayseri Selçuklu Uygarlığı Müzesi koleksiyonuna dahil edilen eserin üretim yerine ilişkin kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak eserin ikonografik özellikleri ve üstündeki yazının özelliklerine bakılarak Selçuklu dönemine tarihlendirilebileceği önerilmiştir.
OSMANLI HALICILIĞININ I. DÜNYA SAVAŞI YILLARINDAKİ DURUMUNA DAİR RAPOR
Arış · 2024, Sayı 24 · Sayfa: 66-85 · DOI: 10.32704/akmbaris.2024.192.
Özet
Tam Metin
Bu çalışma, İzmir Mıntıkası İktisat Müdüriyeti tarafından hazırlanan bir rapor çerçevesinde Osmanlı halıcılığının I. Dünya Savaşı yıllarındaki durumunu ele almaktadır. Halıcılığa dair on altı sayfalık bu rapor 14 Nisan 1917 tarihli olup vilayet makamına ve Ticaret ve Ziraat Nezaretine sunulmak üzere hazırlanmıştır. Raporda Osmanlı halıcılığının mevcut durumu, Osmanlı’daki büyük halıcılık merkezleri, Osmanlı halılarının kalite bakımından sınıflandırılması, Osmanlı halılarının İran halıları karşısındaki vaziyeti, Osmanlı halılarında kullanılan boyalar, halıların ticari değeri, halıların imal şekli, halı imalindeki ücretler ve halıcılığın memleket için faydaları üzerinde durulmuştur. Raporda ayrıca Şark Halı Kumpanyası’nın kuruluşu, çeşitli şehirlerde örgütlenmesi ve çalışma şekli, Osmanlı siyasi ve iktisadi hayatına verdiği zararlar ve halıcılığa kazandırdıkları ele alınmıştır. Rapor bir sonuç ile bitmekte ve burada halıcılığın geliştirilmesi için nezaretçe yapılması gereken hususlar maddeler halinde zikredilmektedir. Şark Halı Kumpanyası’nın tekel şeklindeki faaliyetinin Osmanlı halıcılığına verdiği zararın önlenmesi için milli bir şirketin kurulmasının neden gerekli olduğu, Osmanlı halılarının dünya piyasasında hangi mekanlarda tercih edildiği, Anadolu’da halı üretim modelleri, Şark Halı Kumpanyası’nın Osmanlı halılarını nasıl yurt dışına ihraç ettiği hususu raporda zikredilen hususlardandır. Belirtilen bu hususlara dair müdüriyetin düşünceleri raporda farklı başlıklar altında ele alınmıştır. Çalışmada kullanılan başlıklar rapordakilere uyumlu olarak verilmiş, bu başlıklarda anlamı bozmayacak şekilde değişiklikler yapılmış ve konuya dair zikredilen bilgiler sadeleştirilerek sunulmuştur. Çalışmada ayrıca raporda verilen bilgilerin doğruluk değeri mevcut literatür çerçevesinde değerlendirmiştir.
Bir Savaşı Anlatmak: Kralın ve Şairin Gözünden İnabahtı Savaşı
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 47-62 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.047
Özet
Tam Metin
Papa V. Pius önderliğinde birleşmiş olan İspanyol ve Venedik kuvvetlerinin 1571 yılında, Osmanlı İmparatorluğu karşısında İnabahtı Savaşı’nda kazandıkları zafer, Hristiyan dünyasında büyük bir şaşkınlık ve coşku yaratmış; Avrupalı güçlerin bir araya geldiklerinde Osmanlılar karşısında ne derece etkin olabileceklerini gösteren bir başarı öyküsü olarak pek çok edebî eserlerde işlenmiştir. I. James’in 1591’de yayımlanan “The Lepanto” şiiri ve Richard Knolles’un 1603 tarihli General History of the Turks eseri, erken modern dönem İngiltere’sinde İnabahtı Savaşı’nı ele alan ve yazıldıkları dönemde geniş kitlelere ulaşmış iki metindir. İngiliz kralı I. James’in ve Richard Knolles’un İnabahtı Savaşı anlatılarına ve bu anlatılarda üretilen öteki imgesine odaklanan bu makale, erken modern dönem İngiltere’sinde üretilmiş belli metinlerde ortaya çıkan görece olumlu Türk imgesinin dönemin tüm eserleri için genellenemeyeceği görüşünü savunmaktadır. Aynı askerî mücadeleyi anlatmaları sebebiyle seçilmiş bu iki eserin yakın okuması, erken modern dönemde öteki kavramının Doğu-Batı/Müslüman-Hristiyan/İngiliz - Osmanlı ikili karşıtlıkları yerine İngiliz - Osmanlı - İspanyol/Protestan - Müslüman - Katolik üçgeni ve bu üçgenin ortaya çıkardığı karmaşık imgeler ekseninde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyar. 16. yüzyılda İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yaşanan ekonomik gelişmelerle birlikte Osmanlı toplumu İngiliz düşünce dünyasında önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Kraliçe I. Elizabeth’in Osmanlı İmparatorluğu ile ticari anlaşmalar yapma yolundaki adımları, Osmanlıların erken modern dönem İngiltere zihin dünyasında birbirinden oldukça farklı ve hatta birbiriyle çelişen imgelerle yer etmesine sebep olur. Bir yandan tüm Hristiyan dünyasının düşmanı olarak görülen Osmanlılar öte yandan Katolik dünyadan dışlanmış ve yeni ortaklar arayışına girmiş İngiltere’nin destekçisi rolünü üstlenmiştir.
Bu durum, dönemin edebî metinlerinde de Osmanlı imgesinin çeşitleneceği anlamına gelir. Dahası, bu dönem metinlerinde Osmanlı imgesi sadece İngiliz /Batılı/ Hristiyan – Osmanlı /Doğulu /Müslüman ikili karşıtlığı ekseninde kurulmamıştır. Erken modern dönem İngiltere’sindeki Osmanlı imgesini Doğulu-Batılı ikili karşıtlığı yerine İngiliz /Protestan – Avrupa /Katolik – Osmanlı /Müslüman üçgeninde okumak, metinlerdeki imgelerin daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. İngiliz kralı I. James’in ve Richard Knolles’un İnabahtı Savaşı anlatılarının yakın okuması bu metinlerde Türklerin ve İspanyolların resmedilişine bu açıdan yaklaşmaktadır. I. James’in şiirinin ikinci basımında yaptığı değişikliklerle bir Katolik zaferini övdüğü türünden eleştirilere cevap vermeye çalışması ve Knolles’un eserinde bir yandan “Doğulu öteki”nin zulmünü detaylandırırken kendisi için Batılı öteki olan İspanya’yı ve Katolik dünyasını övmekten itinayla uzak durması, erken modern dönem İngiltere’sinde Batı/ Hristiyan algısının da homojen, yekpare olmadığının göstergesidir.
İstiklâl Madalyalı Şair Necmeddin Sahir Sılan’ın Şiirlerine Balkan Savaşları’nın Yansıması
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 1-19 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.001
Özet
Tam Metin
Balkan Türklerini yaklaşık beş asırdır bulundukları vatan topraklarından sürgün eden 1912-1913 Balkan Savaşları, ardında derin yaralar ve acılar bırakmıştır. Bu kutsal topraklar ve ulu amaç doğrultusunda verilen mücadele büyük bir felaketle sonuçlanmıştır. Bu anlamda Balkan Savaşları, Balkan topraklarını acıyla kaplayan, kanla sulayan ve binlerce sivil halkın ölümüyle sonuçlanan bir savaş niteliği taşımaktadır. Balkan Savaşları’nın yaşandığı 1912- 1913 yılları arasında, binlerce asker ve sivil halk çatışmalar, salgın hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmiş savaşlar sırasında halk sefalet içinde kalmış ve Balkan Türkleri ilkel yollarla beş asırdır varlıklarını sürdürdükleri topraklarından sürgün edilmiştir. Türk tarihini derinden etkileyen, arkasında bir yıkım bırakan bu kanlı savaş ve Balkan Türklerine yapılan zulümler kaçınılmaz bir şekilde edebiyata yansımıştır. Ardında derin yıkım ve acı bırakan bu savaşın edebiyata yansıması düşünülemez. Bu açıdan 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşları’nın Türk basınında kapladığı yeri görmek mümkündür. Ziya Gökalp, Aka Gündüz, Halid Fahri, Mehmet Âkif, Abdülhak Hamid ve Celal Sahir gibi birçok şair Balkan Savaşları’nı şiirlerinde konu edinmiştir. Balkanlar’da yaşanan zulümleri, şiirlerinde konu edinen şairlerden biri de Necmeddin Sahir Sılan’dır. Yazı hayatına şiirler kaleme alarak II. Meşrutiyet döneminde başlayan Necmeddin Sahir Sılan, hem Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanıklık etmenin getirdiği birikimini şiir ve düzyazılarında dile getirmiştir. 1912-1922 yılları arasında şiirler kaleme alan Necmeddin Sahir Sılan, şiirlerini dönemin önemli mecmua ve gazetelerinde yayımlatmıştır. Rübâb, Donanma, Türk Duygusu, Büyük Duygu, Servet-i Fünûn ve İnci/Yeni İnci mecmuaları ve Tasvir-i Efkâr, Tercüman-ı Hakikat, Anadolu’da Yenigün ve İleri gazeteleri bunlara örnek olarak gösterebilmektedir. Dönemin hafızasına yakından tanıklık etmiş olan Necmeddin Sahir’in şiirlerinde dönemlerde yaşanan savaşların, işgallerin ve halkı derinden etkileyen toplumsal olayların yansımasını görmek mümkündür. Bu bağlamda Necmeddin Sahir’in Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi Türk tarihinde önemli yer edinen savaşları şiirlerinde konu edinmiştir. 1912 yılında yazı hayatına başlayan 1912-1913 yılları arasında İstanbul’da gazetecilik faaliyetleri yürüten Necmeddin Sahir Sılan, bu buhranlı yıllarda kaleme aldığı şiirlerinde Balkan Savaşları önemli yer tutmaktadır. Necmeddin Sahir, Balkan Savaşları sırasında harap olmuş şehirleri, insanların yaşadığı zulümleri kaleme aldığı şiirleriyle ölümsüzleştirmiştir. Bu çalışmada, Necmeddin Sahir Sılan’ın hayatı, yazı hayatı hakkında bilgi verilecek ve Balkan Savaşları’nın Tasvir-i Efkâr gazetesinde, Donanma, Türk Duygusu, Büyük Duygu, Tan mecmularında yayımlanan şiirlerine yansıması incelenecektir.
Batı Etkisinde Türk Edebiyatı Batı Şiiri Etkisinde Türk Şiiri
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 141-156 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.141
Özet
Tam Metin
Türk modernleşmesi tarihinde yeni Türk edebiyatının inşası ve Türk şiirinin modernleşmesi meseleleri çok önemli bir yer tutar. Modern Türk edebiyatının Avrupa merkezli Batı “medeniyeti” etkisinde doğduğunu söylemekle Batı “edebiyatı” etkisinde bir Türk edebiyatından bahsetmek birbirinden farklı iki düşüncenin dile getirilmesi demektir. Yine Batı “edebiyatı” tesirinde bir Türk şiirinden bahsetmekle Batı “şiiri” etkisinde bir Türk şiirinden bahsetmek de farklı olacaktır. Bu sebeple “Batı medeniyeti” ve “Batı edebiyatı” tamlamalarının farklı içerikleri isimlendirip farklı tesir alanlarına işaret ettiklerini ve edebiyat şiir ayrımını yapmanın zaruri olduğunu söylemek gerekmektedir.
Batı sanatı / şiiri, aynı zamanda Batı medeniyetine karşı söz konusu medeniyetin kendi içinde doğmuş güçlü bir eleştiri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Batı “şiiri” etkisinde gelişmiş bir Türk şiiri için yapılan ‘Batı etkisinde gelişmiş Türk şiiri’ isimlendirmesi eksik ve yanıltıcıdır. Bu konuda Batı veya Batı medeniyetinin etkisinden değil Batı sanatı ve şiirinin etkisinden bahsetmek daha doğru olacaktır. Yapılacak bir edebiyat ve şiir ayrımı ise meselenin daha açıklıkla kavranmasını sağlayacaktır. Ayrıca modern Türk şiirinin en belirgin vasfının Batı şiiri etkisinde kaldığını iddia etmek de yanıltıcı olmuştur. Türk şiiri, modernleşmesini gerçekleştirirken kendine mahsus bir şiir düşüncesi geliştirmeyi başarmıştır.
Poíêsis düşüncesiyle tanışmak Türk şairlerin modern Türk şiirine mahsus bir poíêsis üretmelerine sebebiyet vermiştir. Modern Türk şiirinin ilk dönem sanatçıları kökünü Yunan felsefesinde bulan Türk şiirine mahsus bu poíêsis düşüncesiyle edebiyatın ve şiirin (sanatın) halkın hizmetinde olması gerektiği düşüncesini savunmuşlardır. Böylelikle şiir, Türk kültür varlığının modern dünya içinde yer alıp mevcudiyetini devam ettirme imkânlarını yoklamak işini uhdesine alarak doğrudan bir amaç (kátharsis) edinmiştir. Sonraki dönem sanatçıları ise “sanat sanat içindir” iddiasında olmakla beraber şiirlerinin arkasında Türk duygusunun olduğunu, edebiyatların ait oldukları milletlerin karakterine sahip olmaları gerektiğini dile getirmişlerdir. “Sanat için sanat” düşüncesini savunan Servet-i Fünûn şair ve yazarları dahi bir millete mahsus edebiyatın en büyük üstünlüğünün milliyetinin seciyesine maruz olması, zevahiri ne olursa olsun akan kanının ait olduğu ırkın kanı olması gerektiği hususunda hemfikirdiler.
Bu düşünceyle nesir ve şiir, Türk kültür varlığının modern dünya içinde var oluş mücadelesinin imkânlarını yoklama işine hasredilmiştir. Bununla birlikte çok eski bir geleneğe sahip Türk şiirinin modernleşmesi roman, deneme, tiyatro gibi türlerin ilk örneklerinin verilmesinden ve Türk edebiyatının modernleşmesinden farklıdır. Türkçede roman, tiyatro gibi türlerin oluşması klasik Türk şiirinin olanca kazanımlarının ve olanaklarının devreye sokulması suretiyle başarılmıştır. Türk şiirinin modernleşmesi, Türk modernleşmesi içinde Türk romanı, hikâyesi, tiyatrosundan müstakil olarak değerlendirilmelidir.
Bu makalede yukarıda özetlenen değerlendirmeler eşliğinde şu problemlere odaklanmak istenilmiştir: 1- “Batı” etkisindeki bir Türk şiirinden / edebiyatından bahsetmekle “Batı şiiri / sanatı etkisindeki” bir Türk şiirinden / edebiyatından bahsetmek aynı şey midir? 2- Şiir de roman, hikâye ve diğer nesir türleri gibi edebiyatın bir alt şubesi midir? 3- Köklü bir geleneğe sahip Türk şiirinin modernleşmesi, modern Türk nesrini oluşturan roman, tiyatro gibi Türk edebiyatında daha önceden örnekleri olmayan türlerin ortaya çıkması meselesiyle aynı değerlendirilebilir mi? Bu sorular (özellikle bir ve ikinci sorular) yeni Türk edebiyatı alanında yeni bir hususa işaret ederek Türk Batılılaşması ve/veya modernleşmesi içinde Türk şiirinin modernleşmesinin biricikliğine dikkatleri çekmeyi, Batı etkisinde Türk edebiyatı gibi isimlendirmelerin modern Türk şiirini sınıflandırmada yetersiz kaldığını göstermeyi hedeflemiştir. Makalenin konusu 19. asır ile sınırlandırılmıştır.
Sosyal Problemler Sosyolojisi Çerçevesinde Türkiye’de Nüfus Yaşlanması
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 63-96 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.063
Özet
Tam Metin
Nüfus yaşlanması sorunu küresel olarak üzerinde durulan, olumlu ve olumsuz etkileri kapsamlı bir biçimde değerlendirilerek sorunun çözümüne yönelik ulusal ve uluslararası politikalar hazırlanan bir demografik olgudur. Toplumsal, bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde değişen günümüz koşullarının doğum oranlarının azalması ve insan ömrünün uzaması gibi birçok faktöre etki etmesi nüfus yaşlanmasının temel sebebi olarak değerlendirilmektedir. Nüfus yaşlanmasının olumsuz boyutu, toplumun sürekliliğini ve işleyişini tehdit edici yönüyle o toplumun geleceğine ilişkin tehditlere zemin hazırlaması açısından ele alınmaktadır. Nüfus yaşlanması olgusu hem ulusal hem de küresel boyutta günümüzde birçok disiplin ışığında çalışılmış, bir “sosyal problem” olarak değerlendirilmiş, etkileri analiz edilmiş ve soruna ilişkin çözüm yolları sunulmaya çalışılmıştır.
Bu kapsamda mevcut çalışma sosyal problemler sosyolojisi kapsamında nüfus yaşlanması olgusunun, sosyal bir problem olma sürecini ve sonuçlarını sosyolojik bir bakış açısıyla açıklamaya çalışmaktadır. Bu çalışma ile Türkiye’de nüfusun yaşlanmasının sosyal olgulara (doğum, ölüm, evlenme, boşanma oranları, işgücü, istihdam, eğitim, göç, kentleşme) bağlı olarak nasıl bir sosyal problem olarak ortaya çıktığı istatistiki verilere dayalı olarak tartışılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de nüfus yaşlanmasının bir sosyal problem olarak varlığının olası sosyolojik sonuçları üzerinden bir değerlendirilme yapılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çalışmada sosyal problemler sosyolojisinin “Her problem sosyal problem midir?” ya da “Bir olgu bir sosyal problem halini nasıl alır?” ve “Sosyal problem hangi süreçlerden geçer?” sorularına Herbert Blumer’ın “Bir toplumda sosyal problemi tanımlama sürecini” açıklayan görüşü dikkate alınarak cevap aranmıştır. Buna göre Türkiye’de nüfus yaşlanmasının H. Blumer’ın sosyal problem aşamalarından hangisini temsil ettiği sunulmak istenmiştir. Çalışmada Türkiye’de nüfus yaşlanması durumunun sosyal problem olarak meşrulaşmasının nedenleri, nüfus yaşlanmasının sosyal kaynaklarının neler olabileceği, bu olgunun sorun olarak nasıl meşrulaştığı, hangi toplumsal sonuçları yaratabileceği ve çözüm ve müdahale stratejileri üzerinden bu problemin nasıl şekilleneceği üzerinde durulmuştur.
Çalışmanın yöntemi literatür taraması ve doküman istatistiklerinin betimsel değerlendirilmesidir. TÜİK, OECD, UN kurumlarının makro istatistiki verileri kullanılmış ve bu birincil veriler üzerinden ikincil sosyolojik analizler gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda Türkiye’deki nüfus yaşlanmasının sosyal kaynaklarının göç ve kentleşme süreçlerine bağlı olarak doğum ve evlenme oranlarının azalması, boşanma oranlarının artması, eğitim düzeyinin yükselmesi, kadının ev dışı aktif çalışma yaşamına geçmesi, ekonomik refahın artması şeklindeki sosyal görünümler ön plana çıkmaktadır. Türkiye için nüfus yaşlanması sosyal problemdir ve bu problemin inşasında farklı sosyal kaynaklar yer almaktadır. Böylece çalışmada Blumer üzerinden Türkiye’de nüfus yaşlanmasının neden sosyal bir problem olduğu, sosyal kaynakları ve nüfus yaşlanmasının sosyal problem tanımlanmasının hangi aşamasında yer aldığı açıklanmıştır.
Attila İlhan’ın Çözümlemelerinde Kültürel Emperyalizmin Sosyolojik Temelleri
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 117-139 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.117
Özet
Tam Metin
Bu çalışmada Attila İlhan’ın kültürel emperyalizm çözümlemesi ele alınmıştır. Kültürel emperyalizm olgusunun İlhan’ın düşünsel dünyasında nasıl bir yere sahip olduğu ve konuya dair hangi temalar üzerinden bir tartışma yürüttüğü bu çalışmanın cevap aradığı temel sorulardır. Bu sorular doğrultusunda İlhan’ın kaleme aldığı köşe yazıları ve kitaplarından yola çıkılarak bir değerlendirme yapılmıştır. Düşünce hayatı boyunca Türkiye’de ulusal bir kültür inşa etme meselesi üzerine yazan İlhan, bu inşa sürecindeki en büyük engeli kültürel emperyalizm olarak görür. Bu sebeple kültürel emperyalizm konusu onun üzerinde düşündüğü ve tartıştığı temel konuların başında gelir. Attila İlhan’ın kültürel emperyalizm çözümlemesinin küreselleşme, ulusal kültür, çağdaşlaşma ve aydın olmak üzere dört tema üzerinden ilerlediği görülür. Küreselleşme sürecini dünya emperyalist sisteminin yeni bir adlandırması olarak yorumlayan İlhan, bu sistemin egemenleri ve sömürülenleri olduğu gerçeğinden hareketle bir analiz yapar. Attila İlhan’ın ister kültürel emperyalizm konusunda ister kültürel tartışmaların diğer alanlarında olsun, üzerinde durduğu ilk nokta toplumların kendine özgü kültürel birikimlerinin toplumsal hayattaki değeridir. Bütün toplumların özgül tarihsel ve toplumsal koşullara sahip olduğu savunusu çözümlemesinin merkezinde yer alır. Kültürel emperyalizm konusunda toplumlar arasında bir karşılaştırma yapan Attila İlhan, Türkiye’nin Batı kültürü karşısındaki konumuna bakar. Ona göre bir yanda Batı’nın kültürel birikimi diğer yanda Türkiye’nin kültürel birikimi söz konusudur ve bu iki kültürel birikim önemli farklılıklar gösterir. İlhan’a göre Türkiye’nin kültürel birikiminden bihaber olmak, tersine Batı kültürü ile kaynaşmış olmak, kültürel emperyalizmi anlamak için başlangıç noktasıdır. Ona göre Türkiye özelinde kültürel emperyalizm, asıl amacın çağdaşlaşmak olduğunu unutup amacın batılılaşmak olduğunu sanan zihniyetin ürünüdür. İlhan bu zihniyet sebebiyle bireyler arasında kendi kültürel dünyalarını hor görme sonucunun ortaya çıktığını ve bireylerin içinde bulunduğu toplumun kültürel hayatından soyutlanarak başka bir kültürün aktarıcıları olduğunu savunur. Buradan hareketle Türkiye’deki kültür kaynaklarının küçümsenmesinin kültür emperyalizmine kapı açtığını ifade eder. İlhan’ın düşüncelerinde ulusal kültür, savunulması, korunması, geliştirilmesi gereken bir kültürel dünyaya karşılık gelir. Ona göre ulusal kültürün diğer ülkelerin saldırısından korunması gerekir. Bu saldırı biçimini emperyalizmin kültürel boyutu, yani kültürel emperyalizm olarak tanımlar. Çözümü ise ulusal kültür sentezine ulaşmak olarak ortaya koyar. Dolayısıyla Attila İlhan’ın küreselleşme, ulusal kültür, çağdaşlaşma, aydın gibi farklı boyutlarla inşa ettiği düşünceleri kültürel emperyalizm literatürüne önemli bir katkı sağlar. Bu yönüyle Türk düşünce hayatında önemli bir boşluğu doldurur.
Şiirin Resmi Resmin Şiiri: Ahmet Haşim ve O Belde Şiiri
Erdem · 2024, Sayı 86 · Sayfa: 97-116 · DOI: 10.32704/erdem.2024.86.097
Özet
Tam Metin
Sanatın her alanında disiplinler arası ilişkiler kurularak, sanatçıların kendi alanları dışında farklı disiplinlerden etkilenmeleri sağlanmıştır. Bir şiirin resim ile ilişkisini ele aldığımız bu makalede; Ahmet Haşim’in poetikası ve resim sanatı arasındaki yakın bağı ortaya koymaya çalışacağız. Bu bağlamdan yola çıkarak, genelde resim ve şiir ilişkisi, özelde Ahmet Haşim’in O Belde şiiri temel alınarak poetikası ve resim hakkındaki düşünceleriyle destekleyip, şiirin resimle olan ortaklığına vurgu yapılacaktır. Ahmet Haşim’in O Belde şiirinin belirli imgeler yardımı ile resim sanatına uyarlanışı amaçlanmıştır. Bunu yaparken sözlü ve yazılı yolla ifade etmenin yanı sıra görsel ifade yöntemine de başvurulmuştur. Bu makale ile bugüne kadar mücerret olan renk ve ışığı müşahhas hale getirmeyi amaçladık. Resim ve şiir; tarihin şekillendiren çarkında yerlerini belirlerken, ortaya konulan ürünlerle de sonraki nesillerin tohumlarına can suyunu serper. Resim ve şiir, sözel ve görsel sanatlar olarak çoğu zaman sanatın ayrı dalları olarak çalışılsa da sanatsal bilimlerin aynı çatısı altında varlıklarını yürütürler. Şiirde de resimde de ortak bir kavram kabul edilen imgeden yola çıkarak fizik ve metafizik boyutlara ulaşılan bir ilişki ağıdır. İnsan, edindiği tüm kazanımlarıyla sanatsal yaratımın bir parçasıdır. Ortaya koyduğu ürünler ise kendi varlığından kopan özlerdir. Organik bütünlüğün bir gereği olarak insanın, varlığını ispat ve ifade etme yönelimleri vazgeçilmez bir gerçektir. Her insan özel kabul edildiğinde, insani ifade biçimleri dünyaya gelen insan sayısıyla eş değerdir. Resim ve şiir sanatları kendi alanlarında güçlü ifade yöntemleridir. Şiir, varlığını betim gücüyle resme dönüştürebilir. Türk edebiyatında çoğu şair şiirlerini yazarken aynı zamanda görsel şölen oluşturmaya da özen gösterir. Türk şiir dünyasının Fecr-i Âti dönemi şairlerinden Ahmet Haşim’in O Belde şiiri de resmin şiirsel ahengi içerisinde bir tabloda görülmeye değer. Şiir dünyasının imgesel anahtarlarıyla resim dünyasındaki kapıların kilidi renkler, semboller ve sezgiler ile açılabilir. Ahmet Haşim’in bir bütün olarak hayatı ve sanat anlayışı ortaya konulurken, resim ve şiir ilişkisinin bu bütünlükteki yeri de belirlenmiştir. O Belde şiirinden yola çıkarak O Belde resmine varana kadar, şiirin ve resmin birbirini tamamlayan ve besleyen tarafları incelenmiştir. O Belde şiirinin belirlenen metaforları üzerinden Haşim’in hayatına uzanan bir yol çizilerek, bilinen Haşim kalıplarının ötesinde şiire yeni bir yorum getirilmiştir. Şiirin sembolik dil ile ifadesi; anne, çocukluğa duyulan özlem, mâna ve hayatı ve sanatına şamil olan bir ütopya motifi ile tasvir edilir.