288 sonuç bulundu
Yayınlayan Kurumlar
Yazarlar
Mühendis Mehmet Misbah’ın Matematik Felsefesine ve Matematik Eğitimine Dair Görüşleri
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 151-172 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.151
Özet
Tam Metin
Osmanlı 18. yüzyıldan itibaren eğitim, bilim ve askerî alanda çok sayıda değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Modernleşme olarak da adlandırabileceğimiz bu sürecin eğitim alanındaki ilk örnekleri askerî mühendislik okulları olan “Mühendishâne-i Bahr-i Hümâyûn” ve “Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn”dur. Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi ile peyderpey İdadî (lise), rüşdiye (ortaokul) ve ibtidai (ilkokul) okulları açılmış ve mühendishânelere hazır öğrenciler yetiştirilmiş ve dolayısıyla 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu okullardan çok sayıda başarılı mühendis mezun olmuştur. 1874’te ilk sivil mühendislik okulu olan “Mülkiye Mühendis Mektebi”nin açılması ile beraber mühendislik eğitimi daha da gelişmeye başlamıştır. Bu okullardan mezun olan öğrenciler mühendislik işlerini yürütmekle beraber fen bilimlerindeki modern gelişmeleri yakından takip etmişler ve modern bilimsel gelişmelerin Osmanlı’ya ulaşmasına katkı sağlamışlardır. Mezun olan mühendislerin bir kısmı devlet tarafından yüksek öğrenim için başta Paris olmak üzere önemli Avrupa şehirlerine gönderilmişlerdir. Bu öğrenciler döndüklerinde devletin önemli mevkilerinde istihdam edilmişlerdir. Paris’e gönderilen öğrencilerden biri de Mühendis Mehmet Misbah’tır. 1911 yılında “Mühendis Mekteb-i Âlîsi”nden mezun olan Misbah aynı yıl Paris’e gönderilmiş, 1913’te geri döndüğünde mezun olduğu Mühendishâne’ye hoca olarak atanmış ve 1919 yılına kadar görevini sürdürmüştür. Analitik Geometri ve Düzlem Geometrisi derslerini üstlenen Misbah matematik alanında yirmiye yakın makale yayımlamıştır. Misbah’ın matematik felsefesine ve matematik eğitimine dair görüşleri bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Bu amaçla Misbah’ın Genç Mühendis dergisinde yayımlanan “Felsefe-i Riyâziyyât” isimli makalesi ve Mesâil-i Hendesiye isimli kitabın ilk cildine yazdığı “Mukaddime (Önsöz)”, matematik felsefesi ve matematik eğitimi bağlamında analiz edilmiştir.
Misbah mühendishane’de öğrenci olduğu yıllarda Genç Mühendis isimli dergiye 1910-1911 yılları arasında on altı tane yazı göndermiştir. Misbah, Genç Mühendis isimli derginin 1326 Kanûn-i Sânî/Ocak 1911 tarihli 36. sayısının 5-8 sayfaları arasında el yazması şeklinde yayımladığı “Felsefe-i Riyâziyyât” isimli makalesinde matematik felsefesine dair görüşlerini açıklamıştır. Matematiğin tanımlarından yola çıkarak matematiğin ontolojisine ve epistemolojine dair görüşler beyan eden Misbah’ın isim zikretmeden Platon’un ve Aristoteles’in görüşlerinden faydalandığı tespit edilmiştir. Fakat 19. yüzyılda geliştirilen Mantıkçılık, Formalizm ve Sezgicilik gibi güncel matematik felsefesi yaklaşımlarından makalede söz edilmemiştir. Oysa söz konusu dönemde bazı Osmanlı aydınları Öklid-dışı geometrilere ve felsefî sonuçlarına dair bilgilendirici seminerler düzenlemişler ve makaleler yayımlamışlardır.
Misbah’ın mühendishâneden arkadaşı olan Muhittin Sırrı Şamlı 1911’de Mesâil-i Hendesiye isimli iki ciltten oluşan bir kitap kaleme almış ve Misbah’tan da kitabın birinci cildine önsöz yazmasını istemiştir. Misbah önsözde matematik eğitimine dair görüşlerini dile getirmiştir. Matematiğin öğretiminde ispatın yer alması gerektiğini ve ispatların bizzat öğrenciler tarafından yapılmasının “muhakeme” becerisini geliştireceğini vurgulamıştır. Misbah’ın ifadelerinden matematik eğitiminde “öğrenci merkezli” bir anlayışa sahip olduğu tespit edilmiştir.
Karabük’te Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Planlama Alanı Dışında Gelişen Yerleşme: Bayır Mahallesi
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 119-150 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.119
Özet
Tam Metin
Erken Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan konutların sayıları her geçen gün azalmaktadır. Konut tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu ve her sosyolojik değişimle birlikte konutun da işlevsel ve yapısal olarak değiştiği düşünüldüğünde, bir dönemin değişen yaşam şeklini yansıtan Erken Cumhuriyet Dönemi konutlarının incelenmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda Cumhuriyetle birlikte kurulan ve “Cumhuriyet Kenti” olarak anılan Karabük ilinde inşa edilmiş bu dönem yapılarının da araştırma konusu olması önemli görülmüştür.
Konut tarihi, her dönemde her bölgede merak edilen, araştırılan bir kavram olmuştur. Konutun oluşumuyla birlikte gelişimi, dönüşümü, kullanımı da ayrı birer araştırma konusu olacak kadar geniş ve ilgi uyandıracak alanlardır. 1937 yılında Karabük Demir-Çelik Fabrikası’nın temellerinin atılmasıyla ilk belirgin nüfus artışını yaşayan Karabük, idari yapının değişmesi, şehirleşme, fabrikanın büyümesi, ulaşım olanaklarının artması, ticaretin artması gibi etkenlerin artış göstermesine bağlı olarak sürekli gelişme, büyüme ve nüfus yoğunluğu yaşayan bir merkez olmuştur.
Karabük’ün gelişimindeki önemli etkenlerden bir diğeri de Sümerbank tarafından inşa edilen, günümüzde hala Yenişehir Mahallesi olarak varlığını sürdüren ve konut bölgesi olmaya devam eden, sanayiye bağlı konut üretiminin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Şehir planlama ve kentleşme Türkiye Cumhuriyeti dönemine ait modern bir düşünce olarak planlamaya ve uygulamaya alınmıştır. Bu dönemde başkent Ankara ile birlikte içinde yerli ve yabancı uzmanların olduğu birçok ekibe raporlama ve kent planı yaptırılmıştır. 1937 yılında İstanbul’dan sonra (o yıllarda Zonguldak iline bağlı olan) Karabük’e gelerek planlı bir büyüme öngörüsü ile mimar Martin Wagner’in görüşleri alınmış ve mimar/şehir plancı Henri Prost’a Kısmi İmar Planı hazırlatılmıştır.
Bu çalışmada, plansız gelişim göstermesine rağmen Yenişehir Mahallesi’nden etkilenerek konut üretiminin gerçekleştirildiği Bayır Mahallesi sınırlarında da Erken Cumhuriyet Dönemi konut mimarisi özelliklerine benzer yapıların olduğu tespit edilmiştir. Bayır Mahallesi’nde bulunan yapıların bina girişleri, cephe özellikleri ve yerleşimleri bakımından çağdaşlarını yakaladığı söylenebilmektedir. Cumhuriyet ideolojisi olan modernleşme fikrinin, halk tarafından da benimsendiği ve yapılarının inşa süreçlerine yansıtmış oldukları gözlemlenmiştir. Planlama alanı dışında gelişen ve konut ihtiyacını karşılama hedefiyle kurulan bu mahallede tasarım kaygılarının gözetilmiş olması, bu bölgenin dönemin modern ve eğitimli insanları tarafından şekillendirildiğini düşündürtmektedir. Bu sayede Bayır Mahallesi’ni konu alan çalışmamız bir ilki teşkil etmektedir.
Kral Yolu’nun Anadolu Güzergâhı
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 91-118 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.091
Özet
Tam Metin
MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında Pers (Akhaimenid) İmparatorluğu’nun tahtına II. Kyros geçmiştir. II. Kyros (Büyük Kyros) (MÖ 559-530/29) döneminde bir dizi yenilik gerçekleştirilmiş ve Persler (Akhaimenidler) yükselen bir ivme kazanmıştır. Persler, doğuda Hindistan, batıda Egenin mavilikleri ve güneyde Mısır’a kadar geniş bir coğrafyaya hükmetmiştir. Bu coğrafyayı Satraplık adı verdikleri idari bir sistemle yönetmişlerdir. Söz konusu bu coğrafyadaki gelişmelerden haberdar olabilmek ve aynı zamanda bu coğrafyaya ulaşabilmek için var olan yolları kullanılmışlardır. İlk başlarda bu yollar askeri amaçlara hizmet etmiş olsa da, daha sonra idari, ekonomik ve haberleşme gibi birçok alanda kullanılmaya başlanmıştır. Literatürde Kral Yolu olarak bilinen yolda bu amaçla kullanılmıştır.
Perslerden önce Anadolu’da (Türkiye) ikamet eden devletler/ imparatorluklar tarafından inşa edilerek kullanılan bu yollar, Pers dönemi Anadolu’sunda da bir takım iyileştirmelerden geçerek kullanım görmeye devam etmiştir. Özellikle de Pers Kralı I. Darius’un tahta çıkmasıyla, idari sistem ile vergilendirme de revizyonlar gerçekleştirilmiştir. Bunun yanında daha geniş imparatorluk sınırları için gerçekleştirilen askeri seferler de bu yolların kullanımını arttırmıştır. Bu durum yollar da bakım çalışmalarını gerektirmiştir.
Kral Yolu, antik metin yazarı Herodotos’un Historiai adlı eserinde (V. 52-54) anlatılmaktadır. Bu anlatıya göre; Kral Yolu ülkemizin birçok bölgesinden ilerleyerek sınırlarımız dışına çıkmıştır. Yol, günümüz İran’ın Huzistan eyaleti sınırları içerisinde kalan Sousa şehrinde sonlanmaktadır. Ephesos’dan (Selçuk) başlayan yolun, şekillenmesinde topoğrafik faktörlerin etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca yolun Sardeis’den (Sart) sonraki güzergâhı üzerine birçok farklı görüşün bulunması, Lydia ve Phrygia Bölgeleri’nde Kral Yolu’nun ilerleyişi ile ilgili tartışmalı rotaların oluşmasına neden olmuştur.
Bu çalışmada, idari, ekonomik, askeri ve haberleşme gibi birçok alanda kullanılan Kral Yolu’nun, Anadolu sınırları içerisinde ilerleyen bölümü çivi yazılı belgeler, arkeolojik veriler ve antik metin kayıtları ışığında ele alınmıştır. Bu yolun geçmiş olduğu farklı güzergâhlara yer verilmiş ve Anadolu’nun kuzey ve güneyinde iki farklı rotanın kullanılmış olduğu saptanmıştır. Bu duruma bağlı olarak da Kral Yolu’nun geçmiş olduğu önemli merkezlere ve güzergâha eklenmesi gereken yerleşim yerlerine de bu çalışma vasıtasıyla ulaşılmıştır. Akhaimenidler için jeostratejik manada önem arz eden Daskyleion (Hisartepe) ve yolların kavşak noktasında bulunduğu için önemli olan Oluz Höyük (Kritalla?) yerleşimlerinin Kral Yolu’na dâhil edilmesi gerektiği nedenleriyle ifade edilmiştir. Ayrıca imparatorluğun doğu ve batısı arasında yaşanan kültürel etkileşim de Kral Yolu’nun rolü saptanmış ve bu yolun önemi bir kez daha görülmüştür.
İnanç, İslâm ve Sanat
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 59-90 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.059
Özet
Tam Metin
İlkel toplumlarda inanç ile sanat arasındaki bağdan sebep sanatın, büyü ve dinden doğmuş olduğu ileri sürülen kuramlardan biri olmasıdır. Bu toplumlarda sadece sanat değil her şeyin inancın etkisinde olduğu gibi büyük doğa olayları da kutsal güçlerin işi olarak değerlendirilmiş bu güçler de somutlaştırılmıştır. Bu durum zamanla insanlarının genel eylemi olan tapınmayı doğurdu. İnançlara göre şekillenen toplumlarda sanatlar da ister istemez dine yönelmiştir.
İnsanları aynı hisler etrafında ortak hedefte birleştiren özelliğiyle sanat, onu meydana getirenin yaşadığı duyguyu yazıyla, resimle veya sesle canlı tutmak ve onu hem içinde bulunduğu topluma hem de gelecek kuşaklara aktarır.
Sanat eserleri, estetik kaygıların yanı sıra, bir toplumun tarihsel gelişim süreci içinde ortaya koyduğu yaşam tarzı, gelenek ve görenekleri, ahlak yapısını ve davranış tarzlarını da yansıtır. Böylece bir toplumun ideal kültürünü taşıyan toplumsal bilincin yaygınlaşmasına yardımcı olur.
İnsanoğlunun doğayı tanımada en etkili yöntemlerinden biri olan sanat, başlangıçta din ve bilime eşdeğer bir statüdeydi. İnanç ve sanat zamanla karşılıklı çıkar ilişkisi ortak paydasında buluşarak farklı yöntem ve araçlarla meydana getirdikleri eserlerle varlıklarını sürdürmüştür. Hem din hem de sanat kalıcılık konusunda aynı amaca hizmet etmektedirler. İnancın önerdiği bu yaşama ilişkin mesajlar ile sanatın verdiği kalıcılık mesajı, zamanı aşan bir köprü görevi görmektedir. Her iki unsur kendi aralarında ayrılığa düşmedikleri zamanda bir bütünleşme de olmuştur. Bunun en çarpıcı örneği hem Tevrat hem de İncil’de yer alan kıssaları okuma yazma bilmeyen halka resim yoluyla aktaran Hristiyan sanatında görmek mümkündür.
Hristiyan sanatının aksine İslâm sanatı, Kur’an-ı Kerim’deki kıssaları ve konuları tam anlamıyla yansıtmaz. İslâm sanatçısının böyle bir kaygısı da yoktur. İslâm sanatı ile Kur’an-ı Kerim ayetleri arasındaki bağ biçimsel ifade düzeyindedir. İslâm sanatı kesinlikle dinin buyruklarına göre hareket etmek zorundadır.
Bu dünyanın faniliği ve öteki dünyanın sonsuzluğu İslâm inancının temelini oluşturur. Bu ilke doğrultusunda gelişme gösteren İslâm sanatı Kur’an-ı Kerim’in bir yansımasıdır. Bu yüzden sanatı bir ibadet olarak algılayan İslâm sanatçıları, inançları ölçüsünde güzelliğe sıcak bakarak onları tasvip ve takdir eden bir anlayışta olup mutlak güzelliği yalnızca Allah’ta ve onun kelamında görür.
Bu makalede, sanatın ortaya çıkışı ve inanç ile olan bağı İslâm Sanatı ışığında ele alınarak, meydana getirilen sanat eserleri, süsleme programı, sembolik figürler ve desen özelinde inançla olan ilişkisi yazılı ve görsel kaynaklar ışığında incelenecektir.
Tuzlalı Nâbî’nin Türkçe Şiirleri
Erdem · 2023, Sayı 85 · Sayfa: 173-202 · DOI: 10.32704/erdem.2023.85.173
Özet
Tam Metin
Yüzyıllar boyunca birçok faklı ırka, dine ve medeniyete mensup insanların kesişme noktası olan Balkanlar, Türk tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Türk milletinin Balkanlarla olan ilişkisi çok erken dönemlerde başlamış olmasına rağmen asıl uzun süreli ve kalıcı ilişkiler Osmanlılar döneminde geliştirilmiştir. Balkanlarda Türk hâkimiyetiyle birlikte Türk kültür ve sanatı bu coğrafyada etkili olmuş; çok sayıda yazar, şair ve ilim adamı yetişmiştir. Balkanlarda en çok şair ve edibin yetiştiği ülkelerden biri de Bosna Hersek’tir. 1463’te Fatih Sultan Mehmet’in Bosna Hersek’i fethetmesinden sonra, kitleler hâlinde İslamiyet’i kabul eden Boşnaklar, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki en imtiyazlı tebaalarından biri olmuştur. Bosna Hersek’te bilhassa Osmanlı döneminde yazı dili olarak Türkçe benimsenmiş ve Adnî’den (1420-1474) Hersekli Ârif Hikmet’e (1829- 1903) kadar bu coğrafyada Derviş Yakup Paşa, Vusûlî, Mostarlı Ziyayî, Ubeydî, Edâyî, Ağa Dede, Turâbî, Mecâzî, Süleyman, Varvarlı Ali Paşa, Nergisî, Selman, Hevâyî, Ahmed Çelebi, Sabit, Derviş, Hüsâmî, Şehdî, Ali Alaaddin, Fevzî, Habîbî, Mîrî, Nâbî, Meylî, Vehbî, Seyfî, Fadıl Paşa, Seyfî, Ahmed Hamdî gibi çok sayıda edip yetişmiştir.
Tezkirelerde, edebiyat tarihlerinde anılan Bosnalı şairlerin yanı sıra sözü edilen kaynaklarda kayda geçmemiş Türkçe şiirler yazan çok sayıda Bosnalı şair bulunmaktadır. Tezkirelerde, edebiyat tarihlerinde anılan Bosnalı şairlerin yanı sıra sözü edilen kaynaklarda kayda geçmemiş Türkçe yazan çok sayıda Bosnalı şair bulunmaktadır ancak Bosna Hersek Osmanlı dönemi şairleri ve onların Türkçe şiirlerinin büyük bir kısmının günümüze aktarılmadığı bu hususa yeterli hassasiyetin gösterilmediği görülmektedir. Bilhassa kütüphanelerdeki yazma eserlerin, mecmuaların taranmasıyla birlikte yapılacak araştırmalar çok sayıda Türkçe şiirin tespitine imkân sağlayacaktır.
Bu çalışmada da Bosna Hersek’te yetişmiş Osmanlı dönemi 17. yüzyıl şairlerinden biri olan Nâbî’ye dikkat çekilecektir. Şairin hayatı hakkındaki bilgiler Tuzlalı olması ve babasının Tuzla müftüsü Salih Efendi olması ile kısıtlıdır. Şairin bir divanı olup olmadığı da tespit edilememiştir. Şairin Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nde R-4007 kayıtlı mecmuada 77b-84a varaklarında Türkçe ve Farsça şiirleri bulunmaktadır. Çalışmada, sözü edilen mecmuada yer alan Nâbî’nin Türkçe şiirlerinin transkipsiyonu yapılarak şairin Türkçe şiirleri ilim âleminin istifadesine sunulacaktır.
SÜMERBANK SÜMERHALI ISPARTA FABRİKASININ ÖZGÜN ÇALIŞMA MODELİ VE ANADOLU HALICILIK KÜLTÜRÜNDEKİ ROLÜ
Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 66-83 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.179
Özet
Tam Metin
Bu makalede Isparta halıcılığı ve onu modern halıcılık geleneğine ve sanayiine bir okul görevi yapmış olan Sümerbank Isparta Fabrikasının Anadolu halıcılık mirası için taşıdığı anlamlar incelenmiştir. Bu fabrika varlığını sürdürdüğü uzun bir dönem içinde, geniş bir kadro yetiştirmiş, ancak 1935 yılında kurulan Sümerbank’ın bünyesine katılarak yerel halıcılık alanındaki temel direklerden birisi olmuştur.
Geleneksel halı üretimi kültürel miras değeri yanında çok kapsamlı bir ekonomik değer taşır. Geleneksel Türk halısı, Orta Asya’dan Anadolu’ya, tarihin derinliklerinden, günümüze kadar gelen ve çok değerli geleneksel mesajları taşımış olan özel bir üründür. Türk halıcılık geleneğini Batı Anadolu’da da sürdüren birçok ünlü ve eski merkez vardır. Bu merkezlerde kurulmuş bulunan Türk halıcılık geleneği, küresel halıcılığın önde gelen örnekleri arasında hak ettiği yere ve üne sahiptir.
Bu ünlü ve eski merkezlerden biri olan Isparta, İzmir Limanı ile Batı’ya yönelmiş, yeni pazarın gerektirdiği yeniliklere hızla uyum göstermiş ve böylece geliştirmeye başladığı halıcılık düzeni ile de yüzlerce yıllık Batı Anadolu halıcılık merkezleri arasında önemli bir noktaya çıkabilmiştir. Sümerbank ise Isparta halıcılığının geçmişteki dış pazarlardaki marka değeri ve talebini yeniden sağlamak ve yerel kalkınma kaynağı haline getirmeyi hedef alan çalışmalar gerçekleştirmiştir. Sümerbank Holding’in, bir kuruluşu olan “Sümerhalı, Sümer Halıcılık, El Sanatları Sanayi ve Ticaret A.Ş.” adıyla geleneksel halıcılığın değişen ve gelişen teknolojisinin uygulayıcısı olarak 1987 yılında Anadolu halıcılık geleneğinin güçlü merkezi haline gelmiştir.
Bu çalışmada Sümerhalı Isparta Fabrikasının “Türk El Dokuma Halıcılığını Geliştirme Projesi” olarak bilinen atılımla yeni bir geleneksel halı üretimi dönemini başlatarak halı geleneğinin sürdürülebilirliği açısından önemli bir model yarattığı görülür. Makalenin amacı, bu modeli oluşturan kaynaklar, modelin gerçekleşmesini sağlayan hedefler ve sonuçlarının tartışmaya açılmasıdır.
Sümerbank, Sümerhalı Isparta Fabrikası 2008’de faaliyeti durana dek Anadolu’daki sanayileşme ve modernleşme çabaları ve dokuma sektöründeki gelişmelerin bir bileşeni olarak varlığını sürdürmüştür. Isparta Halıcılığının Anadolu Kültürel Mirasının sahip olduğu, özgünlük ve yerelliği ve aynı zamanda ekonomik potansiyelini desteklemiştir.
AYAŞ CAMİLERİNDE TESPİT EDİLEN UŞAK HALILARININ ÖZELLİKLERİ VE BOYARMADDE ANALİZLERİ
Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 46-65 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.178
Özet
Tam Metin
Ankara’nın ilçesi Ayaş, Osmanlı döneminde Orta Anadolu’nun önemli Müslüman Türk şehirlerinden biridir. Tarihçiler tarafından 16. yüzyılda oldukça gelişmiş kalabalık bir şehir olduğu söylenmektedir. 1997’de Ayaş’ın merkez camilerindeki halı yaygılar üzerinde bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırmada tespit edilen halılardan önemli görülen bir grup, aynı yıl Ayaş’ta düzenlenen bir sempozyumda sunulmuş ve tam metin olarak basılmıştır. Aynı çalışmada bahsi geçen ve bu çalışmaya da boyarmaddeleri ile konu olan Uşak halıları Ayaş’ın çarşısındaki Şeyh Muhyiddin Camisi ve hemen üst sokağındaki Bünyamin Ayaşi Camisi’nde tespit edilmiştir. Bu camiler 16. yüzyılda yapılmış, ismini aldığı kişiler, aynı asırda yaşamış, önemli İslam âlimi ve tasavvuf ehli olup, türbeleri camilerde bulunmaktadır.
Bu halıların camiler için özel sipariş edilerek Uşak atölyelerinde büyük ölçekte dokunduğu bilinmektedir. Halılardan biri “Madalyonlu Uşak Halısı” olup, Türk İslam Eserleri Müzesi’nde sergilenen 16. yüzyıla tarihlendirilen halı ile teknik ve desen özellikleri çok yakın benzerlik göstermektedir. Diğer halıların kenar suyunda farklı motifler görülmekle birlikte, zeminde birim raporlu hatayi (şakayıklı) desen, sonsuzluk prensibine uygun, tam simetri ile tekrarlanmıştır. Bu halılar aynı malzeme ile aynı renklerde dokunmuştur.
Söz konusu Uşak halılarından dört tanesinin çok yıpranmış, sökülmekte olan kenarlarından araştırma sırasında alınan hav/düğüm ipliği numuneleri ayrı zarflarda kayıtlı olarak 2010 yılına kadar saklanmıştır. Bu tarihi halıların iplik numuneleri “TCF-DATU- Kültürel Miras ve Doğal Boya Laboratuvarı (TCF-DATU-Cultural Heritage Preservation and Natural Dyes Laboratory)” kurumunda boya analizleri yapılmış ve önemli bulgulara ulaşılmıştır. Boyarmaddelerin tamamının bitkisel doğal boya kaynağı olduğu, özellikle kırmızı renk için kökboya (Rubia tinctorum L.), mavi ve lacivert renkler için çivit otu (Isatis tinctoria L.) veya Hindistan çividi (Indigofera tinctoria L.) bitkilerinden birinin kullanılmış olduğu belirlenmiştir.
Bu halılardan Bünyamin Ayaşi Camisi’nde tespit edilen bazı parçalar Ankara Vakıf Eserleri Müzesi’nde koruma altındadır. Ayaş Müftülüğü ve Ankara Vakıf Eserleri Müzesi ile yapılan görüşmeler sonucunda Madalyonlu Uşak Halısı ve diğer halı parçaları bulunamamıştır.
YERLİ VE YABANCI KAYNAKLARIN IŞIĞINDA 16. YÜZYILDAN 20. YÜZYILA TÜRK HALI DOKUMACILIĞI
Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 116-136 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.182
Özet
Tam Metin
Bu araştırmada Osmanlı halıcılığı, yerli ve yabancı kaynakların ışığında yorumlanmıştır. Özellikle Topkapı Sarayı Arşivinde muhafaza edilen ehl-i hîref defterleri, hükümler, hazine sayım defterleri, faydalanılan başlıca kaynaklar olmuştur. Ayrıca narh defterleri, gümrük tarife defterleri, yabancı seyyahlar ve çizimleri, yerli seyyahların görüp anlattıkları bu makalenin yazılmasında önemli dayanaklardır. Osmanlı sanayiini ve ekonomisini konu alan araştırmalar, uluslararası sergilere katılım ve sergi kataloglarından edinilen bilgiler bu araştırmanın başvuru kaynaklarıdır.
Bu kaynaklara dayanarak 16.yüzyılın başında Bergama ve Menemen’in, 16.yüzyılın ortasından sonra Uşak ve çevresinin önemli bir halı merkezi haline geldiği görülmüştür. 19.yüzyıla kadar Uşak ve çevresindeki halı dokumacılığı geleneksel özelliğini koruyarak devam etmiştir. Ancak Batılı tacirler bölgeye yerleşip, bölge halkına siparişler vererek ticarete başlamıştır. Daha sonra altı Levanten ailenin ortaklığıyla The Amalgamated Oriental Carpet Manufactures şirketi kurularak geniş bir ticaret ağı organize edilmiştir.1 Bu organizasyonla bölge halılarına müdahale edilmiş; desen, renk ve ölçüleri değiştirilerek kimliğinin kaybolmasına yol açıldığı anlaşılmıştır.
Son olarak Sarayın dokumacılığı kalkındırmak için Hereke, Feshane fabrikalarının kurulması ve Hereke üretimi halılar ele alınmıştır. Hereke halı ustalarının daha sonra Kumkapı’da atölye açmaları ve Hereke üretimine benzer halılar dokuması, bunların yurt dışına satılması, hediye edilmek suretiyle gitmesiyle Batıda tanınmışlardır. G. Salting isimli bir koleksiyonerin bu halılardan oluşan koleksiyonunu bir müzeye bağışlamasıyla saray halıları grubu Batı’da Salting grubu adıyla tanınmıştır. Böylece Topkapı Sarayı halı gurubu, Hereke ve Kumkapı üretimi halıları Salting grubu ile bir arada değerlendirilmektedir. Bu halkaya Kumkapı halılarının son örneklerini toplayarak bir koleksiyon oluşturan Arkas grubu Kumkapı halılarını da dâhil olmuştur. Araştırmamızda bu konuya da değinilerek Türk halıcılığının ve koleksiyonculuğunun geldiği son durum ortaya konmuştur.
TİFTİK VE KENEVİR İPLİKLERİNİN DOĞAL BOYAMACILIK İLE RENKLENDİRİLMESİ VE DOKUMA TEKSTİL YÜZEY ÇALIŞMALARI
Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 28-45 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.177
Özet
Tam Metin
Son yıllarda tekstil tasarımında geri dönüşüm ve sürdürülebilir ekolojik kaynakların gündeme gelmesi, boya bitkisi yetiştiriciliğini ve kullanımını da önemli hale getirmiştir. Dolayısıyla doğal lif- lerin doğal kaynaklı boyarmaddeler ile renklendirilmesine yönelik çalışmalar daha çok ilgi çekmek- tedir. Tekstil yüzeyleri oluşturulmasında, liflerin bitkisel boyalarla istenilen şekilde boyanabilmesi, tekstil tasarımcısına hedeflediği dokuya ulaşmasında, özgün ve ekolojik ürünler ortaya çıkarması konusunda önemli bir avantaj sağlamaktadır. Bu çalışma ile ülkemizde geleneksel olarak daha çok yün halı ipliklerinin boyanmasında kullanılan bitkisel boyamacılığın, sağladığı avantajlarla tekstil tasarımcılarının tekstilin her alanda, özgün ürünlerin elde edilmesinde kullanılabileceğinin vurgu- lanması amaçlanmıştır.
Bu amaçla, belirlenen temaya uygun görsellerden yola çıkılarak elde edilmek istenen dokuma yüzeylerine göre renk elde etmek amacıyla; uygun bitki, mordan ve yöntem seçilerek farklı iplikler boyanarak dokuma örnekleri üretilmiştir. Araştırma kapsamında; tiftik iplik, tiftik fitil ve kenevir ipliklere, nar (Punica granatum L.), ceviz (Juglans regia), soğan (Allium cepa), aspir (Carthamus tinctorius L.) ve kök boya (Rubia tinctorum L.) kullanarak elde edilmek istenilen her renk için seçilen uygun mordan ve yöntem ile boyamalar yapılmıştır. Boyamalardan elde edilen renkler ve boyanan ipliklerin yaş ve kuru sürtünme haslık değerleri belirlenerek tablolar halinde verilmiştir. Yüzey tasarımlarında ağaç ve ağaçların üzerinde oluşan yosun dokusundan esinlenilerek tema oluş- turulmuş, hikâye panoları hazırlanmış, görsellerden yola çıkarak armürlü dokuma tezgahlarında, do- kuma tekstil yüzey çalışmaları yapılmıştır. Yapılan ön denemeler sonucunda, haslık değeri sonuçları nispeten iyi olan ve temayı yansıtan en uygun iplik çeşitleri belirlenmiştir. Tekstil yüzeyi çalışmaları bu belirlenen renk ve iplikler kullanılarak yapılmıştır.
AFYONKARAHİSAR’DA TEPME KEÇEDEN ÜRETİLEN CAMİ KAPI PERDELERİ
Arış · 2023, Sayı 22 · Sayfa: 84-102 · DOI: 10.32704/akmbaris.2023.180
Özet
Tam Metin
Afyonkarahisar, Anadolu’da keçe üretimi yapılan merkezler arasında yer almaktadır. Geleneksel tepme keçe atölyelerinde ustalar yaygı, seccade, perde, kepenek, heybe, çeşitli başlıklar, sanayi keçeleri gibi ürünler yapmaktadır. Afyonkarahisar’ın kışları soğuk ve kar yağışlı geçen sert iklimi keçe ürünlerinin kullanımını yaygınlaştırmıştır. Yalıtım amacıyla evlerin pencerelerine, camilerin kapılarına asılan keçe perdeler günümüzde bazı camilerde kullanılmaktadır. Yerli yünden yapılan keçe perdelerin esnememesi ve daha dayanıklı olması için kenarları deri ile çevrelenmektedir. Keçe ustası ve saraç ustası keçe perdeyi iş bölümü yaparak üretmektedir. Saraçlama işleminde genellikle dana derisi, keçi derisi kullanılmıştır. Keçe perdeler desenli ya da desensiz üretilebilir. Cami kapılarına takılan keçe perdelere genellikle deri üzerine “Allah”, “Muhammed” isimleri baskı ya da işleme olarak yazılmaktadır. Özellikle şer’iyye sicilleri gibi tarihi kaynaklarda keçe perdelerinin kayıtlarına rastlanmaktadır. Araştırmanın konusu “Afyonkarahisar’da Tepme Keçeden Üretilen Cami Kapı Perdeleri” olarak belirlenmiştir. Keçe kapı perdelerinin kullanımı gün geçtikçe azalmakta, yerini sentetik malzemeden üretilmiş perdelere bırakmaktadır. Bu nedenle keçe perdelerin özelliklerinin tespiti önemlidir. Keçe perdelerin hangi ustalar tarafından üretildiği, üretiminde kullanılan hammaddeler, üretim teknikleri, ebatları, süsleme özellikleri ve elde edilen bilgilerin yazılı kaynak haline getirilmesi araştırmanın amacını oluşturmaktadır. Araştırmada literatür taraması ve alan araştırması yapılmış, konu ile ilgili ustalarla görüşülerek bilgi alınmıştır. Sonuç kısmında, elde edilen veriler değerlendirilerek, keçe perdelerin üretiminin sürdürülmesi için önerilerde bulunulmuştur.